Kovid-19 mutasyonları Avrupa’daki endişeyi artırıyor

Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yakılmaya devam ediliyor. (Reuters)
Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yakılmaya devam ediliyor. (Reuters)
TT

Kovid-19 mutasyonları Avrupa’daki endişeyi artırıyor

Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yakılmaya devam ediliyor. (Reuters)
Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yakılmaya devam ediliyor. (Reuters)

Avrupa’da, yeni tip koronavirüse (Kovid-19) neden olan SARS-CoV-2 virüsünün mutasyonlarının, özellikle Hindistan varyantının birçok ülkede yayılmasına ilişkin endişeler arttı.  Diğer yandan dünyanın şimdiye kadar gördüğü en sert salgının ağırlığı altında ezilen Hindistan’nın sokaklarında rastgele kurulan toplu ceset yakma yerlerinden yayılan dumanlar ülkenin gökyüzünü dumanla doldurdu. Avrupa her ne kadar varyantlara karşı endişe duysa da sağlık krizinin başlangıcından bu yana ilk kez eğlence, kültür, eğitim, ticaret ve turizm gibi pandeminin ele geçirdiği alanlarda eski hale gelineceğine yönelik umut verici işaretler mevcut. Ancak henüz mutasyona uğrayan virüse karşı zafer ilan etme cesareti gösteren olmadı.
Hindistan tekrar günlük yaklaşık 400 bin vakanın yanı sıra rekor sayıda ölüm kaydetti. Oksijen ünitelerinin yetersiz olduğu aşırı kalabalık hastaneler üzerindeki baskının hafifletilmesi için birçok ülkenin yaptığı tıbbi yardımların teslimi dün de devam etti. AFP muhabirinin aktardığına göre Fransa tarafından gönderilen 28 ton tıbbi malzeme yüklü bir kargo uçağı dün sabah Yeni Delhi’ye iniş yaptı.
Hindistan’ın başkentindeki hastanelerin kapasitesi dolmuş durumda. Ciddi bir seviyede yatak, ilaç ve oksijen yetersizliği var. Tıbbi malzemelerdeki bu eksiklikler, tedavi edilemeyenlerin hastane kapılarında yaşamlarını yitirmesine neden oluyor. Paris’ten yapılan açıklamaya göre Fransa’nın gönderdiği yardımlar arasında havayı tıbbi oksijene dönüştürecek 8 adet yüksek kapasiteli oksijen konsantratörü de var. Açıklamaya  re, bu cihazlar oksijen tüplerini saatte 20 bin litre doldurabiliyor. Ayrıca her bir cihazın 250 yataklı bir hastanenin 24 saatlik oksijen ihtiyacını 12 yıl boyunca karşılayabileceği bildirildi.
İtalya geçen pazartesi günü bilim camiasının daha önceki denemelerde istenmeyen sonuçlarla karşılaşıldığı uyarılarının yanı sıra günlük vaka ve ölü sayısının halen yüksek olmasına rağmen aşamalı bir normal hayata dönüş planı başlattı. Riskin hesaplandığını belirten hükümet, vaka sayılarının tekrar artması durumunda derhal izolasyon ve kapanma tedbirlerini uygulamaya dönmeye hazır olunacağını vurguladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dün yaptığı açıklamada “Bu ayın 19’unda Fransız tarzı yaşamı, çok dikkatli bir şekilde ve sorumluluk ile geri getirmeye başlayacağız.” dedi. Paris yönetimi söz konusu tarihi kafelerin, restoranların, sinemaların, tiyatroların ve müzelerin açılması ile önümüzdeki ayın sonunda sona ermesi planlanan normal hayata aşamalı geri dönüş planında bir dönüm noktası olarak belirlemişti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel ise öncelikli hedefin vatandaşların temel haklarını mümkün olan en hızlı şekilde eski haline getirmek olduğunu söyledi. Ancak, Merkel geçiş aşamasının kolay olmayacağını ve hükümetin bu aşamada yürürlükte olan kuralların ihlaline tolerans göstermeyeceğini vurguladı. Son günlerde kademeli açılma planlarını açıklayan Almanya, İtalya ve diğer Avrupa ülkeleri geçen sene ilk dalganın ardından şu ankine benzer bir dönem yaşamıştı. Ülkeler, yaz aylarında önlemlerin hafifletmesinin ardından salgının sonbahar ve kış aylarında iki şiddetli dalga halinde geri dönmesine sahne olmuştu. Bu nedenle hükümetler, Avrupa’da yaşananları dikkate alınarak bilim çevrelerinin bazı aksaklıkların meydana geleceği uyarısında bulunmaları nedeniyle Fransa gibi ayrıntılı bir zaman çizelgesi açıklamadılar.
Cenevre Üniversitesi’nde Küresel Sağlık Enstitüsü’nü yöneten İsviçreli Epidemiyolog Antoine Flahault, Şarku’L Avsat’a yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:
“Avrupalı liderler değerlendirmelerinde hata yapılar ve salgının üçüncü dalgasını tahmin edemediler. Aşıların hastaneler üzerindeki baskıyı hafifleteceğini düşündüler. Ancak son gelişmeler, Batı ülkelerinde genellikle yüksek oranda ihtiyati tedbir ihlaline neden olan açılış planlarının hızlanması durumunda dördüncü bir salgın dalgasının meydana gelmesinin ihtimal dışı olmadığını gösteriyor. Avrupa’daki korku çemberi aylardır genişliyor. Gelecek korkusu ve salgın karşısındaki süren çaresizliğe yönelik öfke sürüyor. Ancak buna salgınla mücadelede ilerleme kaydetmiş ülkeler ile karşılaştırma yapılması sonucu bir özgüven artışı da eşlik ediyor.”
 dedi.
Flahault açıklamasının devamında Avrupa’da daha önce bu kadar uzun bir kısıtlama dönemi yaşanmadığına dikkat çekti:
“Bu salgın uzadıkça ve sosyal hayata getirdiği kısıtlamalar devam ettikçe Avrupalıların yaşama, özgürlüğe ve başkalarıyla doğrudan temas kurmaya yönelik talepleri de arttı. Avrupa Kıtası daha önce bu kadar uzun bir süre içe dönük ve izolasyon tedbirlerinin sıkı olduğu bir dönem yaşamamıştı. İnsanlar, iki dünya savaşı sonrasında olduğu gibi bir açılış tarihi istioyor. Özgürlüğe ve mutluluğa dönüşü arzuluyorlar. Geçen ayın ortalarında salgına karşı zaferini ilan eden Hindistan’ın şu an kendisini korkunç bir salgın dalgasının ortasında bulunduğuna dikkat etmek gerekiyor.”
Avrupa hükümetlerinin kademeli normal yaşama dönme planlarına yönelik endişeler arasında aşı belgeleri ile ilk aşamalardan daha fazla özgürlük elde eden gruplar ile aşıyı olana kadar daha uzun bir süre kısıtlamalara tabi olacaklar arasında gerilimin yükselme ihtimali yer alıyor. Fransa Cumhurbaşkanı daha önce yaptığı açıklamada, 9 Haziran’dan itibaren büyük toplantıların gerçekleştirildiği yerlere girmek için “sağlık pasaportunun” kullanılmasının zorunlu hale geleceğini duyurmuştu. Ayrıca Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, aşı olduğunu kanıtlayan ABD’lilerin Avrupa’ya gelebileceğini ve herhangi bir kısıtlama olmadan dolaşabileceğini bildirmişti.
Sağlık pasaportu uygulamasına karşı çıkanlar, bunun kötü bir çözüm olduğunu, bu sorundan çıkış yolunun aşı kampanyalarının hızlandırılması ve salgını kontrol altına alınmadan önce seyahatin teşvik edilmemesi olduğunu savunuyorlar.
Aşılar hakkında gerçekleştirilen çalışmaların aşıların ilk dozunun tek başına hastaneye yatmaya karşı yüzde 90’a kadar varan bir koruma sağlamak için yeterli olduğunu göstermesinin ardından çoğu Avrupa ülkesi son zamanlarda aşı çizelgelerini yeniden gözden geçirmeye başladı. Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) son raporunda, aşılama kampanyalarının mevcut hızıyla devam etmesi ve bağışıklığa karşı dirençli yeni mutasyonların ortaya çıkmaması durumunda ölümlerin bu ayın ortasında yüzde 30 azalmasının ve önümüzdeki ayın sonunda da sıfıra inmesinin beklendiğini bildirdi.



37. insani yardım konvoyu Gazze'ye girmek için hazırlıklarını sürdürüyor

Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
TT

37. insani yardım konvoyu Gazze'ye girmek için hazırlıklarını sürdürüyor

Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)
Gazze Şeridi'ne giren yardımlar şu anda sadece Kerem Ebu Salim sınır kapısından geçiyor (Mısır Kızılayı)

İsrail, Gazze'ye gönderilen 37. konvoyun bir kısmını Mısır tarafındaki Refah sınır kapısından gelen insani yardım kamyonlarını kabul etmek üzere Kerem Ebu Salim (Kerem Şalom) sınır kapısını yeniden açtı.

İnsani yardım, gıda ve acil yardım kamyonları, Mısır ve İsrail arasında ABD'nin himayesinde yapılan yeni mekanizma ve anlaşma uyarınca Gazze'ye girdi. Bu mekanizma ve anlaşma uyarınca, insani yardım Mısır tarafındaki Refah sınır kapısından İsrail tarafındaki Kerem Şalom sınır kapısına gönderiliyor. Bunun nedeni, insani yardım kamyonlarının Kerem Şalom sınır kapısında İsrail makamları tarafından denetime tabi tutulması ve ardından insani yardımın Zikim ve Kerem Şalom sınır kapılarından Gazze'ye getirilmesidir.

Yardımların girişi, her kamyon için birkaç saat süren kontroller ve denetimler şeklinde İsrail'in uzlaşmaz tavrına tabidir, bu da Mısır'dan gönderilen yardımların sadece yarısının Refah sınır kapısından girmesini sağlıyor.

İnsani yardım taşıyan 50 kamyon Gazze'ye girerken, insani yardım, tıbbi yardım, gıda ve yardım malzemeleri ile çadır taşıyan 180 kamyon bugün sevk edilmek üzere hazırlıklarını sürdürüyor.


İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
TT

İsrail Gazze'ye yönelik bombardımanını yoğunlaştırarak yerinden edilme krizini daha da ağırlaştırıyor

Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)
Gazze kenti sakinleri, dün İsrail ordusunun tahliye emirleri üzerine güneye doğru kaçarken (Reuters)

İsrail güçleri dün Gazze Şeridi’nin Gazze kentindeki yüksek katlı konut binalarına ve sığınaklara yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak, yerinden edilme krizini daha da şiddetlendirirken şehir sakinlerini Gazze Şeridi’nin güneyine kaçmaya zorladı. Bu olay, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrail'e gelişiyle eş zamanlı gerçekleşti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Rubio’nun ziyaretini ‘İsrail-ABD ittifakının gücünün teyidi’ olarak nitelendirdi.

İsrail ordusu son dört günde Gazze kentinde Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) bağlı dördü okul olmak üzere altıdan fazla sığınağı bombaladı. İsrail ordusu dün, şehrin batısındaki İslam Üniversitesi'nin içindeki binaları da hedef aldı. Bu binalarda binlerce yerinden edilmiş kişi barınıyordu.

İsrail’in bombardımanları sonucu sığınakların neredeyse tamamen yıkılmasının ardından sığınaklarda yaşayanların çoğu zorla yerinden edildi. Birçoğu güneye kaçmaya karar verirken, kalacak yer bulamayan bazı aileler sığınaktaki kısmi yıkıntıları temizlemek ve yaşamak için küçük geçici çadırlar kurmak zorunda kaldı.

Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde hava saldırıları devam etti ve dün şafaktan bu yana 33'ü sadece Gazze kentinde olmak üzere 50'den fazla Filistinli öldü. Son 24 saatte, Gazze Şeridi'ndeki hastanelerde açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle iki kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Böylece açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle ölenlerin sayısı 145'i çocuk olmak üzere 422'ye ulaştı.


Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
TT

Sudan'da İslamcıları nasıl bir gelecek bekliyor?

Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)
Nafi Ali Nafi'nin konuşması, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldi (AFP)

Amani el-Tavil

Sudan Ulusal İslam Cephesi liderlerinden ve eski cumhurbaşkanı Beşir'in yardımcısı Nafi Ali Nafi'nin konuşması, 2019'a kadar iktidarda olan ve şu anda geniş İslami Hareket çatısı altında toplanan Sudanlı İslamcıların bir kesimini oluşturan, Sudan Ulusal Kongre Partisi içindeki krizin derinliğini yansıtıyordu. Nafi’nin konuşması, ne ideolojik ve siyasi bir hareket olarak kendileri ne de her kesimden Sudanlı bir belirsizlik örtüsü altında dünyanın dört bir yanına mülteci olarak dağılmışken, iki yıldan fazla bir süredir uçurumun kenarında yaşayan Sudan için henüz tanımlanmamış bir geleceğe doğru son bir sıçrama girişimi olabilir.

 

Öncelikle, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasının, feshedilen Ulusal Kongre Partisi'nin derin bir iç muhalefet krizi yaşadığı bir döneme denk geldiğini belirtelim. Partinin önemli bir kesimi, partinin geleceğini, bu aşamadaki araçlarının geçerliliğini belirlemek için bir Şura Konseyi toplanmasını talep ediyor. Söz konusu kesim her şeyden önce, Sudan'daki tüm siyasal İslam deneyinin başarısızlığına önemli katkısını göz önüne alarak, partinin mevcut liderliğinin meşruiyetinin değerlendirilmesini de talep ediyor. Zira Ulusal Kongre Partisi, bölgesel düzeyde başka İslamcı partilerin elde edemediği bir fırsat elde edip iktidarı ele geçirerek, tam 30 yıl boyunca iktidarını sürdürdü.

Bu kriz, Nafi Ali Nafi'nin konuşmasına hem özellikleri hem de içeriğiyle yansıdı ve çeşitli noktalarda kendini gösterdi. Bu noktalardan biri de, Sudan ve bölgede, özellikle Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, siyasi İslam akımına karşı tutumda yaşanan değişimlerin niteliğinin, parti liderliği tarafından anlaşılmamış olmasıdır. Nafi konuşmasında Ulusal İslami Cephe ile aynı tarihsel ideolojik konumdan yola çıkarak, bu deneyin başarısızlığını ve Sudan halkı tarafından iki kez reddedilmesiyle siyasi ve düşünsel meşruiyetinin çökmüş olduğunu tamamen göz ardı etti. Sudan halkı ilk kez 2013'teki geniş çaplı ayaklanma, ikinci olarak da 2018'deki tam ölçekli devrim ile bu deneyi reddettiğini gösterdi.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Nafi konuşmasında, iki yol arasında ayrım yapmak için bir mekanizma olarak kutuplaşmaya dayandı. Partisinin, Sudan kaynaklarını kontrol etmeyi amaçlayan Batılı-Siyonist Haçlı projesine karşı koyan en milliyetçi yol olduğunu iddia etti. Hem de hareketi ve partisi, son otuz yıldır halkın değil, örgütün çıkarı için Sudan kaynaklarını yağmalamakla suçlanırken. Bu suçlama, Sudan Başsavcılığı'nın raporları ve Tijani Abdulkadir'in İslami dini hareketine ve benimsediği yozlaşmış mali uygulamaların doğasına karşı eleştirel bir duruş sergileyip, öne sürdüğü deliller ile kanıtlanmıştı.

Nafi, gerçekçilik için gerekli koşullardan yoksun olabilecek bir çabayla, partinin kalan tabanını korumak için bu kutuplaştırıcı söylemi kullandı. Gerçekçilikten yoksun dedik çünkü Sudan ve Arap kamuoyları artık komplo teorileri ve dış güçler tarafından hedef alınma fikrine ilgi duymuyor. Herhangi bir ülkenin kaderini şekillendirmede iç siyasi bileşenin rolünün daha fazla farkına vardılar; yeter ki bu bileşen, genel ulusal çıkarı fikri nitelikteki ideolojik pratiğin ve operasyonel boyuttaki siyasi pratiğin temel belirleyicisi olarak ele alan sağlam mekanizmalara ve gerçekçi fikirlere bağlı kalsın.

Nafi ayrıca, bir tür belirsizlik ve karartma uygulamaya çalıştı ve bunun, kendisinin, partisinin ve belki de akımının, savaştan sonraki gün Sudan siyasi denklemlerinde önemli bir taviz vermeden yeniden konumlanmalarını sağlayacağını düşündü. Bu konuda mevcut savaşta geniş İslamcı akımın üyelerinin muharebelerde gösterdiği performansa güveniyordu. Sudan ordusunun, müttefiklerinin ve düşmanlarının sahip olmadığı bölgesel ve uluslararası meşruiyete sahip olması nedeniyle, tüm sorunlarına ve karşılaştığı zorluklara rağmen Sudan'ın iç ritmini kontrol edebilecek güç olduğu gerçeğini ise göz ardı etti.

Nafi, partisi ile hareketinin Sudan'daki değişimi engellemeyi başarmış olsalar da, artık alıştıkları ve aşina oldukları devletin tüm dizginlerini ellerinde tutmadıklarını, tam aksine, önemli zorluklar şemsiyesi altında artık devletin sadece bir bölümünü kontrol ettiklerini de görmezden geldi. Nitekim bu savaşta zafer kazanılsa bile, bu zafer, Sudan'ın eski ihtişamına dönmesi anlamına gelmiyor. Gayrıresmi aktörler artık güçlerini ve geleneksel derin devlet adı verilen otoriteyi reddetme veya ona direnme yeteneklerini takviye eden ek ekonomik ve muharebe araçlarına sahip.

Nafi'nin son konuşmasında yaptığı değişiklikler oldukça sınırlıydı. “Medeniyet projesi” terimini, “istikrar projesi” olarak adlandırdığı kavramla değiştirdi, istikrarın fikri ve siyasi kutuplaşma pratiğiyle değil, Sudan denkleminde diğer siyasi güçlerin varlığını kabul etmek ve tanımak anlamına gelen ulusal mutabakatla tanımlandığı gerçeğini göz ardı etti. Zira Nafi'nin temsil ettiği Ulusal Kongre Partisi, geçiş döneminde herhangi bir şeyin dışında tutulmuştu ve tutulmaya da devam ediliyor. Bu, siyasi sistemi Sudan İslamcılarının sembolü olan cumhurbaşkanı Beşir’in iktidarına karşı çıkan geniş bir halk kesiminin kendisini reddettiğini ifadesiydi.

Dolayısıyla, Nafi, Harun ve Karti'nin söylemleri ve Ulusal Kongre Partisi, şu anda her düzeyde gerçek varoluşsal zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Fikri düzeyde, meşruiyet, kimlik ve liderlik krizi yaşıyor. Siyasi düzeyde, marjinalleşme ve halk meşruiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Örgütsel düzeyde ise bölünmelerden muzdarip. Ayrıca, bazı figürleri ve liderleri hakkında uluslararası ve bölgesel yasal kovuşturma olasılığıyla da karşı karşıya. Bu olasılık, ister yerel ister uluslararası olsun, partinin figürlerine yönelik yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri suçlamaları sebebiyle daha sonraki bir aşamada gündeme gelebilir.

Bu birleşik zorluklar, Nafi'nin iddialarının aksine, özellikle Sudan'daki devam eden siyasi dönüşümler ve partinin mirasının toplumda yaygın olarak reddedilmesi ışığında, partinin geleceğini ciddi şekilde şüpheli hale getiriyor.

Bölgesel ve uluslararası düzeylerde, Ulusal Kongre Partisi'ndeki siyasi tezahürleriyle Sudan İslam Hareketi'ni örgütlü bir terörist yapı olarak sınıflandırmaya çalışan eğilimler bulunuyor. Bu eğilimlerin kaynağında, Beşir yönetimi altındaki faaliyetlerinin, özellikle de Darfur'daki faaliyetlerinin doğası, mevcut savaşta bazı üyelerinin uygulamaları yatıyor. Doğal olarak, Arap bölgesel güçler de bu eğilime katkıda bulunuyor. Bu bağlamda, şu anda önerilen senaryolar birkaç süreç şeklinde belirginleşebilir.

Birinci senaryo, özellikle Ahmed Harun, Ali Karti ve en son Nafi Ali Nafi'nin söylemleri ışığında, yerel reddetme, bölgesel ve uluslararası baskılar nedeniyle İslamcıların Sudan'da gelecekteki yönetim yapılarından tamamen siyasi olarak dışlanmasıdır. İkinci senaryo ise terör örgütü olarak sınıflandırılmasıdır. Grubun resmi olarak terör örgütü olarak tanımlanması olasılığı, ABD Kongresi'nde Müslüman Kardeşler hakkında devam eden tartışmaların da kanıtladığı gibi, hareketin hayatta kalması konusunda kendisi için büyük bir endişe oluşturmaktadır.

Üçüncü senaryo, Sudan İslami Hareketi'nin devam edebileceğini öne sürüyor, ancak bunun bazı koşullara bağlı olduğuna işaret ediyor. Bunlardan en önemlileri şunlar; birincisi, devam eden değişikliklerin, özellikle de Sudan ordusunun İslami Hareket'in ideolojik ve politik projesine dahil olma potansiyelinin zayıflığıyla ilgili değişikliklerin doğasının kabul edilmesidir. Nedeni de buna karşı karşı bölgesel ve uluslararası bir direniş bulunması ve hareketin derin iç krizleri nedeniyle bu direnişle yüzleşemeyecek olmasıdır.

İkinci koşul, ideolojik ve politik düzeylerde gerçek ve ciddi bir yeniden konumlandırmanın gerekliliği, hareketin ve liderlerinin yaşanan başarısızlıktaki sorumluluğunun kapsamının kabul edilmesidir. Hareketin yanlışlarının kınanması ve hatta Sudan halkından özür dilemesi elzemdir. En önemli sorumluluğu da, Beşir rejimini korumak amacıyla Sudan Silahlı Kuvvetleri pahasına Hızlı Destek Kuvvetleri'ni kurmasıdır.

Üçüncüsü, ötekini kabul etmek ve onunla birlikte yaşamak, yani mutlak güç ideolojisini ve mekanizmalarını reddetmek, Aralık Devrimi'nde ortaya çıkan tüm tezahürleriyle Sudan siyasi güçleriyle ortak bir zemin oluşturmaktır. Bu, Sudan ulusal mutabakatı için bir yuvarlak masanın kurulmasının yolunu açacaktır. Nafi'nin Haçlı-Siyonist projesi olarak adlandırdığı şeyi yenmenin tek yolu budur; Sudan ve Sudanlıları birleştirecek gelecekteki bir projeye karşı popülist sloganlar, seferberlik çağrıları ve kışkırtmalar değil.