İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iç belirleyicileri ve yarattıkları zorluklar

Reformistler, son 20 yıldır ne sosyal ve ekonomik adaleti sağlayabildiler, ne de güçlü bir orta sınıf yaratabildiler

Şubat 2020 yapılan milletvekili seçimlerinde oy kullanan bir İranlı (AFP)
Şubat 2020 yapılan milletvekili seçimlerinde oy kullanan bir İranlı (AFP)
TT

İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iç belirleyicileri ve yarattıkları zorluklar

Şubat 2020 yapılan milletvekili seçimlerinde oy kullanan bir İranlı (AFP)
Şubat 2020 yapılan milletvekili seçimlerinde oy kullanan bir İranlı (AFP)

Huda Rauf
İran, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ikinci döneminin sona ermesinin ardından yeni bir cumhurbaşkanı seçmek için 13’üncü cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmeye hazırlanıyor. Seçimler yaklaşırken İran içeride ve dışarıda bir takım gelişmelere tanık oluyor. Yani, İran nükleer dosyasıyla ilgili yurtdışında yaşanan gelişmelerde ve Başkan Joe Biden yönetimiyle birlikte ABD ile ilişkilerde yenilikler yaşanıyor. Öte yandan dış politika, aslında bir devletin iç belirleyicilerinin etkisinin ve etkileşiminin ürünüdür. İran Cumhurbaşkanlığı bağımsız bir makam olmadığından bu durum, Cumhurbaşkanını, İran'ın iç belirleyicileriyle bağlantılı dış politikasının amaçlarını ve araçlarını belirleyen kişi yapıyor. Bu nedenle, önümüzdeki seçim sürecindeki iç belirleyicileri ve yarattıkları zorlukları anlamak için İran'da hakim olan siyasi iklimi iyi okumak gerekir. Henüz netleşmemiş bir aşamadayız ve adayların isimleri halen kesin olarak belirlenmedi. İttifakların ve potansiyel adayların kesin olarak belirlenmediği mevcut seçim sürecini en iyi bu belirsizlik tanımlıyor.
İran'ın son yıllarda tanık olduğu, bölgesel ve uluslararası bağlamlardan hiçbir şekilde ayrılmayan iç gelişmelerine göre önümüzdeki seçimlerle ilgili en önemli zorlukların şunlar olduğu söylenebilir:

Seçimlere katılımın düşük olması beklentileri
İranlılar, geçtiğimiz Şubat ayında yapılan milletvekili seçimlerine yüzde 42,6 oranında bir katılım gerçekleştirdi. ‘İran Devrimi’nden ve 1979 rejiminin kurulmasından bu yana seçimlere yönelik en düşük katılım oranı olarak tarihe geçti. Seçimler sonucunda muhafazakarların ağırlıklı olduğu bir Meclis ortaya çıktı. Seçimler, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının patlak verdiği ve İran hükümetinin salgınla baş etmekte zorlandığı bir dönemde yapıldı. Ortadoğu’daki Kovid-19 kaynaklı en fazla vaka ve can kaybı İran’da kaydedildi. Ancak vatandaşların seçimlere katılma konusundaki isteksizliğinin gerçek nedenleri, 2017, 2018 ve 2019 yıllarında hayat şartlarının ve ekonomik koşullarının bozulması, Ukrayna’ya ait bir sivil uçağının yanlışlıkla düşürülmesi gibi rejimin art arda imza attığı başarısızlıklar nedeniyle yapılan halk protestolarının şiddet kullanılarak bastırılmasıyla siyasi sisteme yönelik duyulan hayal kırıklığından kaynaklanıyordu.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, rejim, cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılımın da düşük olmasından korkuyor gibi görünüyor. Eğer yine düşük katılım olursa rejimin meşruiyeti darbe alacak. Bu yüzden rejim, yüksek katılım oranlarının öneminin farkında.
Ruhani'nin pragmatik hükümetinin popülaritesini gerilerken, reformistlerin güç kaybetmesi
Reformistlerin bir adayı destekleme konusunda aralarında fikir birliğine varamamaları güç kaybettiklerinin bir göstergesi olarak görülürken, bazıları, eski reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin kendisinden sonra fazla seçenek olmadığını düşünerek desteklenmesini istediği Ruhani'nin arkasında durmalarını gerekçe göstererek, ‘kiralık’ bir adayı destekleme deneyimini bir kez daha tekrarlamak istemediklerini belirttiler. Ancak, Ruhani'nin görev süresi boyunca, reformist ve ılımlı hareketin gücünün azalmasında etkili oldu.
Reformistler, son 20 yıldır ne sosyal ve ekonomik adaleti sağlayabildiler, ne de güçlü bir orta sınıf, güçlendirilmiş bir sivil toplum, serbest piyasa ekonomisi ve siyasi katılım kültürü yaratmada başarılı olamadılar.
Reformistlerin, özellikle 2009 yılında Mahmud Ahmedinejad'ın yeniden seçilmesine karşı ayaklanan Yeşil Hareket'in ardından, rejim tarafından ötekileştirilmeleri ve baskı altına alınmaları nedeniyle güç kaybı yaşamaları, onları reform hareketine bağlılığını ilan etmemesine ya da bir reform gündemi benimsememesine rağmen Ruhani'nin adaylığını desteklemeye itti. Bu nedenle İran’daki bazı çevreler, Ahmedinejad’ın iç politika, sivil özgürlükler, muhalefetin bastırılması, mali yolsuzluk ve dış politika açısından aşırı muhafazakar olan hükümeti ile ılımlı Ruhani yönetimi arasında pek bir fark olmadığını düşünüyorlar.
Ruhani döneminde İran’ın dış politikasında ve Kudüs Gücü’ne dayanan askeri güç kullanımında bir yoğunluk yaşandığını, Suriye, Irak ve Yemen'deki askeri varlığını güçlendirdiğini görüyoruz. Ancak  İran, Husileri askeri olarak desteklediği suçlamalarını reddediyor.
Ruhani'nin birinci dönemde yüzde 72, ikinci döneminde yüzde 73.33 olan oy oranındaki artışa rağmen, 2017 yılından itibaren patlak veren protesto gösterileri, İran vatandaşları nezdinde bir bütün olarak rejimin güvenilirliğinin zayıflığının ve Ruhani hükümetinin meşruiyetin kaybetmeye başladığının en önemli göstergeleriydi. Ruhani hükümeti, protesto gösterilerinin fitilinin muhafazakarlar tarafından ateşlendiğini öne sürerken muhafazakarlar ise gösterileri, Ruhani hükümetinin başarısızlığının kanıtı, vatandaşların, sosyal ve ekonomik şikayetlerinin ele alınmayışına verdikleri bir tepki olarak nitelediler.

Güç dengesi muhafazakarların lehine eğilim gösteriyor
Siyasi akımlar arasında yaşanan rekabette, İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney tarafından yapılan devrimci bir cumhurbaşkanı seçilmesi çağrısıyla iç atmosferdeki güç dengesinin muhafazakarlar lehine bir eğilim göstermesine tanık olunuyor. Öte yandan, kendini dindar ve devrimci bir isim olarak göstermeye istekli olan ve son seçimlerde Ruhani ile yarışan, ancak önümüzdeki seçimlerde aday olup olmayacağını açıklamayan İbrahim Reisi'nin başkanlık ettiği Yargı Erki gibi aynı muhafazakar eğilime mensup olanlar tarafından kontrol edilen birçok kurum var. Daha önce bahsettiğimiz gibi 2020 yılı başlarındaki milletvekili seçimlerinin sadece vatandaşların düşük katılım oranlarıyla sonuçlanmadığını, daha ziyade muhafazakarların sandalyelerin yüzde 76’sına reformistlerin ise yüzde 6’sına sahip olduğu bir Meclis’in ortaya çıktığını gördük. Diğer yandan İran Meclisi’nin mevcut başkanı ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun eski komutanlarından muhafazakar bir isim olan Muhammed Bakir Kalibaf, yaklaşan seçimlerde yarışması beklenen adaylardan biri olarak öne çıkıyor.
Bu arada Meclis’in önümüzdeki seçimlerde bazı kişilerin aday olarak gösterilmesini engellemek için Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Kanununda değişiklik yaptığını belirtmekte fayda var. Bu değişiklik, muhafazakar hareket veya DMO ile bağlantılı bir isme yer açma niyetine işaret ediyor.
Değişiklikler arasında cumhurbaşkanlığına aday olmak için adayın en az 45 yaşında olması gerektiğine ilişkin bir şart öne sürüldü. Bazı çevreler, bu şartın, Instagram uygulamasının yasaklanmasını reddeden İranlı gençler ve bazı işletme sahipleri arasında popüler olan 38 yaşındaki İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı Muhammed Cevad Azeri Cehromi’nin aday gösterilmesini engellemek için tasarlandığını düşünüyorlar. Bir diğer değişiklik ise cumhurbaşkanı adaylarını araştıran kurumlar arasında DMO istihbarat servisinin de eklenmesiydi.
Muhafazakarların hegemonyası burada bitmiyor. Aday isimlerin anayasal standartlara uygun olarak göreve aday olma yeterliliklerini doğrulamakla görevli olan İran Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK) de muhafazakarların kontrolü altında. AKK, geçtiğimiz seçimlerde başta bazı reformistler olmak üzere çok sayıda kişinin adaylık başvurusunu geri çevirmişti. Bu, şuan devlet kurumlarını elinde tutan muhafazakar elitlere uygun bir adayın seçilmesini sağlamak içindi.
Yukarıda bahsedilen zorlukların, bazı isimlerin veya kesimlerin önünü kapatıp bazılarının önünü açmada rol oynayan belirleyiciler olduğu da söylenebilir. Bu da ittifaklar kurulmasını veya iki akımdan ortak bir aday seçilmesini ve belki de reformist hareketin tek bir adayı desteklemesi gibi konuları olumsuz yönde etkiliyor.
Burada en önemli nokta, İran seçimlerinin, ABD-İran ilişkileri denklemi veya nükleer dosya bağlamında değil, içerideki belirleyiciler bağlamında ele alınmasıdır. Söz konusu seçimler, İran toplumunun çeşitli kesimlerinin ekonomik ve sosyal baskı altında olduğu ve elitlerin hiçbirinin bu belirleyicilere cevap veremediği bir zamanda yapılacak. Kesin adayların kimler olacağını, kimlerin onaylanacağını veya reddedileceğini öğrenmek için aday başvuru süresinin sona ermesini beklememiz gerekiyor.



Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
TT

Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)

İsrail'in, Türkiye'nin Gazze'deki barış sürecinde oynayacağı rolle ilgili itirazları, Tel Aviv-Washington hattındaki gerilimleri göz önüne seriyor. 

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin Gazze'deki Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Türkiye, ABD'nin barış planı kapsamında kurulacak güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamış ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Haaretz'in analizinde, Doha'daki toplantıya Türk yetkililerin katılmadığına dikkat çekiliyor. 

Bu durumun, "Ankara'nın Gazze'de oynamak istediği role karşı Tel Aviv'in itirazlarının Washington tarafından kabul edildiği yönünde bir işaret olduğu" savunuluyor. 

Diğer yandan Liza Rozovsky'nin kaleme aldığı analizde, Gazze'ye insani yardım ve bölgenin yeniden inşasına destek sağlama da dahil Ankara'nın süreçte rol oynaması için ABD ve İsrail arasındaki görüşmelerin sürdüğü yazılıyor. 

Türkiye'yle ilgili meselenin, ABD ve İsrail ilişkilerindeki gerginlikleri ön plana taşıdığı belirtiliyor. 

Binyamin Netanyahu'nun "her şeyden önce radikal sağcı koalisyonunu korumayı" istediğine dikkat çekiliyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın da Gazze planı etrafında kurduğu "kırılgan koalisyonu" korumaya çalıştığı ifade ediliyor. 

Washington'ın aynı anda Tel Aviv'i memnun etmek, Arap ve Müslüman ortaklarına istediklerini vermek ve Gazze'nin yeniden inşası için önemli miktarda finansman sağlamasını beklediği Avrupalı müttefiklerinin desteğini güvence altına almak istediği belirtiliyor. 

Diğer yandan Times of Israel'in dünkü haberinde de Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Gazze'deki geçiş yönetiminin denetlenmesi amacıyla kurulacak Barış Kurulu'nda görmek istediği aktarılmıştı. 

Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceği belirtilmişti. Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği de yazılmıştı.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Haaretz, Times of Israel, Reuters


Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
TT

Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)

Gazze Şeridi'nde oluşturulacak Barış Kurulu'na Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşik Krallık, İtalya ve Almanya'nın katılma taahhüdü verdiği aktarılıyor.

Kimliklerinin açıklanmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan yetkililer, ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik barış planı kapsamında kurulacak Barış Kurulu'na 6 ülkenin katılma taahhüdü verdiğini söylüyor.

Trump yönetimi, Barış Kurulu'na katılacak ülkeler sayesinde Gazze'de kurulacak yapının uluslararası meşruiyetinin artacağını düşünüyor.

Sözkonusu ülkelerin fon, asker veya diğer türden destekleri sağlama olasılığının da artacağı değerlendirmesi paylaşılıyor.

Diğer yandan ABD, İsrail ve Arap ülkelerinden diplomatlar, Barış Kurulu'na katılmanın Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) asker gönderme taahhüdü anlamına gelmediğini vurguluyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Diplomatlar, Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceğini belirtiyor.

Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği aktarılıyor.

Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı da kurulda görmek istediği aktarılıyor.

Diğer yandan yetkililer, Riyad yönetiminin Gazze'deki durum netleşene kadar böyle bir karar almaktan kaçındığını söylüyor.

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin ISF'ye çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Ancak Arap yetkililer, ISF'nin Hamas'ı silahsızlandırma planıyla ilgili sorunların devam ettiğine dikkat çekiyor. Örgüt, bağımsız Filistin devletinin kurulmasına ilişkin bir süreç başlatılmadan silah bırakmaya yanaşmayacağını bildirmişti.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Times of Israel, Reuters


Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
TT

Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a saldırıları çok daha önceden planlamış.

Washington Post'un aktardığına göre Trump ve Netanyahu, İran'ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları şubatta yaptıkları ilk görüşmede planlamaya başladı.

Beyaz Saray'da gerçekleştirilen toplantıda Netanyahu'nun Trump'a 4 seçenek sunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında İsrail ordusunun tek başına saldırı düzenlemesi, ABD'nin asgari yardımda bulunması, tam işbirliğiyle harekat yapılması ya da ABD'nin saldırıyı yönetmesi yer alıyordu.

Haberde, Trump'ın ilk etapta İran’ın nükleer programıyla ilgili diplomatik sürece şans vermeyi tercih ettiği belirtiliyor. Washington ve Tahran, nükleer program ve uranyum zenginleştirme konularıyla ilgili bu yıl birçok görüşme düzenlemişti.

Diğer yandan bu süreçte İsrail ve ABD'nin muhtemel saldırı planlarını gizlice hazırlamaya devam ettiğine dikkat çekiliyor.

ABD ve İsrail'in İran'ı hazırlıksız yakalamak için medyaya yanıltıcı bilgiler servis ettiği de ortaya çıktı.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan bir yetkili şunları söylüyor:

Netanyahu'nun Witkoff veya Trump'la fikir ayrılığı yaşadığına dair haberlerin hiçbiri doğru değildi. Ancak böyle bir genel algının yaratılması iyi oldu. Bu sayede birçok kişi fark etmeden planlamalara devam ettik.

Haberde, Mossad'ın operasyon için 100'den fazla İranlıyı devşirip silahlandırdığı aktarılıyor. Bu kişilerin bir kısmı İsrail'de özel eğitimden geçirilmiş.

Ajanlara belirli görevler verildiği ancak bunların İran'ın nükleer ve balistik füze programına yönelik geniş çaplı bir operasyonun parçası olduğu söylenmedi.

İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) "Narnia Operasyonu" adı verdiği harekatta Tahran'da Mossad'a ait drone rampaları ve çeşitli askeri düzenekler kurulduğu da ortaya çıkmıştı.

İran ve İsrail arasında Gazze savaşı nedeniyle tırmanan gerginlik haziranda sıcak çatışmaya dönüşmüştü. İsrail'in 13 Haziran'daki saldırısıyla başlayan çatışmalarda İran vakit kaybetmeden misilleme yapmıştı.

Washington Post, çatışmalar sürerken Trump yönetiminin Tahran'a gizli bir teklif götürdüğünü de yazıyor. 15 Haziran'da iletilen teklifte, İran'ın Ortadoğu'daki milislere desteğini kesmesi ve uranyum zenginleştirme tesislerini kapatması istendi. Bunun karşılığında Washington tüm yaptırımların kaldırılacağını söyledi.

Ancak kaynaklar, ABD'nin Katar aracılığıyla İran'a gönderdiği teklifin reddedildiğini söylüyor. Bunun ardından Trump'ın İsrail'in yanında savaşa katılmaya karar verdiği aktarılıyor.

Çatışmalarda ABD'ye ait bombardıman uçakları İran'daki İsfahan, Fordo ve Natanz tesislerine 22 Haziran'da hava saldırısı düzenlemiş, operasyonda 14 "sığınak delici" GBU-57 bombası kullanılmıştı.

İran, ABD'nin saldırısına cevap olarak 23 Haziran'da Amerikan ordusunun Katar'daki El-Udeyd Hava Üssü'ne saldırmıştı. Operasyonda Tahran'ın önceden Washington'a haber verdiği ve hiçbir can kaybı yaşanmadığı aktarılmıştı.

Washington operasyonun ardından 24 Haziran'da taraflar arasında ateşkes sağlandığını duyurmuştu.

Saldırılarda İran, İsrail'e 500 balistik füze ve binden fazla drone göndermişti. İsrail'de 32 kişi yaşamını kaybetmiş, 3 binden fazla kişi de yaralanmıştı. İran'da ise binden fazla kişi ölmüş, 4 bini aşkın kişi yaralanmıştı. 

İsrail ve ABD, İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmeye çalıştığını savunurken Tahran iddiaları reddediyor. 

Independent Türkçe, Washington Post, Times of Israel