Sudan Kabine İşleri Bakanı Şarku’l Avsat’a Sudan Kabine İşleri Bakanı: Ne kadar zor olsa da siviller ile askerler arasında iş birliği olmalı

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer Şarku’l Avsat’a konuştu: Paris’te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı, Sudan’ın uluslararası topluma dönüşünün ve uluslararası tecridin sona ermesinin ilanıdır

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer  (Mubarek el-Kurdi)
Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer (Mubarek el-Kurdi)
TT

Sudan Kabine İşleri Bakanı Şarku’l Avsat’a Sudan Kabine İşleri Bakanı: Ne kadar zor olsa da siviller ile askerler arasında iş birliği olmalı

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer  (Mubarek el-Kurdi)
Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer (Mubarek el-Kurdi)

Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer, bu ay Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı ile ilgili değerlendirmesinde, konferansın ‘Sudan'a otuz yıldır uygulanan uluslararası tecridin sona ermesine ilişkin tüm dünyaya yüksek sesle yapılan büyük bir duyuru’ olduğunu söyledi. 
Sudanlı Bakan Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Sudan’daki geçiş hükümetinin iki türlü eleştiriye maruz kaldığını söyledi. Bazılarının, hükümeti, Sudan’ın devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir liderliğindeki İslamcı rejimin mirasını tasfiye etmede ‘yumuşak iniş’ olarak tanımlanan bir sürecin parçası olmakla eleştirildiğini söyleyen Bakan Ömer, bazılarının ise eski rejimin tasfiyesi ve yolsuzlukla mücadele için kurulan komitenin eski rejimden isimlere karşı attığı adımların ‘çok kaba’ olduğu yönünde eleştirilerde bulunduklarını belirtti.
Geçiş hükümetinde asker ve sivil kanatlar arasındaki ilişkide bir takım zorluklarla karşılaşıldığını kabul eden Bakan Ömer, ancak bunun beklenen doğal bir durum olduğunu söyledi. Bunun nedenini, Sudan'daki askerler ile siviller arasındaki ilişkinin geçmişindeki i zorluklara bağlayan Ömer, “Bu süreç, hatalar, gerilimler ve güvensizlik içinde hatasız olmadığı kabul edilen bir geçiş dönemidir. Geçiş süreci için iş birliğine ihtiyaç vardır. Geçiş sürecindeki sorunlar karşısında kafamızı kuma gömemeyiz. Geçiş sürecinin tehlikeye girmemesi için cesaret ve açık bir tutum ile mücadele edilmeli” ifadelerini kullandı.

İşte Sudan Kabine İşleri Bakanı Halid Ömer’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tam metni:

*Paris’te düzenlenecek Sudan’ın Ortakları Konferansı hakkında neler söyleyeceksiniz?
Paris'teki Sudan’ın Ortakları Konferansı, geçiş hükümeti sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır.  Çünkü konferans, Sudan'a uygulanan uluslararası tecridi sona erdirmeyi, Sudan’ı uluslararası toplumla yeniden kaynaştırmayı, yatırım ve borç erteleme gibi meseleleri ele almayı amaçlamaktadır. Konferansta hükümet ve özel sektör tarafından hazırlanan bir yatırım forumu da gerçekleşecek. Bu foruma hazırlıklar için provalar yapıldı. Başbakan, konferansta, altyapı, enerji, tarım, madencilik ve dijital dönüşüme yatırım için başlıca sektörlere ilişkin kapsamlı bir sunum yapacak. 

*Borç dosyasıyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Sudan nihayet Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) ikinci incelemesinden de geçmeyi başardı. Böylece Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler (HIPC) Girişimi’nden yararlanarak karar verme aşamasına geçecek. Konferansta, Fransa'dan alınan köprü kredisi ile ödenmemiş IMF borçları kapatılacak. Çeşitli ülkelerin Sudan’ın borçlarını silmesinin yanı sıra Dünya Bankası ile Afrika Kalkınma Bankası'na ödenmemiş borçlar önümüzdeki Haziran ayından itibaren ödenmeye başlayacak. Ancak konferansın en belirgin özelliği, Sudan'a otuz yıldır uygulanan uluslararası tecridin sona ermesine ilişkin tüm dünyaya yüksek sesle yapılan büyük bir duyuru olmasıdır.

*Konferansa ilişkin büyük beklentileriniz var. Ya bu beklentileri karşılayamazsa ne olacak?
Konferansa yönelik beklentiler, doğal bağlamı ve boyutundan kaynaklanmaktadır. Ekonomik reformlar konusunda dahili olarak harika bir iş çıkardık. Ülkenin geliri arttı. Giderler rasyonelleştirildi ve stratejik öneme sahip mallar, geliştirme ve üretim gibi önceliklere uygun şekilde yönlendirildi. Konferans, bu çabaların tamamlayıcısı olacaktır. Değerlendirmelere ve hazırlıklara dayanarak olumlu bir etkiye sahip olmasını bekliyoruz.

*Özel vaatlerde bulunan ülkeler oldu mu?
Önemli bir ülke olan Fransa tarafından düzenlenen konferans, büyük ülkelerden küresel liderlerin katılımının yanı sıra Sudan’a olan ilginin bir göstergesidir. Geçtiğimiz birkaç gün boyunca, dünya liderleriyle, içinden geçtiği hassas geçiş sürecinde Sudan'ı desteklemeye çağıran birçok temas gerçekleştirildi.

*Konferanstan beklentileriniz neler?
Esasen, yatırım ortamını iyileştirmesini, uluslararası yatırımları Sudan’a yönlendirmesini ve borç affı için güçlü bir baskı oluşturmasını umuyoruz.

*Sizce konferans, Sudan’daki mevcut durumu nasıl etkileyecek?
Konferansın Sudan’ın borçlarından muaf tutulması, ülkeye yabancı yatırımların çekilmesi ve uluslararası önemli ortaklıklar kurulması gibi etkilerinin olmasını bekliyoruz. Konferans ayrıca Sudan'a yönelik otuz yıllık tecridi ve dışlamayı sona erdirerek önemli bir siyasi etkiye ve büyük bir ekonomik etkiye sahip olacak. Paris’teki konferans, Fransa ve dünyanın belli başlı ülkelerinin, Sudan’ın muhtemelen öncekinden daha iyi bir şekilde uluslararası topluma geri dönüşünü kutladığı bir karnavaldır.

*Geçiş hükümeti, iç dosyalar yerine dış dosyalara odaklanmakla eleştiriliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Geçtiğimiz yıl Şubat ve Mart aylarında onaylanan ikinci geçiş hükümetinin programı, biri dış ilişkiler olmak üzere başlıca beş önceliği içeriyordu. Hükümet bu dosyaları birbiriyle ilişkilendirmek için çalışıyor. Burada başlıca çalışma alanımız Sudan’ın iç dosyaları, ancak bölgesel ve uluslararası nüfuzun rolü, olumlu ya da olumsuz olabileceği için göz ardı edilemez. Bu yüzden dış ilişkileri, olumlu etkiyi en üst düzeye çıkaracak şekilde iyileştirmeye çalışıyoruz. Diğer dört dosyada iç meselelerle ilgili ve bunlara odaklanıyoruz.

*Ekonomik kriz, uygulanan zorlu prosedürlere rağmen insanların omuzlarına yük olmaya devam ediyor. Bununla ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Otuz yıllık yıkım bir buçuk yılda onarılamaz. Bazı dosyalarda ilerleme, bazılarında ise gecikme olduğu söylenebilir. Juba Barış Anlaşması’nın imzalanmasıyla barış dosyasında ilerleme kaydedildi. Anlaşma çerçevesinde Abdulaziz el-Hılu liderliğindeki muhalif silahlı grup Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) ile uzlaşıya varma konusunda yapılan önemli çalışmalar var. Ekonomi konusunda ise Sudan ekonomisindeki bozuklukları gidermek için önemli kararlar alındı ​​ve büyük adımlar atıldı.
Elbette vatandaşların hayat şartları ile ilgili bir takım sorunları var. Fakat objektif bakıldığında, buğday tedariki gibi bir dizi dosyada bir miktar ilerleme kaydedildiği görülebilir. Enerji ve yakıta gelince, bazı zorluklar var ve bunlarla yüzleşmek için planlar hazırlandı ve bu ay boyunca enerji alanında bir gelişme bekliyoruz. Enerji ve yakıt alanlarında ise bir takım zorluklar mevcut. Bu zorlukları gidermek için bazı planlar hazırlandı. Bu ay enerji alanında bir gelişme bekliyoruz. Sorunların kökten çözülmediği doğru, ama güvenlik, dış politika ve reformlar gibi dosyaların yanı sıra bu sorunları çözmeye yönelik açık planlar var.
Üç yıl üç aylık geçiş döneminin ardından yeni geçiş döneminin bir buçuk yılında Sudan'ın tüm sorunlarını çözmek mümkün değil. Eğer bu mümkün olsaydı, geçiş dönemi bu bir buçuk yılla sınırlı kalırdı. Geçiş dönemi, Juba Barış Anlaşması çerçevesinde uzatıldıktan sonra eğer işler planlanan programlara göre giderse geçiş döneminin hedeflerine ulaşabiliriz.

*Geçiş döneminde en azından ülkedeki gerilemenin durdurulduğunu söyleyebilir misiniz?
Gerilemenin gerçek bir sıkıntı olduğuna şüphe yok. Ancak bu temelde geçiş hükümetinin 60 milyar doları aşan borçlar, yüksek vergiler karşısında tamamen parçalanmış bir üretim yapısı ve çok zayıf gelirlerle kendisini son derece karmaşık ekonomik dosyalarla karşı karşıya bulduğunu söyleyebiliriz. Bu miras, geçiş hükümetinin mirası değil. İnsanlar dışa bağlılıkla ilgili sorular soruyorlar. Şuan için siyasi çerçevede dışa bağlılık durdurulabildi, fakat ekonomik çerçevede durdurulamadı.
Devletin nüfuzunu zayıflatan ve ekonomik reform görevini karmaşıklaştıran bir takım sorunlar var. Buna karşılık, özellikle son aylarda, bazı dosyalarda net bir ilerleme kaydedildiğini gördük. Döviz kuru, 3 ay boyunca yüzde 5 civarında dalgalanma yaşadı. Bu dalgalanma, döviz kurunu değiştiren benzer ülkelerin deneyimlerine kıyasla oldukça sınırlıydı. Buğday tedariki gibi geriye kalan dosyalara gelince, bu dosyalarda boğucu bir kıtlık söz konusuydu, ancak şimdi, yerel üretim ve hükümetin attığı adımlarla, yıl sonuna kadar yetecek stokumuz oldu. Elektrik ve yakıt meselelerini geçen ayla karşılaştırdığımızda, net bir somut ilerleme kaydettiğimizi söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra ilaç kıtlığı sorununu çözmek için atılan büyük adımlar söz konusu. Geçiş hükümeti yaşanan sıkıntıları gidermek ve kökten çözmek için her türlü çabayı gösteriyor.

*Hükümet, kamu hizmetlerini yeniden canlandırmak ve reform yapmaktan çekinmekle, ‘yumuşak inişin’ bir parçası olmakla ve eski rejimin kalıntılarının yaptıklarına karşın yumuşak davranmakla suçlanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hükümete yönelik tür suçlama var. Bazıları hükümetin ‘yumuşak iniş’ olarak nitelenen bir sürecin parçası olduğunu söyleyerek, eleştiriyor, bazıları ise Eski Rejimin Etkilerini Ortadan Kaldırma Komitesi’ni eski rejimden isimlere kaba davranmakla suçluyorlar. Tüm bunlar göreceli eleştirilerdir. İki eleştiride doğru değil. Devletin otuz yıl boyunca yıpranan hizmetlerinden bahsediyoruz. Bunların bir anda düzeltilmesi mümkün olmadığı gibi, eski rejimin unsurları tasfiye edilerek onarılması da söz konusu değildir.
Hükümet, kamu hizmetlerinde radikal bir değişim üzerinde çalışıyor. Haftalar önce, önde gelen uluslararası uzman kurumlardan birinden, kamu hizmetlerinin bir değerlendirmesinin yanı sıra radikal değişiklikte teknik ve lojistik olarak bize yardımı olacak bir çalışma yapılmasını istedik. Bu bir gün ve bir gece değil, yıllar sürecek bir projedir. Kamu hizmetini eski rejimin kontrolünden, araçlarından, mekanizmalarından ve yolsuzluk vakalarından arındırmak için radikal değişiklikler gerçekleştirmeye yönelik siyasi bir irade olduğunu söyleyebiliriz.

*Emniyet güçlerinin, güvenliği sağlayamadığı ve vatandaşları koruyamadığı, bunun  da suç oranlarını artırdığı ve hükümetin bununla katı bir şekilde başa çıkmakta başarısız olduğu şeklinde suçlamalar var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Eski rejimi tasfiye etmenin bir kısmı güvenlik sistemini tasfiye etmektir. Tasfiye, güvenlik sistemini böldü. Bu da yapısında değişliğe sebep olarak geçiş sürecini kabul etmesini zorlaştırdı. Bu yüzden içeriden mücadele söz konusu. Bu durum iyileştirme çabalarını güçleştiriyor. Buna rağmen polisin üst düzey makamlarındaki kişileri değiştirmek, daha önce görevden alınmış kişileri görevlerine iade etmek, emniyet yapılarını gözden geçirmek ve diğer dosyalar gibi bir gecede sağlanamayacak gerekli kaynaklara ihtiyaç duyan adımlar atılıyor.
Hükümet, güvenlik dosyasıyla tüm ciddiyetiyle ilgileniyor, ancak güvenlik riskinin artması ve geçiş dönemlerine beklendiği gibi eşlik eden siyasi dalgalanmalar nedeniyle aksamalar yaşanıyor. Fakat Sudan’ı bölgede aynı deneyimleri yaşayan diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, nispeten performansımızın daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü önce tüm sorunları çözüyoruz ve güvenlik dosyasını ciddiyetle ele alıyoruz. Yine de tam gelişme için hükümetin beş önceliğinden biri olan güvenlik sisteminin daha iyi bir performans göstermesi gerekiyor.

*Abdulaziz el-Hılu liderliğindeki SPLM-N ile müzakere turlarının 24 Mayıs’ta Juba'da yapılması planlanıyor. Peki, Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM/AM) lideri Abdulvahid Muhammed Nur ile temas kurdunuz mu?
Yurt içinden ve yurtdışından birçok taraf, Abdulvahid Muhammed Nur’u barış sürecine katılmaya çağırmak için temas halinde. Geçiş hükümeti kapsamlı barışı son derece ciddiye alıyor. Abdulvahid Muhammed Nur’u barış sürecinin bir parçası olmaya teşvik ediyoruz. Çünkü diyalog kanalları kapanırsa sorunları çözmek zor olacaktır. Onunla kurulan temasların olumlu sonuçlar elde edeceği ve böylece Muhammed Nur’un barış müzakerelerinin bir parçası olacağı konusunda iyimseriz.

*Cuba Barış Anlaşması'nın imzalanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay geçti. İktidarı paylaştınız ama pek bir başarı kaydedilemedi. Başarıların önündeki engeller neler?
En büyük engel, finansman meselesidir. Herhangi bir barış anlaşmasının kağıt üzerinde kalmaması için mali kaynaklara ihtiyacı vardır. Bunu en çok savaştan etkilenenler hissediyorlar. Fakat devlet kaynakları son derece sınırlı. Barış süreci, yerel kaynaklar dışında herhangi bir tarafça finanse edilmiş değil. Bu da anlaşmanın birçok şartının uygulanmasının önünde engel oluşturdu.
Farklı görüşler nedeniyle uygulama mekanizmalarını müzakere etmek de uzun zaman aldı, ancak daha sonra mekanizmalar üzerinde mutabakat sağlandı. Anlaşmanın yoluna koyulması için uygulama mekanizmalarıyla ilgili yoğun toplantılar yapıyoruz.

*Neredeyse ‘komite hükümeti’ adını alacak kadar çok komite kurdunuz. Ancak bu komitelerin raporları kamuoyuna sunulmuyor. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Her komitenin bir takım başarılara imza attığına şüphe yok. Son olarak Petrol Ürünleri Krizini Çözme Komitesi’nin kurulmasıyla elde ettiğimiz kısa deneyimlerimiz bunu doğruluyor. Üç hafta içinde kamuoyuna, bazı hatalar olsa bile yaptığı çalışmaların bir özetini sundu. Komitelerle çalışmalara devam etme niyetindeyiz.
*Başbakana Suikast Girişimini Soruşturma Komitesi ise yaklaşık iki yıldır hiçbir rapor sunmadı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Başbakana Suikast Girişimini Soruşturma Komitesi, pek çok faktörden dolayı konuyla ilgili kesin sonuçlara ulaşamayan komitelerden biridir. Kamuoyuna açıklanacak sonuçlara varması ve sorumluların cezalandırılması için çeşitli taraflardan baskılar yapılıyor.

*Ama Oturma Eyleminin Dağıtılması Olaylarını Soruşturma Komitesi dahi sözde bir komiteye dönüştü.
Bu dosya, oldukça karmaşık bir dosya olmasına rağmen acilen ele alınmalıdır. Komite, nihai sonuçlara ulaşmak için zorlu işler yaptı. Ancak bağımsız bir adalet komitesi olan komitenin raporundaki gecikme nedeniyle huzursuz olunması anlayışla karşılanabilir. Fakat çalışmalarının sonuna gelmiş gibi görünüyor. Biz hükümet olarak komiteye görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için gerekli tüm desteği sağlıyoruz.

*Etiyopya ile Sudan arasında anlaşmazlık yaşanan Feşka bölgesi dosyasına Nahda (Rönesans) Barajı dosyası da eklendi. Sudan'ın önceki tutumunu değiştirmesinin tüm kartlarını kaybetmesine neden olduğunu düşünüyor musunuz?
Sudan iki dosyada da tutumunu değiştirmemiştir. Nahda Barajı konusunda, barajın inşasına karşı olumlu bir tavır benimsiyoruz. Sadece baraj ile ilgili yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma istiyoruz. Bu da sağlam bir duruş gerektiriyor. Değişen şey Etiyopya’nın tutumudur. Barajı tek taraflı olarak doldurduktan sonra şimdi Sudan ile yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma imzalamadan ikinci kez doldurmak istiyor.
Feşka dosyasına gelince, 1902'den beri aynı tutumu sergiliyoruz. Feşka, Sudan’ın gasp ve işgal edilmiş bir parçasıdır. Sudan kusurlu bir tutumu düzeltmeye çalışıyor. Feşka, uluslararası hukuk ve uluslararası meşruiyetle desteklenen sınır işaretleriyle Sudan toprağı olarak kabul edildi. Sudan, toprakları üzerindeki egemenliğine ve kontrolüne halel getirmeksizin, komşusu Etiyopya ile herhangi bir iş birliği olasılığını da reddetmeden, Feşka’daki egemenliğini kaybetmemekte kararlıdır.

*Ya Etiyopya ile uzlaşılamazsa ne olacak?
Sudan bunun verdiği zararı durdurmak için tüm kapıları çalacaktır. Çünkü barajın tek taraflı olarak yeniden doldurulması, Sudan’ın ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdittir ve bu konuda elimiz-kolumuz bağlı oturmayacağız. Bu, tüm Sudan halkının savaşıdır.

*Son birkaç gün içinde çok sayıda Amerikalı yetkili Sudan’ı ziyaret etti. Bu ziyaretlerde Etiyopya ile Nahda Barajı ve sınır bölgesi gerginliği ele alındı. Ziyaretlerin sonuçlarını özetleyebilir misiniz? Bu ziyaretler Sudanlıların tutumunu destekliyor mu yoksa sadece bir girişim süreci çerçevesindeler mi?
Sudan’ın tutumuna ilişkin büyük bir anlayış söz konusu. Bu, objektif bir konum olduğu için yaptıkları açıklamalarda bile bariz şekilde ortaya koyuluyor. Her iki durumda da gerçeğin yanında yer alıyorlar. Onlara barışçıl bir siyasi çözüme bağlı kaldığımızı ve komşumuz Etiyopya ile gerginlik yaşamak istemediğimizi söyledik. Ziyaretler sırasındaki görüşmeler oldukça olumlu geçti. Çeşitli arabulucuların zamanında çözüme ulaşmadaki rollerini takdir ediyoruz.

*Sudan, Mısır’a yakın bir tutum içerisinde mi?
Tarihi ve coğrafi olarak köklü bağlarımızın olduğu kardeş ve komşu ülke Mısır ile Nahda Barajı dosyasında birçok ortak paydamız var. Sudan, en başından beri bizi birleştiren ve birbirimize yaklaştıran bir anlaşmadan söz etti.

*Sudan’ın her iki tarafa da yakınlığını belirleyen faktörler nelerdir?
Herhangi bir yakınlaşmanın ana noktası, üç ülkenin halklarının ortak çıkarlarıdır. Geçiş hükümeti, kurulduğundan bu yana, Sudan'ın komşularıyla ilişkilerini nasıl yeniden kuracağı üzerinde çalıştı. Komşuları ile ilişkilerin ortak çıkarlara göre yeniden kurulması için gereken çabayı gösterdi.

*Etiyopya, Sudan’ın Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) güçlerini eğittiğini iddia ediyor. Bunu neye dayandırarak öne sürüyor?
Bu doğru değil. Hiçbir dayanağı da yok. Çünkü biz asla Etiyopya'da bir istikrarsızlık faktörü olamayız. Etiyopya’nın istikrarı, Sudan’ın istikrarıdır. Aynı şekilde Sudan’ın istikrarı, Etiyopya’nın istikrarıdır. Etiyopya'daki kardeşlerimize karşı düşmanca bir eylemde bulunamayız. Etiyopya'da olup bitenler, Etiyopya'nın iç meselesidir.

*Peki, Sudan bu kadar net bir görüşe sahipken nasıl suçlanıyor?
Etiyopya'nın Sudan ile baraj ve sınır konularındaki tutumu, Etiyopya liderliği için bile bir takım güçlüklere neden olurken Etiyopya'nın iç durumundan etkilenmiştir. Karşılıklı yapılan tüm yazışmalar, sahadaki gerçeklerden çok, Etiyopya'nın iç durumuna bağlıdır.

*Sudan muhalefeti, hükümetin sivil kanadının askeri kanada teslim olduğunu ve ordu için bir araç haline geldiğini iddia ediyor. İki kanat arasındaki ilişki verimli bir ilişki mi yoksa dalgalı bir ilişki mi?
Devrimciler 6 Nisan’da Genelkurmay Başkanlığı’na gittiklerinde, geçiş aşaması, siviller ve askerler arasında bir dayanışma aşaması olarak algılandı. Nihayetinde bu bir geçiş dönemi modeliydi. Bu da onun kusurlarından arınmış olduğu anlamına gelmezken eksiklikleri oldukları anlamına gelir. Bu geçiş dönem aynı zamanda Sudan’ın bağımsızlığından bu yana katlanarak artan zorluklarla karşı karşıyadır.
Siviller ve askerler arasındaki ilişkide kusurlar, gerilimler ve bir güvensizlik mirası, anlaşmazlıklar ve farklı devlet yönetimi algıları var. Bu da modern Sudan devletiyle bağlantılı büyük bir sorundur ve bir gecede çözülemez. Bu ilişkide birçok sorunla karşılaşılması bekleniyor. Ama geçiş sürecinin başarılı olması için iş birliği olması gerekiyor. Sivil ve askerler arasındaki sorunlar karşısında kafamızı kuma gömmemeliyiz. Geçiş sürecinin tehlikeye girmemesi için bu sorunlarla cesaretle ve açık bir şekilde mücadele etmeliyiz. Bu sorunlarla açıkça yüzleşmeyi seçtik, bu da demokratik bir geçişe ve eski rejimin tasfiyesine yol açtı.

*Bu durum, İç Güvenlik Teşkilatı’nın yapılandırmasını geciktirdi mi?
Sadece İç Güvenlik Teşkilatı dosyasında değil, sivillerin ve ordu arasındaki sorunlar yüzünden birçok dosyada gecikme oldu. Ancak geçiş döneminin birçok farklı kesimi temsil etmesi ve aralarındaki ilişki uzlaşmaya dayandığından, fikir birliğine varmada ve farklı görüşleri birleştirmede yaşanan zorluklardan ötürü ilerlemede bir gecikme ve yavaşlık olabilir. Siviller ile askerler arasındaki karmaşık ilişkilerin, bazı dosyalarda yavaş ilerleme kaydedilmesine neden olduğuna şüphe yok.

*Peki, Bakanlar Kurulu, İç Güvenlik Kanunu'nu ele aldı mı?
Kanun, Bakanlar Kurulu önüne hiç gelmedi. Adalet Bakanı, kanunun henüz çalışmaları tamamlanmadan basına sızdırıldığını söyledi. Bakanlar Kurulu'nun kanunu basında tartışılırken gördüğünü söyleyebilirim. Ancak bu tamamlanmamış bir kanun. Öte yandan demokratik çerçevede bir iç güvenlik servisinden bahsediyoruz ve mevcut kanunun bunun için gerekli belirleyicileri sağlanmadığı da ortada. Adalet Bakanlığı, Bakanlar Kurulu'na sunulacak kanun tasarısının bir an önce tamamlanması için çalışıyor.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.