İran asıllı Alman vatandaşı Tahran hapishanelerinde infaz edilme riskiyle karşı karşıya

İran asıllı tutuklu Alman Cemşid Şarmehd ve eşi
İran asıllı tutuklu Alman Cemşid Şarmehd ve eşi
TT

İran asıllı Alman vatandaşı Tahran hapishanelerinde infaz edilme riskiyle karşı karşıya

İran asıllı tutuklu Alman Cemşid Şarmehd ve eşi
İran asıllı tutuklu Alman Cemşid Şarmehd ve eşi

Geçtiğimiz yıl Temmuz ayından itibaren kaçırılan ve Tahran hapishanelerinde bulunan İran asıllı Alman vatandaşı Cemşid Şarmehd, mahkeme çıkarılmadan 267 gündür tutuklu bulunuyor.
20 yılı aşkın bir süredir Kaliforniya’da yaşayan Şarmehd’in ailesi, Cemşid’in tutuklanmasının İranlı yetkililer tarafından kaçırılmasıyla başladığını ve İranlı muhaliflerin 2009 yılında Devrim Muhafızları ile İran rejimine sadık grubun başarısız suikastını maruz kaldığını bildirdi.
Los Angelas’da sağlık sektöründe çalışan ve babasının kaçırıldığı günden bu yana ailesiyle yaşayan Cemşid’in kızı Giselle Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, babasının geçtiğimiz yıl Mart ayında Hindistan ziyareti öncesi Almanya’ya gittiğini, koronavirüs salgını sebebiyle   üç ayı aşkın bir süre Hindistan’da mahsur kaldığını belirterek, Hindistan’dan ayrılma fırsatı bulduğu sırada aralıklı geziler ve Arap Körfezi’ne gittiğini, günler sonra ise kendisiyle teması tamamen kaybettiklerini belirtti. Devrim Muhafızları medyasına göre, Cemşid Tacikistan’da tutuklandı.
Cemşid Şarmehd ailesiyle en son bir ay önce tutuklu olduğu Tahran’dan iletişime geçti. Giselle, kısa sözlerine rağmen ses tonunun babasının yaşadığı acı ve hastalığı maskelediğini söyledi.
Cemşid 10 ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunduğu Tahran’da ailesiyle yaptığı görüşmede, “Ben iyiyim, siz nasılsınız? Derken ailesi ona, “Söyle sana yemek veriyorlar mı?, İlaçlarını alıyor musun? Sorularını yöneltti. Cemşid ailesi tarafından kendisine yöneltilen soruları öksürükle karışık boğuk bir sesle “Şimdi kapatmam gerek, elveda” şeklinde cevap verdi. İran asıllı Alman vatandaşın ailesi bu konuşmanın ötesinde başka bir şey bilmiyor.
Los Angelas’ta ikamet etmesine rağmen Alman vatandaşı olan Cemşid kendisine ait bir kuruluşta yazılım ve elektronik mühendisi olarak çalışan babalarından farklı olarak yeşil karta sahip olan aile, Kaliforniya’daki diğer İranlılar gibi, rejime yönelik sert eleştirileriyle tanınan bu senaryonun bir gün başlarına geleceğini bilmiyorlardı.
Giselle, babasının hücre hapsinde olduğunu, ziyaret edilemediğini ve yasal işlem olmadan gayri resmi suçlamalarla karşı karşıya kaldığını ifade ederek, İranlı yetkililer tarafından belirlenen avukat dışında avukat tutma hakkının olmadığını vurguladı. Bunun insanlık dışı ve delilik olduğuna dikkati çeken Giselle, hala tam olarak babasının nerede olduğunu bilmediklerini kaydetti.
Giselle açıklamasında, “Babamla son telefon görüşmemizde 60 kilo olduğunu söyledi. Bu da dişlerinin çıkarılmasıyla 40 kilo verdiği anlamı taşıyor. Konuşma sırasında korkunç derecede öksürüyordu umarım koronavirüs bulaşmamıştır. Parkinson ve kalp hastalığından mustarip olduğu için ne yapacağımızda bilmiyoruz. Tıbbi bir şey uygulanıp uygulanmadığını da bilmiyoruz” ifadelerini kullandı.
ABD’nin yanlarında olup olmadığı ve 20 yılı aşkın bir süredir burada yaşayan babaları için savunma talep ettiler mi? sorularına yönelik Giselle, ABD yönetimiyle iletişim kurmadıklarını ve İranlı yetkililerden babalarını serbest bırakılmasının talep edilmediğini söyleyerek, “ Kimse bizi aramadı. ABD'nin  İran Özel Temsilcisi Robert Malley’in İran’da tutuklu bulunan bazı ABD’li ailelerle temasa geçtiğini duyduk. Ancak bizimle iletişim kurmadı. Onlara birden fazla mail attım ama babamın durumuyla ilgili bir cevap yok, Sanırım rejim veya intikamdan endişe ediliyor. Ya da belki de insanların kaçırılıp başka bir ülkeye götürülmesini ve tüm haklarının çalınmasını umursamamak doğal hale geldi” şeklinde yanıtladı.
Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Cemşid’in ABD vatandaşı olduğu açıklamaları ve İranlı yetkililerden serbest bırakılmasını talebinin aksine, mevcut yönetim konu hakkında yorum yapmıyor. Geçtiğimiz Şubat ayından bu yana Şarku’l Avsat ABD Dışişleri Bakanlığı’yla bu konu üzerine iletişim sağlamaya çalışıyor ancak yanıt alamıyor.
Malley son NPR radyosuna verdiği mülakatta, tutuklular ve insan hakları ihlalleri dosyasının Viyana’da İran heyetiyle yapılacak müzakere masasında olmadığını dile getirerek, buna rağmen ABD’nin insan hakları ve İran’daki tüm tutukluların serbest bırakılması çağrısına kayıtsız kalmayacağını aktardı.
Ağustos 2020’de İran yetkilileri Cemşid’e atıfta bulunarak Kaliforniya merkezli  bir muhalefet grubunun ‘ABD’li bir İranlı lideri’ tutuklandığını duyurdu. Yetkililer Şarmehd’i 2008’de İran’ın Şiraz kentinde bombalı saldırıda 14 kişinin ölümüne 200 kişinin ise yaralanmasına sebep olmakla suçluyor.
İran İstihbarat Bakanlığı, tutuklu olan Şarmehd’in Şah rejimine bağlı Kraliyet Konseyi üyesi olduğunu ve İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik saldırı planları olduğunu duyurdu. Bakanlık Cemşid’i Farsça Tinder ve Thunderbolt sitesini işletmek ve Kraliyet Konseyi’nin askeri kanadına üye olmakla suçlayarak, ayrıntıya girmeden olayı ‘karmaşık bir operasyon’ olarak nitelendirdi. Diğer yandan o dönem Şarmehd’in gözlerinin bağlı olduğu iddia edilen bir fotoğraf kendisine ait internet sitesinden yayınlandı.
Buna karşılık Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak, Şarku’l Avsat’ın sorularına yanıt vererek, “Alman hükümetinin defalarca İran makamlarından ilgili kişiyle ilgili konsolosluğa erişim talebinde bulundu. Ancak İranlı yetkililer bu talepleri reddettiler. Ayrıca ilgili kişiye dahil yargılanma izni verilmesi konusunda da ısrar ettik” şeklinde yanıt verdi.
Almanya Dışişleri Bakanlığı 66 yaşındaki tutuklu Cemşid Şarmedh’in karşı karşıya kalabileceği suçlamalar hakkında bilgisi olduğunu teyit etmezken, İran hükümetinin daha önce bazı medya kuruluşlarının bildirdiklerinin aksine rejimi devirmek ve ona karşı komplo kurmakla suçladı.
Şarku’l Avsat’ın batılı bir kaynaktan edindiği diplomatik bilgiye göre, İran makamlarının insan hakları örgütleri ve Batı ülkeler nezdinde hem yabancı hem de çift vatandaşlığa sahip olan İran asıllı tutuklulara konsolosluk erişimi sağlamayacaklarına dair genel bir kural koyduklarını, İran’ın politikası gereği ise hapishanelerde yaşanan vakaların her birinden ayrı ayrı bahsetmenin zor olduğu kaydedildi.
Daha önce babası Lübnan Hizbullah’ı tarafından kaçırılıp tutuklandıktan sonra geçtiğimiz yıl serbest bırakılan ve ABD’ye dönmesinin ardından hayatını kaybeden Amer Fakhoury Vakfı kurucularından Zoya Fakhoury, babasının kaçırılması olayında vakıftan yardım isteyen Şarmedh ailesinin yanında olduğunu ifade etti. Fakhoury açıklamasında, İran rejiminin eylemlerinden sorumlu tutulması ve siyasi araç olarak kullandıkları masum kurbanları serbest bırakması gerektiğini vurguladı.
Konuyla ilgili Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Zoya, “Şarmedh ve ailesini başına gelenler trajik. İran hükümetinin bir an önce serbest bırakılması gerekiyor. Babamız Amer Fakhoury'nin başına gelenlerin başka bir masumun daha yaşamasını istemiyoruz. Babam Lübnan'da yasadışı gözaltında tutulması nedeniyle öldü ve Şarmedh’e nasıl davranıldığını ve serbest bırakıldığında hayatta kalıp kalmayacağını sadece hayal edebiliyoruz” şeklinde konuştu.
Öte yandan Washington İran Demokrasi Ulusal Birliği'nin politika müdürü, Şarmedh davasını İran'ın içinden geçtiği acımasız diktatörlüğün utanç verici bir örneği olduğunu ifade ederek, bu davanın çok ciddi olduğu bilgisini verdi.
Yetkili isim Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, İran’ın  çok sayıda muhalifi rehin aldığını durumlarının gittikçe kötüye gittiğini belirterek insan hakları sorunlarının ABD yönetiminin en önemli önceliği olması gerektiğini vurguladı.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.