Bu kadar konuşmak yeter (2)

Kudüs ve Gazze’den sonra birden fazla yol...

Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesinin girişinde kurulmuş polis kontrol noktasında duran İsrail güvenlik güçleri (AFP)
Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesinin girişinde kurulmuş polis kontrol noktasında duran İsrail güvenlik güçleri (AFP)
TT

Bu kadar konuşmak yeter (2)

Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesinin girişinde kurulmuş polis kontrol noktasında duran İsrail güvenlik güçleri (AFP)
Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah mahallesinin girişinde kurulmuş polis kontrol noktasında duran İsrail güvenlik güçleri (AFP)

Nebil Fehmi 
Aynı ana başlıkta yayınladığım son yazım, içinde önemli siyasi işaretler taşıyan geniş ve çeşitli yankıların oluşmasına sebep oldu. Yazının benim açımdan öfke ve kızgınlığı yansıttığı konusunda herkes haklıydı. Bazıları, önerilerimin yeteri kadar güçlü olmadığını söyleyerek, İsrail ve müttefiklerinin uluslararası düzeyde boykot edilmesi çağrısında bulundu. Hatta Araplar olarak İsrail’in işlediği suçları durdurmak ve sorumlu tutulmasını sağlamak için net bir tavır göstermeyen uluslararası kurumlara ve sahalara katılmaya son vermeye yönelik çağrıda bulunanlar da vardı. Bu kişilerin kendilerince mazeretleri var ve onların mantığına saygı duyuyorum. Çünkü önce Kudüs’te sonra da Gazze’de işlenen suçlar çok acımasızdı. Şunu bilmek gerekir ki, sunulan önerilerin tekrarlanan ihlallerin ve İsrail’in Kudüs’ü Yahudileştirip Filistinlileri zorla yurtlarından etmeye yönelik sistematik politikalarının ardından, saldırgan tarafı sorumlu tutma yolunda atılmış sadece bir ilk adım olduğunu söylemiştim. İsrail’in bu ihlallerinin kökeni ve sürekliliği New York Times'ın yanı sıra Arap etkisinden tamamen uzak olan kurumlar arasındaki Uluslararası Kriz Grubu (ICC) tarafından da açıklandı.
Hayal kırıklığı yaşayan ve mevcut durumu canlandırmaktan umudunu kesen diğerleri ise Araplardan ve uluslararası toplumdan, özellikle de büyük güçlerden ve ABD'den talep ettiğim önerilerin ve isteklerimin gerçekçi olmadığını ve gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu söylediler. Çünkü bu ülkelerin mevcut uluslararası sistem ve bu sistemin İsrail'in küresel ve uluslararası özel statüsü ile uyumu çerçevesinde etkili bir duruş sergilemeye istekli olmadıklarını veya bunu yapacak güçte olmadıklarını ifade ettiler.
Aslında bu yorumlar karşısında şaşırmadım ya da aralarındaki zıt görüşleri garipsemedim. Bilakis öfke ve hayal kırıklığı duygularını onlarla birlikte paylaşıyorum. Bu öfke Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin ateşkesi sağlamada başarısız olmasıyla daha da arttı. Ancak taleplerimin gerçekçi olmadığını veya abartılı olduğunu düşünenlere katılmıyorum. Çünkü bu talepler uzun süredir uluslararası hukuk ve devletlerin geleneksel tutumlarının çerçevesinde yer alıyor. Bu geleneksel tutum Eski ABD Başkanı Donald Trump’tan önce ABD’de de vardı ve Batı ülkelerinde hala devam etmekte. Zira Batı ülkeleri hala Kudüs’ün işgal altında olduğunu, sivillere saldırılmasının yasak olduğunu ve başkalarının dini değerlerine saygı gösterilmek zorunda olunduğunu söyleyerek orantısız güç kullanımına karşı çıkıyor ve sivil kurumları ve hastaneleri hedef almanın savaş suçu sayıldığını savunuyor. Şahsen, orta güçteki ülkelerin haklarını korumanın tek yolunun hukuktan geçtiğini düşünüyorum. Uluslararası insancıl hukuk ihlalleriyle bir arada yaşamanın bizim ve tüm uluslararası sistem için son derece tehlikeli olduğu konusunda da uyarmak isterim. Ayrıca İsrail'in Filistinlilerin aleyhine yaptığı eylemleri durdurmak için belirleyici ve etkili kararlar alınmasını talep ediyor, hatta bunda ısrar ediyorum. Hayal kırıklığının, harekete geçmemizi engellemesini ya da işgal altındaki bir halka karşı işlenen acımasız suçlar karşısında susmamıza sebep olmasını kabul etmiyorum.
Geniş çaplı bir tahribatın, Gazze'de altmışı çocuk ve otuzdan fazlası kadın olmak üzere 200'den fazla sivilin öldürülmesi ve 13 hastane ve kliniğin yıkılmasından sonra, Gazze sınırında Mısır ve ABD tarafından eş zamanlı olarak gelen çabalara dayalı olarak önemli ve gerekli olan ateşkes yapıldı. Bu övgüye değer bir ilk adım. Ancak zulmün devam etmesi, acıların artması, uluslararası kanunun ihlallerinin devam etmesi, insanlara yönelik taşkınlıkların sürmesi, zalimin hesaba çekilmemesi ve mazlumun çektiği acılara son verilmemesi durumunda ateşkes her ne kadar önemli olsa da uzun vadede kalıcı ve etkili olmayacaktır. Şu anda İsrail’in Batı Şeria’da halkı caydırmak, Mescid-i Aksa konusunda sergiledikleri davranışlardan ötürü hesaba çekmek ve herhangi bir şekilde toplanılması sonucunda güç ile karşı karşıya kalacaklarına dair uyarmak için gözaltı operasyonlarının çapını genişlettiğine dair net işaretler mevcut.
Uluslararası kamuoyunun geniş bir kesiminin, özellikle de Batı ülkelerindeki gençlerin bir kısmının İsrail'in insanlık dışı eylemlerini reddetmesi dikkat çekiciydi. Bu kesimin arasında gerçek ve şimdi ile ilgilenenler, gittikçe büyüyen bir insani duyguya sahip olanlar ve İsrail’in zayıf ve komşuları tarafından tehdit edilen bir ülke olduğuna yönelik çağrılara ikna olmayanlar var.
Bu yüzden insani ihlallerin reddedildiğini göstermek ve Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi'ndeki işgalin altında bile uluslararası vatandaşlık hakları ilkelerini ihlal edenleri sorumlu tutmak için Filistin Yönetimi ve Arap ülkelerinin çeşitli yollardan paralel olarak harekete geçmesini öneriyorum. Bu yollardan birisi insani düzeyde Arap, Filistin, İsrail ve uluslararası sivil toplumla iş birliği yapılması. Bu önerimin aşağıda sıraladığım şeylerle gerçekleştirilmesi gerekiyor:
1-İsrail’in işgalci bir devlet olarak Dördüncü Cenevre Sözleşmesi uyarınca sorumluluklarını yerine getirmesinin sağlanması, vatandaşların zorla göç ettirilmesi, Kudüs’te şahit olduğumuz gibi evlerinin yıkılması, Gazze’deki sivil yerleşim yerlerinin ve kamu hizmetleri veren tesislerin hedef alınması gibi insanlık dışı eylemlere son verilmesi ve bu ihlalleri takip etmesi için üst düzey uluslararası komite veya komiteler kurulması için BM kurumlarının, insan hakları konseylerinin ve uluslararası mahkemelerin harekete geçirilmesi.
2-İsrail'i insanlık dışı ihlallerinden sorumlu tutmak için yasal ve insani kuruluşlarda girişimlerde bulunulması.
3-Washington merkezli Carnegie Enstitüsü tarafından eskiden Güney Afrika'da uygulanan "apartheid" sistemi ile eş tutularak ırkçı uygulamalar olarak tanımlanacak dereceye varan Arap kökenli İsrail vatandaşlarına yönelik çifte standart ve ayrımcılığın gün yüzüne çıkarılması.
4-Filistin halkının kamplarda ya da Batı Şeria'daki evlerinin kasten yıkılması ve İsrail'in son zamanlardaki suç teşkil eden askeri operasyonları sonucunda Gazze Şeridi'nde şahit olunan tahribat yüzünden çektiği sıkıntıların hafifletilmesi için mali destek toplanması. Bu noktada Mısır’ın karşı karşıya olduğu tüm baskılara rağmen ulusal olarak yeniden yapılanma ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için destek vereceğini açıklamasını memnuniyetle karşıladığımı belirtmek isterim.
Bu kahraman halkın haklarını ve çatışmayı çözmeye yönelik kuralları ve temelleri güçlendirmek için Filistin davasında siyasi ve yasal yolu da canlandırmamız gerekiyor. Burada “güçlendirmek” kelimesini bilerek kullanıyorum çünkü İsrail'deki sağcı hareketinin büyümesi, yakın gelecekte iki devletli bir çözüme gidilme ihtimalini neredeyse sıfıra indiriyor. Hatta tek devlet gerçeğini dayatma ve haklar ve kimlik konusundaki çatışmanın sürme ihtimalini artırıyor. Bu yüzden İsrail'in siyasi yapısında değişiklik yapılması veya İsrail'in iki devletli çözüme izin veren bir yaklaşım benimsemesini sağlayacak uluslararası baskıların artmasıyla birlikte daha iyi gelecek koşullar için temelleri ve hakları güçlendirmemiz gerekiyor.
Spesifik ve titiz birkaç yönde ilerlenmesini öneriyorum. Bunlar:
1-BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurulu tarafından, Doğu Kudüs dahil olmak üzere 5 Haziran 1967'de işgal edilen toprakların işgal edilmiş olduğunu beyan eden kararların çıkarılması.
2-Daha çok ülkeden, Filistinlilerin 1967 yılının Haziran ayında işgal edilen toprakların esas alınmasıyla başkenti Doğu Kudüs olan egemen ve bütün bir devlet kurma hakkını tanıyan açıklamalar gelmesi.
3-Bundan sonra Filistin Yönetiminin, Filistin'in işgal altında bir devlet olarak kabul edilmesiyle uluslararası kuruluşlara katılmak için başvurular yapması...
İşte bir kez daha bu kadar konuşmak yeter.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.

Yeterince konuşuldu!

 


Macron: İran cumhurbaşkanından müzakere masasına dönmesini istedim

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (AP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (AP)
TT

Macron: İran cumhurbaşkanından müzakere masasına dönmesini istedim

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (AP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (AP)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, dün yaptığı açıklamada, İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile yaptığı telefon görüşmesinde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın İran'daki çalışmalarını yeniden başlatmasına ve nükleer program ve balistik füzeler meselesini ele almak üzere müzakere masasına dönülmesine izin vermesi talebinde bulunduğunu söyledi.

“X” platformunda yaptığı bir paylaşımda, Pezeşkiyan'dan da nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına uymasını istediğini belirtti.

Macron, İran cumhurbaşkanına bölgede barışın yeniden tesis edilmesi için ateşkesin korunması gerektiğini ilettiğini ve İran'daki Fransız vatandaşlarının ve tesislerinin korunması ve herhangi bir tehdide maruz kalmaması gerektiğini söylediğini ifade etti.

vfgbhy
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan (DPA)

ABD, bu ayın başlarında İsrail ile 12 gün süren savaşın sonunda, İran'ın başlıca nükleer tesislerini hedef alan ve sığınak delici bombalar taşıyan uçaklarıyla saldırılar düzenledi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre İsrail, İran'a saldırısını 13 Haziran'da, Tahran'ın nükleer programı hakkında ABD ile altıncı tur dolaylı müzakerelere hazırlandığı bir zamanda başlattı.

İsrail ve ABD'nin saldırılarının ardından İran parlamentosu, Atom Enerjisi Ajansı ile iş birliğini askıya alma tasarısını kabul etti. Ayrıca nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasından çekilme çağrıları da arttı.

İranlı yetkililer, Atom Enerjisi Ajansı'nın güvenilir olmadığını söylediler ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi geçen hafta, Ajansın Genel Direktörü Rafael Grossi'yi İran'ın nükleer tesislerinin bombalanmasından sorumlu tuttu.