İran ile yürütülen müzakerelerinin üzerine diplomatların yorgunluğu çöktü

Rusya Büyükelçisi Mikhail Ulyanov, geçtiğimiz hafta Viyana'da yapılan nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerine katıldı. (EPA)
Rusya Büyükelçisi Mikhail Ulyanov, geçtiğimiz hafta Viyana'da yapılan nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerine katıldı. (EPA)
TT

İran ile yürütülen müzakerelerinin üzerine diplomatların yorgunluğu çöktü

Rusya Büyükelçisi Mikhail Ulyanov, geçtiğimiz hafta Viyana'da yapılan nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerine katıldı. (EPA)
Rusya Büyükelçisi Mikhail Ulyanov, geçtiğimiz hafta Viyana'da yapılan nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerine katıldı. (EPA)

İran ile nükleer anlaşma konusunda yürütülen görüşmelerin uzamasıyla Viyana’daki müzakere taraflarına “yorgunluk” çökmeye başladı. Nitekim Rusya Büyükelçisi Mikhail Ulyanov, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda müzakere taraflarının “tükenmişlik hissetmediğini” ancak “biraz yorgun düştüklerini” söyledi. 
ABD merkezli Axios haber sitesine göre ABD’li bir yetkili, Biden yönetiminin Hasan Ruhani hükümetinin görev süresinin sona ermesinden önce İran ile bir anlaşmaya varmayı amaçladığını aktardı. Müzakerelerin İran'da yeni hükümetin göreve başlayacağı ağustos ayının başlarına kadar uzamasının “endişe verici” olacağını ifade eden yetkili “Bence yeni hükümet kurulmadan önce elimizde bir anlaşma olmazsa bu imzaların uygulanabilirliğine ilişkin soruları gündeme getirecek” dedi.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile Antalya'da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Geçtiğimiz haftalarda kaydedilen ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyorum. Ancak halen verilmesi zor kararlar mevcut. Önemli olan siyasi fırsatı ele geçirmek ve herkesin uyumlu olmasıdır.”
Viyana müzakerelerinin şu an süren altıncı turunun herhangi bir anlaşmaya varılmadan sona ermesine kesin gözüyle bakılıyor.Diplomasi kaynakları Şarku’l Avsat’a verdikleri demeçte, anlaşmanın taslağının “neredeyse hazır” olduğunu ancak teknik açıdan Washington ile Tahran’ın halen siyasi olarak uzlaşması gereken temel noktalarınbulunduğunu belirttiler.
Kaynaklar, İran’ın kendisi için çalışan Avrupalı ​​ve yabancı şirketlerin Washington’ın tekrar anlaşmadan çekilmesi durumunda bundan etkilenmemesi için birtakım garantiler istemesi de dahil olmak üzere her iki taraftan gelen bazı taleplerin anlaşmanın yapılmasını engellediğini de sözlerine eklediler. Kaynakların ifadelerine göre bu garantilerin anlaşma taslağına dahil edilmesi hukuki açıdanoldukça zor.
Bununla birlikte müzakereciler henüz tam bir uzlaşıya varılamamasına rağmen anlaşmanın uygulanmasının görüşülmesi için çalışmalara başladılar. Şarku’l Avsat, komitelerin dün atılacak adımların uygulanması ve sırası ile ilgili olarak bir gün önce kendilerine sunulan bir öneriyi inceledikleri bilgisine ulaştı.
Talepler arasında Washington'ın İran’daki gelişmiş santrifüjlerinin sökülüp Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEA) gözetiminde tutulması gibi Tahran’ın taahhütleri ile ilgili beklentileri de yer alıyor. Ajans ile Tahran arasındaki teknik anlaşmanın bitmesine bir haftadan az bir süre kalmışken (24 Haziran), görünen o ki UAEA Genel Müdürü Rafael Grossi, İran’ın kendisine yanıt verme konusunda ağır davranmasından gittikçe daha fazla “rahatsızlık” duyuyor. Grossi Bloomberg ile gerçekleştirdiği bir röportajda, UAEA’nın nükleer reaktörün içinde güvenlik kameralarını çalışır durumda tutmasına izin verecek anlaşmanın süresini uzatmak için İran tarafından henüz herhangi bir teklif “gelmediğini” söyledi. Tahran ise siyasi bir anlaşmaya vardıktan sonra kamera verilerini UAEA’ya vereceğini duyurmuştu. 
Ancak Tahran'ın geçen şubat ayından bu yana kaydettiği kamera kayıtlarını UAEA’nın erişimi olmadan silmesi durumunda bir “kara delik” oluşacağına dair uyarıda bulunan Grossi konuya dair şu açıklamada bulundu:
“Bu bilgiler silinirse İran'ın nükleer faaliyetleri, uranyum zenginleştirme ve bunun gibi diğer uygulamalarını bilgileri ile ilgili olarak geçtiğimiz şubat ayından haziran ayına kadarki dönem bizim için bir kara delik oluşacak. Bunun da Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) ile ilgili ciddi sonuçları olacak.”
İran medya kuruluşları, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif arasında Antalya'daki Diplomasi Forumu kapsamında gerçekleşen görüşmelerde Nükleer Anlaşma’nın yeniden canlandırılması konusunun da gündeme geldiğini aktardılar. 



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.