İngiltere'nin BM Daimi Temsilcisi Barbara Woodward Şarku’l Avsat’a konuştu: İnsani yardımın durdurulması, Suriye halkına ölüm cezası demek

Woodward, İran’ı, Suriye ve Yemen'de ‘sorunun bir parçası’ olarak görürken Husilerin ateşkesi kabul etmelerini istedi

Birleşik Krallık’ın BM Daimi Temsilcisi Lady Barbara Woodward (BM İngiltere Misyonu)
Birleşik Krallık’ın BM Daimi Temsilcisi Lady Barbara Woodward (BM İngiltere Misyonu)
TT

İngiltere'nin BM Daimi Temsilcisi Barbara Woodward Şarku’l Avsat’a konuştu: İnsani yardımın durdurulması, Suriye halkına ölüm cezası demek

Birleşik Krallık’ın BM Daimi Temsilcisi Lady Barbara Woodward (BM İngiltere Misyonu)
Birleşik Krallık’ın BM Daimi Temsilcisi Lady Barbara Woodward (BM İngiltere Misyonu)

Birleşik Krallık’ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Lady Barbara Woodward, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda Suriye'de yaşananları ‘dünyanın en trajik krizlerinden biri’ olarak nitelendirdi.
Woodward, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 10 Temmuz’da sona erecek olan sınır ötesi yardım gönderme misyonunu yenilememesinin Suriye halkı için bir ‘ölüm cezası’ olacağı konusunda uyarırken Batılı diplomatlar, Moskova'nın bu konudaki tutumunun ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki zirvenin sonucunun ‘ilk testi’ olduğuna dair inançlarını ifade ettiler. Woodward, Bab el-Hava Sınır Kapısı’nın genişletilmesine ek olarak el-Yarubiye ve Bab es-Selam Sınır Kapılarının yeniden açılması çağrısında bulundu.
İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından 2016 yılında kendisine ‘Lady’ unvanı verilen İngiliz diplomat, İran’ın sadece Suriye’de değil, ateşkes anlaşmasına varmak ve yaklaşık 16 milyon Yemenliye insani yardım ulaştırmak için siyasi bir çözüme doğru ilerleme kaydedilmesine destek vermek yerine Husi milislerini desteklemeye devam ettiği Yemen'de de ‘çözümün bir parçası’ olmaktan ziyade sorunun bir parçası olduğunu vurguladı. Woodward, buna karşın Suudi Arabistan, Umman ve ABD’nin Husilerin ateşkesi kabul etmesi ve Marib'deki balistik füze saldırısı ve Suudi Arabistan’daki bir okula yapılan saldırı gibi saldırıları durdurması için gösterdiği çabaları ‘büyük bir memnuniyetle’ karşıladığını söyledi. Libya dosyasına da değinen Woodward, Rusya ve Türkiye’yi BMGK’nın 2570 sayılı kararı ve Libyalılar arasında yapılan anlaşmaların hükümleri uyarınca askeri güçlerini ve paralı askerlerini Libya topraklarından çekmeye çağırdı. Bu hafta yapılması planlanan Libya konulu ikinci Berlin Konferansı’ndan olumlu sonuçlar alınmasını ve siyasi süreçte bu yılın sonunda yapılması planlanan seçimlere doğru olumlu bir ilerlemeye kaydedilmesini umduğunu ifade eden İngiliz diplomat, yeni tip koronavirüs (Kovid-19), iklim değişikliği ve kalkınma gibi büyük zorlukların üstesinden gelmek için İngiltere ve Suudi Arabistan arasında ‘geniş kapsamlı’ ikili iş birliğinden bahsetti.

İşte İngiltere’nin BM Daimi Temsilcisi Barbara Woodward ile yapılan röportajın tam metni:
-Bölgemiz daha önce başlayan veya yeni patlak veren çatışmalarla dolu. Ancak Suriye halen bu çatışmaların en kötüsüne tanık oluyor. BMGK birkaç kez bu savaşı durdurmaya çalıştı, fakat başarısız oldu. Şimdi Washington'da yeni bir yönetim başladı. ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki zirve sonuçlarında bir umut görüyor musunuz?
Haklısınız. Suriye dünyanın en uzun çatışmalarından birini yaşıyor. Dünya Mülteciler Günü'ne yaklaşırken dünyanın en trajik mülteci krizlerinden birine tanık oluyor. Bu, BMGK’nin ayda üç kez siyasi durumu, insani krizi ve kimyasal silah kullanımını tartıştığı bir konudur. Buna karşın Washington'daki yeni yönetim, bir çözüm bulmaya çalışmak için yeni ve ilerici bir taahhüt getirdi. ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield’ın bölgeyi yakın bir tarihte ziyaret ettiğini ve Suriye'deki son durumu bizzat gördüğünü biliyorum. 13 milyon Suriyelinin insani yardıma çok ihtiyacı olması rahatsız edici bir durum olmaya devam ediyor. BM’ye bağlı bir misyonunun en fazla yardım dağıtması gereken yer burası. Önümüzdeki ay BMGK’de bu insani krizle nasıl yüzleşeceğimizi ve ilk adım olarak Riyad veya Londra’nın nüfusunu aşan iki milyonu çocuk 13 milyon Suriyeliye nasıl daha fazla insani yardım ulaştıracağımızı tartışacağız. Bu yüzden daha fazla sınır kapısından insani yardımların geçmesini istiyoruz, bu yüzden ateşkes çağrısı yapıyoruz, bu yüzden siyasi çözüm için çalışmak istiyoruz.

-Lakin şuan bu durum, Rusya’nın insani yardımların yapıldığı sınır kapısını yardımlara açık tutmayı kabul edip etmeyeceğine bağlı. Rus meslektaşlarınızdan Rusya’nın bir kez daha insani yardımların girişine izin verip vermeyeceklerine dair bir ipucu alabildiniz mi?
Konunun ABD Başkanı Biden ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki zirve sırasında gündeme geldiğini biliyorum, ancak şuan elimde  buna dair herhangi bir ipucu yok. Açık konuşmak gerekirse, sınırın kapatılması, Suriye halkına verilen ölüm cezası olur. Dolayısıyla sınırların kapatılmasına yönelik oy kullanmak ya da insani yardımların devam etmesine dair karar taslağını veto etmek, açıkçası Suriyelilerin hayatıyla, bölgenin sağlığıyla ve güvenliğiyle oynanan siyasi bir oyun olacaktır. Bu, Suriye’nin kuzeybatısında mahsur kalan insanlara gıda yardımı, insani yardım ve Kovid-19 aşıları ulaştırılmasıyla ilgili. Bu yüzden, Rusların sadece Bab el-Hava Sınır Kapısı’nı açık tutmanın değil, aynı zamanda el-Yarubiye ve Bab es-Selam Sınır yapılarını da yeniden açmanın önemini anlayacaklarını umuyorum. Çünkü geçtiğimiz yıl tek geçiş noktasını yeterli olmadığını gördük. Çatışma devam ediyor ve yardıma ihtiyaç duyanların en az yüzde 20'si şimdi eskisinden daha çok yardıma muhtaçlar. Bu yüzden bu önemli oylamaya giden haftalarda Ruslarla yakın temas halinde olacağız.

-Suriyelilerin yaşadıkları korkunç insani durumun yanı sıra Ürdün, Irak ve Lübnan gibi komşu ülkeler de Suriyeli mülteciler nedeniyle büyük zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Sizce uluslararası toplum bu konuda neler yapabilir?
Bu, Dünya Mülteciler Günü için oldukça konuda odaklı bir soru. Komşu ülkeler omuzlarında büyük bir mülteci yükü taşıyorlar. Bu yüzden İngiltere olarak BM insani programlarına ve mültecilere bir an önce yardım edebilmek, ardından ateşkes ve mülteci kamplarındaki insanlara bir çıkış yolu bulabilecek siyasi çözümler üzerinde çalışabilmek için geçtiğimiz hafta kendisiyle görüştüğüm BM Mülteciler Yüksek Komiseri’ne (Filippo Grandi) yardım etme konusunda kararlıyız.

İran ve devam eden istikrarsızlık
-İran'ı bu çözümün bir parçası olarak mı yoksa sorunun bir parçası olarak mı görüyorsunuz? Sizce İran'ın bu oyunda rolü nedir?

İran, sadece burada değil, diğer bölgesel çatışmalarda da çözümün bir parçası olma konusunda da muazzam bir potansiyele sahip. Ancak şunu söylemeliyim ki, İran şimdiye kadar Husilere verdiği destekle ve balistik füze denemeleriyle bölgenin istikrarsızlaşması ve sorunun bir parçası gibi görünüyor. Dolayısıyla İran'ın bölgede yapıcı bir rol oynamaya geri döneceğini umuyoruz. Bunun çok yardımcı olacaktır.

-Yemen meselesine geleceğim, ancak öncesinde mülteciler söz konusu olduğunda, özellikle Lübnan hakkında da ne düşünüyorsunuz?
Komşu ülkeler omuzlarında kendileri için korkunç olan büyük bir mülteci yükü taşıyor. Bu yüzden, mültecilerden kaynaklanan bu kritik sorulardan bazılarını sadece Lübnan'da değil, komşu ülkelerde ve tüm dünyada mevcut aşamada çözmeye çalışmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

-Az evvel dediğim gibi Yemen meselesine geçelim. Yemen, dünyanın en kötü trajedilerinden biridir. Son zamanlarda BM, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Krallık ve diğerler birçok ülkenin büyük çabalar sarf ettiğini, fakat hiçbirinin işe yaramadığını gördük. İran'ın bu çatışmada yapıcı bir rol oynadığını düşünüyor musunuz?
Yemen'de uzun süredir devam eden bir çatışmanın yaşandığını ve 16 milyon insanın yardıma muhtaç olduğunu görüyoruz. İran'ın Yemen’de ateşkesin sağlanması ve insani yardımların ulaştırılması için siyasi bir çözüme doğru ilerleme kaydedilmesine yardımcı olmadığını düşünüyorum. Suudi Arabistan ve Umman’ın ileriye dönük bir yol bulmaya yönelik çabalarını memnuniyetle karşılıyoruz. Çünkü BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths'in bize söylediği gibi ateşkes üzerinde anlaşmak, Hudeyde limanını açmak, Sana Uluslararası Havaalanı’nı açmak ve bir milyon varilden fazla petrolün denize sızabileceği, korozyona uğrayan ve paslanan petrol tankeri Safer’e bir çözüm bulmak amacıyla taraflar arasında birçok kez diyalog başlatma girişiminde bulundular. Bir noktada bir biriyle kesişen çok sayıda sorun var. Bu sorunlarda İran'ın yapıcı bir rol oynaması oldukça faydalı olacaktır. Ama en önemlisi, bence, Husiler ateşkesi kabul etmez ve bu şiddete, 10 gün önce Marib'de düzenlenen balistik füze saldırısı ve Suudi Arabistan’da bir okula yönelik saldırı gibi saldırılara son vermezse çabaların hiçbiri yangını söndürmeye ve bir çözüm bulmaya yardımcı olmaz.
Griffiths'in yerine geçebilecek aday isimlerin sahip olması gereken özellikler

-Biri İngiliz olmak üzere Martin Griffiths'in yerini alabilecek üç aday var. Martin Griffiths’in yerine İngiltere’den bir ismin geçmesi için baskı yapıyor musunuz?
Martin Griffiths'in, ABD'nin Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking’in de aralarında olduğu bölgedeki birçok aktörle sarf ettiği sınırsız çabayı memnuniyetle karşılıyoruz. Bence Martin'in halefinin sabırlı, kararlı, esnek ve çözüm bulmaya çalışırken yaratıcı olması gerekiyor. Bunlar, Griffiths’in yerine atanacak isme karar verecek olan BM Genel Sekreteri (Antonio Guterres) için en önemli beceriler ve niteliklerdir.

-Peki, Griffiths’in yerine geçecek isim aynı yaklaşımı mı izlemeli?
Örneğin Tim Lenderking'in ABD’nin Yemen Özel Temsilcisi olarak atanmasının yeni fikirler getirdiğini gördük, hem Suudi Arabistan'dan hem de Umman'dan atılan bir dizi yaratıcı adıma tanık olduk. Bu yüzden aynı anda hem gelişen hem de kötüleşen bir duruma her zaman yeni yaklaşımlar için yer olduğunu düşünüyorum.

-Libya’ya meselesine geçelim. Libya, Birleşik Krallık için BMGK’de özel bir yere sahip.  Şimdi Libya konulu ikinci Berlin Konferansı’nın sonuçlarına dair bir umut var mı? BM'nin siyasi yol haritasında atılması gereken sonraki adımlar ve kalan sorunları çözmeye çalışırken üstlendiği rol nedir?
23 Haziran'da yapılması planlanan Berlin konferansını sabırsızlıkla bekliyoruz. Konferansın değerlendirme yapmak için önemli bir fırsat olacağını düşünüyorum. Bence birçok alanda ilerleme kaydedildi. Jan Kubis'in BM’nin yeni Libya Özel Temsilcisi olarak atanmasını ve Aralık ayında yapılacak seçimlere hazırlık amacıyla BM gözlemcilerinin ülkeye gelişini memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak asıl önemli olan, BMGK’nın 2570 sayılı kararı çerçevesinde Libya’daki yabancı güçlerin ülkeyi terk etmeleridir. Bu aynı zamanda Libyalıların talepleriyle de uyumludur. Yabancı güçler durumu daha da istikrarsızlaştırırken barış ve istikrara doğru ilerlemeye ve seçim sürecine yardımcı olmuyor. Dolayısıyla, Berlin'deki konferansta bu konunun tartışılabileceğini ve belki de yabancı güçlerin Libya'dan çıkışının bir yolunun bulunmasını umuyoruz.

Libya’daki Rus ve Türk güçleri
-Yine bu çatışmada da Türk güçleri ile paralı askerler, silahlar ve çeşitli alanlarda destek sağlayan diğer ülkelerin yanı sıra Rusya’nın rolü var. Rusya'nın bu sorunu çözmek için iş birliği yapacağına dair bir umudunuz var mı?
Libya halkı ve Libya’daki geçici hükümet, BMGK’nin 2570 sayılı kararı doğrultusunda yabancı güçlerin ülkeden ayrılmasını istiyor. Rus güçlerinin ülkeden gitmesi önemlidir. Aynı şey Türk güçleri için de geçerlidir. Bu yüzden bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

-Son zamanlarda Tigray bölgesinde de durum kötüleşti. Eğer uluslararası toplum bir şeyler yapmazsa insan yapımı bir kıtlığın baş gösterebileceği düşünülüyor. Sizce orada bir kıtlığın patlak vermemesi ve krizin daha da kötüleşmemesi için yapılması gerekenler neler?
Bunun insan yapımı bir kıtlık olması konusunda kesinlikle haklısın. Burada tam bir trajedi yaşanıyor. Bu kıtlık ne kuraklık ne de çekirgelerden kaynaklanmıyor. Bu, iktidardakilerin aldığı kararlardan kaynaklanan bir kıtlık ve ancak iktidardakilerin kararlarıyla önlenebilir. Eritre güçlerinin geri çekilmesi önemli. Geçtiğimiz Mart ayında anlaşmıştık, şimdi Haziran ayındayız, ama halen anlaşmanın uygulandığına dair bir işaret yok. Bölgede 350 bin kişi büyük bir açlık riskiyle karşı karşıya. Öte yandan milyonlarca insan daha gıda güvensizliği tehlikesiyle yüzleşiyor. Önemli olan Tigray bölgesine gıda yardımı sağlamak. Daha sonra, bu yıl tarım alanındaki kıtlığı bir şekilde tersine çevirebiliriz. Bu da gelecek yıl da kıtlık olacağı anlamına geliyor. Bu nedenle, Eritre güçlerinin geri çekilmesi ve ardından insani yardımın bölgeye girişine izin verilmesi gerekiyor.

-Bahsettiğim tüm çatışmalarda çok büyük insan hakları ihlallerine tanık olduk. Bu ülkelerden bazılarında hesap verdirilmeden herhangi bir şey yapabileceğimizi düşünüyor musunuz?
Bu çok önemli bir nokta. Dışişleri Bakanım (Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab) için de büyük önem taşıyor. Bunu Myanmar'da ve (Çin'deki, nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu) Sincan Özerk Bölgesi’ndeki durum için yaptık.  Hesap verebilirlik meselesinin sadece iki taraflı değil, bunların ötesinde önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu hafta Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcılığı'na İngiliz Hukukçu Karim Asad Ahmad Khan seçildi. Hesap verebilirliği sağlamak için uluslararası kuruluşlara sahibiz.

Suudi Arabistan ile ilişkiler
-Suudi Arabistan ile İngiltere ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bence bu konuda değerlendireme yapmak, iki ülkenin büyükelçilerinin uzmanlık alanına giriyor, ama son zamanlarda Riyad ve Londra arasında çok başarılı üst düzey ziyaretler ve diyaloglar gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Güçlü ve çok taraflı bir iş birliğimiz var. Bu nedenle G-20 Dışişleri Bakanları toplantısını önümüzdeki ay yapmayı düşünüyoruz. Çok taraflı forumlarda birlikte çalışmaya, Kovid-19 ile mücadelede, ilim değişikliği ve fosil yakıtları ortadan kaldırma konularının yanı sıra bazı gelişmekte olan ülkeleri iklim değişikliğini hafifletme ve iklim değişikliğine uyum sağlama konusunda desteklemek için teknik çözümler bulmada beraber çabalamaya ve birlikte BM Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı’na (COVAX) katkıda bulunmaya devam edebileceğimizi umuyorum. Buna ilaveten kalkınma ve mali yardımlar dahil olmak üzere diğer birçok alanda birlikte çalışmayı sürdürebiliriz. Birlikte çalışabileceğimiz çok yer var.

-Yakın tarihte İngiltere’de gerçekleşen G7 Liderler Zirvesi, ardından NATO toplantısı ve Brüksel'deki Avrupa Birliği (AB)-ABD Zirvesi, Cenevre'deki Biden-Putin zirvesi gibi toplantılar hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Dünyadaki sorunları çözmek amacıyla uluslararası toplumda toplu eylem için yeni bir atmosfer oluştuğunu düşünüyor musunuz?
Evet, bence burada çok olumlu ve güçlü iki unsur var. Biri bir yılı aşkın bir süre sonra dünya ilk kez yüz yüze yapılan bir liderler zirvesine tanık olmasıydı. İkincisi İngiltere’nin G7 Liderler Zirvesine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duymasıydı. Dünya ekonomisinin üçte ikisini temsil eden ülkelerin liderlerini bir araya getirmek çok önemli bir başarıydı. Aynı şekilde liderlerin COVAX’ın kapsamının genişletilmesi, iklim değişikliğine yönelik daha fazla adım atılması ve açık toplumlar ve demokrasiye bağlılık yönündeki sözleri de büyük önem taşıyordu. Artık AB’den ayrıldığımıza göre BM’nin beş daimi üyesinden biri, NATO üyesi ve İngiliz Milletler Topluluğu lideri olarak kaldık. Britanya dünyada iyilik için bir güç olmaya devam ediyor.
Birleşik Krallık’ın iyiliğe yönelik küresel gücünün, Biden yönetiminin yeni yaklaşımıyla paralel olduğuna inanıyorum. ABD'nin çok taraflı bir oyuncu olarak çok net bir şekilde uluslararası kuruluşlara geri döndüğünü söylediğini duyduk.
Tüm bunlar, ABD’nin dünya meselelerine getirdiği önemli dinamizmi ortaya koydu. Bu yüzden bazı olumlu eğilimler olduğunu düşünüyorum. Zira bu olumlu eğilimlere ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü çözmemiz gereken çok büyük sorunlarımız var. Kovid-19 salgını ve iklim değişikliği, başlıca önemli sorunlar arasında yer alıyor. Fakat kalkınma, ekonomik eşitsizlik ve BM tarafından belirlenen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nda (UNDP) ilerleme kaydedilememesi de söz konusu. Bu sorunları çözmek için G-7 ve G-20’nin yanı sıra BM gibi diğer çok taraflı uluslararası platformlarda da Suudi Arabistan ile birlikte çalışmamız gerekiyor.



Güney Asya'da kırılgan barış

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Güney Asya'da kırılgan barış

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Kaswar Klasra

Hindistan ve Pakistan arasında, Hindistan yönetimindeki Keşmir'de gerçekleşen yeni bir terör saldırısıyla tetiklenen son şiddet patlaması, dünyanın dikkatini Güney Asya'daki gergin cephe hatlarına yeniden odakladı. ABD öncülüğündeki uluslararası arabuluculuk çabaları, iki nükleer silahlı komşuyu savaşın eşiğinden geri çekmeyi başarmış olsa da, bu ihtiyatlı sakinlik kalıcı bir barış olarak kabul edilemez.

İki ülke arasındaki anlaşmazlığın merkezinde yer alan Keşmir anlaşmazlığına bir çözüm bulunmaması nedeniyle, bölge 1 milyardan fazla insanın hayatını tehdit eden bir gerilimi tırmandırma döngüsünün esiri olmaya devam ediyor.

Bu hadise, on yıldan kısa bir sürede yaşanan üçüncü büyük tırmandırma sayılıyor ve her dalga bir öncekinden daha tehlikeli. Hindistan'ın Pakistan topraklarında faaliyet gösteren militanları sorumlu tuttuğu Pahalgam'daki saldırı, her iki taraftaki askeri tesisleri hedef alan bir dizi füze ve insansız hava aracı saldırısını tetikledi. Gerginliğin tırmanma hızı ve yoğunluğu, durumun kırılganlığını ve yarımadanın büyük bir felakete kaymaya hazır olduğunu teyit ederek, tehlike seviyesini yükseltti. Önceki örneklerde olduğu gibi, ABD, krizi kontrol altına almak için arabuluculu olarak müdahalede bulundu. Kendisine duyurulmayan Çin ve Körfez çabaları da destek verdi.

Bu model tanıdık hale geldi; Keşmir'de bir terör olayı gerçekleşiyor, onu Hindistan’ın yanıtı,  ardından Pakistan'ın askeri yanıtı takip ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Son şiddet dalgasını diğerlerinden ayıran husus yalnızca yoğunluğu değil, aynı zamanda kullanılan savaş araçlarının gelişmişliğiydi. Her iki taraf da geleneksel askeri güç kullanımının yanı sıra siber operasyonlara ve insansız hava araçlarına başvurdu. Bu çatışma, yapay zekanın, otonom insansız hava araçlarının ve siber savaşın savaş alanını yeniden şekillendirmeye başladığı Güney Asya'nın askeri tarihinde yeni bir bölümü işaret ediyor. Bununla birlikte, siyasi söylem durgun kaldı ve önemli bir dönüşüme sahne olmadı.

 Hindistan, çok daha büyük olan ekonomisi ve Batı'ya giderek daha yakın hale gelmesi sebebiyle stratejik bir ivmeye sahip olduğunu hissedebilir, fakat devam eden istikrarsızlık büyük hedeflerini tehdit ediyor. Tedarik zincirlerini Hindistan'a taşımayı düşünen küresel şirketler, çalkantılı bir bölgesel tablo karşısında tereddüt ediyor. Kalkınma veya kuzeydeki Çin tehdidi ile yüzleşmede kullanılabilecek kaynaklar kronik sınır krizi tarafından tüketiliyor. Dahası, Keşmir'de devam eden huzursuzluk, yerel halkı devletten daha da uzaklaştırıyor ve Yeni Delhi'nin son vermeye çalıştığı ayaklanmayı körüklüyor.

Pakistan’a gelince, yüksek gerilimin maliyeti onun için daha ağır. Uluslararası kredilere bağımlı ve yakın zamanda terörizm finansmanı artırılmış izleme listesinden çıkarılan kırılgan ekonomisi, her tırmandırmada ağır kayıplar yaşıyor.

Pakistan'ın Pahalgam saldırısıyla ilgili ortak soruşturma teklifi -Hindistan'ın bu tür girişimleri tekrar tekrar reddetmesine rağmen- ciddiye alınmayı hak ediyor. Bu tür konularda şeffaflık ve iş birliği, karşılıklı şüphe döngüsünü kırmaya yardımcı olabilir. Hindistan gerçekten sadece geçici bir ateşkes değil, uzun vadeli bir barışı hedefliyorsa, yanlış değerlendirme riskini azaltacak mekanizmalar kurmak için İslamabad ile ciddi bir diyaloğa girmelidir.

Sadece krizleri yönetmek yerine, iki ülke çatışmanın kökenlerini ele alma gibi daha zor bir göreve girişmelidir. Nükleer silaha sahip iki komşu arasındaki son gerginlik, Keşmir sorununun acilen ele alınması gereken bir nükleer patlama noktası olduğunu teyit etti. Bu kriz Hindistan ve Pakistan'daki 1 milyardan fazla insanın hayatını tehdit ediyor.

Uluslararası aktörler, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Körfez ülkeleri, doğrudan askeri iletişim kanalları da dahil olmak üzere etkili bir kriz yönetim mekanizmasının kurulması için bu anı değerlendirmelidir

Pakistan, Keşmir sorununun çözümünün ancak diyalog yoluyla mümkün olduğunu kabul ederken, Hindistan askeri baskının siyasi bir çözüme alternatif olmadığını kabul etmelidir. Keşmir'de adil ve kalıcı bir çözüm sadece bölgeyi istikrara kavuşturmakla kalmayacak, aynı zamanda onlarca yıldır arzu edilen ekonomik ve ticari iş birliğinin ve ilişkilerin normalleşmesinin önünü açacaktır.

Dış baskıyla durdurulan son turun sonucu, sahadaki gerçekleri değiştirmedi. Her iki tarafın askeri kuvvetleri halen yüksek alarm durumunda ve resmi bir barış anlaşması imzalanmadı. Ancak, her iki başkent de kısa vadeli taktik hesapların ötesine geçmeye karar verirse, bu tırmandırma bir dönüm noktası olabilir.

Uluslararası aktörler, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Körfez ülkeleri, doğrudan askeri iletişim kanalları, bağımsız soruşturma organları ve şeffaflığa yönelik karşılıklı taahhütler de dahil olmak üzere etkili bir kriz yönetim mekanizmasının kurulması için baskı yapmak üzere bu anı değerlendirmelidir. Aynı şekilde Pakistan ekonomisini ticaret ve yatırım teşvikleri yoluyla desteklemek, alışılmadık yöntemlere olan bağımlılığını azaltabilirken, Hindistan'ın daha ölçülü bir duruşu Keşmirliler ile genel olarak bölgenin sakinleri arasındaki güveni yeniden inşa edebilir.

Bu ganimet için yapılmış bir savaş değildi ve taraflardan hiçbiri zafer kazanmadı. Aksine bu savaş, Güney Asya'nın uçurumun eşiğinde olduğunun acı bir hatırlatıcısı ve Delhi ile İslamabad liderlerine kalıcı bir barış için gereken sıkı ve zorlu çalışmaya başlamaları yönünde acil bir çağrıydı.