Beş bilim insanı yanıtladı: "Uzaylılar var mı?"

ABD'de geçen yıl Tanımlanamayan Hava Olayları Görev Gücü kurulmuştu (AP)
ABD'de geçen yıl Tanımlanamayan Hava Olayları Görev Gücü kurulmuştu (AP)
TT

Beş bilim insanı yanıtladı: "Uzaylılar var mı?"

ABD'de geçen yıl Tanımlanamayan Hava Olayları Görev Gücü kurulmuştu (AP)
ABD'de geçen yıl Tanımlanamayan Hava Olayları Görev Gücü kurulmuştu (AP)

Nisan 2020'de yayımladığı UFO görüntüleriyle dünya gündemine damga vuran Pentagon'un, 25 Haziran'da konuyla ilgili raporunu sunması bekleniyor.
Göreve geçen ay gelen NASA Başkanı Bill Nelson da 4 Haziran'da, uzay ajansında görevli araştırmacılardan, pilotların son 20 yılda bildirdiği UFO gözlemlerini incelemesini istediğini açıkladı.
Bununla birlikte Dünya dışındaki muhtemel akıllı yaşam ve mikroorganizmalar için pek çok çalışma da yürütülüyor. 
Peki gündemi saran bu konuda uzmanlar ne düşünüyor? The Conversation, 5 bilim insanına "Uzaylılar var mı?" sorusunu sordu ve cevaplarını derledi:

Astrobiyolog Jonti Horner
Bana göre bu sorunun cevabı kesinlikle evet. Fakat bence asıl soru şu olmalı: Uzaylılar bize, onları keşfedebileceğimiz kadar yakın mı?
Zira uzay inanılmaz derecede büyük. Son yıllarda evrendeki hemen hemen her yıldızda gezegen olduğunu öğrendik.
Samanyolu Galaksisi'nde 400 milyar kadar yıldız olduğu tahmin ediliyor. Bunların her birinin 5 gezegeni var diyelim. Bu da yalnızca galaksimizde 2 trilyon gezegen olduğu anlamına geliyor. Ve evrende Samanyolu'ndaki gezegenlerden daha fazla galaksi olduğunu biliyoruz.
Bu kadar fazla sayıda yeri göz önüne alırsak, akıllı ve teknolojik olarak gelişmiş yaşam da dahil olmak üzere, bana göre Dünya'nın yaşam barındıran tek gezegen olduğuna inanmak imkansız.
Ama dünya dışı yaşamı bulacak mıyız? Bu zor bir soru. 1 milyar yıldızdan birinin akıllı yaşama ev sahipliği yaptığını hayal edin.
Bu, galaksimizde teknolojik olarak gelişmiş yaşamın bulunduğu 400 yıldız olduğu anlamına geliyor. Ancak galaksimiz çok geniş. Bir ucundan diğerine 100 bin ışık yılı mesafe var. Yani 400 yıldız, ortalama 10 bin ışık yılı uzaklıkta olabilir. Bu, uzaylı sinyallerini tespit etmek için, en azından şu anda, çok uzak bir mesafe.
Yani uzaylı yaşamının var olduğuna inansam da bunun kanıtını bulmanın son derece zor olduğunu düşünüyorum.

Astrofizikçi Steven Tingay
Evet. Ama bu 'cesur' bir iddia. Bunu şöyle netleştireyim: "Uzaylı" terimini, Dünya dışı yerlerde ikamet eden bütün yaşam formları olarak kabul ediyorum.
Öte yandan şu anda "yaşam"ın tanımı konusunda bir fikir birliği yok. Bu çok karmaşık bir kavram. Ama Dünya'dan başka bir yerde bakteri gibi bir şey bulsaydık, bunu uzaylı yaşamı olarak sınıflandırırdım.
Evren, yüz milyarlarca galaksi içeriyor. Bu galaksilerin her birindeki yıldızların sayısı milyarlara varabiliyor. Dahası, bu yıldızların çoğu en az bir gezegene sahip. Bu gezegen sistemleri, yaşam için gerekli görülen unsurları barındıran zengin bir element karışımından oluşuyor.
Dolayısıyla, yaşamı oluşturan belirli koşulların sadece Dünya'da ortaya çıktığına inanmak zor. Ama bu yaşamın bakteri gibi mi yoksa iletişim kurabileceğimiz heyecan verici "teknolojik olarak gelişmiş bir uygarlık" mı olduğu henüz bilinmiyor.

Gezegen bilimci Helen Maynard-Casely
Dünya dışında bir yerde canlılara benzeyen bir şey bulmamızın an meselesi olduğu kanaatindeyim. Bunun nedeni, Güneş Sistemimizde bildiğimiz yaşama ev sahipliği yapma potansiyeline sahip yerler tespit etmemiz.
Jüpiter'in iki büyük uydusu Europa ve Ganymede'in buz altı okyanuslarını düşünün: Bunlar sıcaklığın uygun ve minerallere erişimin olduğu yerler.
Bu yüzden Satürn'ün uydusu Titan'a yönelik çalışmalar konusunda gerçekten heyecanlıyım. Titan'ın yüzeyinde bir takım ilginç moleküllerin yanı sıra bunları taşıyabilecek aktif hava sistemleri de var.
Bunların hepsi göz önüne alındığında, bir yerlerde aktif yaşam için bir sistem bulmamız kaçınılmaz hale geliyor. Peki bu yaşam formları bize ‘merhaba' diyebilir mi? Bu farklı bir konu.

Uzay teknolojisi uzmanı Rebecca Allen
Soruya cevabım evet. Ama uzaylılar muhtemelen bize benzemiyorlar.
Yalnızca bizim galaksimizde 100 milyardan fazla gezegen (yaklaşık 6 milyarı Dünya'ya benziyor) olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla yaşamın başka bir yerde de var olma ihtimali hemen hemen doğrulanmış durumda.
Ancak "uzaylı" kelimesini duyduğumuzda, gözümüzde genellikle insansı bir yaşam biçiminin görüntüsü canlanıyor. Ancak Dünya'da bile en baskın yaşam biçimi çok daha eski, küçük ve esnektir.
Mikroorganizmalardan bahsediyorum. Bu organizmalar, yaşamın mümkün olmayacağı volkanik yarıkların etrafı gibi yerlerde var olarak bilime meydan okuyor. Uzaylı yaşamının "ekstremofil" (insanlar için ölümcül sayılan zor koşullarda hayatta kalabilen organizmalar) biçiminde olacağına bahse girerim.
Peki ya daha gelişmiş yaşam? Gerçek şu ki uzay çok geniş. Ve Kepler görevinden, bırakın Dünya'ya benzeyen bir gezegen tanımlamayı, başka dünyalar bulmanın zor olduğunu öğrendik. Yaşamın Dünya'da gelişmesinin milyarlarca yıl sürdüğü gerçeğini de hesaba katın. İnsanlara benzeyen bir uzaylı türünü bulma şansımız çok zayıf.

Astrobiyolog Martin Van-Kranendonk
Bu soruya cevabım hayır. Tamamen ampirik verileri kullanırsak ve sorunun, Dünya dışındaki herhangi bir yaşam türüne atıfta bulunduğunu varsayarsak, o zaman cevap (bildiğimiz kadarıyla) hayır olmalıdır.
Ancak elbette, bu soruyla ilgili bilgimiz sınırlı. Evrenin her bir noktasını yaşam konusunda henüz araştırmadık. Başka bir kimyasal sistemde yaşamı neyin oluşturduğunu bilmiyoruz. Dünya'da bile karbon temelli yaşamın, üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanımı yok.
Cevabımı bir açıklık getirseydim "Bilmiyorum" derdim. Aslında bu soruya asla kesin olarak cevap veremeyebiliriz. Ancak bunu anlama yolunda yürütülen pek çok çalışma var.
Belki bir gün gezegenler arası komşularımız olup olmadığını veya gerçekten yalnız olup olmadığımızı öğrenebiliriz. Belki de asla öğrenemeyeceğiz.
Independent Türkçe, The Conversation



Örümcekler okyanuslardan çıkmış olabilir

Arizona Üniversitesi araştırmacıları, daha önce at nalı yengeçlerinin atası olduğuna inanılan ve soyu tükenmiş bir Kambriyen türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini inceledi (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)
Arizona Üniversitesi araştırmacıları, daha önce at nalı yengeçlerinin atası olduğuna inanılan ve soyu tükenmiş bir Kambriyen türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini inceledi (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)
TT

Örümcekler okyanuslardan çıkmış olabilir

Arizona Üniversitesi araştırmacıları, daha önce at nalı yengeçlerinin atası olduğuna inanılan ve soyu tükenmiş bir Kambriyen türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini inceledi (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)
Arizona Üniversitesi araştırmacıları, daha önce at nalı yengeçlerinin atası olduğuna inanılan ve soyu tükenmiş bir Kambriyen türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini inceledi (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)

Erin Keller Son dakika haberleri ve gündem muhabiri 

Arizona Üniversitesi araştırmacıları, daha önce at nalı yengeçlerinin atası olduğuna inanılan ve soyu tükenmiş bir Kambriyen türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini inceledi (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)

500 milyon yıllık bir fosilin analizine dayanan yeni araştırma, örümcekler ve diğer araknidlerin denizden gelmiş olabileceğini öne sürüyor.

Bilim dergisi Current Biology'de salı günü yayımlanan araştırmaya göre, "mükemmel şekilde korunmuş" örnek, bu canlıların kara hayatına uyum sağlamadan önce yüzdüğü fikrini destekliyor.

Arizona Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, bir zamanlar at nalı yengeçlerinin atası olduğu düşünülen ve nesli tükenmiş bir Kambriyen dönemi türü olan Mollisonia symmetrica'nın fosilleşmiş beynini analiz etti. Bununla birlikte çalışma, bu canlının sinir yapısının modern örümcekler ve akrabalarına daha çok benzediğini ortaya koydu ki bu da araknidlerle daha önce düşünülenden daha yakın bir evrimsel bağa sahip olduğunu işaret ediyor.

Mollisonia'nın vücudunun prosoma adı verilen ön kısmı, beş çift uzantıyı kontrol etmek üzere yayılan bir sinir demetleri örüntüsüne sahip. İlaveten örümceklerde ve diğer araknidlerde bulunan dişlere benzeyen bir çift kıskaç benzeri "pençelere", bölünmemiş beyninden kısa sinirler uzanır.

Araştırmacılar, fosilin bir ilk araknid olarak tanımlanmasını sağlayan en önemli özelliğin, beyninin benzersiz organizasyonu olduğunu söyledi: Modern kabuklular, böcekler, çıyanlar ve at nalı yengeçlerinde görülen önden arkaya düzenlemenin tersi, bu fosilin beyninde var.  

Arizona Üniversitesi'nde ders veren Nick Strausfeld başyazarı olduğu araştırma hakkında yaptığı açıklamada, fosilin beyninin modern örümceklere benzer şekilde "geriye doğru çevrilmiş" gibi göründüğünü söyledi.

Bu arkadan öne beyin düzenlemesi, hareket kontrolünü artıran sinir kısayolları sağlayan, çok önemli bir evrimsel adaptasyon olabilir.

Araştırmaya göre bu keşif, çeşitlenmenin yalnızca ortak bir atanın karaya geçişinden sonra gerçekleştiğine dair yaygın inancı sorgulanmasına neden oluyor. Daha önceki fosil kanıtları, araknidlerin yalnızca karada yaşayıp evrimleştiğini öne sürüyordu.

Görsel kaldırıldı.Mollisonia'nın vücudunun ön kısmı ya da prosoma, beş çift uzantıyı kontrol etmek üzere yayılan bir sinir demetleri düzenine sahip (Nick Strausfeld/Arizona Üniversitesi Sinirbilim Bölümü)


Strausfeld, "Araknidlerin ilk ne zaman ve nerede ortaya çıktığı, atalarının ne tür keliserliler olduğu ve bunların at nalı yengeçleri gibi deniz türü veya yarı sucul olup olmadığı hala şiddetle tartışılıyor" dedi.

Mollisonia benzeri araknidler karadaki yaşama adapte olurken, muhtemelen ilk böcekler ve kırkayaklarla beslendi. Bu ilk araknidler, önemli bir savunma mekanizması olan böcek kanatlarının evrimini de etkilemiş olabilir.

Araştırmacılar, Mollisonia'nın soyunun muhtemelen örümceklere, akreplere, böğlere, kırbaç akreplerine ve kamçılı akreplere yol açtığını söylüyor.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news