Berlin konferansları ve Libya'nın "zorlu" sorunları

Şarku’l Avsat, paralı askerler, seçimler, askeri kurumun birleştirilmesi ve ABD’lilerin Hafter ile anlaşmazlığı başlıklarında inceleme yaptı.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
TT

Berlin konferansları ve Libya'nın "zorlu" sorunları

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (solda), Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş iki gün önce Berlin’de bir araya geldiler. (AFP)

Libya, 2020 yılında düzenlenen ilk Berlin Konferansı ile 2021 yılında yapılan ikinci Berlin Konferansı arasında birçok değişime sahne oldu. Silah ambargosuna uyulması, yabancı paralı askerlerin Libya’ya gönderilmemesi ve siyasi çözüme teşvik edilmesi gibi iki konferansın sonuçları büyük ölçüde birbirine benzese de iki tarih arasında önemli gelişmeler yaşandı. Hiç şüphesiz bu gelişmelerin en öne çıkanları Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) Trablus’a yaptığı taarruzun kırılması, yeni bir birlik otoritesinin kurulması ve bu otoritenin uluslararası alanda tanınmasıydı.
İkinci Berlin Konferansı uzlaşmalarına rağmen Libya krizinin çözüm yolunu tıkayan en zorlu sorunlar ise şöyle sıralandı:

Paralı askerler
İkinci Berlin Konferansı, yabancı savaşçıların Libya'dan çıkarılması gerektiğine dair bir uzlaşı ile sona erdi. Ancak bu gerekliliği yerine getirecek mekanizmalar halen belirsiz. Türkiye ve Rusya'nın, Suriyeli savaşçıları partiler halinde Libya'dan çıkarmaya başlama konusunda kendi aralarında uzlaştıkları duyuruldu. İlk partinin her iki taraftan da 300’er savaşçıdan oluşması şart koşuldu. Bu, yeni Libya otoritelerini ülke üzerindeki egemenliklerini yayma girişimlerinde destekleyen oldukça sembolik bir işaret olacak. Ancak sembolik önemine rağmen bu adım tüm paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların Libya'dan çıkarılması belirli bir zaman çizelgesi ile tamamlanmazsa oldukça sınırlı kalacak. Zira gerçek şu ki her iki taraftan da 600 Suriyeli, sadece yolcu uçakları ile iki seferde Libya’ya geri dönebilir. Ayrıca güvenlik şirketi Wagner’den Rusların yanı sıra Suriyeliler, Çadlılar, Sudanlılar ve Tunuslular da dahil olmak üzere binlerce sayıda oldukları tahmin edilen paralı askerler ve yabancı savaşçılar denizinde sadece bir damlayı oluşturuyorlar..
Paralı askerlerin sınır dışı edilmesi konusunda fiilen anlaşılmış ve bu başlatılmış olsa bile Türkiye’nin batı Libya'daki rolüyle ilgili temel bir tartışma devam edecek. Zira iddialar, Türkiye’nin Birinci Berlin Konferansı sonuçlarının tersinde hareket ettiği yönündeydi. Türkiye insansız hava araçları (İHA), füze sistemleri ve gelişmiş sinyal bozucu cihazlar da dahil olmak üzere birçok teçhizatı Batı Libya'ya sevk eden bir hava ve deniz köprüsü oluşturdu. Türkiye’nin o zamanlarda yaptığı müdahale, Trablus Savaşı’ndaki dengeleri değiştirdi. Böylece Mareşal Halife Hafter liderliğindeki LUO ve Batı Libya'nın bazı bölgelerine konuşlanmış olan Wagner’in paralı askerleri (LUO varlığını inkar etmekte ısrar ediyor) yenilgiye uğratıldı. İkinci Berlin Konferansı’nda Türkiye duruşunu açıkça gösterdi. Konferans sonuçları, yabancı savaşçıların sınır dışı edilmesi ile ilgili maddeye ilişkin Türkiye tarafından resmi bir çekince kaydedilerek yayınladı. Zira Türkiye, Libya’daki askerlerinin yabancı olarak görülmesine karşı. Bu tutum, İkinci Berlin Konferansı’ndan önceki günlerde Türk yetkililer tarafından da dile getirildi. Yetkililer Libyalılar ile aralarındaki ilişkinin 500 yıl önceye dayandığını vurgulayarak Osmanlıların Libya ile tarihi bağlarına işaret ettiler.
Türkiye'nin Libya kartından vazgeçmeye niyeti olmadığı artık aşikar. Nitekim Libya'dan (Türkiye ve diğer yabancı taraflar) çekilmeye hazırlanmıyor. Batı Libya'nın askerlerini doğudakilerle denge kuracak şekilde eğittiği ifade ediliyor.
ABD'li yetkililerin İkinci Berlin Konferansı’nda Suriyeli savaşçıları tanımlamak için “paralı askerler” kelimesini kullanmaktan kaçınıp “yabancı savaşçılar” kelimesini kullanmakta ısrar etmesi Türkiye'nin tutumunu yumuşatmaya çalıştıklarının bir göstergesiydi. Bunun sebebi belki de Türkiye kartını Rusya’ya karşı kullanmak istemeleri olabilir. Nitekim ABD'liler Wagner’i özel bir güvenlik şirketi olarak görmüyor ve şirketin Kremlin'i temsil ettiğini iddia ediyorlar.
2’nci Berlin Konferansı Türklere ve Ruslara yabancı savaşçıların Libya’dan çıkarılması konusunda aralarında uzlaşma özgürlüğü tanıdığı için bu durum, Libya’da yeni bir “Suriye senaryosu” olduğuna işaret ediyor. Zira Suriye’de Türkler ve Ruslar “gerilimi düşürme bölgeleri” konusunda koordinasyon sağlamakla yetinmeyip gerilim bölgelerinde ortak devriyeler yürütüyorlar. Ancak burada şuna işaret etmeliyiz ki Libya’daki tablo Suriye’dekinin tam tersi. Suriye’de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan yönetime karşı olan Türkiye,  Libya’da BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile arasındaki anlaşmadan dolayı bulunduğunu söylüyor. Elbette Rusya ile ilgili olarak da bunun tam tersi geçerli. Rusya, Suriye’de “meşru hükümetin davetiyle” bulunuyor ancak Libya’da durum tam tersi.

Seçimler
İkinci Berlin Konferansı’nın sonuçları bu yıl 24 Aralık'ta Libya'da yapılması planlanan seçimlere doğru ilerlemeyi öngörüyor. Ancak bu seçimler konusunda halen birçok belirsizlik var. Örneğin aynı anda hem yasama seçimleri hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mi düzenleneceği yoksa yeni parlamentonun Libya’nın gelecek cumhurbaşkanını mı seçeceği henüz kesin değil. Seçimler için anayasal mekanizma henüz hazır olmadığı için Batı Libya’dan cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmemesi konusunda ısrarcı sesler yükseliyor. Hatta bu kişiler, sandıkla da olsa iktidara yeni bir “diktatör” gelmesini engellemek amacıyla yeni bir savaş başlatma tehdidinde bulunuyorlar. Söz konusu kimseler, özellikle Libya’nın devrik lideri Albay Muammer Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam Kaddafi'nin veya Mareşal Halife Hafter'in aday olmasını istemiyorlar. Seyfülislam’ın aday olmasını istemeyenler bu tutumlarının babasının döneminin geri dönüşünü temsil etmesinden ve 17 Şubat 2011 ayaklanmasında babasının rejimini devirenlerden intikam alma ihtimalinden kaynaklandığını söylüyorlar. Buna ek olarak Seyfülislam ayaklanmayı bastırma ve yabancı askerleri ülkeye getirme sürecine karıştığına yönelik iddialarla Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından da aranıyor. İngiltere merkezli The Times geçtiğimiz günlerde Seyfülislam’ın gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyacağını aktardı. Ancak gerçek şu ki, Zintan Devrimcileri yıllar önce serbest bırakıldığını açıkladığından bu yana Seyfülislam'ın nerede olduğu bilinmiyor. Mareşal Halife Hafter ise henüz resmi olarak Libya cumhurbaşkanlığına adaylığını koymadı. Ancak bunu yapmak isteyeceği düşünülüyor. Ne var ki geçen yıl başkente düzenlediği harekatın engellenmesi sonucunda “Trablus’ta yenilgiye uğratılması” imajını büyük ölçüde zedeledi. Ayrıca Batı Libya'daki aktörler de bu başarısız saldırısını aralık seçimlerine adaylığını koymasını istememelerinin gerekçesi olarak kullanıyorlar.
Libya Temsilciler Meclisi önümüzdeki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nasıl yapılacağını henüz açıklamadı. Ancak 1 Temmuz’a doğru açıklama yapması bekleniyor. İkinci Berlin Konferansı’nın sonuçlarına göre başta ABD olmak üzere Libya’daki seçimlerin zamanında yapılmasına yönelik bir istek var. Temsilciler Meclisi seçimlerin anayasal dayanağı üzerinde uzlaşamazsa, 74 üyeli Libya Siyasi Diyalog Forumu (LSDF) senaryosu tekrarlanacak gibi görünüyor. LSDF bu yılın başlarında Cenevre’de Fayiz es-Serrac başkanlığındaki UMH’nin yerine Muhammed el-Menfi liderliğinde yeni bir Başkanlık Konseyi ve Abdulhamid ed-Dibeybe başkanlığında yeni bir Uluslararası Birlik Hükümeti seçmişti.

Askeri kurumun birleştirilmesi
Libyalı taraflar ve yurt dışındaki destekçileri arasındaki gözle görülür fikir ayrılıkları olması nedeniyle Libya askeri kurumunu birleştirmeye yönelik girişimler halen yerinde sayıyor. Batı Libya’da açık bir şekilde Türkiye tarafından, gizliden gizliye ise ABD tarafından desteklenen taraflar, Mareşal Halife Hafter’in LUO Komutanlığı yetkisini kabul etmezken Hafter, Batı Libya’da kaybetmesine rağmen denklemde çıkarılması kolay görünmüyor. Hafter’i savunanların başlattığı Onur Operasyonu sayesinde Libya’nın silahlı İslamcı grupların eline düşmesini engelleme konusunda oynadığı büyük role atıfta bulunuyorlar. Pek çok zorluğa rağmen Onur Operasyonu, düzenli kuvvetlerin bir kısmını yeniden kurmayı ve içlerinde DEAŞ ve El-Kaide bağlantılı grupların da bulunduğu silahlı İslamcı grupları büyük şehirlere (Bingazi ve Derne gibi) girmelerinin ardından ülkenin tüm doğusundan çıkarmayı başarmıştı. Ancak Hafter’in doğuda elde ettiği zaferler Türkiye’nin işin içine dahil olması ile batıda tekrarlanamadı. Daha da ötesi, Mısırlılar Sirte’den Cufra’ya uzanan ve doğu Libya’ya yönelik operasyonun durdurulmasına yardımcı olan kırmızı bir çizgi çekmemiş olsaydı, Hafter’in durumunun çok daha kötü olacağına yönelik bir görüş var. Bununla birlikte doğudaki askeri kurum ile batıdaki ordu arasındaki temaslar, Birinci Berlin Konferansı sonucunda oluşturulan 5+5 Komitesi aracılığıyla devam ediyor. Komite, geçen yıl ekim ayından bu yana yürürlükte olan ateşkesin kalıcı hale getirilmesini ve doğu ve batı Libya arasındaki sahil yolunun (Sirte-Misrata yolu) açılmasını tartışıyor.

ABD’nin tavrı ve “Hafter sorunu”
Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetimi Mareşal Halife Hafter’den memnundu ve hatta eski Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın da dediği gibi hızlı olması şartıyla Trablus taarruzunu onaylamıştı. Ancak görünen o ki yeni ABD yönetimi selefinden farklı düşünüyor. Biden yönetimi şu an ABD'nin Trablus Büyükelçisi ve aynı zamanda Libya Özel Temsilcisi olan Richard B. Norland tarafından oluşturulan politikayı izliyor. Norland’ın Hafter ile ilişkisinin iyiye gitmediği herkesçe biliniyor. Öyle ki Norland, 2019’da büyükelçi olarak atandığı günden bu yana Hafter’in Trablus’a yönelik saldırısını engellemek için çalıştığını açıkça söylüyor.
ABD Yakın Doğu Asya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Müsteşarı Joey Hood perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Hafter’i eleştirerek LUO’nun ülkenin güneyinde yaptığı son saldırının kabul edilemez olduğunu söyledi. Ancak LUO bölgede DEAŞ’a bağlı hücrelerin en az iki saldırı düzenlemesi üzerine terörle mücadele etmek için böyle bir saldırı başlattığını savundu. DEAŞ’ın düzenlediği intihar saldırısı ordudan üst düzey bir yetkilinin yaşamına mal olmuştu. Hood, Hafter'in saldırısı ve DEAŞ'ın aktif olduğu Cezayir sınırının kapatıldığı duyurusuna ilişkin konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Sınırların kapatılması gibi tek taraflı eylemler uluslararası toplum tarafından desteklenmiyor. Böyle bir şeyin siyasi geçiş sürecine zarar vereceğini düşünüyoruz. LSDF’ye göre Libya kanunları uyarınca Libya ordusunun komutanının işlerini yürüten Başkanlık Konseyi’dir. LUO şu ana kadar siyasi sürecin yol haritasını destekledi. Aralık ayında yapılacak ulusal seçimlere riayet etmek de dahil olmak üzere bunu yapmaya devam etmesi gerekiyor.”
ABD tarafından gelen bu sözler, Trablus yetkilileri ile LUO güçleri arasındaki çatlağı daha da derinleştiriyor. Bu çatlak, Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki yeni hükümetin Misrata’da düzenlenen askeri bir geçit törenine katılıp Hafter’in Onur Operasyonu’nun yıl dönümü münasebetiyle doğu Libya’da düzenlediği büyük askeri geçit törenine katılmaktan kaçınmasında da açıkça görüldü. Bu tavır, batı hükümetinin Türkiye’nin eğittiği güçlere sadık olduğunu gösteriyor. Bu çatlak DEAŞ’ın son saldırılarının ardından Hafter’in ülkenin güneyinde operasyonlar başlatmasıyla da derinleşti. Nitekim Başkanlık Konseyi üyeleri, Libya ordusunun liderliğinin Hafter’e değil kendilerine ait olduğunu belirterek Hafter güçlerinin güneyde başlattığı harekâta karşı olduklarını duyurdular.



Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
TT

Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)

Tevfik eş-Şenvah

Yemen’in meşru hükümeti ve Husiler, on yılı aşkın bir süredir Yemen'in başına bela olan yıkımın sorumlusu olarak birbirlerini suçlamaya devam ediyor. Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-Eryani dün yaptığı açıklamada, İran destekli Husilerin 2014 yılındaki darbeden bu yana ‘Yemen'in altyapısı ve ekonomisindeki yıkımın başlıca nedeni olmakla’ suçladı.

Aynı zamanda uluslararası meşruiyete sahip Yemen hükümetinin sözcüsü olan Eryani, Husilerin kurtarılmış bölgelerdeki hayati tesislere sistematik saldırılar düzenlediğini, örneğin 30 Aralık 2020 tarihinde Aden Uluslararası Havalimanı'na İran yapımı balistik füzelerle düzenledikleri saldırıda 25 kişinin öldüğünü, 110 kişinin de yaralandığını ve havalimanının altyapısının zarar gördüğünü söyledi. Husilerin 2022 yılında da Hadramut ve Şebva'daki petrol ihracat edilen limanlara yönelik saldırılarda bulunduklarını belirten Eryani, bunlar arasında insansız hava araçları (İHA) ve balistik füzeler kullanılarak ed-Debba ve Neşime limanlarına yönelik saldırıların da olduğunu ifade etti.

Yemenli Bakan, söz konusu saldırıların Husilerin iddia ettiği gibi Yemen'i ya da Gazze'yi savunmak için değil, Yemen'i yok etmeyi, halkını yoksullaştırmayı ve bölgenin güvenliğini baltalamayı amaçlayan İran gündemini uygulama stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi.

Husilerin Kızıldeniz'deki uluslararası gemilere yönelik saldırıları da dâhil olmak üzere çeşitli maceraperestliklerinin, ABD ve İngiltere tarafından ‘Refahın Muhafızı Operasyonu’ kapsamında geçtiğimiz yıl ocak ayında başlayan askeri saldırılarını tetiklediğini söyleyen Eryani, bu saldırıların yıkımın birincil nedeni olmadığını, daha ziyade Husilerin saldırılarına karşı bir yanıt olduğunu vurguladı.

Öte yandan Husiler, Yemen halkının çektiği acılardan başta Yemen’in meşru hükümeti olmak üzere ABD ve müttefiklerinin sorumlu olduğunu söyledi. ABD merkezli haber kanalı NBC tarafından aktarılan Husilere bağlı medya organlarının haberlerine göre Husiler, 17 Mart 2025 tarihinde 53 kişinin ölümüne ve 98 kişinin yaralanmasına neden olan ABD’nin son saldırılarını ‘suç teşkil eden saldırganlık’ olarak nitelendirdi. Kızıldeniz’deki gemilere ve askeri hedeflere yönelik saldırılarının dış müdahaleye ve Gazze'ye uygulanan kuşatmaya karşı savunma amaçlı bir yanıt olduğunu vurgulayan Husiler, Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını açıkladılar.

Medyada yer alan haberlere göre Husilerin Kızıldeniz’de uluslararası gemilere yönelik saldırıları ülke içindeki popülariteleri ve saflarına savaşçı çekme hızını arttırdı. Uluslararası toplumu kendileriyle etkileşime girmeye zorladılar ve Yemen'in resmi hükümeti olarak tanınmamalarına rağmen popüler bir yankı uyandırdılar. Nüfuzları zayıf olmasına rağmen İsrail'e füze atmalarının ardındaki gizli amaçlarından biri de buydu.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği habere göre Yemen hükümeti, İran'ı, ‘Birleşmiş Milletler (BM) silah ambargosunu ihlal ederek Husileri İHA ve balistik füzeler gibi çeşitli silahlarla desteklemekle’ suçluyor. Buna karşın İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı Hüseyin Selami, İran medyasına yaptığı açıklamada, Tahran'ın Husilerin kararlarını doğrudan kontrol ettiği iddialarını reddederek Husilerin kararlarını bağımsız bir şekilde aldıklarını vurguladı. Ancak Yemen hükümeti çevreleri İran'ın desteğinin Husilerin eylemlerinin ana kaynağı olduğunda ısrar ediyor.

Yemen hükümeti, ABD'nin hava saldırıları sonucunda Husilerin kontrolündeki limanlarda meydana gelen ağır kayıpların ardından ‘Husiler Yemen'e yıkım getiriyor’ etiketiyle (hashtag) bir sosyal medya kampanyası başlattı. Kampanyanın amacının ‘Husilerin suçlarını ifşa etmek ve ülke kaynaklarına verdikleri zararın boyutlarını ortaya koymak, altyapı ile ekonomik ve sivil tesislerin tahrip edilmesinden ve bunların savaş amacıyla kullanılmasından onları tamamen sorumlu tutmak’ olduğu belirtildi.

Husiler cuma günü, ABD'nin Yemen'in batısındaki Hudeyde ilinde bir petrol ihracatı limanına gece boyunca düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısının 80'e yükseldiğini ve bu sayının Washington'ın bir ay önce başlattığı yoğun hava saldırılarının en ölümcülü olduğunu açıkladılar.

Bu arada saldırılar şiddetlenmeye devam ederken, ABD ile İran arasındaki müzakereler Umman’ın başkenti Maskat'ın ardından Roma'da tüm hızıyla devam ediyor. Basında yer alan haberlerde, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'la bölgedeki birçok karmaşık meseleyi görüşmek üzere bir araya gelmesinin ardından gerilimin azalacağına dair umutlar ifade edildi.