İran hükümeti: Tahran'daki patlama dışarıdan bir saldırı değil

İran polisi, Cumartesi günü erken saatlerde bir patlama sesi duyulmasının ardından devlet televizyonu binası önünde konuşlandı (IRNA)
İran polisi, Cumartesi günü erken saatlerde bir patlama sesi duyulmasının ardından devlet televizyonu binası önünde konuşlandı (IRNA)
TT

İran hükümeti: Tahran'daki patlama dışarıdan bir saldırı değil

İran polisi, Cumartesi günü erken saatlerde bir patlama sesi duyulmasının ardından devlet televizyonu binası önünde konuşlandı (IRNA)
İran polisi, Cumartesi günü erken saatlerde bir patlama sesi duyulmasının ardından devlet televizyonu binası önünde konuşlandı (IRNA)

İran devlet televizyonu, geçtiğimiz Cumartesi erken saatlerde Tahran'ın kuzeyinde devlet televizyonu binası yakınında bulunan Millet Parkı’nda, 'belirsiz bir cismin' patladığını, olayda can kaybının olmadığını bildirdi. 
İran hükümet sözcüsü Ali Rebii, bu gizemli patlamanın, son birkaç ay içinde İran'ın nükleer tesislerini yönelik "sabotaj" eylemlerine benzediği iddiasını reddetti. Hükümet sözcüsü Ali Rebii dün düzenlediği haftalık basın toplantısında devlet televizyonu binası yakınındaki Millet Parkı'nda meydana gelen patlamanın "milli güvenlik olayı olmadığını" söyledi. Rebii, bu patlamanın, geçtiğimiz Nisan ayında Natanz uranyum zenginleştirme tesisini sarsan patlamaya veya geçen ay başkent Tahran'ın batısındaki bir santrifüj üretim tesisinde meydana gelen patlamaya benzer olduğu iddiasını kesinlikle reddetti.
İran devlet televizyonu, geçtiğimiz Cumartesi erken saatlerde Tahran'ın kuzeyinde büyük bir patlama sesi duyulduğu haberini geçti. Medyada ambulans ve itfaiye ekiplerinin olay yerine gidişiyle ilgili fotoğraf ve görüntüler paylaşılmaya başlandı. Daha sonra yetkililer, olayda mal ve can kaybı yaşanmadığını ve hiçbir etki bırakmayan bir ses bombasının patladığını ifade etmekle yetindiler.
Tahran Emniyet Müdür Vekili Hamid Hüdavend, Cumartesi günü yaptığı açıklamada, olayın sadece bir patlama sesi olduğunu, olay sonucunda bir binada herhangi bir sabotaj veya yangın ya da can veya mal kaybı yaşanmadığını söyledi. Sosyal medyada yayınlanan yangın veya patlama görüntülerini “gerçek dışı ve olayla ilgisi olmayan” görüntüler olarak değerlendiren Hüdavend, Millet Parkı'nda duyulan patlama sesinin bazı ağaçların yaprak ve dallarının düşmesi sonucu olabileceğini ifade etti.
DPA’nın aktardığına göre Hüdavend, yabancı medyanın olaya bir dış saldırı süsü vermek için yaygara çıkardığını ve İran rejimi karşıtı medyanın görevinin ortamı karıştırmak olduğunu dile getirdi.
BBC Farsça, Cumartesi günü patlama alanına bakan bir binanın tepesinden çekilen ve bir televizyon yayın kulesinin yakınından yükselen duman görüntülerinin yer aldığı bir video kaydı yayınladı. Videoda sesi duyulan kişilerden biri, "Devlet televizyonunu hedef aldılar" diyor. Başka bir açıdan çekilen benzer bir video kaydı, devlet televizyonunun yakınında bir beyaz duman kütlesinin yükseldiğini gösteriyor.
Hükümet sözcüsü Rebii dün yetkililerin, patlamanın sorumlularının kimliğini belirlemek için soruşturma başlattığını ve patlamanın bir güvenlik olayı olduğuna dair bir kanıtın olmadığını dile getirdi.
İranlı muhalif web siteleri, İran nükleer programıyla işbirliği yapan Endüstrilerin Genişletilmesi Kurumu’nun binasının hedef alındığını ileri sürerken bazı haberler de patlamanın televizyon binasının bitişiğindeki Tahran Güvenlik Koruma Birimi Sarullah’a ait bir binada meydana gelme ihtimaline işaret etti.
Başkent Tahran'ın batısında geçen ay bir nükleer tesis saldırıya uğradı. Bunun üzerine İsrail merkezli The Intel Lab grubu bu saldırıda santrifüj tesisinde yangın izlerinin görüldüğünü ve tesisin zarar gördüğünü ileri sürdü. Tahran ilk başlarda bu iddiayı yalanlasa da geçtiğimiz Cumartesi akşamı meydana gelen patlamadan bir hafta önce bu iddiayı doğrular nitelikte açıklamalarda bulundu.
İran'da saldırılar nadir olarak gerçekleşse de son yıllarda bir dizi hassas askeri ve nükleer tesis hedef alındı.
İran İsrail'i son yıllarda nükleer programıyla ilgili tesislere birçok saldırı düzenlemek ve İranlı nükleer bilim adamlarını öldürmekle suçlarken İsrail ise bu iddiaları ne yalanlıyor ne de kabul ediyor.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.