Yunanistan Dışişleri Bakanı Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suriye’nin başarısız bir devlet olmasını istemiyoruz. Temsilcimiz, Esed’e itimatnamesini sunmayacak’

Nikos Dendias, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Suudi Arabistan ile ilişkilere övgüde bulundu. Bakan, Atina ile Washington arasında sonbaharda bir savunma anlaşması imzalanacağını söyledi.

Nikos Dendias (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı)
Nikos Dendias (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı)
TT

Yunanistan Dışişleri Bakanı Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suriye’nin başarısız bir devlet olmasını istemiyoruz. Temsilcimiz, Esed’e itimatnamesini sunmayacak’

Nikos Dendias (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı)
Nikos Dendias (Yunanistan Dışişleri Bakanlığı)

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, ülkesinin Suriye’nin ‘başarısız bir devlet’ olmasını istemediğini ve ‘koşulların normalleşmesine katkıda bulunmak’ için Şam’a bir diplomat gönderme kararı aldığını belirtti. Dendias, ancak bu diplomatın Devlet Başkanı Beşşar Esed’e itimatnamesini sunmayacağını söyledi.
Dendias, bir soruya yanıt olarak, Atina’nın Avrupa Birliği’nin (AB) Suriye’nin yeniden inşasına fon sağlamak için ‘Esed rejiminden somut adımlara tanık olma’ kararına bağlılığını sürdürdüğünü dile getirdi. Devlet başkanlığı seçimlerinin sonuçlarını kabul etmediklerini söyleyen Yunan Bakan, AB’nin ‘demokrasiye geçiş, insan haklarına tam saygı ve savaş suçları için hesap verebilirlik’ istediğini de vurguladı. Nikos Dendias, “Esed rejiminin geleceği nasıl gördüğünü öğrenmekle ilgileniyoruz. Anayasa Komisyonu, isterse birtakım adımlar atabileceği harika bir platformdur. Ama bunun olacağını göreceğimizden emin değilim” dedi.
Dendias, Suudi Arabistan ile ilişkilere de övgüde bulunurken, Riyad’ın küresel açıdan ve Avrupa ile Yunan ekonomisi açısından oldukça önemli bir konumda olduğunu söyledi. Bakan, “Suudi Arabistan Krallığı’nın güvenliği bizim için çok önemli. Bu nedenle Riyad ile önemli anlaşmalar imzaladık” dedi. Arap Birliği ile siyasi istişare anlaşmasının önemine ve Kahire ile gelişen ilişkilere dikkati çeken Dendias, “Uluslararası deniz hukuku, egemenlik, hukukun üstünlüğü, AB ile iyi ilişkiler ve göçmenlik sorunları da dahil olmak üzere Mısır ile ortak birçok konu var. Mısır, göç sorununu AB ve Yunanistan’a şantaj yapmak için kullanmıyor” dedi. Bakan, ABD’nin Yunanistan’daki askeri üssünü genişletme kararından ve iki ülkenin bu yılın sonbaharında bir savunma anlaşması imzalama niyetinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
İşte Şarku’l Avsat’ın Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile gerçekleştirdiği röportajın tamamı;

Bölge gezinizi takip ediyordum. Bana bu ziyaret hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bunun arkasındaki sebep nedir? Arap Birliği Başkanı Ahmed Ebu Gayt ile imzaladığınız anlaşmayı nasıl yorumluyorsunuz?
İlk olarak, söylememe izin verilirse eğer, eski ilişkilere sahibiz. Arap ülkeleriyle yüzyıllar öncesine dayanan tarihi bir ilişkimiz var. Arap Birliği Genel Sekreteri ile bunu hesap etmeye çalıştık, yaklaşık 25, 26 asır öncesine, ya da onun gibi bir zamana ulaştık. Bu nedenle Arap Birliği ile kurumsal bir ilişkiye sahip olmak bizim için çok önemliydi. Bunu, çoğu Arap ülkesiyle, özellikle de (söylemem gerekirse) bizim uluslararası sistemle, yani kurallara dayalı sistemle iş yapma şeklimizi paylaşan Arap ülkeleriyle, daha yakın bir anlayışa ulaşma yolunda bir adım olarak görüyoruz.

Ebu Gayt ile istişare amaçlı anlaşma imzalamanın siyasi önemi nedir?
İstişareleri diplomatik bir dil olarak görüyorsunuz, ancak durum böyle değil. Karşılıklı bir anlayışa ulaşmak istiyorsanız, bazı şeyleri görüşmelisiniz. Fikirlerinizi ifade etmeli ve diğer tarafın olayları kendi açılarından nasıl gördüğünü takdir etmelisiniz. Bu olmazsa da tek taraftan veya diğer taraftan paralel diyaloglardan başka bir şey değil. Saf tesadüfe ilgimiz aynıysa, bu iyi bir şeydir. Değilse, hiçbir şeye ulaşamayız, bunlar sadece hiçbir şeye yol açmayan paralel diyalog çizgileri olarak kalır. Bu nedenle istişare bizim için anlamlı bir şeydir. Arap Birliği ve Arap ülkelerinin bölgede karşılaştığımız koşul ve sorunlara bakış açımızı ve aynı zamanda bölge için hayallerimizi, özlemlerimizi ve hırslarımızı ifade şeklimizi anlamalarını istiyoruz. Biz de onların istek ve arzularını bilmek isteriz. Burası çok karmaşık bir bölgedir ve tarih, mevcut çağın zorluklarına değiniyor. Bu durum ise aramızda çok fazla anlayış gerektiriyor. Bu ise aynı zamanda harika bir fırsattır.

Sayın Bakan, bu soruyu soruyorum çünkü Arap dünyasındaki bazı analistler ve gazeteciler, siz Atina ve Arap Birliği arasındaki bu ilişkiyi kurumsallaştırmaya karar vermişken bölgedeki bazı ülkelerin, örneğin Türkiye ve İran’ın, her zaman Arap Birliği’nin rolünü ve Arap rolünü baltalamaya çalıştıkları izlenimini veriyor.
Türkiye hususunda, bunun olduğunu gördüm. Açık konuşayım, herhangi bir ülkeyi baz almayacağım, ama birçok Arap ülkesindeki meslektaşlarım, bana Türkiye’nin Arap ülkelerini nasıl gördüğüne ve Türkiye’nin hayallerine dair güçlü deliller sundu. Bu hayal ise, bu eski hilafeti eski dönemine döndürme olasılığına olan inancıyla, bir tür neo-Osmanlı hırsıdır. Yunanistan açısından, bölgede yayılmacı bir hırsımız yok ve ulaşmak istediğimiz tek şey, çıkarlarımızın anlaşılması ve bölgedeki dostlarımızınkilerle tutarlı olmalarıdır. Bu bağlamda ve yakın ilişki içinde olduğumuz ülkelerin çoğunun bağlı olduğu uluslararası deniz hukuku bağlamında, hepimiz için daha iyi bir gelecek yaratabileceğimize inanıyoruz. Bu konuda son bir söz söylememe izin verin, Türkiye’nin de bu anlayışın bir parçası olmasını umut ediyoruz. Ama ne yazık ki ve korkarım, bu çok uzun ve meşakkatli bir yol.

18 ayda Kahire’yi 5 kez ziyaret ettiniz, değil mi?
Korfuluyum (Yunanistan) ve bir dışişleri bakanı olarak Korfu’ya gittiğimden daha fazla Kahire’ye gittim. Mısır’ın başkentinde araçtan indiğimde, kendimi tamamen evimde hissediyorum. Orada kapıların, asansörün ve koridorların nerede olduğunu biliyorum. Sayın Samih Şukri (Mısır Dışişleri Bakanı) ile kişisel ilişkilerim var. Söylemem gerekir ki, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’ye ve Mısır için yaptıklarına, yapmaya çalıştıklarına büyük saygı duyuyorum. Ellerinden geleni yapıyorlar ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar.

İkili meseleler, bölgesel meseleler ve dikkate alabileceğiniz diğer ilgili meselelerde Mısır ile paylaştığınız ortak menfaati açıklar mısınız?
Benden Mısır’la olan anlaşmazlık noktalarından bahsetmemi istemeniz çok zor olurdu. Çünkü bunu düşünmek için olağanüstü bir çaba göstermem gerekecekti. Ancak benden Mısır ile yakınlaşma ve anlaşma noktalarını belirtmemi isterseniz, gerçek şu ki, uluslararası deniz hukuku, egemenlik, hukukun üstünlüğü, AB ile iyi ilişkiler ve göç sorunu dahil birçok konu ve durum var. Mısır, Yunanistan’a veya AB’ye şantaj yapmak için göç sorunlarını bir araç olarak kullanmıyor. 2017’den sonra Mısır’dan Avrupa’ya göç akışı yok. Bölgede ve Libya’da genel istikrar durumuna tanık oluyoruz. Demek istediğim şu, ne zaman düşünsem, Mısır’la çeşitli konularda çok iyi bir anlayışa sahip olduğumuzu görüyorum.

Akdeniz’de gaz ve deniz ilişkilerinin ana ilişki olduğunu söylersem yanılır mıyım?
Hayır, hata olmaz. Mısır’dan AB’ye bir enerji tedarik koridoru, bir gaz forumu, boru hatları ve ortak bağlantı noktalarının inşası, ortak ve daha iyi bir ekonomik gelecek yaratma çabalarımızın bir parçasıdır. Şunu söylemem gerekir ki, Yunanistan’daki enerji, ben Yunanistan’ı baz alıyorum, son derece pahalı. Mısır’dan Yunanistan’a getirebileceğimiz enerji çok daha ucuz. Bu, ekonomimizde sürdürülebilir kalkınma yaratmamıza yardımcı olacaktır. Bu nedenle Mısır ile sonsuz bir ortak çıkarlar listesi var.

Akdeniz’deki gazla ilgili olarak bu bloğu, Mısır, Yunanistan ve diğerleri de dahil olmak üzere 6 ülkeden kurdunuz. Bana hedefler hakkında daha fazla bilgi verebilir misin? Bunlar sadece ekonomik hedefler mi yoksa jeopolitik bir yapıya da sahipler mi?
Pekâlâ, burada belirtmek istediğim tek şey, kendimizi bir blok olarak değil, bir anlayış olarak gördüğümüzdür. Çünkü ortak bir vizyonu, ortak bir geleceği ve ortak çıkarları paylaşıyoruz. Size açık yüreklilikle söylüyorum; Türkiye bu kurallara uyarsa, sadece Türkiye de değil, başka herhangi bir ülke de bloğa katılabilir.
Ve hayır, bu sadece ekonomik çıkarlarla ilgili değil. Ekonomik çıkarlar var ve ekonomik hedeflere, makul bir maliyetle enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaca dayanıyor. Ama bundan daha fazlası bir durum var. Bu, kurallara dayalı toplumun ve kurallara dayalı uluslararası düzenin kabulüne katılımdır. Açıkça yayılmacı olan, kelimenin eski anlamıyla M.S. 19. ya da belki 18. yüzyıllardan kalma ve 21. yüzyılla kesinlikle hiçbir alakası bulunmayan diğer yaklaşımlar karşısında bizi birleştiren de budur. Ancak bazı ülkeler açısından bunun ileriye dönük bir yol olmadığını anlayana kadar bunu söylemek, yapmaktan daha kolaydır.

Oluşturduğunuz bu platforma, yani bahsettiğiniz altı ülkeye paralel olarak elektrik konusunda Kıbrıs ve İsrail’i içeren başka bir platform daha var. Bu doğru mu?
Tabi ki. Kıbrıs konusunda herkes için açık olanı söylüyorum. İsrail ile çok yakın olan ilişkimizi bir kez daha dile getiriyorum. Çok düşük bir noktadan başladık. Yunanistan, muhtemelen 1990’da İsrail devletini tanıyan son Avrupa ülkesiydi. Ama şunu söylemeliyim ki, bölgede ortak bir anlayışa ulaşmak için İsrail’deki dostlarımızla çok çalıştık. Ve şunu da belirtmem gerekir ki İsrailliler bile, Mısır’ın bir devlet olarak istikrarının bölgenin istikrarı ve refahı için temel öneme sahip olduğu konusunda bizimler ortak görüş paylaşıyor. Elbette İsrail ile birçok alanda iş birliği yapıyoruz ve enerji de bunlardan biri.

Ancak merak ediyorum; Neden biri gaz, diğeri elektrik için iki platform var? Mısır neden elektrik platformunun bir parçası değil?
Bu soruya cevap vermek benim yetkimde değil, bu konuyla ilgilenen başka bir bakanlık var. Ama şunu söyleyebilirim; enerji konusunda hepimizin ortak bir anlayışa varacağını ve gelecek için ortak vizyonumuzu paylaşacağımızı düşünüyorum. Bunun er ya da geç gerçekleşeceğini söylemeliyim.

Türkiye ile ilişkilere dair… Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in Haziran ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir görüşme yaptığını zannediyorum. Ama Ankara ile Atina arasındaki ilişkinin gidişatını öğrenmek için hala 20 Temmuz’un son tarih olduğunu duyuyoruz. Neden?  
İlk olarak, Başbakan Miçotakis’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinden başlayacağım. Toplantı iyi geçti. Kişisel düzeyde, gergin ilişki buzlarının eridiği iyi bir toplantıydı. Ama yine de Türkiye’nin gerçekten yolunu değiştirip değiştirmediğini görmemiz gerekiyor. 20 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesini ziyaret edecek. Söyleyeceklerini dinlemek ve ne yapacağını bilmek bizim açımızdan önemli. Çünkü bu söylem, uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına aykırı olursa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Kıbrıs’ta ‘iki devletli çözüme’ karşı olmanız ne anlama geliyor?
Bu benimle, Yunanistan’la ya da Kıbrıs’la ilgili değil. Daha ziyade herhangi bir ‘iki devletli çözüm’ fikrine karşı çıkan, uluslararası hukuk ve BMGK’dır. Temelde ‘iki devletli çözüm’ olmadığını söylememe izin verin. Türk tarafının Kıbrıs sorununa çözüm teşkil etmeyen ‘iki devletli’ önerisi var. Kıbrıs sorununun çözümü, adayı birleştirmektir. Diğer her türlü öneri bir çözüm değildir, aksine uluslararası hukuka aykırıdır.

Yunanistan ve siz, kişisel ve resmi olarak bölge ve onun kilit ülkeleriyle ilişkilere büyük önem veriyorsunuz. Nisan ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret ettiğini zannediyorum ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ile bir anlaşma imzaladınız. Peki Yunanistan- Suudi Arabistan ilişkilerine ilişkin vizyonunuz nedir?
İlk olarak, Suudi Arabistan oldukça önemli bir ülke. İslam dünyasında büyük bir öneme sahip, İslam dinindeki iki kutsal camiyi bünyesinde barındıran bir ülke ve dünyanın en büyük enerji üreten ülkelerinden biridir. Ayrıca dünyanın en büyük enerji üreticilerinden biri olması onu küresel ekonomi, deyim yerindeyse Avrupa ekonomisi ve Yunan ekonomisi için çok önemli bir ülke yapıyor. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın güvenliği bizim açımızdan çok önemli. Bu yüzden onlarla bir anlaşma imzaladık ve bu nedenle Suudi Arabistan’a bir savunma silahı olan Patriot füze bataryası gönderdik. Bu bir saldırı silahı değildir. Suudi Arabistan’a, kimliğini tespit edemediğimiz saldırganlara karşı savunma amaçlı silahlar gönderdik, herhangi bir tarafa saldırmak için değil.
Ayrıca genel olarak İslam dünyası ile ortak bir geçmişi paylaşıyoruz. Arap Birliği Genel Sekreterine, her zaman tekrar ettiğim gibi, eski Yunan yazarlarının kitaplarını kopyalayan ve onları Hıristiyan dünyasına yeniden kazandıran Arap dünyası olmasaydı, bugün bu kitapların bizim tarafımızdan bilinemeyeceğini söyledim. Bu nedenle Arap dünyasına çok şey borçluyuz. Kişisel düzeyde ise, çok iyi ilerleme kaydediyoruz ve bunu zaten biliyorsunuz.
Suudi Arabistan Krallığı ile olan ilişkilerin yanı sıra, Birleşik Arap Emirlikleri ile mükemmel stratejik ilişkilerimiz var, Kuveyt ile büyük ilişkilerimiz var, Bahreyn ile harika bir ilişkimiz var ve Ürdün ile oldukça iyi ilişkilerimiz var. Ayrıca Irak ile oldukça dostane ilişkilere sahibiz. Bahsettiğim tüm bu ülkelerle aramızda tek bir ayrım bulamıyorum. Bu nedenle, ortak çıkarlarımıza ve bölgede ortak refah ve istikrar vizyonumuza dayalı, anlaşmazlıklarımızın olmadığı gerçeğinden yola çıkarak ortak bir gelecek inşa etmeye çalışıyoruz.
Hindistan’a bakalım. Dünyanın en büyük demokrasisi ve büyüyen bir ekonomik gücü olan Hindistan ile iş birliği yapmak istiyoruz. Giriş noktası olarak Yunanistan ile Hindistan, Arap dünyası ve AB arasında bir köprü kurmaya çalışıyoruz.

Peki ya Yemen krizi? Çözüm bulma konusundaki vizyonunuz nedir?
Kesin olan bir şey var; Ateşkes olmadıkça ve Husiler Marib’i ele geçirmeye çalışmaya devam ettikçe durum bu yönde devam edemez. Her şeyden önce ateşkese ihtiyacımız var ve ateşkeste istikrara ulaştıktan sonra bu kriz durumundan bir çıkış yolu bulmaya çalışacağız. Eğer Yunanistan herhangi bir şekilde yardım edebilirse, dostlarımıza yardım etmekten çekinmeyeceğiz. Yunanistan’ın, bir ülke olarak Yemen hakkında çok geniş bir kurumsal bilgiye sahip olduğunu iddia edemem.

Krizleri ve savaşları olan ülkelerden bahsetmişken, Suriye de bunlardan biri. Sayın Bakan, geçtiğimiz haftalarda ve aylarda Şam’daki bazı yetkililerin, ‘Yunanistan’ın Suriye’nin başkentindeki büyükelçiliğini yeniden açmaya karar verdiği’ yönündeki ifadelerini duymuşsunuzdur. Bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz?
Öncelikle, Suriye bizim komşu ülkemizdir. Akdeniz havzasında başarısız bir devletin varlığı, hiç de bizim çıkarımıza değildir. Halihazırda Suriye’den Avrupa’ya büyük bir göçmen akışı var ve bunun için oldukça üzgünüz. Örneğin Suriye’deki Ortodoks Patrikhanesi yoluyla, Suriye ile köklü tarihi ilişkilerimiz var. Suriye’yi böyle bir durumda görmekten üzüntü duyuyoruz. Ancak Esed rejiminin günahlarını unutabilecek veya affedebilecek olan biz değiliz. Yaptığımız şey, sahada mevcut bir durum olduğunun farkına varmaktır, Yunan Maslahatgüzarının sahadaki durumu normalleştirmeye yardımcı olmak, Yunan vatandaşlarına ve Avrupalı vatandaşlara yardım etmek için orada olması gerektiğidir. Ancak Esed rejiminin maslahatgüzarlarına itimat etmiyoruz, onlara itimatname sunmuyoruz. Bu konuda, Avrupalı ​​dost ve ortaklarımızla istişare etmeliyiz. AB Konseyi, kendi başımıza karar vermemek zorunda olduğumuz için Esed rejimine karşı nasıl muamele edileceğine karar verecektir.

Yani büyükelçiliği yeniden açma ve Şam’a büyükelçi gönderme kararı aldığınıza dair bir onay yok mu?
Hayır, Şam’da bir maslahatgüzarımız var, büyükelçi değil. Sahadaki durum bu deneyimi gerektirdiği için kendisi, çok fazla deneyime sahip üst düzey bir isim. Ama Esed rejiminde büyükelçi düzeyinde değil.

Peki ya büyükelçilik?
Şu an başkent Beyrut’tan yürütülüyor ve büyükelçilik çalışmalarının nasıl yürütüldüğü üzerinde duruluyor.
AB Dış İlişkiler Konseyi, yıllar önce yeniden yapılanmaya koşullu katkı kararı aldı. Siyasi süreçte ‘gerçek’ bir ilerleme kaydedilmediği sürece bu katkının, yeniden inşaya bir yararı olmadığını belirtti.
Haklısın. Bu durumları entegre etmeye çalıştık. BM Temsilcisi Geir Pedersen ile sık sık görüşüyorum. Kendisiyle Cenevre’de de çok sık görüştüm ve iyi bir ilişkimiz var. Ona, her şekilde iyi hizmetlerimizi sunduk. Ancak pozisyon ve karar, nihayetinde sizin de söylediğiniz gibi AB’ye ait. Yeniden yapılanma planına kaynak sağlamak için Esed rejiminin somut adımlarını görmemiz gerekiyor. Suriye halkının gerçekten yardımımıza ihtiyacı olduğu için böyle bir adımın atılmaması nedeniyle oldukça üzgünüm, çünkü örneğin seçim sonuçlarını kabul etmiyoruz ve ciddiye almıyoruz. Suriye halkının yaklaşık üçte birinin Suriye topraklarından yerinden edildiğini benden daha iyi biliyorsunuz. Bu durum, hiçbir şekilde kabul edilemez. 21. yüzyılda yaşıyoruz.

O halde Şam’dan aktif katılım veya normalleşme için ne gibi adımlar bekliyorsunuz?
Tekrar ediyorum, AB’nin tek beklentisi demokrasiye geçiş, insan haklarına tam saygı ve savaş suçlarında hesap verebilirliktir. Size yeni bir şey söylemiyorum. AB’nin faaliyet gösterdiği şartlar ve koşullar var. AB, bir ülkeler topluluğudur ve aynı zamanda bir dizi değeri ifade etmektedir.

Bu birçok Suriyeli açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, doğru ifade etmek gerekirse, şimdiye kadar AB’nin normalleşme ve yeniden yapılanma şartlarına bağlı mısınız?
Yeni oldukça açık konuşayım. Suriye’deki mevcut durum uyarınca, örneğin bizim sunmak istediğimiz bariz şey, insani yardım yapabileceğimiz koridorların açılmasıdır. Bildiğiniz gibi şu anda Türkiye’den Suriye’ye insani yardımın sağlanabileceği tek bir koridor var. Ancak daha fazlasına ihtiyacımız bulunuyor. Ve eğer bu olursa, geleceği görmeyi beklerken Esed rejiminin de geleceği nasıl gördüğünü bilmek istiyoruz. AB’ye Suriye halkı için daha iyi bir demokratik gelecek inşa etmeye hazırlandığını nasıl gösterebilir? Anayasa Komisyonu, isterse birtakım adımlar atabileceği harika bir platformdur. Ama bunun olacağını göreceğimizden emin değilim.

Rus ve ABD tarafları, Güvenlik Konseyi’nde yardımların ‘sınırlar aracılığıyla’ erişiminin yenilenmesi için anlaşmaya vardı.
BMGK’yı kastediyorsun?

Evet. Öncelikle bu konudaki yorumunuz nedir? İkinci olarak, sizce bu, ABD’liler ve Rusların birlikte çalışması ve bir uzlaşıya varması için bir başlangıç ​​olabilir mi?
Bir anlaşmaya varabilirlerse harika olur. ABD’liler ve Ruslar arasındaki bir anlayış, Suriye için daha iyi bir geleceğe doğru ilk adım olacaktır. Ama bakalım bu olacak gerçekleşecek mi?!

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ile ilgili bir soru…  Yunanistan ve Türkiye bu örgütün üyesi… Bu karmaşık ilişkileri nasıl tanımlarsınız?
NATO’nun en eski üyelerinden biriyiz ve bu üyelikten gurur duyuyoruz. Buna rağmen bazen örgüt, üye devletleri karşısında eşit mesafelerini koruyor. NATO’nun, bir ittifak dışında, sadece bir ülkeler ittifakı olmadığını hatırlatmak isterim. Daha ziyade belirli değerlere dayanan bir ittifaktır ve bu yüzden, bir üyesi hata yaptığında bunu açıkça söylemesi gerekiyordu. Bunu henüz yapmadı. Bu anlaşılabilir bir durum. Şunu da söyleyeyim, biz üye bir devletten bahsediyoruz. Ancak yine de NATO bir değerler ittifakıdır. Şunu söylemeliyim ki, NATO’nun geleceği ve ittifakın 2030 politikasını kapsamlı bir şekilde ele alıyoruz. NATO’nun değerlerindeki bu unsurunun, bu politika belgesinde nasıl tanımlandığını görmek ilginç olacak.

ABD’liler, Dedeağaç kentindeki deniz askeri üssünü genişletme kararı aldı. Peki, bu durum, Bay Dendias açısından ne anlama geliyor?
Yunan- Amerikan ilişkileri tüm zamanların en yüksek seviyesinde. ABD’liler, son yıllarda Yunanistan ile Türkiye arasında kriz patlak verdiği her zaman doğru şeyleri söylemeye özen gösterdiler. Örneğin, son derece mutlu olduğumu söylemeliyim. Çünkü üç ya da dört hafta önce Bakan Antony Blinken çıktı ve tüm dünya ülkelerine BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne katılmalarını tavsiye etti. ABD’nin kendisinin henüz BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne katılmadığı biliniyor. Bizim açımızdan bu bir zevk, çünkü buna inanıyoruz. Şunu söylemeliyim ki ABD, bölgemizde, özellikle de Ege’de ve Yunanistan-Türkiye ilişkileri bağlamında çok olumlu bir güç. Yunanistan’da daha büyük bir ABD varlığı ve bölgede daha büyük bir ABD varlığı olsaydı mutlu olurdum. Bunu, son derece olumlu bir şey olarak görüyorum.

-Peki ya iş birliği?
ABD ile yeni bir savunma anlaşması müzakere ediyoruz. Umuyorum ki bu müzakereleri, 2021 sonbaharına kadar tamamlayabilir ve bu yeni anlaşmayı, bu yılın sonundan önce imzalayabiliriz. Ancak yine de tüm müzakerelerin önemli düzeyde karmaşıklık içerdiğini görmek zorundayız. Sonuçta hedefimiz bu. ABD’nin bölgemizde oynadığı rol konusunda oldukça iyimser olduğumu söylemeliyim.

Bu, Türkiye’nin güneyindeki İncirlik’te bulunan NATO üssüyle mi ilgili? Bu durum, ABD’nin Yunanistan ile ilişkilerini Türkiye aleyhine genişletmeye çalıştığı anlamına mı geliyor?
Hayır, ABD ile ilişkilerimizin, hiçbir şekilde Türkiye’ye dair uyumsuz olduğunu düşünmüyorum. Söylediğim gibi, Türkiye'nin davranışlarını normalleştirmesini, ‘Batılı değerlere sahip modern bir ülke, demokratik bir ülke ve hukuka saygılı demokrasiler topluluğunun bir ortağı olmayı’ hedeflemesini temenni ediyorum. Bu nedenle ABD ile iletişimimiz, başlı başına bizim için değerlidir. Ama ABD’lilerin Türk dostlarıyla ne yaptığı da bizi ilgilendirmiyor.



Trump'ın Fed başkan adayı, bankaların bağımsızlığını taahhüt etti

Kevin Hassett, 13 Kasım 2025 tarihinde Beyaz Saray'da kameralara konuşurken (Reuters)
Kevin Hassett, 13 Kasım 2025 tarihinde Beyaz Saray'da kameralara konuşurken (Reuters)
TT

Trump'ın Fed başkan adayı, bankaların bağımsızlığını taahhüt etti

Kevin Hassett, 13 Kasım 2025 tarihinde Beyaz Saray'da kameralara konuşurken (Reuters)
Kevin Hassett, 13 Kasım 2025 tarihinde Beyaz Saray'da kameralara konuşurken (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump’ın ekonomi danışmanı ve ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanlığı için en güçlü aday olarak gösterilen Kevin Hassett, Fed’in temel görevinin bağımsızlığını ortaya koymak olduğunu vurgularken, buna karşın başkanın görüşlerinin de ‘önemli olmaya devam ettiğini’ söyledi.

Hassett, CBS televizyonunda yayımlanan Face the Nation programına verdiği demeçte, “Başkanın üst düzey danışmanı olarak, farklı konular hakkında onunla neredeyse her gün konuşuyorum” dedi.

Mevcut Fed Başkanı Jerome Powell’ın görev süresinin gelecek mayıs ayında sona ermesi sonrası bu göreve getirilmesi hâlinde, başkanla istişareyi sürdürüp sürdürmeyeceği sorusuna Hassett, “Para politikasını zaten görüştüm” yanıtını verdi.

Hassett, “Başkan Trump’ın yapılması gerekenlere ilişkin güçlü ve iyi düşünülmüş görüşleri olduğuna inanıyorum. Ancak nihayetinde Fed’in görevi bağımsız olmaktır” ifadelerini kullandı.

Başkanın görüşlerinin Fed Yönetim Kurulu üyelerinin oylarıyla aynı ağırlığa sahip olup olmadığı sorusuna ise Hassett net bir şekilde, “Hayır, kesinlikle değil… Hiçbir ağırlığı olmayacak” cevabını verdi.

“Burada mesele yalnızca görüşün doğruluğu ve veriye dayanıp dayanmadığıdır” diye ekledi.

Trump, 2 Aralık’ta yaptığı açıklamada, 63 yaşındaki Hassett’in Jerome Powell’ın yerine geçmesi için en güçlü aday olduğunu belirtmişti.

Ekonomi alanında doktora derecesine sahip olan Hassett, halen Beyaz Saray bünyesinde faaliyet gösteren ve başkan ile ABD yönetimine ekonomi politikaları konusunda danışmanlık yapan Ulusal Ekonomi Konseyi’nin başkanlığını yürütüyor. Hassett ayrıca, Trump’ın ekonomi politikalarını savunmak üzere sık sık televizyon programlarına katılıyor.

Hassett, Fed başkanlığı için potansiyel aday olarak öne çıkıyor

Trump’ın ilk görev döneminde Hassett, ekonomik araştırma ve analizle görevli bir başka kurum olan Ekonomik Danışmanlar Konseyi’nin başkanlığını yürüttü.

Öte yandan, iç bölünmelerin yaşandığı Fed, çarşamba günü bu yıl üst üste üçüncü kez faiz indirimine gitti. Fed, enflasyonun yüksek seyrini koruduğu ve Trump yönetiminin ikinci döneminde uygulamaya konulan gümrük tarifelerinin ekonomide olumsuz etkiler göstermeye başladığı bir ortamda, iş gücü piyasasına ilişkin artan endişelere işaret etti.

Faiz oranının çeyrek puan düşürülmesiyle hedef aralık yüzde 3,50 ile yüzde 3,75 seviyesine çekildi. Bu oran, yaklaşık üç yılın en düşük düzeyi olarak kayda geçti.

Hassett dün CBS kanalında yaptığı açıklamada, Trump’ın ekonomi politikalarını savunurken, olası bir diğer aday olan Kevin Warsh’a da atıfta bulunarak, “Eğer Fed Başkanı olursa, Kevin Warsh’un da başkanla konuşmasını umuyorum” dedi.

Fed başkanlığına aday gösterilecek herhangi bir ismin, Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu ABD Senatosu’nun onayını alması gerekiyor.

Trump, ilk döneminde atadığı Jerome Powell’ın görev süresini kısaltmaya yönelik girişimlerde bulunmuş, sert eleştiriler ve tekrarlanan şikâyetlerle Powell’ı hedef almıştı. Trump, daha sonra bu atamadan duyduğu pişmanlığı dile getirerek, Fed’in faizleri ‘fazla yüksek’ seviyelerde tuttuğunu savunmuştu.

Trump, çarşamba günü yaptığı açıklamada, Fed’in o gün aldığı kararda politika faizini en az ‘iki katı’ oranında düşürebileceğini söyledi.

Pazar günü Beyaz Saray’da yaptığı açıklamalarda Powell’a yönelik eleştirilerini sürdüren Trump, “Onun liderliği altında sıkıntı çekiyoruz. Yakında faizleri düşürmek isteyen ehil bir Fed başkanına kavuşacağız” ifadelerini kullandı.

Trump, “O yetersiz… Trump karşıtlığı sendromundan mustarip, beceriksiz bir kişi” dedi.


Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.