Biden yönetimi, Kuzey Kore sorununa ‘pratik çözümler’ bulmakta zorlanıyor

ABD’li araştırmacı Bandow, Pekin'in vizyonu farklı olduğu için Kuzey Kore sorununu çözemeyeceğini düşünüyor

Kuzey Kore lideri Kim, komutanlarla siyasi bir programa katıldı (AFP)
Kuzey Kore lideri Kim, komutanlarla siyasi bir programa katıldı (AFP)
TT

Biden yönetimi, Kuzey Kore sorununa ‘pratik çözümler’ bulmakta zorlanıyor

Kuzey Kore lideri Kim, komutanlarla siyasi bir programa katıldı (AFP)
Kuzey Kore lideri Kim, komutanlarla siyasi bir programa katıldı (AFP)

ABD, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması sorununu, Çin'den yardım isteyerek çözmeye çalışsa da Çin, bu dosyaya ABD’den farklı yaklaşıyor. Dolayısıyla ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, bu sorunun çözümüne pratik cevaplar bulmakta zorlanıyor. Pekin’in de çözüme ilişkin hiçbir cevabı olmayabilir. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, iki taraf arasındaki gerilimi yatıştırma umuduyla Çin Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret etti, ancak ziyareti büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış gibi görünüyor.
ABD’li siyasi analist Doug Bandow, ABD merkezli National Interest dergisi tarafından yayınlanan makalesinde, Çin’in cevabının hayal kırıklığı yaratmasına rağmen, Washington'ın Çin yönetiminin Kuzey Kore'yi nükleer silahlardan arındırma konusunda ABD’ye baskı yapmasına yardım etmeye meyilli olduğu yönündeki kör yanılsamasının sona ermesine yardımcı olmuş olabileceğini söyledi.
Sherman, Washington'a geri dönmeden önce Seul'de gerçekleştirdiği toplantılarda, “Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan tamamen arındırılması konusunu birlikte düşünmenin kesinlikle bir iş birliği alanı olduğunu’ vurguladı. Çin’e gerçekleştireceği ziyareti sabırsızlıkla beklediğini ifade eden Sherman, “Birkaç gün içinde Çin'de gerçekleştireceğim görüşmelerde Kuzey Kore meselesinin ele alınacağından şüphem yok... Bu konuda kesinlikle Çin'in çıkarları ve fikirleri var” ifadelerini kullandı. Fakat bu çıkarlar ve fikirler muhtemelen Sherman'ın ‘Biden yönetimi Çin ile ilişkimizi karmaşık olarak tanımladı. Rekabetçi yönleri var, iş birliği yapabileceğimiz zorlayıcı yönleri de var’ şeklindeki açıklamalarıyla örtüşmüyordu. Ne var ki bugünlerde zorlayıcı yönler baskın görünüyor. Esasında iki ülke arasındaki ilişkilerin rekabetçi olmaktan çok çatışmacı hale geldiği söylenebilir.
Cato Enstitüsü'nün kıdemli bir üyesi ve ABD’nin eski başkanlarından Ronald Reagan'ın özel danışmanlığını da yapan Bandow, Çinli yetkililerin geleneksel olarak iki ülke arasında yakın ilişkilerin olduğunu iddia etmesine rağmen, bu ilişkilerin hiç de samimi olmadığını açıkladı.
Joseph Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği, Kim Il Sung'u Kuzey Kore’de iktidara getirmiş, Güney Kore’yi işgal etme planını desteklemeyi kabul etmişti. Bu da Çin Halk Cumhuriyeti'ni etkin bir şekilde savaşa sürükledi.
ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) güçleri, Kuzey Kore ile Çin sınırını belirleyen Yalu Nehri'ne doğru ilerlerken ve Kim'in yönetimine son vermeye hazırlanırken, Çin lideri Mao Zedong Kuzey Korenin yanında yer alarak doğrudan müdahale etmeye karar verdi. Çin ve özellikle (oğlu Kuzey Kore'de ölen) Mao bu kararın bedelini ağır ödediyse de Kim'den teşekkür alamadı. Pyongyang, iki komünist komşusu (Çin ve Sovyetler Birliği) arasında bir denge kurduğu için iki rejim arasındaki ilişkiler zorluydu ve iyi değildi.
Pekin, özellikle Kim Jong-un’un yönetiminin ilk yıllarında Kuzey Kore’ye karşı soğuk bir tutum sergiliyordu. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye ile altı kez görüştü. Ayrıca Kuzey Kore'ye karşı uygulanan BM yaptırımlarını destekledi. Ancak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim ile bir zirve yapmaya karar vermesinin ardından Şi, Kuzey Kore lideriyle ilk görüşmesini ayarladı. Şi, Kim'in daha uzak bir süper güç ve bu nedenle potansiyel olarak daha güvenli gördüğü ABD ile bir anlaşmaya varması halinde Çin'in geri plana düşmesinden korkuyordu.
Doug Bandow, Kuzey Kore'nin uzun süredir Pekin'den bağımsız olma üzerinde çalıştığına ve nükleer silahlara sahip olmanın, Çin'den bağımsız hareket edebilmesi de dahil olmak üzere Kuzey Kore'nin genel olarak bağımsızlığını geliştireceğine inanıyor. Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılması Çin için bir hedef olsa da  tek hedefi değildir. Aynı derecede, daha önemli değilse de bölgesel istikrar da Çin’in hedeflerinden biridir.
Kuzey Kore'nin çöküşü, milyonlarca mültecinin kuzeye gönderilmesine, iç savaşa ve nükleer silahların serbest dolaşımına neden olması ve Kore'nin yeniden birleşmesi için fırsat haline gelip bu yönde baskı yaratması Çin için bir felaket olacaktır. Bu arada Washington'ın Kuzey Kore’ye karşı silah olarak kullandığı ekonomik yaptırımlar, istikrarsızlaştırma tehdidi yoluyla Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılmasını sağlamayı hedefliyor.
 Pekin açısından bir başka engel veya bir başka tehdit ise Güney ve Kuzey Kore’nin yeniden birleşmesidir. Eğer bu gerçekleşirse Güney Kore’nin ABD’nin müttefiki olması Amerikan güçlerinin Yalu Nehri kıyılarına konuşlandırılması anlamına gelecektir. Washington ve Pekin arasındaki mevcut ilişkinin durumu da bu konuyu önemli hale getiriyor. Çinli yetkililer, Sherman'a ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti'nin yükselişini durduramayacağını açıkça söylediler.
Bandow, Çinli yetkililerin ABD'nin Çin’i koordineli bir şekilde kuşatma faaliyeti yürüttüğünü düşündüklerini, bu yüzden Washington'a bu doğrultuda yeni askeri üsler eklemesini sağlayacak araçlar vermeyi kesinlikle istemediklerini söyledi. Kuzey Kore’nin, ABD ve Güney Kore arasındaki iş birliğini bozan tartışmalı bir konu olarak aynı derecede önemli olduğunun altını çizen Bandow, bugün Şi Cinping ve ortaklarının ABD’ye yardım etmeyeceklerini düşünüyor.
Bu durum, Sherman ve meslektaşlarını, Çin’in rolünü ve Çin'in bu konuyu nasıl ele alınacağını yeniden düşünmeye sevk etmelidir. İş birliği genellikle her iki taraf da bunu yapmanın kendi çıkarlarına olduğuna inandığında gerçekleşir. Washington, ABD’nin davasını desteklemek için politika değişiklikleri sunarken bunu Çin'e için netleştirmeli.
Mesela, Kuzey Kore ekonomik baskı altında çökerse ABD ve Güney Kore ne yapardı? Belki mültecilerle uğraşmanın ekonomik maliyetini paylaşmayı teklif edebilirler. Yahut Çin'in taraflar arasındaki savaşları durdurmak, kitlesel göçü önlemek, kaçak nükleer silahları toplamak, acil yardım sağlamak veya benzeri amaçlar için geçici askeri müdahalesine karşı çıkmayacaklarını açıkça belirtebilirler. Ya da Pekin ile ortak operasyonlar önerebilirler. Bu arada iki müttefik de Kuzey Kore sonrasının nasıl görünebileceği ile ilgilenmeliler.
Örneğin, ABD, Kore Yarımadası'ndaki askeri varlığını Çin Halk Cumhuriyeti'ne karşı kullanmak üzere genişletmeyeceğine söz verebilir, Güney ve Kuzey Kore’nin birleşmesi halinde Kore Yarımadası’ndaki askerlerini geri çekmeyi de taahhüt edebilir.
Seul, kendi adına, askeri tarafsızlığı sürdürme sözü verebilir. İki ülke (ABD ve Güney Kore), Karşılıklı Savunma Anlaşması’nı feshetmeyi veya revize etmeyi kabul edebilir. Bandow, ilke olarak, Kuzey Kore'nin nükleer silahlardan arındırılması konusunda baskı yapmak için Çin'den yardım ummanın yanlış bir şey olmadığını, yine de Biden yönetiminin, Çin’in Pyongyang'ın hayatta kalmasını sağlamaya odaklanırken yardım sağlayarak ve yaptırımları hafifleterek, müttefiklerin uyguladığı ekonomik baskıya karşı koymaya devam edeceğini de göz önünde bulundurması gerektiğini vurguladı.
Doug Bandow makalesini, bunun iki taraf (Çin ve ABD) arasındaki iş birliği olasılığının düşük olduğu ve Washington'ın Kuzey Kore'nin sadece hayatta kalmakla kalmayıp nükleer cephaneliğini genişlettiği bir gelecek hakkında da düşünmeye başlaması gerektiği anlamına geldiğini söyleyerek bitirdi. En kötüsünü planlarken en iyisini ummanın, ABD’nin Kuzey Kore ile ilişkilerinde uygulayacağı en iyi felsefe olduğunun altını çizen Bandow, “Pratik cevaplar yok - ve belki de Pekin ‘in hiç cevabı yok” ifadelerine yer verdi.

 


Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
TT

Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçişin yakın olduğunu öngörmesine rağmen, bunu Hamas'ın iktidarının sona ermesine bağladı.

Netanyahu, dün İsrail'de Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile düzenlediği basın toplantısında, "Kimse Trump'ın rehineleri serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmasını beklemiyordu ama başardık. Şimdi ikinci aşama, Hamas'ı ve Gazze'yi silahsızlandırmak" ifadelerini kullandı.

Merz'in İsrail ziyareti, Netanyahu'nun Gazze Savaşı'nın ardından yaşadığı göreceli Avrupa izolasyonuna son verdi. Merz, Tel Aviv'in yanında durmanın "Almanya politikasının ayrılmaz ve temel bir parçası olduğunu ve öyle kalacağını" belirtti, ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de işlendiği iddia edilen savaş suçları nedeniyle çıkardığı tutuklama emrine atıfta bulunarak, Netanyahu'ya Berlin'i ziyaret daveti göndermeyi reddetti.


ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
TT

ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg, dün Abidjan'da AFP'ye yaptığı açıklamada, Batı Afrika'daki sorunlu güvenlik durumunun Washington için "büyük bir endişe" olduğunu ve Washington'un kalkınma yardımlarından ziyade ticareti önceliklendirmeye başladığını söyledi.

AFP’nin çatışma izleme örgütü ACLED'in verilerine dayanarak yaptığı analize göre, Afrika'nın Sahel bölgesinde silahlı saldırılar son altı yılda önemli ölçüde arttı. 2019'da Mali ve Burkina Faso sınırında yoğunlaşan bin 900 saldırıdan, 2024'te 5 bin 500'ün üzerine çıkan saldırılara ve bu yıl 10 Ekim'e kadar İspanya'nın iki katı büyüklüğündeki bir alanda 3 bin 800 saldırıya ulaşıldı.

Şiddet olayları yaklaşık 77 bin kişinin hayatına mal oldu ve Gine Körfezi ülkelerine de sıçradı.

Devlet Başkanı Alassane Ouattara'nın yemin töreninde Başkan Donald Trump'ı temsil ettiği Abidjan'dan konuşan Helberg, Sahel bölgesindeki güvenlik sorunlarının ABD yönetiminin en önemli öncelikleri arasında olduğunu vurguladı.

“Bölgedeki güvenlik ihtiyaçları ciddi endişe kaynağıdır” diyen Helberg, bu sorunların bölgedeki ekonomik güvenlik ve yatırım istikrarı üzerinde doğrudan etkileri olduğunu belirtti.

Washington'un kıtada, özellikle Fildişi Sahili ile ekonomik ortaklıklarını güçlendirmesi bağlamında, Amerikalı yetkili, istikrarın her türlü Amerikan yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

ABD'li yetkili, Washington'un kıtadaki ekonomik ortaklıklarını, özellikle Fildişi Sahili ile olan ilişkilerini güçlendirme bağlamında, istikrarın herhangi bir ABD yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

"Amerikalılar yatırım yapma riskini alacaklarsa, bu yatırımın güvenilir ve emniyetli olması gerekir" ifadelerini kullandı.

Trump, ikinci döneminin başlangıcından bu yana, yönetiminin Afrika'ya yardımdan ziyade ticarete odaklanacağını açıkladı.

Son haftalarda, birkaç üst düzey ABD yetkilisi, "terörizmle" mücadele ve ABD özel yatırımlarını teşvik etmek için "Amerikan çözümünü" sunmak üzere, tamamı askeri rejimler tarafından yönetilen Bamako, Vagadugu ve Niamey'i ziyaret etti.

Şarku’l Avsat’ın edindği bilgiye göre bu, Demokrat Başkan Joe Biden yönetiminin 2020-2023 yılları arasında üç ülkede gerçekleşen ardışık darbelerin ardından bu ülkelere sağladığı kalkınma yardımının önemli bir kısmını askıya almasının ardından, Washington’un Sahel ülkelerine yönelik yeni yaklaşımını temsil ediyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı, Washington ile Mali, Nijer ve Burkina Faso arasındaki diplomatik görüşmelerin "hâlâ sürdüğünü" doğruladı ve sonuçları hakkında yorum yapmanın "erken" olacağını belirtti.

Helberg, "Bölgedeki güvenlik sorunları ulusal bir sorun olmaktan çok bölgesel bir sorundur" dedi.

Kasım ayının ortasında, üç Sahel ülkesi Birleşmiş Milletlere, "bölge ülkeleri ve istekli tüm ortaklarla iş birliğine tam olarak hazır olduklarını" bildirdi.


Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.