Taliban’ın iki numaralı ismi ‘kapsayıcı bir hükümet’ kurmak için Kabil’e gelirken, ‘tahliye’ kaosu devam ediyor

Hareket misilleme haberlerini araştırma sözü verdi. Washington ise "olası saldırılar" konusunda uyardı

Bir ABD askeri dün Kabil havaalanında tahliye görevinde ve Molla Abdulgani Birader (AFP)
Bir ABD askeri dün Kabil havaalanında tahliye görevinde ve Molla Abdulgani Birader (AFP)
TT

Taliban’ın iki numaralı ismi ‘kapsayıcı bir hükümet’ kurmak için Kabil’e gelirken, ‘tahliye’ kaosu devam ediyor

Bir ABD askeri dün Kabil havaalanında tahliye görevinde ve Molla Abdulgani Birader (AFP)
Bir ABD askeri dün Kabil havaalanında tahliye görevinde ve Molla Abdulgani Birader (AFP)

Taliban'ın Kabil'e girmesinden altı gün sonra, hareketin iki numaralı ismi Molla Abdülgani Birader, "kapsayıcı bir hükümet" kurmak için Afgan başkentine gelirken, on binlerce Afgan hava yolu ile hâlâ kendi ülkelerinden kaçmaya çalışıyor. Amerikan başkanı Joe Biden, "sonucu" garanti etmediğini söyledi. Washington, "potansiyel güvenlik tehditleri" bulunduğunu belirterek, vatandaşlarını şu anda kaosun hüküm sürdüğü Kabil havaalanına gitmekten kaçınmaları konusunda uyardı.
"Taliban" hareketinden bir yetkili, Kabil havaalanında güvenlik risklerinin varlığını inkâr etmedi ve hareketinin önümüzdeki saatlerde havaalanında "durumu iyileştirmeyi ve sorunsuz bir çıkış sağlamayı hedeflediğini" belirtti.
Molla Birader dün, Taliban'ın ülkenin kontrolünü ele geçirmesinden sonra, hareketin siyasi ofisini yönettiği Katar'dan Afganistan'a döndü. Üst düzey bir Taliban lideri Tarnsız haber ajansına (AFP), Birader’in "kapsayıcı bir hükümet kurmak için siyasi liderlerle görüşmek üzere Kabil'e geldiğini" söyledi.
Birader, 2001'deki 11 Eylül saldırılarının ardından kurulan ABD liderliğindeki bir koalisyonun Taliban'ın hakimiyetini sona erdirmesinden bu yana, aleni olarak Afganistan'a dönen ilk üst düzey Taliban lideri oldu.
Kabil havalimanında her gün bir kaos hali yaşanıyor ve bu durum, Taliban'ın ülkeyi kontrol etmesinden korkan yabancı uyrukluların ve Afgan vatandaşlarının tahliye süreci için hiçbir hazırlık yapılmadığı izlenimini pekiştiriyor.
ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray'da tahliyelerle ilgili yaptığı konuşmada, "Sonucun ne olacağına dair söz veremem" dedi. Washington’un müttefiklerinin bu süreçte ABD’nin güvenilirliğini sorgulamadığı belirterek, “zayiat riski” olmayacağına dair söz veremeyeceğini aktardı.
Biden, 14 Ağustos'tan bu yana ABD ordusu tarafından 13 bin kişinin tahliye edildiğini duyurdu. Avrupa ülkeleri ve İngiltere'den gelen özel uçaklarla da binlerce kişi tahliye edildi. Yalnızca ABD 30.000 kişiyi sınır dışı etmeyi planlıyor.
Binlerce Afgan vatandaşı, Taliban hareketinin kontrolü ele geçirmesinin ardından hem kendileri hem de ülkeden kaçmaya çalışan yabancılar için can damarı olan Kabil Havalimanı'nın girişlerini kuşattı.
Bir görgü tanığı Alman Haber Ajansı’na (DPA), havaalanı kompleksinin dışında neredeyse sürekli ateş edildiğini söyledi.
Tahliye edilenlerin çoğu, Taliban tarafından havaalanına girmesine izin verilen Amerikan vatandaşlarından oluşuyor. Ancak özellikle Amerika Birleşik Devletleri için çalışan ve kendileri ve akrabaları için Özel Göçmen Vizeleri (SIV) alan birçok Afgan, 5 binden fazla Amerikan askeri tarafından güvenliği sağlanan bu yerleşkeye ulaşamıyor.
Dün (Cumartesi) itibariyle havalimanına giden yollardaki tıkanıklık hala devam ediyordu.
Binlerce aile, Kabil havaalanında mucizevi bir şekilde uçağa binmeyi umuyor. Amerikan askerleri ve bir grup Afgan özel kuvveti, onların bölgeye zorla girmesini önlemek için hazır bekliyorlar.
ABD, Afganistan'daki vatandaşlarına yönelik "potansiyel güvenlik tehditlerinin" varlığına dikkat çekerek dün vatandaşlarını şimdilik Kabil havaalanına gitmekten kaçınmaya çağırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan uyarı metninde, "Kabil havaalanı kapılarının dışındaki potansiyel güvenlik tehditleri nedeniyle, ABD vatandaşlarına, ABD hükümetinin temsilcilerinden bireysel talimat almadıkça, havaalanına seyahat etmekten kaçınmalarını ve şu anda havaalanı kapılarından uzak durmalarını tavsiye ediyoruz” denildi.
ABD ordusu Cuma günü, Kabil'deki bir otelden havaalanına ulaşmakta sıkıntı yaşayan 169 Amerikalıyı taşımak için üç helikopter göndermek zorunda kaldı.
Başka bir görgü tanığı, havalimanının dışındaki kalabalıkta her kesimden insanlar olduğunu, aralarında oyuncular, televizyon ve medyadan isimler, yeni doğmuş bebekleri olan genç erkekler ve kadınlar ile engelli vatandaşların da bulunduğunu aktardı.
Bu insanların birçoğu Taliban kontrol noktaları ile ABD ordusu tarafından kurulan dikenli teller arasında sıkışmış durumda.
Sayısız dokunaklı manzara arasında, sosyal medyada yayınlanan bir videoda Afganlar, ağlayan bir bebeği havaalanında kalabalığın üzerinden bir Amerikan askerine veriyor. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), bu bebeğin tedavi edildiğini ve ailesine teslim edildiğini açıkladı.
Bir NATO yetkilisi, Taliban savaşçılarının geçen hafta başkent Kabil'e girmesinden bu yana, büyükelçilikler ve uluslararası yardım grupları için çalışan yaklaşık 12.000 yabancı ve Afgan'ın  tahliye edildiğini belirtti.
İsmini vermek istemeyen yetkili, "Tahliye süreci yavaş çünkü bazı riskler barındırıyor. Havaalanı dışında Taliban üyeleri veya sivillerle herhangi bir çatışma olmasını istemiyoruz. Tahliye planı ile ilgili bir karalama kampanyasının başlamasını istemiyoruz" dedi.
"Taliban" ülkenin kontrolünü hızlıca ele geçirdi ve sonunda geçen Pazar günü silahlı çatışmalar olmadan Kabil'e girdi. O zamandan beri, Afgan vatandaşları ve uluslararası yardım grubu çalışanları, Taliban muhaliflerine karşı sert misillemeler yapıldığını ve daha önce hükümet görevlerinde bulunanların, Taliban'ı eleştirenlerin veya Amerikalılarla çalışanların tutuklandığını bildirdi.
"Taliban"ın yıldırım zaferinden bu yana ABD'yi sarsan eleştiri ve tartışmalar karşısında ABD ordusu, Cuma günü, askerlerinin havaalanında Afgan bebeklerle ve küçük çocuklarla ilgilendiğini gösteren birçok fotoğraf servis etti. Pentagon sözcüsü John Kirby, askerlerin Afgan vatandaşlarının duygularını anladıklarını ifade etti.
Ayrıca Almanya Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer dün gazetecilere verdiği demeçte, "Alman ordusunun Kabil havaalanından hava yoluyla yaklaşık iki bin kişiyi tahliye ettiğini" söyledi. İki hafif helikopterin gece Kabil’e gönderildiğini, ortaklarla koordineli olarak şehir dışında tahliyelere başlamaya hazır olduğunu da sözlerine ekledi.
Öte yandan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu dün, Afgan gazeteciler, özellikle de kadınlar arasında "panik ve korku"nun hâkim olduğunu ve "Afganistan'daki medya profesyonellerinden yüzlerce yardım talebi" aldığını duyurdu.
Afgan medya personellerine yardım etmek için özel bir fon oluşturan Federasyon, "sahadaki durumu izlediğini ve çok sayıda acil durum desteği talebinin Afgan medya camiasında bir panik ve korku durumunu ortaya koyduğunu" belirtti.
Bu arada bir Taliban yetkilisi dün Reuters'e verdiği demeçte, Taliban’ın, eylemlerin sorumluluğunu üstleneceğini ve hareket üyelerinin misilleme ve zulüm haberlerini araştıracağını açıkladı.
İsminin açıklanmasını istemeyen yetkili, "Hareket önümüzdeki birkaç hafta içinde Afganistan'ı yönetmek için yeni bir model hazırlamayı planlıyor" dedi.
Taliban'ın ülkeyi hızlı bir şekilde ele geçirmesinin ve sonunda geçen Pazar günü savaşmadan Kabil'e girmesinin üzerinden sadece bir hafta geçti. O zamandan beri, Afgan vatandaşları ve uluslararası yardım grubu çalışanları, Taliban protestocularına karşı sert misillemeler yapıldığını ve daha önce hükümet görevlerinde bulunanların, Taliban'ı eleştirenlerin veya Amerikalılarla çalışanların tutuklandığını bildirdi.
Taliban yetkilisi, "Sivillere karşı bazı vahşet ve suçların işlendiğini duyduk. Eğer Taliban üyeleri, kanun ve düzenle ilgili sorunlar çıkarıyorlarsa onlar hakkında soruşturma başlatılacaktır” dedi.
Başka bir Taliban yetkilisi dün, hareketin savaşçılarının hiçbir yabancıyı kaçırmadığını, ancak bazı yabancıların Afganistan'dan ayrılmalarına izin verilmeden önce sorgulandığını belirtti. İsminin açıklanmamasını isteyen yetkili, Reuters'e verdiği demeçte yabancıların kaçırılması olaylarını göz ardı ederek, "Savaşçılarımız temkinli davranmaya devam edecek" dedi.
Yetkili, "Taliban'daki hukuk, din ve dış politika uzmanları, önümüzdeki birkaç hafta içinde yeni bir yönetim çerçevesi sunmayı hedefliyor" diyerek, ülkeyi yönetmek için yeni çerçevenin Batılı tanıma göre demokratik olmayacağını, ancak herkesin hakkını koruyacağını belirtti. Taliban, geçen hafta iktidarı hızla ele geçirmesinden bu yana eski dönemine göre daha ılımlı bir yüz göstermeye çalışıyor.



Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder
TT

Geri gönderin: Avrupa'nın popülist sağı eski fikirleri yeniden yorumluyor

Gregory Safeder
Gregory Safeder

Christopher Phillips

İngiliz popülist Reform Partisi lideri Nigel Farage, ağustos ayı sonlarında, yaklaşan Birleşik Krallık seçimlerini kazanması halinde, beş yıl içinde 600 bine kadar kaçak göçmen ve sığınmacıyı sınır dışı etmeyi hedefleyeceğini duyurdu.

Bu politika, ABD Başkanı Donald Trump'ın seçim kampanyasında verdiği ve uygulamaya başlamış gibi göründüğü “ABD tarihindeki en büyük sınır dışı operasyonu” vaadini açıkça yansıtıyor. Bu planlar, Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) 2025 federal seçimleri sırasında Alman olmayan göçmenleri hedef alan “büyük çaplı sınır dışı” çağrısı ile de örtüşüyor.

Böylelikle, sınır dışı etme Batı politikasının temel direklerinden biri haline gelmiş gibi görünüyor. Ancak bu fikir yeni değil; Avrupa'daki aşırı sağ gruplar onlarca yıldır “göçmenleri geri gönderin” sloganıyla bu fikrin savunuculuğunu yaptı. Günümüzde ise sağcı popülist partiler bu önerileri yeniden formüle edip iç sorunlara çözüm olarak sundular ve liberalleri şaşırtacak şekilde bu fikirleri geniş bir kamuoyu kesimi arasında karşılık buldu.

Farage ve partisi kamuoyu yoklamalarında kayda değer bir artış yaşıyor. Sky/YouGov'un son anketine göre, seçmenlerin yüzde 28'i yarın seçim yapılsa ona oy vereceğini söylerken, iktidardaki İşçi Partisi’nin oy oranı yüzde 20, geleneksel sağ Muhafazakar Parti'nin ise yalnızca yüzde 17. Bu rakamlar Farage'ın başbakan olma yolunda olduğu anlamına gelmese de (İngiliz seçim sistemi yeni partilerin yaygın bir nüfuz elde etmesini zorlaştırıyor), yükselişi artık tamamen olasılık dışı değil. Almanya'da da durum benzer; Almanya için Alternatif Partisi (AfD) siyasi olarak marjinal iken etkili bir konuma geçerek Şubat 2025 seçimlerinde oyların yüzde 20,8'ini alıp ikinci oldu. Dolayısıyla, Trump tarzı toplu sınır dışı etmeler yakın gelecekte Avrupa siyasi sahnesinin bir parçası haline gelebilir.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu

Aşırı sağ örnekler

Bugün bulunduğumuz noktaya nasıl geldik? Sığınma talepleri reddedilenler veya yabancı suçluların sınır dışı edilmesi yeni bir olgu değil. Örneğin, İngiltere uzun süredir yasal olarak kalma hakkı olmayan kişileri ülkeyi terk etmeye zorluyor ve 2010 ile 2025 yılları arasında yıllık “zorunlu sınır dışı” sayısı 2 bin 500 ila 15 bin arasında değişiyor. Ancak bu rakamlar Farage, Almanya İçin Alternatif (AfD) ve diğerlerinin bahsettiği yüz binlerce kişiyle karşılaştırıldığında son derece mütevazı kalıyor. Sürekli inkâr etmelerine rağmen, planları sınırlı sınır dışı etme gibi geleneksel uygulamalardan ziyade, 1970'ler ve 1980'lerin aşırı sağ sloganlarına daha yakın.

Neo-Nazi bir parti olan İngiliz Ulusal Cephesi (NF), 1974 seçim beyannamesinde, on yıllık bir süre boyunca tüm beyaz olmayan göçmenlerin ve onların soyundan gelenlerin zorla sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmuştu. Ancak bu fikirler geniş çapta reddedildi ve parti hiçbir genel seçimde oyların yüzde 0,6'sından fazlasını alamadı. 1990'larda, NF'nin bir kolu olan İngiliz Ulusal Partisi (BNP), beyaz olmayanları ama bu kez “gönüllü olarak geri gönderme” sloganıyla aynı fikri, yeniden gündeme getirdi. Bu yumuşatılmış formülasyona rağmen, parti 2010 genel seçimlerinde oyların yalnızca yüzde 1,9'unu alabildi; ancak genellikle daha düşük katılım oranlarına sahip olan Avrupa seçimlerine göre daha görünür hale geldi.

Gregory SafederGregory Safeder

Gelgelelim Farage'ın daha sonra liderliğini yaptığı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), “aşırı sağ” değil, sağcı popülist bir parti olarak BNP’yi hızla gölgede bıraktı. BNP'ye eğilimli seçmenlerden daha ılımlı bir seçmen kitlesini cezbetti ve Muhafazakâr ve İşçi partilerinin seçmenlerinden de önemli bir destek aldı. NF ve BNP'nin aksine, UKIP ırkçılığı reddetti ve genel olarak göçü, özellikle de Avrupa Birliği'ni (AB) hedef aldı. Aynı durum, Farage'ın önde gelen lideri olmadan sönüp giden UKIP'ten ayrıldıktan sonra kurduğu Reform UK Partisi (eski adıyla Brexit Partisi) için de geçerli. Parti, ırkçı olmayan imajını vurgulamak için, sınır dışı planının duyurulması sırasında Farage'ın yanında görünen İngiliz Müslüman siyasetçi ve eski parti başkanı Zia Yusuf gibi isimleri öne çıkararak çeşitliliğini vurgulamaya çalıştı. Şaşırtıcı bir şekilde, sınır dışı etme politikası Farage'ın gündeminin hiçbir zaman ana odak noktası olmadı; çünkü odak noktası, halihazırda gelmiş olanları sınır dışı etmek yerine göçmen akışını engellemekti. Ancak bu durum değişti.

Trump etkisi

Öyleyse, Reform ve benzerleri, motivasyonları açıkça NF veya BNP tarafından öne sürülenlerden daha az ırkçı görünse bile, sınır dışı etme politikalarını uygulamak için neden aşırı sağcı araçlara başvuruyor? Daha önce seçmenler tarafından reddedilen bu fikirler neden şimdi ilgi görüyor?

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla suçladı

Önemli bir faktör -en azından İngiltere’de- kaçak göçmen sayısındaki büyük artıştır. Daha önce sayılar birkaç yüzü geçmezken, durum 2021'den bu yana önemli ölçüde değişti. Her yıl en az 28 bin kişi küçük teknelerle Manş Denizi'ni geçiyor ve bu sayı 2022'de 45 bine ulaştı. İronik bir şekilde bu artış, Nigel Farage'ın tutkuyla savunduğu bir karar olan İngiltere’nin AB’den ayrılmasının doğrudan bir sonucu. Brexit, Londra'nın, AB’ye üye ülkelerin kaçak göçmenleri girdikleri ilk üye ülkeye geri göndermelerine olanak tanıyan Dublin Tüzüğü'ne üyeliğini de kaybetmesine yol açtı.

Gregory SafederGregory Safeder

Bir diğer önemli faktör ise Avrupa genelinde popülizmin yükselişi ve seçmenlerin giderek daha fazla kesimi arasında sağcı siyasete doğru artan eğilimdir. Geleneksel merkez partilere duyulan güvenin azalması, çokkültürlülüğün açıkça reddi ve ekonomik durgunluk, Avrupalıların sorunlarına yönelik sağcı çözümleri dinlemeye istekli olmalarına katkıda bulundu; bu çözümlere, görünüşe göre artan sınır dışı etmeler de dahil. Farage'ın yeni politikasının en büyük katalizörü tartışmasız Donald Trump. Avrupa'daki popülist partiler yeni bir olgu değil; 2000'lerin başından itibaren siyasi sahnenin temel unsurlarından biri oldular. Bu partilerin hepsi en başından beri göçe karşı çıkmış olsa da sınır dışı etme ve geri göndermelere odaklanma, geçen yıldan itibaren önemli bir ivme kazandı.

Trump'ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor

Bunun, Trump'ın ABD’de ikamet eden on milyondan fazla yasadışı göçmeni sınır dışı etme vaadiyle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. NBC'ye göre, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE), şubat ve haziran ayları arasında yaklaşık 70 bin göçmeni sınır dışı etti ve bu sayı açıkça artmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu politikalar, sınır dışı etmenin pratik bir siyasi seçenek olarak normalleşmesine katkıda bulunuyor. Çoğu ABD Başkanı’na açıkça hayranlık duyan Avrupalı ​​popülistlere kendi ülkelerinde de benzer bir yaklaşımı benimsemeleri için zemin sağlıyor.

Ana akım olma yolunda

Liberaller, Farage ve Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) toplumun sorunlarından göçmenleri sorumlu tuttuğunu savunarak, kitlesel sınır dışı politikalarına karşı çıkmaya devam ederken, bu fikir popülist partileri aşan bir ivme kazanmaya devam ediyor.

İngiltere'de, göç konusunda giderek daha katı bir tutum benimseyen zor durumdaki Muhafazakar Parti, Farage'ın son açıklamasının ardından onu “politikalarını kopyalamakla” suçladı. Buna karşılık, eski İşçi Partisi içişleri bakanı Jack Straw, Londra'nın daha fazla göçmeni sınır dışı edebilmesi için ülkesine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden “ayrılma” çağrısında bulundu; bu talep Farage tarafından da benimsendi. Başbakan Keir Starmer bile bu konuda dikkat çekici bir şekilde sessiz kalırken, hükümeti göreve geldiğinden beri sınır dışı edilen kaçak göçmenlerin sayısını vurgulamaya çalıştı. Bu arada ister Almanya, Avusturya, Hollanda, İspanya veya Portekiz'de olsun, Avrupa'daki popülistler, “geri gönderme” fikrini giderek daha fazla savunmaya devam ediyor. Ancak Fransız popülist sağının lideri Marine Le Pen bu fikri açıkça reddediyor. Trump’ın liderlik ettiği Amerikan örneğini takiben, kitlesel sınır dışı etmeler yakında Avrupa'ya da sıçrayabilecek gibi görünüyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
TT

Beyaz Saray Sözcüsü, gazetecinin sorusuna "Anan" diye cevap verdi

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt ve Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung, bir muhabirin ABD Başkanı Donald Trump'ın Vladimir Putin'le yapacağı görüşme için Budapeşte'yi kimin seçtiğini sorması üzerine, "Anan" yanıtını verdi (AP)

Katie Hawkinson ABD Muhabiri 

Üst düzey Beyaz Saray yetkilileri, ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yapacağı görüşmenin yerini kimin seçtiği soran bir muhabire "Anan" dedi.

Trump perşembe günü, Ukrayna'daki savaşın sona ermesini görüşmek üzere yakında Macaristan'ın Budapeşte kentinde Putin'le bir araya geleceğini duyurmuştu. Putin, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından arandığı için bu seçim soru işaretlerine yol açtı. Öte yandan Associated Press'in haberine göre, mahkemeden ayrılma sürecinde olan Macaristan'ın arama emrini yerine getirmesi pek olası görünmüyor.

HuffPost, Beyaz Saray'a görüşme yerini kimin seçtiğini sorduğunda, Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt'in cevabı "Anan seçti" oldu. Gazetenin aktardığı üzere Beyaz Saray İletişim Direktörü Steven Cheung da "Anan" diye yanıt verdi.

Daha sonra HuffPost muhabiri, bu cevabı komik bulup bulmadığını Leavitt'e sordu.

Leavitt şöyle cevap verdi: 

Kendini gerçekten bir gazeteci sayman bana komik geliyor. Bunu yüzüne karşı söylemiyorlar ama medyadaki meslektaşların da dahil kimsenin ciddiye almadığı radikal solcu bir gazeteci bozuntususun. Bana samimiyetsiz, taraflı ve saçma sapan sorularını mesaj atmayı bırak.

The Independent, Beyaz Saray'a "anan" demenin uygun bir cevap olup olmadığını sorduğunda sözcü Taylor Rogers "Son derece uygun" dedi.

Rogers, "Bu mesajları alan kişi gerçek bir muhabir değil, Demokrat bir aktivist. Sonuç olarak aldığı yanıt son derece uygundu" dedi. 

Beyaz Saray basın ekibi her gün gerçek muhabirlerden gelen yüzlerce ciddi talebi karşılıyor ve yanıtlıyor; partizan gazeteci bozuntularıyla kaybedecek vaktimiz yok!

Cheung da cuma öğleden sonra bu konuşmayla ilgili bir X gönderisini tekrar paylaştı ancak başka bir yorum yapmadı.

The Independent, yanıt hakkı için HuffPost'la temasa geçti.

Beyaz Saray son günlerde söylemini sertleştirmiş gibi görünüyor. Perşembe günü Fox News'a konuşan Leavitt, Demokrat Parti'nin "ana seçmen kitlesinin" "Hamas teröristleri, kaçak göçmenler ve şiddet yanlısı suçlular" olduğunu iddia etmişti.

Leavitt, "Dediğim gibi; antisemitistleri, Hamas teröristlerini, kaçak göçmenleri ve Amerikan sokaklarında serbestçe dolaşmasını istedikleri şiddet yanlısı suçluları da içeren radikal sol tabanlarına hizmet etmekten başka hiçbir şeye tahammülleri yok" demişti.

Independent Türkçe.Independent.co.uk/news


Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
TT

Witkoff ve Kushner, İsrail'in Katar'a düzenlediği saldırının ardından kendilerini ‘ihanete uğramış’ gibi hissetti

Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)
Jared Kushner, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından Tel Aviv'de yaptığı konuşma sırasında ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un arkasında duruyor. (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun geçen ay Doha'da Hamas liderlerine yönelik saldırı emri vermesinin ardından başkanın ‘İsraillilerin kontrolü biraz kaybettiğini’ düşündüğünü açıkladı.

ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, CBS'nin 60 Minutes programında Kushner ile birlikte verdiği ve pazar günü tam olarak yayınlanacak olan röportajda, “Jared ve ben biraz ihanete uğradığımızı hissettik” dedi.

Witkoff şöyle devam etti: “Bu çok büyük bir etki yarattı. Çünkü Katarlılar, Mısırlılar ve Türkler gibi müzakerelerde çok önemli bir role sahipti... Katarlıların güvenini kaybettik. Böylece Hamas ortadan kayboldu ve onlara ulaşmak çok zorlaştı.”

Kushner, saldırının Trump'ın ‘çok sert davranma ve onların uzun vadeli çıkarlarına aykırı olduğunu düşündüğü şeyleri yapmalarını engelleme zamanının geldiğini’ fark etmesine neden olduğunu bildirdi.

Gazze Şeridi'ne yönelik yaklaşık iki yıllık savaş boyunca İsrail, hem Gazze Şeridi'nde hem de bu tür girişimlerin kendi topraklarında gerçekleştirilmesinin beklenmediği ülkelerde Hamas liderlerini hedef almayı yoğunlaştırdı.

Bu tür bir girişim, Gazze Şeridi'ne sükûnet getirme çabalarını görüşmek üzere hareketin bir heyetini ağırlayan Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleşti. Hamas, üst düzey yetkililerinin eylül ayındaki saldırıdan sağ kurtulduğunu doğrularken, beş Hamas mensubu ve bir Katar güvenlik gücü öldürüldü.

İsrail'in saldırıları, Katar'ın başkenti Doha’da Hamas'a ait bir kompleksi hedef aldı. Saldırıda, hareketin liderlik konseyinin üyesi Halil el-Hayye'nin oğlu Hammam el-Hayye, ofis müdürü Cihad Labbad ve arkadaşları Ahmed Memluk, Abdullah Abdulvahid ve Mumin Hassun öldürüldü.

Kaynaklara göre, hedef alınan kompleks, Hamas liderleri ve yetkilileri ile güvenlik görevlilerine ait ofis ve evleri içeriyor. Bunlar arasında Halil el-Hayye'ye ait, özel bir ofis içeren ve dört saldırının en şiddetlisinin hedefi olan orta büyüklükte bir villa da bulunuyor.