Değişimler ve zorluklar, Arap ülkelerini yeni bir mücadele stratejisi geliştirmeye itiyor

Ortadoğu, ABD yönetimi için artık ‘öncelikli üç bölge’ arasında yer almıyor

Irak’ın başkenti Bağdat’taki bir Amerikan askeri (AFP)
Irak’ın başkenti Bağdat’taki bir Amerikan askeri (AFP)
TT

Değişimler ve zorluklar, Arap ülkelerini yeni bir mücadele stratejisi geliştirmeye itiyor

Irak’ın başkenti Bağdat’taki bir Amerikan askeri (AFP)
Irak’ın başkenti Bağdat’taki bir Amerikan askeri (AFP)

Refik Huri
Arap ülkelerinin karşı karşıya olduğu jeopolitik zorluklarla ilgili ilk okuma, artık yerini ikinci bir okumaya bırakmalı. Söz konusu jeopolitik zorluklar arasında İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi Arap ülkelerine yayılan ve Körfez'i kuşatan nüfuzunun getirdiği zorluklar, ABD'li medya portalı Politico'nun ABD Başkanı Joe Biden’a yakın bir danışmandan aktardığı bilgilere göre ABD’nin Biden yönetimi tarafından izlenen stratejideki öncelikli üç bölge, yani ‘Asya, Hint ve Pasifik Okyanusları ve Avrupa’ arasında artık yer almayan Ortadoğu’dan çekilmesinin getireceği zorluklar ve Arap ülkelerinin bir mücadele stratejisi belirleme zorlukları yer alıyor.
İlk okuma, ABD’nin ulusal güvenliğiyle ilgili nedenlerle İran’ın nüfuzunu azaltmada, ‘istikrarsızlaştırıcı davranışlarını’ caydırmada ve mollaların nükleer silah edinmelerini önlemedeki rolü üzerine girilen büyük bir bahisti.
Ancak, hızla yaşanan değişiklikler, şimdi bu okumanın gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi, Washington'ın müttefiklerini alarm durumuna geçirirken muhaliflerini de artık hırslarının tehdit altında olmadığına dair rahatlattı. ABD, aynı zamanda Irak'taki muharebe güçlerini bu yılın sonuna kadar geri çekmeyi planlıyor. ABD güçlerinin, Fırat'ın doğusundaki Kürtleri korumaktan, DEAŞ’a saldırmaktan, DEAŞ’ın geri dönüşünü ve İran'ın yayılmasını engellemekten ne zaman vazgeçeceğini kimse bilmiyor. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Roma Konferansı'nda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı çerçevesinde Suriye'de siyasi bir çözüme ulaşılması konusuna odaklanmış, ABD’nin Suriye'deki üç hedefinden bahsetmişti. Bu üç hedefi de, ‘Rusya'yı uluslararası yardımların süresini uzatmaya ikna etmek, DEAŞ’ı ortadan kaldırmak ve ateşkesi sürdürmek’ olarak sıralanmıştı.
Dahası, Viyana’da nükleer anlaşmanın canlandırılmasına yönelik inişli çıkışlı müzakere süreci, Tahran'ın nükleer silahların geliştirilmesinden vazgeçme vaadinin bir bedeli olarak İran'ın nüfuzunu sürdürme korkularını artırıyor. Washington’ın, ‘Amerika'ya ölüm’ sloganı atan mollaların Arap dünyasındaki nüfuzunu tanıyıp tanımadığı sorusuna karşılık, İran elindekileri korumak için ABD ile anlaşmaya ihtiyacı olmadığını iddia ederken kontrol ettiği bir ‘bölgesel güvenlik sisteminden’ bahsediyor ve Washington'ı da Batı Asya’dan çekilmeye zorluyor. İran, dört Arap ülkesinin başkentlerini yönetmekle övünürken Arap ülkeleri, İran'ın gücüne ve Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki vekillerinin gücüne karşı koyamayacakmış gibi davranıyor. Ancak Araplar, Arap dünyasının ABD’nin İran’a teslim edeceği bir mal olmadığını çok iyi biliyorlar. Ayrıca İran’ın emperyalist projesi Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Filistin ve tüm Arap ülkelerindeki vatanseverliğin gücüyle karşı karşıya kalacak ve sonunda İran yurtseverliğinin uyanışıyla çatışacaktır.
Ne ABD, ne Avrupa, ne Rusya, ne Çin ne de herhangi bir bölgesel tarafın, İran'ın Arap ülkeleri üzerindeki kontrolüne karşı koymak için pratik bir plana sahip olmadığı gün gibi ortadadır. Hatta İran ekonomisine yapılan yatırımlar ve petrol alımı konusunda mollalarla anlaşanlar dahi var. İran'ın hırslarını dizginlemede ana rolü oynaması gereken tek taraf Araplardır. Ancak burada “Nasıl?” sorusu ortaya çıkıyor. Ayrıca Arap Baharı olarak adlandırılan on yıllık fırtınalı dönemin ardından bugün Arap ülkelerinin ne durumda olduğu da önemli bir soru.
Geçmişte, İsrail işgali ve diğer zorluklar karşısında Arap hareketi, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan'ın uzlaşması, Cezayir ve Fas'ın da desteklemesiyle başlamıştır. Bugün ise Suriye topraklarında beş ülkenin ordusu faaliyet gösteriyor. Libya, felç olmuş durumda. Cezayir, Sudan, Fas, Moritanya ve Tunus kendi sorunlarına boğulmuş halde. Irak, bölgesel rolü yeniden kazanmaya çalışsa da İran’ın ağırlığı altında eziliyor. Arap hareketinin bugünkü öncülüğünü ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Ürdün yapıyor. Bu dört ülke, Arap ülkelerinin mücadele stratejisinin yükünü taşıyor. Suudi Arabistan bunu kendi gücüyle yapıyor. BAE, Rusya ve Çin’in nüfuzunu önlemeye çalışarak yapıyor. Mısır bu mücadeleyi, ABD, Avrupa ve Rusya'dan gelen silahlarla birlikte Ortadoğu'nun ABD stratejisinde kalan yerini korumaya çalışarak veriyor.
Ürdün ise İran-İsrail düşmanlığı denilen yalana ve mollaların İsrail'i haritadan silme sloganlarına inanmayarak mücadele stratejisine katkıda bulunuyor.
Eğer bir gün Tahran ve Tel Aviv arasında bir savaş çıkarsa bu savaş, İran’ın vekilleriyle Arap topraklarında gerçekleşecek ve İran-İsrail gerçeğine dokunmadan Arap şehirlerini yok edecektir.
Hem kaderden hem de seçimden aynı anda kaçılamaz.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Kaynaklar: Suriye yönetimi Eli Cohen'in eşyalarını İsrail'e teslim etmeyi kabul etti

Eli Cohen'in kimlik belgelerini gösteren fotoğraf (AP)
Eli Cohen'in kimlik belgelerini gösteren fotoğraf (AP)
TT

Kaynaklar: Suriye yönetimi Eli Cohen'in eşyalarını İsrail'e teslim etmeyi kabul etti

Eli Cohen'in kimlik belgelerini gösteren fotoğraf (AP)
Eli Cohen'in kimlik belgelerini gösteren fotoğraf (AP)

Reuters'a konuşan üç kaynağa göre Suriye yönetimi, gerilimi azaltmak ve ABD Başkanı Donald Trump'a iyi niyet göstermek amacıyla casus Eli Cohen'e ait belge ve eşyaları İsrail'e teslim etmeyi kabul etti.

İsrail pazar günü Cohen'le bağlantılı bir dizi belge, fotoğraf ve kişisel eşyanın ele geçirildiğini duyurmuş, İsrail istihbaratının (Mossad) bunları elde etmek için adı açıklanmayan bir yabancı istihbarat servisiyle iş birliği yaptığını söylemişti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'ten aktardığına göre Suriyeli bir güvenlik kaynağı, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şera'nın danışmanı ve iki ülke arasındaki gizli görüşmelere aşina bir kişi, söz konusu arşivin eş-Şera tarafından Trump ile gerilimi azaltma ve güven inşa etme çabalarının parçası olarak dolaylı bir girişimle İsrail'e sunulduğunu bildirdi.

Suriye siyasi elitinin içine sızdığı gerekçesiyle 1965 yılında Şam'ın merkezindeki bir meydanda asılan Cohen, 1967 savaşında zafere katkıda bulunan askeri sırları ifşa ettiği için İsrail'de halen bir kahraman ve en ünlü Mossad casusu olarak kabul ediliyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu pazar günü Cohen'i bir efsane ve ‘devlet tarihindeki en büyük istihbarat ajanı’ olarak tanımladı.

İsrail uzun zamandır Cohen'in kalıntılarını bulup İsrail'e gömmek istiyordu. Mossad, 60 yıldır Suriye istihbaratı tarafından tutulan Cohen'e ait eşyaların ele geçirilmesini ‘yüksek bir ahlaki başarı’ olarak niteledi.

İsrail, belgeleri ve eşyaları nasıl ele geçirdiğini açıklamadı, sadece bunun ‘müttefik bir yabancı istihbarat servisi ile iş birliği içinde gizli ve karmaşık bir Mossad operasyonunun’ sonucu olduğunu bildirdi.

Netanyahu'nun ofisi, Suriyeli yetkililer ve Beyaz Saray, İsrail'in Cohen'in eşyalarını ele geçirmesinde Suriye'nin rolüne ilişkin yorum taleplerine yanıt vermedi.