İran, Reisi’nin BM’deki konuşması hakkında ikiye bölündü

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin önceden kaydedilmiş bir konuşması, 22 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yayınlanıyor (AP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin önceden kaydedilmiş bir konuşması, 22 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yayınlanıyor (AP)
TT

İran, Reisi’nin BM’deki konuşması hakkında ikiye bölündü

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin önceden kaydedilmiş bir konuşması, 22 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yayınlanıyor (AP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin önceden kaydedilmiş bir konuşması, 22 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yayınlanıyor (AP)

İran’da 22 Eylül’de muhafazakâr Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki ilk konuşması ve ABD Başkanı Joe Biden’ın konuşmasından birkaç saat sonra ABD yönetimine yönelik sert eleştirisi hakkında farklı görüşler mevcut.
Önceden kaydedilmiş bir video konuşmasında Reisi, Tahran’ın ‘sonucu tüm (ABD) baskıcı yaptırımlarının kaldırılması olacak olan faydalı görüşmeleri’ dikkate aldığını belirtti. Reisi, “6 Ocak’ta insanlar ABD Kongresi’ni bastığında ve Ağustos’ta Afganlar ABD uçaklarından düştüğünde olmak üzere bu yıl iki tarihi olay var. Capitol’den Kabil’e, dünya için ABD hegemonya sisteminin ne ülke içinde ne de dışında hiçbir inandırıcılığı olmadığına dair net bir mesaj gönderildi” dedi.
Biden ise, Tahran’ın ‘karşılık vermesi’ halinde ABD’nin nükleer anlaşmaya tamamen geri döneceğini söylerken, Tahran’ın atom bombası edinmesini engelleme sözü verdi.
Nükleer anlaşmanın destekçisi olan eski Meclis Başkan Yardımcısı Ali Mutahhari, Reisi’nin reformist ve muhafazakâr kampların söylemlerini birleştirdiğini söyledi. 22 Eylül’de Twitter üzerinden açıklama yapan Mutahhari, “Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletler’deki (BM) konuşması aynı zamanda muhafazakâr ve reformistti. ABD’nin askeri saldırganlığına, halklara karşı ekonomik savaşına ve İsrail’in adaletsiz davrandığını belirtmeden İsrail işgaline vurgu yapıldı. Nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması ve yaptırımların kaldırılmasının da altını çizildi” değerlendirmesinde bulundu.
Reformist ‘Ensaf News’ internet sitesi, Reisi’nin konuşmasıyla alay ederken, ilgili bir makalede ise “Görünüşe göre Cumhurbaşkanının en zor görevi konuşma yapmak. Dini söylemlerle tanınan biriydi. Hatta yargıdaki başkanlık görevi sırasında bile minbere çıkma alışkanlığını bırakmamıştı. Siyasi söylem pozisyonunda durduğunda çaresizliği belli oluyor, ama bu önemli değil” ifadelerine yer verdi.
Makalede, “Sayın Reisi’nin bundan daha az doğru bir şey söyleyip söylemediği önemli değil. Ancak kelime dağarcığında iki ikna edici kelime olması şartı var” denildi. Ayrıca “Farsça anlayan bizler, bazen Reisi’nin ne dediğini anlamıyoruz. Peki cumhurbaşkanının sözlerini tercüman aracılığıyla duyan Allah'ın kulları ne yapsın?” ifadeleri kullanıldı.
Öte yandan Fransız Haber Ajansı’nın (AFP) 22 Eylül’de yayınladığı bir analizde, salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda açıklanan katı tutumlara rağmen uzmanların, ABD ve İran’ın nükleer anlaşmayı canlandırmak için bir uzlaşmaya varması gerektiğine inandıkları belirtildi. AFP’ye göre ‘Şark’ gazetesinin genel yayın yönetmeni Mehdi Rahmanyan, “Viyana’daki görüşmeler kesinlikle başlayacak ve netleşecek, çünkü her iki taraf da mevcut yaklaşımın devam edemeyeceği sonucuna varmıştır” dedi.
Gazeteci, radikal muhafızların nükleer programın takip biriminin bakımıyla ilgili olarak 12 Eylül’de Tahran ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) arasındaki son anlaşmayı eleştirmediğini belirtti. Ilımlı eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dönemi sırasında oklarını Batı ile herhangi bir anlaşmaya yöneltmekte hızlıydılar.
Son anlaşma, İran’ı UAEA Yönetim Kurulu’nda kınayacak ve meseleyi Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) havale edecek herhangi bir adımı engellemişti.
Eski hükümete yakın olan analist Said Laylaz, AFP’ye yaptığı açıklamada “ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi dahil bölgesel gelişmeler dikkate alınmalı” dedi. Laylaz, “Jeopolitik açıdan bakıldığında, İran ve ABD'nin şimdi bir uzlaşmaya ihtiyacı var” şeklinde konuştu.
Bu nedenle hem Reisi hem de ABD’li mevkidaşı, nükleer anlaşmanın tehlike bölgesinden çıkmasıyla ilgili olarak önceki tutumlarına bağlı kaldı. Anlaşmanın imzalandığı 2015 yılından bu yana ilk kez Genel Kurul’un oturum aralarında, nükleer anlaşmaya imza atan ülkelerin dışişleri bakanları toplantısı yapılmadı.
UAEA’dan gelen uyarı eleştirilerinin ardından UAEA Guvernörler Kurulu’nun bu hafta başından bu yana düzenlenen yıllık konferansından önce üç ayda bir yaptığı toplantının ardından İran meselesi, son iki hafta içinde güçlü bir şekilde geri döndü.
İbrahim Reisi hükümeti, İran’da hükümet değişikliği nedeniyle geçen Haziran ayından bu yana duraksayan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma amaçlı Viyana müzakerelerini yeniden başlatmaya yönelik nihai stratejisini onaylamadan önce son iki haftadaki olaylar, İran Dışişleri Bakanlığı ve İran Atom Enerjisi Kurumu’nun yeni yetkilileri için ilk sınav oldu.
İran rejimi lideri Ali Hamaney’e yakın Keyhan gazetesi, “Diplomasinin gidişatını değiştirmek İran için bir başarı ve Batı için bir endişedir” dedi. Gazete, ön sayfasında yayınlanan bir analizde, “Bir önceki hükümetin dış politikadaki eksiklikleri ve ihmali, halka büyük kayıplar ve acılar verdi” ifadelerine yer verdi.
Aynı şekilde “Batı’dan gelen tüzüklerin ihlaline karşı hükümetten, özellikle de Dışişleri Bakanlığı'ndan hiçbir zaman simetrik, kararlı bir yanıt gelmedi” diyen gazete, Tahran’ın önceki ABD yönetimi tarafından dolara erişiminin engellenmesinin ardından, Batılı ülkeleri Avrupalılar tarafından İran’la ticaret alışverişini sürdürmek için başlatılan INSTEX mekanizması gibi ‘boş vaatlerde bulunmakla’ suçladı.
Bu hafta başlarında UAEA Başkanı Muhammed İslami, nükleer anlaşmayı azaltma sürecini, Beyaz Saray’ın maksimum baskı mühendisi olan Donald Trump konusunda sayfayı çevirmesinden ve Joe Biden’in başkanlık görevini üstlenmesinden sonra Tahran’ın attığı adımlarla sınırlamıştı.
Keyhan gazetesinin pozisyonu, İslami’nin Mayıs 2019 itibariyle Ruhani hükümetinin nükleer anlaşmanın taahhütlerini azaltmak için açıkladığı altı adımı inkâr ettiği yönündeki açıklamalarına benziyor. Bu, Tahran’ın ilerleyen günlerde izlemeyi planladığı stratejinin bir göstergesi.
Reformist Şark gazetesi ise ön sayfasını, İran Cumhurbaşkanı’nın bir fotoğrafının yanı sıra Biden’in bir fotoğrafına ayırdı. Gazete, Biden’ın Genel Kurul’da dile getirdiği “Nükleer anlaşmaya geri dönmeye hazırız” sözüne yer verirken, Reisi’nin de “ABD vaatlerine güvenmiyoruz” açıklamasını seçti. Ayrıca Abdullahiyan’ın, anlaşma taraflarının dışişleri bakanlarını bir araya getirmeden, nükleer anlaşmayla ilgili yaptığı toplantılara da atıfta bulundu.
Öte yandan Devrim Muhafızları’nın sözcüsü Civan gazetesi, ön sayfasının büyük bir bölümünü ABD başkanının gülen bir kovboy şeklinde çizilmiş bir karikatürüne ayırırken, Genel Kurul’da yaptığı konuşmaya atıfla da ‘ABD gözdağı’ bağlığı attı. Hükümetin sözcülüğünü yapan İran gazetesinin manşeti ise “Yeni bir dönem başladı” oldu.
Eski milletvekili ve nükleer anlaşmanın en önde gelen destekçilerinden biri olan Haşmetullah Falahat Bisha, nükleer anlaşmanın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ele alınış şeklini eleştirdi. Reformist ILNA haber ajansına konuşan Bisha, “Nükleer anlaşmayı canlandırmak için hayati bir fırsat öldürüldü ve asıl suçlu ABD” dedi.
Nükleer anlaşmanın imzalanması sırasında Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komitesi’nin önde gelen üyelerinden olan Falahat Bisha, nükleer anlaşmanın ‘bugün BM’nin kadın toplantısında üç önemli konu arasında yer almadığını’ dile getirirken, Biden’ı “Trump’ın politikasını aldatıcı bir şekilde sürdürmekle” eleştirdi. İran Dışişleri Bakanlığı bunu reddetmek için acele etmeden önce, salı günü Fransa Dışişleri Bakanı’nın ortak bir toplantı önerisine dikkati çekti. Bakanlık, “İşin aslı, Dışişleri Bakanlığı değişikliklere tanık oldu, ancak nükleer anlaşma çerçevesinde müzakereler başlamadı. İran, nükleer anlaşma ve müzakere dosyasını Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin mi ele alacağı, yoksa Dışişleri Bakanlığı’nın mı ele alacağı henüz belli olmadığı için henüz karar vermedi” dedi.
AFP’ye göre Keyhan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari, “Son aylarda ABD’nin geri çekilmesine cevaben taahhütlerimizi azalttıktan sonra Batılılar, ABD’nin anlaşmaya geri dönmesi için Viyana görüşmelerine geri dönmemiz konusunda ısrar ettiler. Onların teklifini reddettik” açıklamasında bulundu.
Şeriatmedari’ye göre İran Cumhurbaşkanı, “ABD’lilerin ve Batılıların arzularının aksine önceliğimiz anlaşma değil” dedi. Hüseyin Şeriatmedari, durumun İran’ın lehine döndüğünü ve ABD’nin ‘azami baskı’ politikasının başarısız olduğunu söylerken, Laylaz ise konuya ilişkin son sözün Dini Lider Ali Hamaney’e ait olduğunu vurguladı. Laylaz, Hamaney’in müzakerelere karşı çıkmadığını dile getirdi.

 


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.