Reisi’nin konuşmasında ortaya çıkan seçkinlerin İran algısı

İran’a ilişkin algılar, ABD karşıtlığı, Tahran’ın yurt dışında ahlaki bir misyonu olduğu ve dini bir mesaj taşıdığı noktasında birleşiyor.

Reisi konuşmasında “ABD’nin emperyal sistemine güvenilmez” ifadesini kullandı. (Reuters)
Reisi konuşmasında “ABD’nin emperyal sistemine güvenilmez” ifadesini kullandı. (Reuters)
TT

Reisi’nin konuşmasında ortaya çıkan seçkinlerin İran algısı

Reisi konuşmasında “ABD’nin emperyal sistemine güvenilmez” ifadesini kullandı. (Reuters)
Reisi konuşmasında “ABD’nin emperyal sistemine güvenilmez” ifadesini kullandı. (Reuters)

Hüda Rauf
İran’ın yeni cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşma yaptı. Konuşma, İranlı seçkinlerin kendileri ve etraflarındaki dünya hakkındaki alışılmış algıları, yani reformist, pragmatik ya da aşırı muhafazakar akıma mensup herhangi bir İranlı yetkilinin bakış açısını yansıtıyordu. Reisi’nin konuşması, İranlı seçkinlerin ABD'yi uluslararası sistemin lideri olarak algıladığının bir özeti niteliğindeydi. Ayrıca söz konusu seçkinlerin devrimden sonra, İran rejiminin kurulmasından itibaren geçen yıllarda Tahran’ın içeride ve sınırları dışındaki rolüne ilişkin algısını ortaya çıkardı.
Tam da bu noktada Reisi’nin konuşmasındaki en önemli noktaları incelemekte yarar var. ABD karşıtı bir söylemde bulunan Reisi konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“ABD’nin sözüne güvenmiyoruz. Bu yıl, iki önemli sahne yaşandı. İlki, 6 Ocak'ta ABD Kongresi’ndeki ayaklanma, ikincisi de ABD askerlerinin 20 yıl sonra Afganistan’ı terk ettiği sırada havalanan bir ABD uçağından düşen Afgan çocuktu. İki olayın verdiği mesaj ABD’nin emperyal sistemine ne içeride ne de dışarıda güvenilemeyeceğiydi.”
ABD'nin 2018 yılında çekildiği, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşmaya dikkat çeken Reisi “ABD umutsuzluğa düşeceğimiz zannına kapıldı. Ancak azmimiz meyvesini verdi ve bu her zaman da böyle devam edecek” dedi.
Reisi, İran'ın müzakerelere geri dönmeyi arzuladığını vurgulamasına rağmen Tahran'ın Washington karşısındaki tutumuna ilişkin sert ifadeler kullanmaya ve ABD’yi emperyalizm ve küresel hegemonya girişimlerinde bulunmakla suçlamaya devam etti. Bu üslup, şu anki yönetimin pragmatizmini ve müzakerelere devam etme arzusunu gösteriyor. Ancak İran’ın sert bir söylem benimsemeye devam edeceği ve Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani’nin döneminde olduğu gibi Batı ile diyalog kurulmasına yönelik bir söylem olmayacağı açık.
İran acelesi olmadığını göstermeye çalışıyor. Ancak müzakere etmeye de karşı çıkmıyor. Aksine İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Batı ile ekonomi alanında iş birliği yapılmasına ve yabancı yatırımlara kapı aralanmasına izin vermemiş olsa da İran için ekonomik ve siyasi açıdan yaptırımların kaldırılması her zamankinden daha acil bir ihtiyaç haline geldi. İran'ın eskiden Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye olarak kabul edilmemesinin sebebi ekonomik yaptırımlardı. Bu yüzden Reisi tarafından açıklanan doğuya yönelme politikası ışığında İran'ın ekonomik geleceğinin anahtarı halen yaptırımların hafifletilmesinde yatıyor. Bu da Joe Biden yönetiminin yapabileceği bir şey.
Diğer taraftan Reisi konuşmasında “İran’ın diğer ülkelerin içişlerine karışmayan ilham verici bir diplomasi örneği ve modeli” olduğuna işaret etti. “İslam devrimi ilham verici bir devrimdir. Bu devrimden gelen güç, güvenlik ve istikrar sağlıyor. İran'ın stratejik düşüncesinin temelinde İmam Humeyni ekolü ve İslam'ın esas ilkeleri yatıyor” ifadelerini kullandı. Tahran’ın bu algısına göre İran kimliği özel ve eşsiz bir konuma sahip. Yine bu bakış açısına göre İran devrimi, ülkeyi bağımsız bir kimlik, direniş ve demokrasi modeli haline getirdi ve bu kimlik devrimden önce herhangi bir uluslararası boyuta sahip değilken devrimden sonra değişen bir dünyada başkaları için örnek teşkil eden önde gelen bir kimlik haline geldi.
Bu algı Reisi’nin ifadelerinde görülebiliyor. Reisi “İran'ın gücü, Suriye ve Irak'taki duruşu ve şehitlerimiz Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendis olmasaydı DEAŞ Avrupa'nın komşusu olurdu” dedi. Burada Reisi, İran'ın terörle mücadeledeki ve istikrarı sağlamadaki rolünü göstermek için uluslararası toplumun gündeminde olan DEAŞ ile mücadele konusunda Tahran’ın  önemine ve rolüne dikkat çekmeye çalıştı. Bu, DEAŞ’ın İran’ın çıkarları için bir tehdit oluşturduğu gerçeğiyle çelişiyor. Zira İran, DEAŞ örgütünün pek çok eyleminde bir hedefti.
Reisi’nin konuşmasının devamıi İran siyasi rejiminin kurulduğu 1978 yılından beri İranlı seçkinlerin, ülkenin yurt dışında ahlaki bir görevi bulunduğunu, dini bir mesaj taşıdığını ve örnek alınması gereken ve cumhuriyetin fikirlerinin yayılması gereken bir modeli olduğunu düşündüklerini gösteriyor. Bu, İran'ın başkalarının içişlerine karışma veya devrimi ihraç etme fikirlerine karşı çıkan bölgesel konumuyla çelişiyor. Bu da her ne kadar şu anki İran Cumhurbaşkanı ne kadar iyi komşuluk politikası izlediklerini savunsa da İran'ın farklılıklara ve sınırlara ilişkin arzuları etrafında dönen rolü sürdüreceği ve kendisine ilişkin algısının, çıkarlarının ve dışarıdaki hamlelerinin esas belirleyicisi olmaya devam edeceği anlamına geliyor.
*Independent Arabia’da yayınlanan bu makale Şarku’l Avsat tarafından çevrildi.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.