Ürdün İstihbarat Direktörü: Suriye ile ilişkilerin yeniden başlaması için yeni bir vizyon geliştirildi

Direktör, Şarku’l Avsat da dahil olmak üzere medya kuruluşlarının temsilcilerini içeren açık bir oturumda konuştu.

Ürdün Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Hatukay, bir grup medya uzmanıyla birlikte (Şarku’l Avsat)
Ürdün Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Hatukay, bir grup medya uzmanıyla birlikte (Şarku’l Avsat)
TT

Ürdün İstihbarat Direktörü: Suriye ile ilişkilerin yeniden başlaması için yeni bir vizyon geliştirildi

Ürdün Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Hatukay, bir grup medya uzmanıyla birlikte (Şarku’l Avsat)
Ürdün Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Hatukay, bir grup medya uzmanıyla birlikte (Şarku’l Avsat)

Ürdün’de düzenlenen bir oturumda konuşan Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Ahmed Hüsni Hatukay, ​​bir grup Ürdünlü gazeteci ve yazara ülkedeki güvenlik ve siyaset sahnesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Oturumdaki görüşler, iç ve dış meselelerle ilgili birçok kritik soruyu yanıtlarken yalın değildi. Suriye ile ilişkilerin yeniden başlaması, siyasi reform sürecine destek ve bölgesel ve yerel olarak radikalizm ve terörle mücadelede kurumun rolü, oturumun ana başlığını oluşturdu.
Oturumda 4 saatten fazla bir süre siyaset ve güvenlik yaklaşımları üzerinde duruldu. Ülkenin güvenlik kurumuna başkanlık eden Hatukay’ın Mayıs 2019 başlarında göreve gelmesi, istihbarat biriminin Ürdün meselesiyle ilgili politikaları açısından ilerleyen dönemin özelliklerini belirledi.
Tümgeneral Hatukay, bölgesel ve uluslararası ittifakların karmaşık haritası karşısında göz ardı edilemeyecek bir ‘oldu bittiye’ uzanan siyasi bir yaklaşım ortasında, Suriye ile ilişkilerin yeniden başlaması için yeni bir vizyon ortaya koydu. Bu yaklaşım, sınırların açılması ve ticaret ile ilgili olarak yakın zamanda açıklanan bir dizi Ürdünlü yetkilinin kararında da açıkça görülüyor.
Ülkenin en yüksek güvenlik yetkilisi olarak Tümgeneral Hatukay’ın Suriye meselesinde ifade ettiği tutum, Krallığın, ‘Rusya- Suriye- Ürdün’ uzlaşıları aracılığıyla kriz yılları boyunca güneydeki ‘bazı müdahaleler’ dışında Suriye işlerine müdahaleden kendisini uzak tuttuğunu ortaya koydu.
Hatukay, bu noktada Ürdün’ün Suriye’ye karşı herhangi bir eylemin kuvözlerinden biri olmadığını dile getirdi. Tümgeneral, güney sınır bölgesinin Ürdün ile istikrarının, bu husustaki en önemli stratejik hedef olduğunu ve öyle kalacağını vurguladı.
Tümgeneral Hatukay, Suriye rejim güçlerinin bugün topraklarının yüzde 65’ini kontrol ettiğini iddia ederken, toprakları üzerindeki kontrolünü geri kazanma görevinde kendisini destekleyen bölgesel tarafların niteliği hakkında ise yorum yapmadı. Suriye krizinin ülkenin kuzeydoğu bölgelerindeki endişeler ortasında hala etkin olduğunu söyleyen yetkili, bölgenin güvenliğini hala hedef almaya çalışan terör örgütleri için kuluçka merkezlerinin var olduğunu dile getirdi. Tümgeneral Ahmed Hüsni Hatukay, Suriye- Irak sınırına yakın Haseke bölgesinde bulunan el-Hol kampındaki krize ve Suriye krizinin koşulları nedeniyle kampın çevresindeki insani ve güvenlik durumuna da değindi.
Tümgeneral, son yıllarda iki istihbarat servisi arasında ve amacı Suriye’nin güneyinde sükuneti korumak olan bir ulusal güvenlik planı dahilinde, Ürdün ve Suriye arasındaki stratejik ilişkinin sürekliliğine dikkati çekti.
Tümgeneral Hatukay, sınırların sürekli olarak kapatılmasıyla ilgili olarak ise Ürdün değerlendirmesinin, Ürdün Krallığı’nın ‘kuzey sınırlarını kapatma politikasına tahammül zorluğu’ ortasında Ürdün- Suriye ilişkisini ‘çerçeve içine almaya’ çalıştığını söyledi. Yetkili, iki ülkenin güvenlik ve ekonomi konuları başta olmak üzere ortak konularda iş birliği hatlarını yeniden açma ihtiyacı ışığında, Şam ile iş yapmanın kaçınılmaz olduğunu ifade etti.

Kaçakçılık korkuları
Ürdün İstihbarat Direktörü, uyuşturucu ve silah kaçakçılığındaki artışla birlikte Krallığın güvenliğini hedef almaya çalışan sınır ötesi terörist unsurların kaçakçılık oranındaki artış konusunda endişelerini dile getirdi. Üst düzey güvenlik yetkilisi, Suriye’de yoksulluk ve açlığın yayılmasının, ‘dışlanmış nesiller arasında radikalizmi körüklemeye’ katkı sağladığını ve onları terör örgütleri için savunmasız hale getirdiğini belirtti. Tümgeneral, geçmiş yıllarda bu radikalizm yanlısı grupların egemenliği altında büyüyen çocukların, bu örgütlerin saflarında edindikleri inançların değişmesine ihtiyaç duyduğunu vurguladı.
Hatukay, ​​Ürdün Genel İstihbarat Teşkilatı’nın 2019’dan toplantı tarihine kadar gerçekleşen 120 operasyona ilişkin hayal kırıklığına da değinirken, Ürdün istihbaratı çabalarının, Krallığı hedef alan 52 terör planını engellediğini ve bu saldırılara karışan 103 kişiyi tutukladığını belirtti.
Tümgeneral Hatukay, terörle mücadeleye yönelik uluslararası çabaların bir parçası olarak Krallığın, Avrupa’nın farklı bölgelerinde ve dünya ülkelerinde 68 terör planını engellemeye katkıda bulunduğunu vurguladı. Tümgeneral ayrıca, “Krallık genelinde terör unsurlarının 95 kaçakçılık faaliyetinin yanı sıra silah ve uyuşturucu kaçakçılığı operasyonları engellendi ve bu operasyonlara karışan 249 kişi tutuklandı” dedi.
Hatukay, geniş bir güvenlik ve istihbarat ölçeğinde çabaları koordine etmeyi gerektiren zorluklara da değindi. İstihbarat Direktörü, Krallığın güvenliğinin Irak ve Suriye’deki terör örgütleri aracılığıyla hedef alınmasına yönelik girişimlerin devam ettiğini yineledi. Ürdün istihbarat servisinin siber güvenlik alanlarındaki büyük çabaları da dahil olmak üzere, tüm başarılara rağmen tehlikenin hala ‘mevcut’ olduğunu vurgulayan yetkili, Ürdünlü gençlerin radikalizm yanlısı terör örgütleri bünyesine dahil edilmesi yoluyla sosyal medya platformlarının tehlikesinin hala devam ettiğine dikkati çekti. Tümgeneral Hatukay, radikalizmin ve örgütlerin gençleri işe alarak yanlarına çekme çabalarının sadece bölgeyi değil Batı toplumlarını da etkileyeceği konusunda uyardı. Sosyal medya uygulamalarına dikkati çeken yetkili, gençleri ve toplumları radikalizme ve kaosa çekmeye yönelik planlar içinde kullanılan araçlar olduğunu ifade etti.

Suriye muhalefeti ve Ürdün
Suriyeli muhalif liderlerin Ürdün’deki varlığı ve muhalefetin elindeki platformların Ürdün-Suriye yakınlaşması planına ‘saldırı’ girişimleri hakkında da konuşan Hatukay, Ürdün’deki tüm Suriyelilerin, kriz yıllarında yaşanan insani durumun dayattığı koşullarla muamele gördüğünü dile getirdi. Krallığın Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapmak için yeteneklerini kullandığını söyleyen Tümgeneral, Ürdünlüler ve Krallıkta ikamet eden diğer kişiler için geçerli yasalara tabi oldukları sürece Ürdün topraklarında ikamet eden herhangi bir Suriyeli için suiistimalin kabul edilmeyeceğini vurguladı.
Katılımcı gazetecilerin açıklamalarını da dikkatle dinleyen Tümgeneral Ahmed Hüsni Hatukay, yaklaşık 1,3 milyon Suriyeli mültecinin ülkeye sığınmasıyla birlikte Ürdün’ün karşı karşıya olduğu bir dizi ekonomik, güvenlik ve siyasi zorluğa da değindi. Yetkili, “Bu durum su, elektrik ve yol şebekeleri de dahil olmak üzere ulusal altyapı üzerinde baskı oluşturdu. Ayrıca bu baskı, Suriyeli mülteci kamplarındaki mültecilere koronavirüs aşısı dağıtımı da dahil sağlık ve eğitim hizmetlerini kapsıyor” dedi.
Yetkili, yüksek kamu bütçe açığı nedeniyle artan ekonomik baskıya ve Suriyelilerin yerel pazara katılımı karşısında piyasa güçlerinin dengesizliğine dikkati çekerken, bunun Ürdünlü gençler arasında işsizlik rakamlarının artmasına neden olduğunu söyledi. Tümgeneral, “2018 yılından bu yana Krallık’ta ikamet eden toplam Suriyeli mültecinin sadece 34 bininin ülkelerine döndüğü göz önüne alındığında, ekonomik ve sosyal baskıların öngörülebilir gelecekte devam etmesi muhtemeldir” şeklinde konuştu.
Öte yandan Tümgeneral Hatukay, Ürdün’ün ‘ikili ilişkilerin eski dönemdeki koşullarına döndürülmesi ve su meselesi üzerinde uzlaşı sağlanması’ için yeni anlaşmalar yapılması yönünde bir önceliği bulunduğunu söyledi.
Ürdün İstihbarat Direktörü, Suriye ile yakınlaşmanın ve tüm Suriye topraklarında sakinlik fırsatının sağlanmasının, Krallığın kardeş ülkelere destek sağlama konusundaki değişmezleri ile uyumlu olduğunu açıkladı. Yetkili, batı elektrik enterkonneksiyon projesinin (Mısır- Ürdün- Suriye- Lübnan) yeniden canlandırılmasının ve Mısır gazının Ürdün ve Suriye üzerinden Lübnan’a ihraç edilmesinin, enerji stoklarındaki büyük kıtlığın bir sonucu olarak Lübnan ekonomisinin karşı karşıya olduğu felaket senaryolarına son vereceğini belirtti.
Tümgeneral Hatukay, ​​ülkesinin Suriye krizine siyasi çözüm bulma konusundaki tutumuna bağlı olduğunu dile getirirken, Suriye topraklarında tanık olunan herhangi bir istikrarın, iki kardeş komşu arasındaki bölge içi ticaretin dönüşü yoluyla kaçınılmaz olarak Ürdün ekonomisine yansıyacağını belirtti.
Tümgeneral, komşu ülkelerle güvenlik sorunlarına değinirken, olayların karmaşık uluslararası koşullar ışığında hızlanmasının, karar vericinin yüksek ulusal çıkarları koruyan seçenekleri ve alternatifleri incelemesini gerektirdiğini belirtti. Tümgeneral Hatukay, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın uluslararası arenada, komşuların çalkantılı koşullarına uyum sağlama çabalarına ve ilgili ülkelerdeki etkileriyle mücadeleye de dikkati çekti.
Güvenlik yetkilisi, yaptığı açıklamada Arap güvenlik ve istihbarat organlarının çabalarını koordine etme bağlamında 2019 yılında kurulan ve bu yıl Ürdün’ün başkanlığını yaptığı Batı İstihbarat Forumu’nun oluşturulmasının önemine vurgu yaptı. Tümgeneral Hatukay, forumun ‘bölgedeki güvenlik ve istikrar sisteminin güçlendirilmesine hizmet etmek amacıyla ve bilgi alışverişi kolaylığı yoluyla’ zorluklarla yüzleşmek ve önleyici tedbirler üzerinde anlaşmak hususunda ortak bir dil üretmeyi başardığını açıkladı.

Yerel kararlar
Yerel olarak, 1964 yılında kurulan Genel İstihbarat Teşkilatı’nın 14. direktörü olan Hatukay, yaptığı açıklamada Pazar günü Ürdün Kralı’na teslim edilen Siyasi Sistemi Modernize Etme Kraliyet Komitesi’nin tavsiyelerini destekleme konusunda önde gelen güvenlik kurumunun tavrına ilişkin olarak tüm spekülasyonları çözüme kavuşturdu. Yetkili, kurumun tek tavrının, inceledikten sonra tavsiyeleri desteklemek olduğunu dile getirdi.
Kurumunun, Kraliyet Komitesi üyeleri tarafından uzaşı sağlanan koşullara olan inancına dikkati çeken Hatukay ayrıca, devletin canlılığını yansıtacak şekilde sürekli değerlendirme, ölçme ve geliştirmeye tabi olmak kaydıyla, gelecekte ortaya çıkacak reformist gerçekliğe desteğini ifade etti.
Öte yandan Siyasi Sistemi Modernize Etme Kraliyet Komitesi, anayasa değişikliği taslağını ve iki seçim ve parti kanununu onayladı. Seçim kanununda yapılan değişiklikler, ‘Temsilciler Meclisi’ndeki sandalyelerin yüzde 30’u oranında partilere ayrılan parti sandalyeleri kanununu, adaylar arasında sonuçların hesaplanmasında kararlılık ilkesinin onaylanmasını, kadınlara ayrılan koltuk kontenjanının yanı sıra Krallık’taki seçim bölgelerinin sayısının azaltılmasını ve gençlerin adaylık yaşının 25’e indirilmesini’ kapsadı. Aynı şekilde komitenin partiler kanun taslağında yer alan tavsiyeleri de onaylanırken değişikliklerde, herhangi bir kovuşturma yapılmaksızın üniversite öğrencilerinin parti çalışması ilkesinin yasallaştırılması da yer aldı.
Hatukay, gerçekçi ve uygulanabilir çözümler taşıyan partizan programlar uyarınca hukuk çerçevesinde ve aidiyet korkusunu ortadan kaldıracak şekilde ulusal parti çalışması koşuluyla, Taraflar Kanunu’nda yapılan değişiklikten sonra partizan çalışma olanaklarına destek verildiğini ifade etti.
Muhafazakâr siyasi elitler arasındaki demokratik sürecin gelişimine dair korkular hususunda, çoğu Ürdün yerel basın kuruluşlarını temsil eden gazetecilerin sorularına doğrudan yanıt veren Tümgeneral Hatukay, ülkesinin yürürlükteki yasalarla yönetilen demokrasiden korkmadığını vurguladı. Yetkili, “Küreselleşmenin değerlerinden etkilenmeleri ve gelişmiş ülkelerin deneyimlerine tanık olmaları sonrasında genç nesil, yeni bir dille tanıştı. Bu durum, modernleşme ve kalkınmada devlet kurumlarının nesillerin gereksinimlerine ayak uydurmasını zorunlu kılmaktadır. Ayrıca bu, ‘herkesin sorumluluk ortağı olmasını sağlayan ulusal karar alma süreçlerine katılma’ hedefine hizmet eder” açıklamasında bulundu.

Esed, Ürdün Kralı’nı 10 yılın ardından ilk kez aradı
Ürdün Kralı ve Esed arasındaki telefon görüşmesi iki ülke arasındaki yakınlaşmayı destekliyor



Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
TT

Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)

Sergey Eledinov

Afrika'daki Sahel bölgesinde güvenlik durumu son derece istikrarsız olmaya devam ediyor. Nijer, Burkina Faso ve Mali'de cihatçı ve ayrılıkçı gruplarla şiddetli çatışmalar sürerken, şehirlere ve askeri üslere yönelik saldırılar hız kaybetmiyor ve sivil kayıpların sayısı artıyor.

G5 Sahel grubu ülkelerinin hükümetleri bu zorlukları aşmak için çabalarını artırırken silah ve askeri teçhizat tedarikini sürdürüyor, Rus ve Türk uzmanların ve askeri eğitmenlerin yardımını alıyor. Ayrıca Mali ordusu ile ortak operasyonlarda Rusya'nın Afrika Kolordusu'ndan birlikler destek veriyor. Bunun yanında ek seferberlik ilan eden hükümetler, subay ve astsubayları eğiten askeri akademilerden mezun olanların sayısı arttırdı.

Ancak, ulusal orduların sınırlı kaynakları nedeniyle, 2025 yılında koalisyon devletlerinin himayesinde kurulan düzensiz silahlı oluşumlar olan hükümet yanlısı milisler, cihatçı gruplarla mücadelede giderek daha önemli bir rol oynamaya başladı.

Nijer Garkuwar Kassa programını başlattı

Nijer 19 Ağustos'ta, M62 Hareketi (Nijer'deki askeri liderlik), orduyu desteklemek için gönüllü birlikler oluşturmak amacıyla ‘vatanın kalkanı’ anlamına gelen ‘Garkuwar Kassa’ adlı sivil milisleri seferber etmek için bir program başlattı. Program kapsamında gönüllüler, ulusal güvenlik güçleriyle birlikte çatışma bölgelerine gönderilmeden önce başkent Niamey'de eğitim alıyor.

Nijer, geçmişte milisler yüzünden büyük acılar yaşamış olsa da aşırılık yanlıları bu grupları kendi amaçları için kullandıklarında, kaynakların kıtlığı şimdi yetkilileri bir kez daha büyük riskler almaya itiyor. Bölgesel açıdan bu modeli benimsemede nispeten geç kalan Nijer, Burkina Faso'nun Vatan Savunması Gönüllüleri’ni (Volontaires Pour la Défense de la Patrie/ VDP) örnek alıyor.

Burkina Faso’nun VDP’si

VDP, Burkina Faso'nun devlete bağlı paramiliter yapılarından biri. Cihatçı gruplara karşı mücadelede ordu ve güvenlik güçlerine destek olmak amacıyla 2020 yılında Cumhurbaşkanı Roch Marc Christian Kaboré tarafından imzalanan kararnameyle resmi olarak kuruldu.

Ülke genelinde kendiliğinden ortaya çıkan öz savunma gruplarının ardından kurulan bu gruplar, Sahra altı Afrika'da yaygın olan geleneksel kapalı avcı kardeşliklerine dayanıyor. Geçmişte ‘yol kesen haydutlar’ olarak bilinen yasadışı çetelerle mücadele eden bu avcı kardeşlik gruplarının başında ‘Dozolar’ (Donzolar) geliyor.

Bu marjinal yapı, bu grupların kıtadaki silahlı çatışmalara karışmasına neden oldu. Doussolar, 2002 ile 2011 yılları arasında Fildişi Sahili'ndeki ve 2012 ile 2019 yılları arasında Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki savaşlara katıldı. Daha sonra bu grup Burkina Faso'da ülkenin en büyük etnik grubu olan Mossilerin ana dili Mooré'de ‘orman muhafızları’ anlamına gelen ‘Koglweogo’ adını aldı.

Yerleşik Mossi ve göçebe Fulani arasındaki, çoğunlukla toprak kullanımıyla bağlantılı tarihsel gerilimler, daha tehlikeli bir aşamaya girdi. Çoğunlukla Mossilerden oluşan hükümet yanlısı birlikler, cihatçı grupların üyelerinin çoğunun mensubu olduğu Fulanilere karşı ‘etnik temizlik niteliğinde ihlallerde bulunmakla’ suçlanıyor.

Gönüllüler topluluğu kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı.

Gönüllü birlikler kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı. Ordudan ve hükümetten arta kalan kaynaklarla geçinen gönüllü birliklerin koşulları, onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlayan Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin göreve gelişiyle gözle görülür bir iyileşme sağlamadı. Ancak ironik bir şekilde, gönüllülerin hoşnutsuzluğu hükümete veya Traoré'ye değil, ulusal orduya yönelik oldu.

Bu birliklerin genişlemesi, hükümeti onları barındıracak resmi bir çatı kuruluş kurmaya itti. VDP güçleri başından beri ağırlıklı olarak yerleşik bir tarım topluluğu olan Mossi üyelerinden oluşuyordu. Bu durum, uzun süredir toprak ve otlatma hakları konusunda çatıştıkları göçebe Fulaniler ile aralarındaki tarihi gerilimi daha da körükledi. Cihatçı grupların üyelerinin çoğunu oluşturan Fulaniler olmasına rağmen, VDP Fulanilere karşı ‘ihlaller ve hatta etnik temizlik yapmakla’ suçlanıyor.

sdfrgty
Vagadugu eyaletinde VDP programına kaydolmak için başvuru formlarıyla sıraya giren erkekler, Kasım 2022 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre VDP, kurulduğu günden bu yana, üye edinme, eğitim yapısı, maaş düzeyleri, ikmal ve tıbbi destek, silahlanma ve ulaşım açısından düzenli ordudan farklılık gösterirken genellikle ordu ve hükümetten geriye kalan kaynaklarla geçimini sağlıyor. Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlamış olmasına rağmen VDP’nin koşullarında gözle görülür bir iyileşme olmadı. Ancak gönüllüler, hoşnutsuzluklarını hükümete veya Traoré'ye değil, orduya yönelttiler. Bu da hükümeti 50 bin gönüllüyü daha silah altına alma programını uygulamaya koymaya itti. Program başarılı olurken VDP’nin 2022 yılının kasım ayı itibarıyla üye sayısı 90 bine ulaştı. Düzenli ordunun personel sayısı ise sadece 14 binle sınırlı kaldı. Ancak, ekipman ve malzeme açısından yetersiz olan bu devasa kitle, cihatçı saldırıların şiddetlenmesiyle ağır kayıplar vermeye başladı ve isyancılara karşı ‘savaşın yakıtı’ haline geldi.

Ordu, jandarma ve polis güçlerinden farklı olarak, bazı gönüllü birliklerin ‘topluluklar’ olarak adlandırılıyordu ve tarihsel olarak bulundukları bölgelerde düzeni sağlamakla görevlendirilmişlerdi. Bu toplulukların ordu birliklerinden uzaklığı ve ordunun hareket kabiliyetinin yetersizliği, yerel gönüllülerin kendi kaynaklarına güvenmelerini ve konumlarını güçlendirmelerini sağladı.

gh
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'nun (ECOWAS) Nijerya'nın başkenti Abuja’da düzenlenen 66. Olağan Oturumu sırasında Burkina Faso, Nijer, Mali ve Gine temsilcilerine ayrılan yerler, 15 Aralık 2024 (Reuters)

Merkezi hükümetin otoritesinin zayıflamasıyla birlikte, gönüllü birlikler kontrol ettikleri bölgelerde fiilen yerel otoriteler haline geldi. Bu birliklerin bazıları, gasp, yağma, arazi gaspı, yargısız infazlar, etnik temizlik ve hatta cihatçı gruplarla iş birliği yapmakla suçlanıyor. Bu uygulamalar, yarı-hükümet işlevlerine denk geliyor.

Gönüllüler ile ordu arasındaki artan düşmanlık, gönüllülerin kontrolü altındaki bazı bölgelerin, başkent Vagadugu’ya sadece nominal bağlılık gösteren yarı özerk bölgeler haline gelmesine yol açtı. Yerel bölgelerde gönüllü grupların varlığı, cihatçıların yeni saldırılara yol açarken gönüllü birliklerin halk arasında iş birlikçi olduğu iddia edilen kişileri daha yoğun bir şekilde takip etmesine neden oldu. Bu durum, toplumsal gerilimi artırdı ve genel güvenlik durumunun kötüleşmesine katkıda bulundu.

Burkina Faso hükümeti 30 Ağustos 2025'te, 2 bin 500 Dozo avcısının ülkenin topraklarının kontrolünü ele geçirmek için güçlerini birleştirmeye hazır olduğunu duyurdu.

Tuareg oluşumları ve Dozo Öz Savunma Birlikleri

Mali'deki hükümet yanlısı paramiliter gruplar oldukça çeşitli ve geniş bir alana yayılmış durumda. Bunlar arasında, Bamako'ya sadık Tuareg silahlı oluşumlar öne çıkıyor. Azavad Kurtuluş Hareketi (MSA) ve Imghad Tuareg ve Müttefikleri Öz Savunma Grubu (GATIA) tarafından yönetilen bu oluşumlar, etnik kimliklerini Tuaregler içindeki Dawsahaq ve Imghad kabilelerinden alırken Dawsahaqlardan yaklaşık 3 bin, Imghadlardan ise bin üyesi bulunuyor.

Bağımsız bir Azavad devleti kurma fikri, Tuareg toplulukları arasında oybirliği ile destek görmezken çatışmanın başlıca nedeni siyasi yönelimden çok iç kabile mücadelesiydi. Asil kabileler olarak kabul edilmeyen Imghad ve Dawsahaq kabileleri, yeni devletin liderliğini üstlenen asillerden Ifoghas kabilesinin hakimiyetine boyun eğmeyi reddettiler.

Devletin mali olarak zayıf olması nedeniyle, silahlı grupların oluşumu tek savunma aracı haline geldi ve bu da ayrılıkçıların kuzeyde tam kontrolü ele geçirmelerini engelledi. Ayrılıkçıların kuzeyi tamamen kontrol altına alması engellense de çatışma daha da kötüleşti.

Hem MSA hem de GATIA, DEAŞ hücreleriyle şiddetli çatışmalar yaşıyor. Azavad ayrılıkçıları ve El Kaide'nin bölgesel kolu olan Cemaat Nusrat el-İslam vel-Müslimin (JNIM) ile gergin ilişkilere sahipler. Hayatta kalabilmelerinin tek yolu, devlete sadık olmaları.

drf
Mali'nin Azavad bölgesindeki silahlı siyasi hareket MSA'nın silahlı adamları Menaka dışındaki çölde bir kamyonetin arkasına monte edilmiş bir uçaksavar silahıyla birlikte, 14 Mart 2020 (AFP)

MSA ve GATIA kendi etki alanlarında gerginliğin tırmanmasını önlemek istese de yasadışı faaliyetler yaygın ve ekonomik faaliyetler büyük ölçüde onların kontrolü altında. Her iki grup da özellikle devletten düzenli destek gelmediği için, özyönetimden vazgeçmeye hiç istekli görünmüyor.

Geleneksel Dozolardan oluşan yerel öz savunma grupları, Mali'deki en büyük hükümet yanlısı güçleri oluşturuyor.

Bu grupların büyüklüğü, onlarca kişiden yüzlerce kişiye kadar değişiyor. Coğrafi konumları da farklılık göstermekle birlikte, genel özellikleri ortak. En belirgin özellikleri, coğrafi istikrarları ve köken bölgelerine güçlü bağlılıkları ile tek etnik kökenden gelmeleri ve çoğunlukla yerleşik çiftçilerden oluşuyorlar.

Bu gruplar devletten sistematik destek almıyor. Devlete olan bağlılıkları büyük ölçüde resmi nitelikte kalıyor ve kontrol ettikleri bölgelerde devletin otoritesini resmi olarak tanımakla birlikte, pratikte fiili otorite olarak hareket ederek devlet kurumlarının yokluğunu kısmen telafi ediyor.

Gasp, yasal çerçeve dışında yaptırımlar uygulama, arazi ve mülklerin ele geçirilmesi ve etnik temizlik uygulamalarına karıştığına dair sık sık haberler geliyor.

Dogonlar ülkesi

Mali'deki en önde gelen paramiliter grup, Dogon dilinde ‘Tanrı'ya güvenenler’ anlamına gelen Dan Na Ambassagou Ulusal Koordinasyonu (Coordination Nationale Dan Na Ambassagou/CNDA) adını kullanıyor. Dogonlardan oluşan bu savunma gücü, yerleşik çiftçiler ile göçebe çobanlar olan Fulaniler arasında kıt otlak ve tarım arazileri nedeniyle geçmişten beri süren çatışmalara yanıt olarak 2016 yılında “Dogon Ülkesi” olarak bilinen bölgede kuruldu.

Ülkede silahlı çatışmaların patlak vermesiyle, Dogonlar ve diğer yerleşik topluluklar tarafından marjinalleştirildiğini düşünen Fulanilerden bazıları, toprağın adil bir şekilde yeniden dağıtılacağı vaadinde bulunan cihatçı gruplara katıldı. Buna karşın Dogonlar, avcı kardeşliklerinin geleneklerine dayanan CNDA’yı kurdu. Yaklaşık 5 bin üyesi olduğu tahmin edilen CNDA, devletten herhangi bir finansman almıyor ve silahlanma için eski av tüfekleri veya cihatçılardan ele geçirilen silahlara güveniyor.

CNDA, hükümetin desteğinin olmaması nedeniyle önemli ölçüde özerklik kazanan Dogonlar Ülkesi’nde cihatçılarla iktidarı paylaşıyor. CNDA, yerel halkı korumayı ve İslamcı aşırılıkçılarla savaşmayı amaçlasa da bölgedeki kontrolünü pekiştirmek için cihatçı grupları desteklediğinden şüphelenilen Fulaniler ve diğer sivillere sık sık saldırılar düzenliyor.

Silahlı gruplara güvenmenin riskleri

Sahel bölgesinde paramiliter güçlere güvenilmesi, ulusal orduların ve kolluk kuvvetlerinin cihatçı grupların isyanlarını bastırma, organize suçları önleme ve bölgeler üzerinde tam kontrol sağlama konusunda yetersiz kalmasından kaynaklanıyor. Bu paramiliter oluşumlar kısa vadede kazanımlar elde edebilse de genişlemeleri bölgenin uzun vadeli istikrarını tehdit eden yavaş yanan bir fitil gibidir.

Bu milislerin sağladığı güvenlik avantajları aldatıcı ve geniş alanlara yayılmış olmaları ve küçük cihatçı hücreleri dağıtma kapasitesine sahip olmalarına rağmen, organize savaş birimleriyle yüzleşemeyecek durumda olmaları, sivil kayıplar da dahil olmak üzere zayiatı artırıyor. Varlıkları misilleme saldırılarına neden olurken, toplumun giderek silahlanması gerilimin azalması ve barışın tesis edilmesi ihtimalini zayıflatıyor.

Bu grupların yasalara aykırı yöntemlere başvurması, sosyal dokuyu zayıflatmakta, rekabeti körüklemekte ve şiddet döngüsünü besliyor. Birçok bölgede devlet otoritesi gerilemekte ve yerini fiili otoriteler almaktadır. Milisler, bir zamanlar kamu kurumlarının tekelinde olan işlevleri üstlenmekte ve bunları gayri resmi ve çoğu zaman yasadışı yollarla yerine getiriyor. Sonuç olarak, siviller kendilerini ordu, hükümet yanlısı savaşçılar ve cihatçılar arasında, devletten korku ve güvensizlik ortamında buluyor.

Ekonomik boyut da aynı derecede ciddi bir konu. Çatışmayla ilgili faaliyetler milislerin kontrolündeki bölgelerde yaygınlaşıp ekonomiyi zayıflatırken yatırımların yapılmasını da engelliyor. Bu gruplar silahlandıklarında, nadiren iktidarlarını bırakmaya istekli, bağımsız gündemleri olan fiili otoriteler haline dönüşüyor.

Orta Afrika'daki Anti-Balaka'dan Sudan'daki Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki M23 Hareketi’ne kadar diğer deneyimlerden yeterince ders çıkarılmış değil. Sonuç ise hem devlet hem de toplum için uzun vadeli stratejik tehditler pahasına, anlık taktiksel kazançlar elde edilen riskli bir uzlaşıdan ibaret.


Suriye ve İsrail arasındaki güvenlik anlaşması: Olasılıklar ve zorluklar

İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
TT

Suriye ve İsrail arasındaki güvenlik anlaşması: Olasılıklar ve zorluklar

İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)
İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems köyünde, sınır noktası yakınında düzenlenen bir Dürzi gösterisi sırasında İsrail güçleri, 30 Nisan (AFP)

Michael Harari

Son günlerde haberler, İsrail ve Suriye arasında 25 Eylül'de BM Genel Kurulu toplantıları sırasında güvenlik meselelerine odaklanan bir anlaşmanın imzalanmasının planlandığına işaret ediyor. Suriye Devlet Başkanı, geçen hafta Şam'da Arap gazetecilerle yaptığı bir toplantıda bunu açıkça doğrulayarak, böyle bir anlaşmanın imzalanma olasılığının yüksek olduğuna işaret etti. Bu arada, ABD'nin İsrail'i, Lübnan sahası da dahil olmak üzere, ilerlemeye teşvik ettiğinin bir belirtisi olarak, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack İsrail'i ziyaret ederek İsrail yönetimiyle görüştü.

Bu haberler, İsrail'in son aylarda tekrarlanan hava saldırılarına rağmen geliyor; en son saldırı pazartesi akşamı Humus ve Lazkiye şehirlerinin çevresini hedef almıştı.

Anlaşma, imzalanırsa, yalnızca güvenlik meseleleriyle sınırlı olacak. Şam açısından bakıldığında, anlaşma İsrail'in 1974’teki Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nda belirlenen hatlara geri çekilmesini amaçlıyor. Cumhurbaşkanı Şara, Golan Tepeleri’nin halen işgal altında olması nedeniyle bu anlaşmanın bir barış antlaşması olmadığını açıkça belirtti. Ancak gelecekte Suriye halkının ve bölgenin çıkarlarına hizmet eden herhangi bir barış anlaşmasını kabul etmekten çekinmeyeceğini de vurguladı. Bu, ne Suriye ne de İsrail için zamanın henüz gelmediği anlamına geliyor.

Olası anlaşma, diğer meselelerin yanı sıra, şu anda Suriye-İsrail hattında hakim olan iki önemli dosyayı ele alacak.

İlk dosya, 1974’teki Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması ile bağlantılı. Cumhurbaşkanı Şara bu anlaşmayı teyit etmeyi ve İsrail'in üzerinde anlaşılan hatlara çekilmesini temin etmeyi amaçlıyor. Bu, Suriye egemenliğinin fiili ve resmi olarak tanınması anlamına gelecek ve Şara yönetiminin meşruiyetini güçlendirecektir. Karşılığında İsrail, silahsızlandırma önlemlerinde ısrar ederek ve Suriye rejiminin otoritesini etkili bir şekilde uygulayabileceğini güvence altına alarak güvenlik çıkarlarını korumaya çalışacaktır. İsrail, Suriye'nin taahhütlere uyacağını teyit etmek için 1974 sınırlarına tamamen çekilmeden önce anlaşmanın aşamalı olarak uygulanmasını talep edebilir. Şara da bu yaklaşımı kabul edebilir. İsrail, kademeli bir uygulama veya sınır düzenlemesi kapsamında, çıkarlarının korunmasını sağlamak için Hermon Dağı bölgesi gibi bir kısım toprağı belirli bir süre elinde tutmakta ısrar edebilir.

fgt
Suriye'nin Suveyda şehrinin girişinde Dürzi savaşçılar, 21 Temmuz (AFP)

İkinci dosya ise Suveyda'daki durum ve Dürzi azınlığın korunmasıyla ilgili ve bu daha karmaşık bir konu. İsrail, İsrail’deki Dürziler ile olan özel bağlarını göz önüne alarak, Dürzi toplumuyla özel ilişkilerini sürdürmeye çalışıyor. Ayrıca, Suriye içindeki nüfuz mücadelesinin bir parçası olarak Şam ve Ankara üzerindeki nüfuzunu güvence altına almaya da gayret ediyor. Bu bağlamda, Şara, ister önerildiği gibi bir insani koridora izin vererek, ister rejim ile azınlıklar arasındaki güç dengesine açık bir İsrail müdahalesini kabul ederek, Suriye’nin egemenliğinden feragat ediyormuş gibi görünmek istemediği için dar bir manevra alanına sahip. Bu nedenle, dikkatlice düşünülmüş bir al-ver dengesine dayalı yenilikçi formüller ve hassas düzenlemeler gerekecektir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Her iki taraf da müzakerelerde kendi araçlarına ve kazanımlarına güveniyorlar. İsrail, Suriye ve Lübnan topraklarını Amerikan desteğiyle elinde tutmasını sağlayan sahadaki askeri üstünlüğüne güveniyor. Her iki cephede de kendi koşullarını dayatabilecekmiş gibi davranıyor. Ayrıca, Şara'nın rejimini sağlamlaştırmasını, siyasi yönelimleri hakkındaki şüpheleri gidermesini sağlamaya ve Türkiye'nin nüfuzunu sınırlamaya çalışıyor.

Şara, Suveyda'da sınırlı bir manevra alanıyla karşı karşıya. İster önerildiği gibi insani bir koridora izin vererek, ister İsrail'in açık müdahalesini kabul ederek olsun, Suriye’nin egemenliğinden feragat ediyormuş gibi görünemez

Bunun karşılığında, Şara, uluslararası toplumun vizyonuna verdiği açık destekten yararlanıyor. Suriye halkının çıkarlarına hizmet ettiği sürece İsrail ile bir barış anlaşmasına varmaya istekli olduğunu da açıkça dillendirdi. Ayrıca Lübnan'a karşı açık ve yapıcı bir söylem benimseyerek, ikili ilişkileri iki egemen devlet arasındaki ilişkiler olarak tasvir etti. Bu, başarısının Lübnan sahnesinde de olumlu yansımaları olacağını gösteriyor ve İsrail'in de bunu hesaba katması gerekir.

ABD’ye gelince, çabalarını yoğunlaştırdı ve beklentilerin çıtasını yükseltti. İsrail'e gönderdiği son mesajlar, Suriye ve Lübnan'daki olumlu gelişmelere somut bir yanıt beklediğine işaret ediyor. Washington'un Şara yönetiminin istikrarına verdiği önem aşikar ve Başkan Trump kendisini diplomatik bir başarı olarak sunabileceğinden, bir İsrail-Suriye güvenlik anlaşmasının imzalanması için baskı yapmak konusunda güçlü bir motivasyonu var. Aynı mantık Lübnan için de geçerli. Washington, Lübnan'ın Hizbullah'ı silahsızlandırma yönündeki açık yöneliminin, henüz uygulamaya konulmamış olsa bile, İsrail'den de buna uygun bir adım gerektirdiğine inanıyor. Bu adım, Güney Lübnan'daki bazı mevzilerden çekilmeyi veya oradaki askeri operasyonlarda daha fazla kısıtlamayı içerebilir. Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nden yapılan açıklamalar, Amerikan mesajının açıkça alındığını gösteriyor.

İsrail'in şu anda önünde açık olan diplomatik yoldan ilerlemesi akıllıca olacaktır. Zira politikasının, Lübnan'a karşı aşırı sert bir tutum sergilerken Suriye'yi zayıflatma stratejisine dayandığı yönünde artan bir algı var. Gazze'de ve kuzey cephesinde devam eden savaştan ayrışmanın, İsrail, Suriye ve Lübnan olmak üzere üç taraf için de bir başarı olduğu açıktır. Ancak, Gazze'ye olası bir saldırı bölgesel durumu daha da karmaşıklaştırabilir. Ayrıca, bölgede İsrail hegemonyası görüntüsünü pekiştirmek, İsrail'in uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmeyebilir. Bu nedenle, İsrail'in Suriye ve Lübnan'a yönelik diplomatik çabalarını sürdürmesi zorunludur.


Liderlerinin hayatta olduğunu doğrulayan Hamas beş üyesinin yasını tutuyor

Hamas yetkilisi Halil el-Hayya, hareketin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Doha'daki cenaze törenine katıldı (Arşiv-Reuters)
Hamas yetkilisi Halil el-Hayya, hareketin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Doha'daki cenaze törenine katıldı (Arşiv-Reuters)
TT

Liderlerinin hayatta olduğunu doğrulayan Hamas beş üyesinin yasını tutuyor

Hamas yetkilisi Halil el-Hayya, hareketin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Doha'daki cenaze törenine katıldı (Arşiv-Reuters)
Hamas yetkilisi Halil el-Hayya, hareketin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Doha'daki cenaze törenine katıldı (Arşiv-Reuters)

Hamas, liderlerinin ve müzakere heyetinin Doha'daki İsrail saldırısından sağ kurtulduğunu doğrularken, siyasi büro üyesi Halil el-Hayye'nın oğlu Hemmam el-Hayye ve ofis müdürü Cihat Lebed dahil olmak üzere beş üyesinin ölümünü yas tuttu.

Hamas, yaptığı açıklamada, "Siyonist işgal güçlerinin bugün Doha'da hareketin müzakere heyetine yönelik hain suikast girişimi iğrenç bir suç, açık bir saldırganlık ve tüm uluslararası norm ve yasaların açıkça ihlalidir" dedi.

"Bu suç, kardeş Mısır ile birlikte, saldırganlığın durdurulması ve ateşkes ile esir değişim anlaşmasına varılması amacıyla arabuluculuk ve çabaları desteklemede önemli ve sorumlu bir rol oynayan kardeş Katar Devleti'nin egemenliğine yönelik bir saldırıdır. Bu, işgalin suç niteliğini ve herhangi bir anlaşmaya varma şansını baltalama arzusunu bir kez daha ortaya koymaktadır."

"Düşmanın müzakere heyetindeki kardeşlerimizi öldürmedeki başarısızlığına" dikkat çekilirken, Halil el-Hayye'nın oğlu, ofis müdürü ve üç yardımcısı Abdullah Abdulvahid (Ebu Halil), Mümin Hassune (Ebu Ömer) ve Ahmed el-Memluk (Ebu Malik) olmak üzere beş kişinin yasını tuttu. Ayrıca, Katar İç Güvenlik Kuvvetleri personeli Onbaşı Bedir Saad Muhammed el-Hamidi'nin de yasını tuttu.

Hareket, "ABD Başkanı Donald Trump'ın son önerisini müzakere ettiği bir zamanda müzakere heyetini hedef almanın, Netanyahu ve hükümetinin herhangi bir anlaşmaya varmak istemediğini ve direniş tarafından tutulan mahkumların hayatlarına, devletlerin egemenliğine ve bölgenin güvenliğine ve istikrarına kayıtsız kalarak tüm fırsatları ve uluslararası çabaları kasten engellemeye çalıştığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde teyit etmektedir."

ABD yönetimi, işgalcileri "halkımıza karşı işlenen saldırganlık ve suçlara sürekli destek vermesi nedeniyle bu suçtan ortak sorumlu" olarak nitelendirdi. Uluslararası toplumu "kardeş Katar Devleti'ne karşı gerçekleştirilen bu suç teşkil eden saldırıyı kınamaya ve işgalciye soykırım ve etnik temizlik savaşını durdurması için baskı yapmak üzere acilen harekete geçmeye" çağırdı.

"Bu korkakça suikast girişimi, halkımıza yönelik saldırının derhal sonlandırılması, işgal ordusunun Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmesi, gerçek bir esir değişimi, halkımıza yardım ve yeniden yapılanma gibi net pozisyonlarımızı ve taleplerimizi değiştirmeyecektir... ve hareketimizin ve liderliğimizin kararlılığını zayıflatmayacaktır."

Hamas açıklamasında, "Bu suç, Siyonist işgalin bölge ve dünya için yakın bir tehdit olduğunu ve Netanyahu'nun ulusal davamızı ve halkımızın haklarını ortadan kaldırmaya çalıştığını, onları zorla yerinden etmeye zorladığını, soykırım, etnik temizlik, açlığa mahkûm etme ve yerinden etme gibi suç planlarına devam ettiğini kanıtlamıştır" ifadelerine yer verildi.

Hareket açıklamasında, "Hamas olarak, dünya ülkelerini, Birleşmiş Milletler'i ve tüm etkin güçleri ve vicdanı özgür insanları, kardeş Katar Devleti'ne karşı bu canice saldırıyı kınamaya ve işgalciye baskı yaparak soykırım ve etnik temizlik savaşını durdurması, Filistin halkına adalet sağlaması ve onların meşru özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkını desteklemesi için acilen harekete geçmeye çağırıyoruz" ifadelerini kullandı.