Mısır dışındaki İhvan’da yaşanan ihtilaflar örgüt içi tartışmaları ve bölünmeleri körüklüyor

Etkili yöneticilerin azledilmesi, örgüte bağlı gençler arasında endişeye sebep oldu.

Mısır’da yasaklı terör örgütü İhvan’a üye olmakla suçlananların yargılaması sürüyor. (AFP)
Mısır’da yasaklı terör örgütü İhvan’a üye olmakla suçlananların yargılaması sürüyor. (AFP)
TT

Mısır dışındaki İhvan’da yaşanan ihtilaflar örgüt içi tartışmaları ve bölünmeleri körüklüyor

Mısır’da yasaklı terör örgütü İhvan’a üye olmakla suçlananların yargılaması sürüyor. (AFP)
Mısır’da yasaklı terör örgütü İhvan’a üye olmakla suçlananların yargılaması sürüyor. (AFP)

İhvan’ın Mısır dışındaki yapılanması içinde son dönemde yaşanan ihtilaflar örgüt içi tartışmaların dozunu artırdı. Bu durum gelecekte “muhtemel bölünmelerin” meydana gelmesi ihtimalini güçlendiriyor. İhtilaflar, Mısır dışındaki ülkelerde örgüt üyesi gençler arasında endişelerin arttığı bir dönemde geldi. Söz konusu endişelerin kaynağı ise örgütün ‘etkili yöneticilerinin’ görevden alınarak haklarında soruşturma başlatılması olarak gösteriliyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Mısır’daki İhvan Rehberlik Konseyi Başkan Vekili İbrahim Munir’in bazı örgüt yöneticilerini görevden alması ve haklarında soruşturma başlatması, Mısır dışındaki örgüt üyesi gençler arasında endişelere neden oldu. Munir’in haklarında işlem başlattığı kişiler arasında İhvan örgütü Eski Genel Sekreteri Mahmud Hüseyin, Yurtdışındaki Mısırlı İhvancılar Birliği Sorumlusu Muhammed Abdulvahhab, Hammam Ali Yusuf, Mithat el-Haddad, Memduh Mebruk ve Receb el-Benna bulunuyor.
Mısır’daki köktenci hareketlerle ilgili çalışmalar yürüten araştırmacılar, örgütün geleceğine ilişkin üç senaryo çiziyor. Bunlar arasında önde gelen yöneticilerin üyeliklerinin dondurulması ve gençler arasında bölünmelerin yaşanması öne çıkıyor. Gözlemcilere göre, örgütün Mısır dışındaki yapılanmasında yer alan yöneticilerin yönetici pozisyonların paylaşımı konusunda kavgaya tutuşurken, örgüt Türkiye ve birkaç Avrupa ülkesinde zor bir durumla karşı karşıya bulunuyor. Diğer taraftan Mısır makamlarının terör örgütü olarak tanımladığı İhvan örgütü yöneticilerinin birçoğu şiddet eylemlerine karıştıkları gerekçesiyle Mısır’da cezaevlerine giriyorlar ve haklarında idam, müebbet hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veriliyor.
Köktenci hareketler üzerine çalışmaları olan araştırmacı Amro Abdulmunaim, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte şunları söyledi:
“İhvan örgütü, Mısır’daki idari birimlerinin çalışmalarının durması ve başta İstanbul olmak üzere yurt dışındaki ofislerinin tökezlemesi sonucu 5 yılı aşkın bir süredir idari ve örgütlenme konularında büyük sarsılmalar yaşıyor.”
Abdulmunaim, İhvan’ın son dönemde yaşadığı bölünmenin arkasında ‘son seçimlerden sorumlu İbrahim Münir’in ofisi, Mahmud Hüseyin’in ofisi (ki bu örgüt içinde Eski Ofis olarak bilinir) ve yeni dönemden sorumlu Muhammed Şeref’in ofisi’ bulunduğunu söyledi.
Abdulmunaim sözlerini şöyle sürdürdü:
“Münir’in ofisinin Mahmud Hüseyin’e bağlı Eski Ofisi lağvederek seçimleri onaylaması ve kendisinin yeniden seçilmesi için çağrıda bulunması sebebiyle Türkiye ofisinde son günlerde büyük tartışmalar yaşanıyor. Türkiye'deki idari ofisin önemi, aylık yaklaşık 1 milyon 700 bin dolar tutarında aldığı büyük desteğe dayanıyor. Seçim sürecinin tamamlanması ve Muhammed Şeref ve onunla birlikte 5 diğer ofisin başarılı olmasının ardından büyük tartışmalar yaşandı. Tartışmaların başlangıcında, Munir, Şura’ya ve örgüt listelerine saygı duymamakla suçlandı. Aynı şekilde Mahmud Hüseyin’e bağlı grup, örgütün Türkiye içindeki medyaya yaptığı bağışlardan oluşan fonların büyük bir kısmını zimmetine geçirerek mali ve idari yolsuzluk yapma suçlamasıyla karşı karşıya kaldı ve suçlandı. Türkiye geçtiğimiz aylarda Kahire’nin ‘olumlu’ diye nitelediği adımlar attı. Türkiye bu kapsamda İstanbul’dan yayın yapan ve İhvan örgütüne destek veren bazı kanalları kısıtladı ve Mısırlı yetkililere yönelik saldırılarını durdurdu.”
Abdulmunaim’e göre yolsuzluk suçlamaları, Mahmud Hüseyin’in grubunu kendisini savunmak zorunda bıraktı. Hüseyin’in gurubu masumiyetini kanıtlamak amacıyla yurt dışındaki birçok İhvan yöneticisinden yazılı şahitlik aldı ve bunları ‘Suçsuzluk Karinesi Şahitlikleri’ başlığıyla belge halinde destekçilerine dağıttı. Sosyal medyada dolaşıma koyulan belgede “Hüseyin’in, yolsuzluk yaptığı ve kendi grubuyla (gizli örgüt olarak da bilinir) beraber örgüt içindeki durum üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştığı suçlamasıyla ilgisinin bulunmadığı” ifadeleri yer aldı.
Abdulmunaim açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Mahmud Hüseyin’in grubu, Munir’in düzenlediği seçimlere itiraz etti. Hüseyin’in grubu Muhyiddin Zayet’ten durumu incelemesini istedi. Zayet nihai olarak seçim sonucunu destekleyen bir karar aldı. Karar o dönem herkes için sürpriz oldu. ‘Munir’in sırlarının koruyucusu’ olarak da nitelenen Usame Süleyman bu kararı paylaştı ve örgüt üyelerine ‘Teslim Alma ve Teslim Etmeyle İlgili Bildiri’ isimli gizli bir belge gönderdi. Süleyman örgüt üyelerine güvence verdiği belgede, seçim sürecinin sağlıklı işlediğini belirtirken, önümüzdeki dönem için güçlü bir stratejiye sahip olduklarını ifade ediyor.”
Abdulmunaim, Münir’in Mahmud Hüseyin ve grubunu tasfiye etmesi sebebiyle İhvan örgütü içinde yaşanan son bölünmeden sonra örgütün geleceğiyle ilgili muhtemel senaryolara ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Örgütün geleceğiyle ilgili üç senaryo var. İlk senaryoya göre Mahmud Hüseyin ve grubundaki kişilerin üyelikleri dondurulabilir. Bu senaryo, her şeyin eskisi gibi devam etmesine neden olur. Zira Mahmud Hüseyin’in grubu Türkiye’deki en güçlü grup ve idari-mali açıdan örgütün hayati organlarına sahip. Örgütün mali kaynaklarının yüzde 90’ından fazlası örgütün Türkiye’deki Yatırım Fonu Müdürü Mithat el-Haddad’ın elinde bulunuyor. Örgütün mali faaliyetleri de Mahmud Hüseyin’in emrindeki Sabir Ebu’l Feth’in elinde. Dolayısıyla Hüseyin’in grubu sahada İbrahim Munir’den çok daha güçlü. İkinci senaryoya göre Mahmud Hüseyin’e bağlı grup, genel anlamda örgüt üzerindeki uluslararası baskıları ve özellikle de İhvan Şura Konseyi üyesi Emir Bessam’ın yanı sıra Ahmed Rami ve diğer örgüt yöneticilerinin geçtiğimiz süreçte açıkladığı idari ve mali alandaki çok sayıdaki ihlali göz önüne alarak Munir’e boyun eğebilir ve karşı bir pozisyon almayı ileri bir tarihe erteleyebilir. Munir’in elinde, Hüseyin’in grubuna yöneltilen suçlamalarla ilgili çok sayıda kanıt var. Bu nedenle Hüseyin’in grubunun bu süreçte sessiz kalması onlar açısından daha iyi olur. Üçüncü senaryoya göre örgüte bağlı gençlik grupları içinde çok sayıda bölünme meydana gelebilir. Şu anki süreçte bu senaryonun gerçekleşme ihtimali daha yüksek. Mısır dışındaki örgüt üyesi gençler sessizliği bozarak, iki ofisin de (Mahmud Hüseyin ve İbrahim Munir’in ofisleri) yöneticilerini ‘gevşeklik, kaos, Şura’nın ve kurumsallaşmanın çöküşü, örgütlenme için hazırlanan idari listelerin iptal edilmesi ve bir gruba karşı başka bir grubun tarafını tutmakla’ suçluyorlar. Bu gençler dün ‘Özür Dileriz Üstat Mesele Çözüldü’ başlığıyla İbrahim Munir’in fotoğrafına yer verdiği bir açıklama yayınladı.”
Güvenilir kaynakların aktardığına göre, geçtiğimiz günlerde Munir ve Hüseyin cepheleri arasında ateşkes yapılması ve uzlaşma sağlanması amacıyla bir dizi temas kuruldu. Bu girişim çerçevesinde örgütün Türkiye ve İngiltere yapılanmasındaki yöneticilerin yer alacağı ‘Ulusal Güçler Birliği’ isimli bir çatı kuruluşun oluşturulması ve üyelerinin belirlenmesi için seçim yapılması teklif edildi. Amro Abdulmunaim, örgütün Türkiye’deki durumunun daha fazla bölünme ve ayrılıkların olmasına zorladığını ve İbrahim Munir’in Eski İhvan Rehberlik Konseyi Başkanı Hasan el-Hudeybi tecrübesini tekrarlayabileceğine dikkat çekti. Nitekim Hudeybi, Temmuz 1952’deki devrimden sonra örgütün ‘gizli servisini’ kontrolü altına almak için örgütün gizli fonlarını yöneten Seyyid Fayiz’e yanaştı ve örgütün lideri sıfatıyla Fayiz’den ‘gizli servisin’ belgelerini aldı. Abdulmunaim’e göre Hudeybi, örgütü kendi düşünce ve siyasi eğilimlerine göre farklı bir yolla yeniden yapılandırdı ve söylenenin aksine ‘barışçıl’ bir tarz değil kendi tarzını esas aldı. Nitekim Munir’in geçtiğimiz süreçte Türkiye’deki “gizli servis” ile örgütün yollarını ayırma kararı da Hudeybi’nin izlediği stratejiden izler taşıyor. Abdulmunaim duruma ilişkin “Ancak gizli servisin Munir’in kararına teslim olacağını zannetmiyorum. Çünkü servis, örgütün elindeki tüm kozlara, paralara ve gizli altyapıya sahip” dedi.



Sudan’daki savaşın yeni yönlerine doğru

Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
TT

Sudan’daki savaşın yeni yönlerine doğru

Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)
Çad'ın Vadi Fira bölgesindeki Tulum Mülteci Kampı’nda bidonları su ile dolduran Sudanlı mülteciler, 8 Nisan 2025 (AFP)

Emani et-Tavil

Sudan’daki savaş, son iki yıldaki durumundan farklı özellikler ve nitelikler taşıyacak gibi görünen üçüncü yılına doğru ilerliyor. İç ve dış düzeylerde niteliksel değişikliklere dair işaretler söz konusu ve bunların başında da Sudan ordusunun ülkenin siyasi başkenti Hartum'un kontrolünü ele geçirmesi yer alıyor. Sudan'ın Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davanın yanı sıra Sudan'la ilgili bölgesel etkileşimlerin niteliği, Sudan’daki savaşı durdurma olasılığı açısından gerçek bir ilerleme sağlamayı başaramayan Londra’da kısa bir süre önce düzenlenen konferansta ortaya çıktı.

Bu ve diğer gelişmeler, Sudan'ın bildiğimiz şeklini ve geleceğini etkileyecek. Ayrıca başta Mısır olmak üzere bölgesel ilişkileri üzerinde de yansımaları olacak.

Değişen savaş alanları

Bu bağlamda savaş alanlarının ve Sudan ordusu da dahil olmak üzere çatışmanın taraflarının değişmesi bekleniyor. İlk aşamada, ülkenin doğusu ve orta kesimleri büyük bir sükunete kavuşacak ve askeri operasyonlar duracak. Geçtiğimiz ekim ayından bu yana Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) Hartum, El Cezire ve Sennar eyaletlerinin bulunduğu ülkenin orta kesimlerindeki tüm bölgelerden çekilmesi ve ordunun batıya doğru ilerleyerek Kuzey Kordofan eyaletindeki Ummu Ruvaba ve er-Rahad şehirlerini yeniden ele geçirmesiyle birlikte ordunun askeri baskısıyla karşı karşıya kalması bu gelişmenin önünü açtı. Bu gelişmeye HDK'nın Kuzey Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'e yönelik devam eden kuşatma ve saldırıları karşısında gösterilen kararlılığın yanında Sudan ordusunun ülkenin kuzeyindeki Meravi bölgesinde insansız hava aracı (İHA) ile düzenlenen saldırıyı püskürtmeyi başarması eşlik etti.

İkinci düzeyde, yani askeri çatışmanın taraflarında, orduya karşı yeni tarafların mücadeleye girmesi bekleniyor. HDK ile Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) arasındaki ittifakın Mavi Nil ve Güney Kordofan eyaletlerinde yeni çatışma cephelerinin açılmasına neden olması bekleniyor.

Bu senaryonun adımları ilk olarak üç düzeyde tehdit oluşturan Libya ve Çad üçgenine giden yol üzerindeki Malha bölgesinin kontrol altına alınmasıyla atıldı. Bunların başında Sudan ordusu Darfur’a giderken kritik öneme sahip ve aynı zamanda ordu ile müttefik güçlerin toplanma noktası olan kuzey eyaletindeki Dibba bölgesine yönelik askeri bir tehdit geliyor. İkincisi, HDK’nın Merowe Barajı’nı İHA’larla vurabilmesi ve başkent Hartum’un elektriğini kesebilmesiyle daha da görünür olan kuzey eyaletine yönelik bir tehdit.

Çatışmadaki yeni güçler

Üçüncü tehdit ise HDK’nın geçtiğimiz ay Lagowa bölgesini ele geçirmesinin yarattığı tehdit. Bu gelişme, Batı Kordofan eyaletindeki petrol sahalarına giden yolu açtı.

Bu savaşa taraf olmayı bekleyen diğer yeni adaylar ise daha önce Afrika kökenli kabilelere karşı Ömer el-Beşir rejimiyle ittifak kuran ve HDK lideri Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu (Hamideti) ile bir tür kan davası olan Darfurlu kabilelerin silahlı güçleri.

Bu verilere göre Sudan'daki savaşın üçüncü yılında operasyonel alan Darfur, Güney ve Batı Kordofan'da yoğunlaşacak, Mavi Nil bölgeleri ve kuzey eyaletine yönelik olası bir tehdit söz konusu olacak. Kahire’nin Sudan’la olan sınır bölgelerini korumak için HDK’ya karşı sınırlı saldırılar düzenlemeye karar vermesi halinde buna karşı koyulabilir.

Bölgesel düzeyde, savaşı durdurma konusunda fazla bir ilerleme kaydedilemeden dağılan Londra’daki Sudan konulu konferansın tutanaklarının sızdırılmasıyla savaşın başlangıcından bu yana ilk kez, bir yanda BAE ile diğer yanda Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki vizyon çelişkisi neredeyse açıkça ortaya çıktı. Bu durum, bölgedeki Arap ülkeleri arasında başta Sudan ordusu olmak üzere Sudan’ın devlet kurumlarıyla ilgili anlaşmazlıkların bir sonucuydu.

BAE aleyhine açılan dava

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası örgütlerin değerlendirme ve kınamalarına göre soykırım ve cinsel taciz suçları işleyen HDK güçlerine askeri ve lojistik destek sağlamasıyla ilgili olarak Sudan tarafından Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde BAE aleyhine açılmış bir dava bulunuyor.

Arap-Arap gerginliği ve rekabetinin bir tezahürü olan bu bölgesel etkileşimlere göre Sudan ordusu ve müttefikleri ile HDK ve arkasındakiler arasındaki askeri dinamiklerin devam etmesi bekleniyor. Bu bölgesel aktörler arasında herhangi bir siyasi çözüm sürecinde Sudanlı tarafların kimler olacağı ya da başka bir deyişle HDK'nın meşruiyetinin tanınıp tanınmayacağı konusunda bir anlaşma sağlanmadan bu savaşı durdurmak mümkün değil. O halde bu, bölgesel baskı ve Sudan'ın BAE ile karşı karşıya gelmesi, Hartum’un UAD’daki ve dolayısıyla bu savaşın tırmanmasına bir yanıt olarak HDK'ya daha fazla destek anlamına mı gelecek?

Washington'ın yokluğunun etkisi

Elbette ABD’nin İran nükleer dosyası, Ukrayna'daki savaş ve Ortadoğu'daki askeri konumlanışının niteliği ve büyüklüğü ile ilgili meşguliyetleri nedeniyle mevcut dönemde bu gelişmelerin dışında kalması, savaşın sürdürülmesi yönündeki eğilimi destekleyen bir unsur oluşturuyor. Washington’ın Sudan'daki mevcut insani krizin büyüklüğüne ve kritik seviyelerde kıtlık noktasına ulaşmış olmasına rağmen, ABD'nin eski Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello’nun yerine yeni bir temsilci atamakta isteksiz davranmasına neden olan yukarıda belirtilen meşguliyetleri çerçevesinde HDK üzerinde yakında bir baskı uygulamayacağı da aşikar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Sudan Dışişleri Bakanı Ali eş-Şerif’in aniden görevden alınması ve yerine örgütsel derinliği olan Ulusal İslami Cephe partisinden Ömer Muhammed Ahmed Sıddık’ın atanması, eski rejimin Dışişleri Bakanlığı'nda kendisine yeniden yer bulduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda Korgeneral Abdulfettah el-Burhan'ın siyasetle ilgisi olmayan teknokratlara güvenmekten vazgeçtiğini de gösteriyor. Zira Şerif, Sudan Dışişleri Bakanlığı'nda siyasileştirilmemiş bir diplomatik alandan geliyordu ve önerdiği değişikliklerle bakanlıktaki iç politikaları bu alanla uyumlu hale getirmişti.

Bu gelişmeyle Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan iç politika yapıcılarının değişiminden vazgeçmeye ya da onlar arasındaki konumunu değiştirmeye niyeti olmadığını bir kez daha gözlemliyoruz. Bu gelişme ayrıca, Orgeneral Burhan'ın özellikle BM Genel Kurulu platformunda her zaman beyan ettiği gibi, Sudan hükümetinin Hartum'un kontrolünü ele geçirdikten sonra yeni bir teknokratlar hükümeti kurma konusunda inandırıcılığının çok zayıf olduğunu da gösterdi.

Mevcut yerel ve bölgesel dinamikler, Beşir rejiminin karar alma sürecindeki göreceli ağırlığı, şu an Güney Sudan'da olduğu gibi ya askeri çözüm yoluyla savaşı sürdürme ya da Darfur bölgesini kabile çatışmalarına terk etmesi için baskı yaptığından, özellikle Darfur eyaletinde olmak üzere Sudan'daki savaşın geçen bu üç yılla yetinmeyip önümüzdeki yıllarda da devam edeceğine işaret ediyor.

Yerinden edilme sorunu

Milyonlarcası komşu ülkelere göç etmek zorunda kalan Sudanlılar, Sudan'a dönseler de dönmeseler de savaşı durdurma ve daha da önemlisi sürdürülebilir siyasi istikrar sağlayacak iç siyasi denklemleri başlatma ihtimalini yakından takip ediyor.

Bu bağlamda Sudanlıların Mısır’dan geri dönüşlerinin Sudan'ın doğu ve orta bölgelerine olduğunu ve Mısır'da ekonomik zorluklarla karşılaşan nispeten zayıf sosyal gruplarda yer aldıklarını, varlıklı sosyal grupların ise evlerine dönme kararını bir sonraki duyuruya kadar ertelediklerini belirtmekte fayda var. Mısır, bir milyon Sudanlıya ev sahipliği yapıyor. Bu da Mısır-Sudan ilişkilerinin ufkunu bir yandan ikili ilişkileri ekonomik ve sosyal düzeyde derinleştirecek olumlu etkileşimlere açarken diğer yandan da Beşir rejiminin iki ülke arasındaki olumlu etkileşime karşı uygulamalarının bıraktığı ağır mirası ve eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişiminde Beşir rejimine bağlı unsurların yer almasını marjinalleştireceğine şüphe yok. Resmi düzeydeki ilişkilere gelince, Orgeneral Burhan'ın yerel düzeydeki politikalarının istikrarsız doğası nedeniyle istikrara tanık olamayacaklarına inanıyorum.