İran’la nükleer müzakereler perşembe günü Brüksel’de başlıyor

İran, ‘adım adım’ politikası hakkında açıklamalarda bulundu.

Mora geçen hafta Bagheri ile Tahran’da bir araya geldi. (DPA)
Mora geçen hafta Bagheri ile Tahran’da bir araya geldi. (DPA)
TT

İran’la nükleer müzakereler perşembe günü Brüksel’de başlıyor

Mora geçen hafta Bagheri ile Tahran’da bir araya geldi. (DPA)
Mora geçen hafta Bagheri ile Tahran’da bir araya geldi. (DPA)

İran Şura Meclisi’nin bir üyesi, 17 Ekim’de Dışişleri Bakanı ile parlamentoda gerçekleştirdiği toplantının ardından yaptığı açıklamada, 2015 nükleer anlaşmasına halen taraf olan beş ülke ile perşembe günü Brüksel’de görüşmelerin yapılmasının planlandığını duyurdu. Müzakereler, haziran ayında askıya alınmıştı.
Şura Meclisi’nin kapalı toplantısına katılan Milletvekili Ahmed Alirıza Bici, Fars Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın 4+1 grubuyla görüşmelerin perşembe günü Brüksel’de başlayacağını söylediğini aktardı. İranlı Bakan söz konusu açıklama ile Almanya’nın yanı sıra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş daimî üyesinden (Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin) dördüne atıfta bulundu.
Bir diğer İranlı milletvekili de İran’da haftanın cumartesi gününden itibaren başladığına dikkat çekerek müzakerelerin bu hafta yeniden başladığını belirtti. Milletvekili Behruz Muhibbi Necm Abadi, Twitter hesabı aracılığıyla yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Herkes net ve ciddi nitelikte bir mesaj aldı. Yani İran hükümeti, yaptırımları kaldırmak ve halkının çıkarlarını korumak için Stratejik Eylem Planı Yasası temelinde bu hafta görüşmelere başlayacak.”
Aralık 2020’de İran Şura Meclisi tarafından onaylanan yasaya göre eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran’a uyguladığı yaptırımlar belirlenen tarihe kadar kaldırılmazsa Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın Ek Protokol’ünün uygulanması, 21 Şubat’tan itibaren askıya alınacak. Müzakereler nisan ayında Viyana’da İran ile Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve Almanya arasında başladı. Söz konusu ülkeler halen İran’ın nükleer programıyla ilgili 2015 anlaşmasına taraflar. Ancak 2018 yılında anlaşmadan çekilen ABD anlaşmayı kurtarmaya yönelik düzenlenen Viyana müzakerelerine dolaylı olarak katıldı.
2015 anlaşması, İran ile Avrupa Birliği’nin (AB) yanı sıra Çin, ABD, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya’yı içeren 5+1 grubu arasında Viyana’da imzalandı. Anlaşma, İran’ın nükleer programı üzerindeki kısıtlamalar karşılığında uluslararası yaptırımlardan muafiyet sağlıyor ve Tahran’ın atom bombası geliştirmeyeceğine dair garantiler veriyor. Başkan Donald Trump yönetimindeki Washington, anlaşmadan tek taraflı olarak geri çekildi ve İran’a anlaşmanın kaldırılmasını öngören yaptırımları yeniden uyguladı. Bunun karşılığında Tahran, anlaşmada yer alan kısıtlamaları kademeli olarak terk etti.
Ancak mevcut ABD Başkanı Joe Biden, İran’ın taahhütlerini sürdürmesi şartıyla anlaşmaya geri dönmeye hazır olduğunu duyurdu. Tahran yönetimi yıllardır nükleer bomba geliştirmeye çalıştığını ise yalanladı. Ancak ekonomisini boğan uluslararası yaptırımların kaldırılması karşısında anlaşmayı imzaladı.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell cuma günü yaptığı açıklamada İranlı yetkilileri Brüksel’de kabul etmeye ‘hazır olduğunu’ ifade etti. Aynı şekilde AB’nin nükleer anlaşma müzakereleri dosyasından sorumlu müzakerecisi Enrique Mora da geçen perşembe günü Tahran’ı ziyaret etti.
ABD merkezli Politico gazetesine göre Avrupa heyeti, İran’ın Viyana nükleer müzakerelerine geri dönme taahhüdünü güvence altına alamadı. Gazetenin kimliği açıklanmayan üst düzey bir AB yetkilisinden aktardığına göre İran henüz müzakerelere katılmaya hazır değil. Ayrıca Fars Haber Ajansı’nın da 17 Ekim’de İran Parlamentosu’ndan bir milletvekilinden aktardığına göre Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, basına kapalı bir parlamento toplantısında Tahran’ın dünya güçleriyle nükleer müzakerelerde ‘adım adım ve eylem için çalışma’ politikasını benimsediğini ifade etti.
Milletvekili Alirıza Mirselimi, ajansa yaptığı açıklamada Abdullahiyan’ın ‘ABD’lilerin iyi niyetlerini ve güvenilirliklerini kanıtlamaları ve müzakerelerden önce ciddi bir inisiyatif almaları gerektiğini’ vurguladığını aktardı. Mirselimi’ye göre Bakan, İran’ın eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’ın nükleer anlaşmadan ayrıldığını açıklamasından bu yana ortaya çıkan konular ile ilgili müzakereleri sürdürme niyetinde olduğunu vurguladı.
Milletvekili açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Dışişleri Bakanı toplantıda yaptığı açıklamada, Tahran’ın nükleer müzakerelerin gidişatını ülke ekonomisinin yolundan ayıracağını ve ekonomiyi ona bağımlı kılmayacağını belirtti.”
Alirıza Mirselimi’ye göre Abdullahiyan, hükümetin ‘nükleer müzakerelerle ilgili konulardan izole olarak ekonomiyi takip edeceğini’ de söyledi ve ülkesinin, parlamentoda onaylanan ‘Yaptırımların Kaldırılması ve İran Ulusunun Çıkarlarının Korunması için Stratejik Eylem Planı’ uyarınca Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile çalışacağını vurguladı. AB’nin İran nükleer müzakerelerinden sorumlu baş koordinatörü Enrique Mora süreci ilerletmek amacıyla yeni yönetimin göreve başlamasından bu yana ilk kez İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bagheri Kani ile görüşmek üzere geçen perşembe günü Tahran’a gitti.
İran, son aylarda nükleer programını önemli ölçüde hızlandırdı, uranyumu daha yüksek seviyelerde zenginleştirdi. Silah üretiminde kullanmak üzere yeteri kadar uranyum depoladı. Uzmanlar İran’ın birkaç ay içinde nükleer bomba yapabileceği görüşünde.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, cuma günü İranlı yetkilileri Brüksel’de kabul etmeye ‘hazır olduğunu’ duyurdu. Ayrıca Tahran’ı daha fazla zaman kaybetmemeye ve nükleer programı konusunda müzakere masasına dönmeye çağırdı. Borrell, Washington’da gazetecilere yaptığı açıklamada, “İranlıların bir şekilde koordinatör olarak benimle ve Avrupa Komisyonu’nun diğer bazı üyeleriyle müzakereler başlamadan önce görüşmek istediğini biliyorum” dedi. AFP’ye göre Josep Borrell açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Buna hazırım, ancak anlaşmayı kurtarmak için zaman daralıyor. Kesin bir tarih veremem. Gerekirse onlarla görüşmeye hazırım.”
Yetkili, perşembe günü Washington’da ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile de görüştü. Ardından yaptığı açıklamada “Bunun kesinlikle gerekli olduğunu söylemiyorum ancak bu konuda bir tür stratejik sabır göstermem gerekiyor. Çünkü başarısız olmamalıyız” ifadelerini kullandı.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.