İran’la nükleer müzakerelerin Batılı tarafları Paris’te buluşuyor

ABD ve Avrupa, Tahran ile ilişkilerinde alternatif planlar geliştirmeye çalışıyor

İran Cumhurbaşkanı 8 Ekim'de Buşehr Nükleer Santrali’ni ziyaret etmişti (EPA)
İran Cumhurbaşkanı 8 Ekim'de Buşehr Nükleer Santrali’ni ziyaret etmişti (EPA)
TT

İran’la nükleer müzakerelerin Batılı tarafları Paris’te buluşuyor

İran Cumhurbaşkanı 8 Ekim'de Buşehr Nükleer Santrali’ni ziyaret etmişti (EPA)
İran Cumhurbaşkanı 8 Ekim'de Buşehr Nükleer Santrali’ni ziyaret etmişti (EPA)

Washington DC, İran'ın nükleer anlaşmayı imzalayan ABD haricindeki taraflarla dün Belçika’nın başkenti Brüksel’de görüşme planlarını suya düşürdü. Tahran rejimi ABD dışındaki beş müzakereci ülkeyle veya AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ya da Enrique Mora gibi Avrupalı arabulucularla görüşmeyi planlıyordu.
Bunun yerine bugün Fransa’nın başkenti Paris’te, İran nükleer dosyasından sorumlu ABD’li yetkili Robert Malley ile Fransa, Almanya ve İngiltere’nin dışişleri bakanlıkları yetkililerinin yer aldığı bir koordinasyon toplantısı düzenlenecek.
Koordinasyon toplantısı ABD ve Avrupa’nın İran konusundaki tutumlarının giderek birbirine yakınlaştığını gösteriyor. Zirâ Paris, Brüksel toplantısının Viyana müzakerelerinin yerini alamayacağını belirtirken ABD Dışişleri Bakanlığı ise böyle bir görüşmeye ‘gerek’ olmadığını, önemli olanın bir an önce Viyana müzakerelerine dönmek olduğunu açıkladı.
Avrupalı ​​kaynakların belirttiğine göre ABD’nin vetosu ardında, İran'ın yalnızca daha fazla zaman kazanmaya, ABD tarafına yönelik baskıyı yoğunlaştırmaya, Avrupalıları ABD tarafından kabul edilmeyen taleplerini desteklemeye ikna etmeye çalıştığına dair endişeler yer alıyor.
Tahran Viyana'ya dönme niyetiyle ilgili güvenceler vermiş olsa da İran'ın ciddiyetine giderek daha fazla şüpheyle yaklaşan Avrupalı ​​çevreler, Tahran erteleme politikasına devam ettiği taktirde bununla nasıl başa çıkılacağı konusunda ABD ile aralarındaki istişareleri yoğunlaştırmak gerektiğine inanıyor. Nitekim Viyana’daki son müzakerelerin üzerinden dört ay geçmiş olsa da İran söz konusu müzakerelere dönüş için henüz herhangi bir tarih vermiş değil. Diğer yandan Washington ise İran'ın nükleer programıyla başa çıkma yönünde başka seçenekleri değerlendirme imasında bulunuyor. Bu imalar, diplomasiyi bir kenara bırakarak askeri seçenek dahil olmak üzere çeşitli yollara gitmek anlamına geliyor.
Geçen hafta Washington'u ziyaret ederek Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşen Borrell, söz konusu ‘B Planı’ hakkındaki çekincelerini dile getirerek “Müzakere masasına geri dönme zamanı geldi. B planı üzerine durmak istemiyorum çünkü bunun iyi olacağını düşünmüyorum” ifadelerine başvurdu. Diğer yandan Blinken, geçen hafta Washington'u ziyaret ederek İran nükleer dosyasını ele alan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Müdürü Rafael Grossi ile istişarelerde bulundu.
Şarku’l Avsat’ın diplomatik kaynaklardan edindiği bilgiye göre Paris'teki toplantı, İran müzakereleri sürdürmeye direnmeye ve nükleer programını geliştirmeye devam ettiği taktirde ne yapılması gerektiği konusunda fikir birliğine varmaya çalışma ve iki taraf arasındaki istişarelerin pekiştirme çerçevesinde yapılıyor.
Washington'un olası bir anlaşmadan 2018'de eski ABD Başkanı Donald Trump'ın yaptığı gibi çıkmayacağı yönünde ABD’den bağlayıcı güvenceler isteyen Tahran, gelecekteki anlaşmada kendi balistik programı veya bölgedeki istikrarı bozucu politikasıyla ilgili zorunlu müzakerelere yönelik herhangi bir işaretin yer almasını istemiyor. Aynı zamanda taksitler halinde değil de tüm yaptırımların bir anda kaldırılmasını talep ediyor. Buna İran’ın ABD tarafından bloke edilen 10 milyar değerindeki varlıklarının serbest bırakılması yönünde ‘iyi niyet’ jesti talebi de dahil.
Nitekim bir çıkmazla karşı karşıya kalan Washington, müttefikleri ve ortaklarıyla istişarelerini hızlandırıyor. Bu dosyanın, bu ayın sonunda İngiltere'nin Glasgow şehrinde düzenlenecek iklim zirvesinin oturum aralarında da görüşülmesi bekleniyor. Avrupa Birliği'nin (AB) oynadığı arabuluculuk rolünün, İran'ı kartlarını yeniden düzenlemek için ‘yeteri kadar zaman ayırdığına’ ikna etmede bir atılım gerçekleştirdiği düşünülüyor. Avrupalı ​​çevreler, Tahran’ın Washington'un ‘diğer seçeneklere’ yönelik tehditlerini yalnızca bir baskı kurma meselesi olarak gördüğünü düşünüyor. İranlı müzakerecinin yanıt vermesi zor yeni taleplerle geri dönmesinin ardından Batı, Viyana müzakerelerinin yeniden başlaması yönünde çekinceli gözüküyor. Nitekim Batılıların yaklaşık yedi ay önce başlayan müzakereleri ‘hızlı bir şekilde’ bitirme yönünde yeniden masaya oturma ve elde edilenlerin diğerlerinin üzerine konması konusundaki ısrarı buradan geliyor. Bu dönemde Tahran ise yüzde 60 gibi yüksek seviyelerde uranyum zenginleştirerek, modern santrifüjler kurarak ve uranyum metali üreterek nükleer programını geliştirmeye devam ediyor.
Avrupa kaynaklarına göre tüm bunların birbiriyle bağlantılı iki sonucu var: İlki, İran'ın nükleer bir devlet olmaya giderek daha da yaklaşması iken ikincisi ise daha fazla gecikildiği taktirde İran’ın biriktirdiği deneyimleri, bilgi ve teknolojileri geri almanın zorluğu nedeniyle 2015 anlaşmasına geri dönmenin ‘hiç bir anlam ifade etmeyeceği’.
Bugün gidişat, bir yandan müzakerelere geri dönüş tarihinin yaklaştığından bahseden, diğer yandan ise yapıcı kabul edilemeyecek belirsizlik politikasından vazgeçmeyen İranlı yetkililerin kararına bağlı görünüyor. Ancak Batı'nın sabrı tükenirken farklı senaryolar ve alternatif yollar çiziliyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.