İran’ın Harvard’ı, ülkedeki nüfuzlu insanları mezun ediyor

3 Ekim'de başkent Tahran'ın merkezindeki bir pazarda vatandaşlar (AFP)
3 Ekim'de başkent Tahran'ın merkezindeki bir pazarda vatandaşlar (AFP)
TT

İran’ın Harvard’ı, ülkedeki nüfuzlu insanları mezun ediyor

3 Ekim'de başkent Tahran'ın merkezindeki bir pazarda vatandaşlar (AFP)
3 Ekim'de başkent Tahran'ın merkezindeki bir pazarda vatandaşlar (AFP)

İmam Sadık Üniversitesi’nin Tahran'ın kuzeyindeki lüks bölgede yer alan kampüsü, başkentin büyüleyici modern mimari örneklerinden biri sayılıyor. Esasen Harvard Üniversitesi'ndeki İran İdari Araştırmalar Merkezi'nin bir şubesinin yer alması için tasarlanan bu tesisin İran ekonomisinin üst düzey birimlerine yönelik bir eğitim alanı olması, en son bilimsel ve ekonomik araştırmalar baz alınarak yöneticiler yetiştirmesi öngörülüyordu.
1979 yılındaki İran İslam Devrimi’yle birlikte bu planlar değişmiş olsa da, Foreign Policy tarafından hazırlanan habere göre, üniversite hala İran'ın siyasi seçkinleri için bir geçiş aşaması görevi görüyor. Altıncı Şii İmam’ın ardıyla yeniden yapılandırılan İmam Sadık Üniversitesi 1982'de kuruldu. Böylece, tüm üniversitelerin kapatıldığı, ‘Batı taklitçisi’ olarak görülen profesör ve öğrencilerin tasfiye edildiği İslam Devrimi ardından açılan ilk İran üniversitesi oldu. Üniversite sonradan teoloji, siyaset bilimi ve hukuka vurgu yaparak İslam'ı savunan politikacı ve hukukçular yetiştirmeye adandı. Ardından disiplinleri olarak iletişim, yönetim ve finans eklendi. Bugün ise üniversitenin faaliyetleri, zengin hayırseverlerin yardımıyla kurulan fabrikaların yanı sıra nüfuzlu dini vakıf Astan Kuds Razavi'nin fonları da dahil olmak üzere farklı kanallar aracılığıyla finanse ediliyor.
Bu üniversitede kurulan derin ağlar, İran siyasetinin üst seviyelerini anlamanın anahtarı sayılıyor. İmam Sadık Üniversitesi'nden birçok mezun, devletin kuruluşu dahil olmak üzere İran'daki çeşitli ideolojileri temsil ettikleri görevlerde bulundu. Ancak etkileri ve halkın bu etkiye farkındalığı, hiçbir zaman mevcut Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin muhafazakar yönetimi altında olduğu kadar kuvvetli olmamıştı. İmam Sadık Üniversitesi'ne kabul edilmek kolay değil; adayların giriş sınavının yanı sıra siyasi, kültürel, sosyal ve dini eğilimleri ve inançları hakkında röportaj yaptıkları yoğun bir inceleme sürecinden geçmeleri gerekiyor. Aynı zamanda İslami ideolojiye sıkı bağlılıklarının doğrulanması için özgeçmiş kontrolüne tabi tutuluyorlar. Dini konular spesifik olarak belirleyici bir kriter sayılmıyor; üniversite, ülkeye mevcut anayasaya göre hizmet etmeye istekli oldukları sürece, gerçekten en yetenekli ve zeki gençlerin peşine düşüyor.
Şarku’l Avsat'ın edindiği bilgilere göre, bugün radikallerin kalesi olarak bilinen İmam Sadık Üniversitesi, ilim havzası tarafından verilen sertifikaları üniversite derecelerine uymaları için onaylıyor. Üniversitenin yönetim kurulu başkanı Bilim Bakanlığı tarafından değil, aynı zamanda yönetim kurulu üyelerini seçen Dini Rehber Ali Hamaney tarafından seçiliyor. Üniversite aslında beşeri bilimlerin İslamlaştırılması modelini sunuyor.
Üniversitede genellikle çok sayıda reformist düşüncede öğrenci bulunurken eski İran Cumhurbaşkanı Hatemi'nin Sözcüsü Abdullah Ramazanzade ve eski politikacı Mustafa Kavakebian, üniversitenin mezunları arasında yer alıyor. Çok sayıda reformist ve muhalif figürlerin bir zamanlar fakültede önde gelen pozisyonlarda bulunduğu da biliniyor. Üniversite, İslami rejime geleceğin liderlerini hazırlamak için çeşitli siyasi bakış açılarını memnuniyetle karşılayan bir politika izliyor.
Şu anda İran hükümetinde çalıştığı için isminin açıklanmaması koşuluyla açıklamalarda bulunan İmam Sadık Üniversitesi mezunu Muhsin, öğrencilerin görüşlerinde nispeten farklılıklar olduğunu söyleyerek “Dışarıdan baktığımızda sadece belli bir eğilimi temsil eden, muhafazakar ve devrimci İmam Sadık mezunları görüyoruz. Ancak mevcut koşulları eleştiren ya da muhafazakar olmayan çok sayıda mezunu da var” diyor.
2000'lerin sonlarında üniversitede bir tartışma kaydedilmiş, profesörlerin tasfiye edilmesi ardından, geleneksel görüşlere sahip olmayan öğretim üyeleri de üniversiteden ayrılmıştı.
Adını vermek istemeyen bir diğer mezun Hüseyin ise “Üniversite, en parlak yıllarına 1995 ve sonrasında tanık oldu. Çünkü ülkenin önde gelen üniversitelerinden en yetkin profesörler öğretim için davet edildi. Öğrenciler hem bilimsel hem de dini açıdan daha az baskı altındayken, profesörler ise oldukça nitelikliydi. Hatta İmam Sadık'ın o zamanlar İran'daki en iyi üniversite olduğu bile iddia edilebilir” ifadelerini kullanıyor.
Üniversite seminer derslerini akademik müfredata zamanla giderek daha fazla dahil etmeye çalıştı. Bugün üniversitedeki hemen hemen tüm akademik bölümlerde ‘İslami öğretiler’ ifadesi yer alıyor ( ‘İslami öğretiler ve ekonomi’ gibi). Diğer yandan lisans derecesini tamamlamak için öğrencilerin İngilizce ve Fransızca gibi diğer yabancı dillerin yanı sıra Arapça dilinde yeterli olmaları, İslami öğretilere aşinalık göstermeleri gerekiyor.
Üniversite tarafından desteklenen kolektif kimlik ve öğrencileri siyaset kurumu genelinde mezunlara bağlayan köklü ağlar ise üniversiteye dair değişmeyen hususlardan. Birinin okulda geliştirdiği arkadaşlıklar, kişinin gelecekteki kariyeri için ideolojik inançlarından daha önemli olabiliyor. Bu konuda Muhsin, “Bir iş imkanı varsa İmam Sadık mezunları birbirlerine destek oluyorlar. Üniversiteden arkadaşlar aralarında fikir ve görüş farklılıkları olsa dahi birbirlerine iş önerilerinde bulunuyor” diyor.
İmam Sadık mezunlarının nüfuz kazanma yollarından biri de İran Radyo ve Televizyon Kurumu (IRIB) bünyesinde devlete bağlı radyo ve televizyon istasyonları. İmam Sadık mezunları, yönetici kültürel politika yapıcı pozisyonlara geçmeden önce, IRIB bünyesinde haber bölümünde yer alıyorlar (yakın zamanda Hamaney tarafından IRIB Başkanı olarak atanan mezun Peyman Cebelli gibi).
Ancak muhakemeleri her zaman kusursuz olmayabiliyor; zirâ son yıllarda alınan en tartışmalı programlama kararlarından bazılarının izi İmam Sadık mezunlarına kadar sürülebiliyor. Nitekim ünlü bir spor programı sunucusu, radikallere ve İmam Sadık Üniversitesi mezunlarının atamalarına meydan okuması ardından görevden alınmıştı. Üniversitenin America's Got Talent benzeri bir yarışmaya katılan mezunları ise alay konusu olmuştu.
Mahmud Ahmedinejad'ın 2005'teki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması ardından İmam Sadık mezunları İran devlet aygıtına daha geniş çapta dahil oldu. Hüseyin, bunu ülkenin dört bir yanındaki İmam Sadık öğrencilerinin iyi organize edilmiş kampanyalarına bağlıyor. Dolayısıyla yeni yönetim, üniversite mezunlarına kollarını açarak onlara çeşitli düzeylerde kilit pozisyonlar görevler sağladı. İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri ve Nükleer Başmüzakereci Said Celili de bu kişiler arasında bulunuyor.
İmam Sadık Üniversitesi mezunları, Ahmedinejad döneminde diğer zamanlarda olduğundan daha yoğun bir şekilde hükümet pozisyonlarında yer aldı. Hüseyin ise Ahmedinejad yönetiminin İmam Sadık mezunlarına sadece orada okudukları için değil, nitelikleri ve bilimsel değerleri sebebiyle öne çıkmalarına yardımcı olduğu konusunda ısrar ediyor.
2013'te iktidara gelen Hasan Ruhani yönetimi ise yabancı üniversite mezunları ve ideolojik olmayan teknokratları aradı; ancak İmam Sadık Üniversitesi mezunlarını görmezden gelmedi. Örneğin Ruhani, İmam Sadık'ta iletişim profesörlüğü yapan Hüsameddin Aşina’yı kişisel asistanı olarak atadı. Ancak Aşina, dönemin dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif’in sızıntı röportajındaki skandal açıklamalar nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştı. Zarif, Aşina’nın siyasete askeri müdahalesini eleştirmişti.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.