Lübnan’da silahlanma sorunu

Lübnan’da silahların iç savaşlardaki kullanımı, kimlikçi grupların çatışma riskini gündemde tutuyor

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
TT

Lübnan’da silahlanma sorunu

Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)
Beyrut’un Tayyuna bölgesindeki son çatışmalar sırasında ‘Şii ikili’ mensubu savaşçılar (AFP)

14 Ekim Perşembe günü Emel Hareketi ve Hizbullah yandaşları, iç savaş sahnelerinden birini hatırlatarak, silahlarıyla birlikte Ayn er-Rummane’nin Hristiyan mahallelerine bitişik güney banliyölerinin sokaklarında yürüdü. Ancak aslında taşıdıkları silahların çoğu, iç savaş döneminden. Savaşan gruplarının terk etmediği mezhebi-dinsel kimlik kavgası ruhu ve sloganları tüfek, roket güdümlü el bombası ve orta makineli tüfeklerin değişmesini sevmiyor.
Şarku’l Avsat’ın sosyal medya organları tarafından yayınlanan görüntü ve videolardan edindiği bilgiye göre yeni silah türlerini göstermiyordu. Kalaşnikoflar, RPG rampaları, PKM orta makineli tüfekler ve 40 mm el bombası ateşleyen bazı M16 ve M18 tüfekler. Şii İkili’nin Beyrut limanındaki patlamaya ilişkin soruşturmayı ‘siyasallaştırmayı’ reddetme gösterisinde kullandığı cephanelik buydu. Kısacası, güney banliyölerinin sokaklarını sular altında bırakan silah tasarımları, kullanılan modeller birkaç yıllık olmasına rağmen onlarca yıllık. Özgünlük ve modernlik, ‘barışçıl’ yürüyüşün silahında birleşti.
Sahne, özellikle Lübnan savaşlarının bölümlerini yaşayanlar için bir dejavu izlenimi veriyor. O sonbahar gününde ara sokakları kaplayan silah türleri, yetmişlerin başlarında Filistinli grupların merkezlerinden, kamplarından ve savaşa hazırlanırken laik ve mezhepçi milislerin kalelerinden çıkanlarla neredeyse aynıydı. Sıradan silahlı kalabalık, bilinmeyen sivil seslerden daha güçlüydü. Lübnanlılar, toplantılarında ve siyasetlerinde silahlar için güvenceli bir alan olduğunu biliyorlar.
Olay şu ki sivil bir ‘direnişin’ yerini Lübnanlı olmayan bir direniş alırken, silahların korunması, kutsallaştırılması, bilinçli ve bilinçsiz tüm sembolik ağırlıklarının kutlanması elli yılı aşkın bir süredir mevcut.
Vatan ve davanın hayali bir anlamını içeren, ‘onuru ve vatanı’ savunan ve onu çevreleyen tehlikeleri tanımlayan direniş, silahlarını ve askeri teçhizatını istediği zaman sokakta protestoya itecek niteliktedir. Silahlı insan kalabalığı ve hareketlerine verdikleri ‘barışçıl’ etiket arasında gösteri çağrısı yapanların endişesinde bir çelişki bulunmuyor. Grup, barışa zarar veren herhangi bir şey ortaya koymuyor. Ancak düşmanlar bunu yapıyor.
Maşrafiyye, Tayyuna ve Ayn er-Rummane sokaklarında silah türlerindeki yenilik eksikliği, tarikatların ‘işlerini organize etme ve günlerini yönetme’ konusundaki her türlü müdahaleye dair korku ve öfkesinde yeni bir şeyin olmadığını yansıtıyor. Beyrut’u etkisi altına alan insani ve maddi kayıpların ciddiyeti ile Hizbullah’ın koruduğu ve yararlandığı yönetici siyasi sınıfın ‘gerçeğe ulaşmak için her girişimi iptal etme’ ısrarı arasındaki çelişkiye dikkat çekildi. Dolayısıyla amonyum nitrat ithal edenler, üstlerini örtbas edenler ve arkalarındakiler için adil bir karar verilmesi hiçbir şey ifade etmez. Hak ve adalet; sebepsiz ve değersiz, öfkeli ve asi silahlı mezheplerin kaygıları arasında yer almaz. Önemli olan, bilindiği üzere, mevcut rejimi ayakta tutmak ve iktidar koalisyonunun çıkarlarını korumaktır. Silah, bu amaç için hazırlanmıştır. Direniş, iç içe ve uyumlu bu formüllerin, silahların ve çıkarların ortak adıdır.
Halkın kimliğini ve statüsünü vurgulayan bir unsur olarak silahlar, Lübnan’da eski bir hikayedir.
Bâb-ı Âli’nin 16. yüzyılda Suriye’nin Osmanlı valisi ile yaptığı yazışmalarda bununla ilgili parçalar bulabilirsiniz (bkn. Abdurrahim Ebu Hüseyin- Osmanlı döneminde Lübnan- Dürzi Emirliği- Vesaik Defter el-Muhimme (Asli defter belgeleri) 1546- 1711 ve Dar’ul Nahar 2005). Sadrazam mektuplarının çoğunda, Avrupa gemileri tarafından düşürülen ve Dürzi ve diğerlerine satılan silahlara vali tarafından el koyulmasının önemine odaklanılıyor. Osmanlı yetkilisi, Ebu Hüseyin’in saltanata karşı ‘uzun süreli isyan’ nitelendirmesi çerçevesinde bu silahları kullanmaktan korkuyordu. Ancak Sadrazam, silahların Cebel-i Lübnan halkı için ne anlama geldiğinin yönlerine kıyasla doğrudan güvenlik yönüne öncelik verdi.

Mayıs 2008 çatışmaları sırasında Emel Hareketi ve Hizbullah militanları (Getty)
Silah ihracatının, bugün olduğu gibi, on altıncı yüzyılda, çeşitli amaçların yoğunlaşmasıyla olduğunu söylemeye gerek yok. Diğer şeylerin yanı sıra finansal kar, ittifaklar yapmak ve düşmana korku salmak bu amaçların başında geliyordu. Lübnanlı ithalatçılara gelince silah; vahşi ve kibirli bir otoriteden kaçma ve yerel rakiplerin karşısında, ister dış otoritenin takipçisi ister düşmanları olsun, gücünü güçlendirme yeteneği anlamına geliyor. Bu, dağlardaki aileleri silahlarının sayısına göre sayan eski Lübnan metaforuyla ünlü. Falanca ailesi, ‘arazi, otlatma ve sulama hakları, arazi dağıtımı ve paylaşımı ile ilgili her ihtilafta ve savaş borazanı çaldığında hesaba katılması gereken’ 500 baruttan oluşuyor.
Tayyuna’nın son olaylarından sonra Lübnan söyleminde de ünlü bir tabir ortaya çıktı; ‘Her evde bir silah var’. Mezhepler arasındaki herhangi bir çatışmanın önceden planlanma şüphesini hafifletme ve halk arasında silahların ‘doğal’ yayılmasının nedeni olan ‘silah sorunlarının’ yeniden tesis edilmesi bağlamında ortaya atılan bu cümlenin doğruluğu, örneğin dağlardaki kar ve kumsalların güzelliği gibi Lübnan doğasının diğer olgularından farklı değil. Bu doğruluk, halklardan, mezheplerden ve mahallelerden en yüksek yasal mercilerin bulunmadığına dair yaygın bir inançtan oluşan derin bir hastalığı gizliyor. Bu merci, eyleminde hukuka, anayasaya ve toplum sözleşmesine dayanıyor. Bir diğer ifadeyle devlete…

Daimi savaş silahı
Şuf dağlarındaki Deyru’l Kamer kasabasında bulunan ‘Musa Sarayı Müzesi’, yüzlerce silah, kılıç ve tabancaya ev sahipliği yapıyor. Müze, silahlardan yığın içeriyor. Bazıları on dokuzuncu yüzyılın savaşlarına ve Deyr’ül Kamer yakınlarındaki köylerde yaşanmış katliamlara tanık olmuş olabilir. Silahların birçoğu, farklı zamanlara dayanıyor. Bunların birikimi ve çeşitliliği, eski eser ve antika uzmanlarınca yeterince ilgi görmedikleri izlenimi bırakıyor.
Ayrıca sahnede, yanlarına yerleştirilen küçük artıklara dair üretim tarihlerine ve önceki sahiplerine ait olduğunu söyleyen kılıçlar da var. Batıda ve hatta Gürcistan’da yapılmış Memluk, Türk ve diğer kılıçlar. Uzmanların yapması gereken gerekli açıklama yapılmadan, sonuca varmak mümkün değil. Bu silahların her biri nereden geldi, hangi savaşlarda kullanıldı, sahibi kimdi?! Hatta bir kısmı yukarıda bahsi geçen şehzade ve şeyhlerin isimlerini taşıyordu. Belki de Osmanlı Sadrazamının Lübnan kıyılarına inişinden şikâyet ettiği silahlardan bazılarıydı.
Biraz hızlıca, Memlukler döneminde (bugünkü Beyrut da dahil olmak üzere) Şuf ve Batıda sahip olduğu yarı bağımsızlıktan gelen Dürzi silahlarının, Osmanlı İmparatorluğu’nu protesto etme hususunda ‘19. yüzyılda Şuf’taki Hristiyan uyanışını bastırmak ve Mayıs 2008’de Hizbullah’ın Cebel-i Lübnan’a baskın yapmasıyla yüzleşmek için’ yeni görevler bulduğu söylenebilir. Diğer mezhepler ise silah ithal etmekten ve bunları iç ilişkiler sistemine dahil etmekten çekinmediler. Lübnan Cumhuriyeti’ndeki Şii internet sitesinin kurucusu İmam Musa es-Sadr’ın görüşüne göre daha ziyade bu silahlar ‘erkeklerin süsü’ oldu. Musa es-Sadr’ın kastettiği silah; İsrail’e, yetmişli yılların başında Güney Lübnan’ı işgaline ve Lübnan devletinin oradaki vatandaşlarını savunma konusundaki isteksizliğine karşıydı. Silahlar, büyük sorunlardan iç savaş havuzuna sızabilen sıvı bir siyasi maddedir.
Lübnan Savunma Bakanlığı’nın avlusunda, iç savaş sırasında kasaba ve köylere hizmet eden eski topları mermilerle dolduran beton bir anıt yükseliyor. Anıtın yabancı tasarımcısı, eserini Lübnan’daki savaşın sona ermesinin ve barışın geri dönüşünün bir sembolü olarak nitelendiriyor. Aslında iç savaşın topları, Lübnanlılar arasında geniş bir ün kazandı. Siyasi diyaloğun zor olduğu ve dengelerin saha haritalarının değişmesini engellediği dönemlerde gürültülü bir iletişim ortamı sağlandı. Çözümlerin yokluğunun ve yerel araçların rakiplere ve sınırların dışından bunlarla ilgilenenlere karşı sürekli savaşının bir simgesiydi. Bu silahların bir kısmı Lübnan hükümeti tarafından vatandaşlarının parasıyla orduyu silahlandırmak için satın alındı. Bunların çoğu, bölgesel ve yabancı müttefiklerin Soğuk Savaş sırasında nüfuz alanları üzerindeki çatışmalarda veya çoğu Araplar arasında kardeşçe olan hesaplaşmalarda kendileri için fayda olarak gördükleri savaş taraflarını desteklemek için geldi. Birkaç hafta önce yaklaşan savaşın (bu gerçekleşmeyebilir, ancak sürekli bir hazırlık yapılıyor) efendilerinden biri, iç çatışmalarda silahların ve roketlerin ana silahlar olmadığı konusunda uyardı. Tüfekler ve hafif makineli silahlar, görevi yapıyor. Bazı RPG’lere ve el bombalarına başvurmanın da bir zararı yok. Belki de bu, ilgili tarafların askeri cephaneliği modernize etme konusundaki isteksizliklerinin bir açıklaması olabilir. Çünkü yerel düşman ona en basit ve en ucuz teçhizatla karşılık vermek için yeterli.
Kanla, düşlerle, çağlarla, işgal ettiği toprakların kurtuluşu için kendisiyle çatışma sancağı altına girilen İsrail’e gelince, mücadele silahı örtülüdür. Gözle algılanamaz ve istatistik içermez.

Lübnan iç savaşı sırasında Beyrut şehir merkezinde iki silahlı adam çatışıyor (Getty)
Bu silah, kimin elinde olursa olsun, Filistin’in her yerindeki hedeflerini vurabilecek, petrol arıtma istasyonlarını ve kimyasal madde depolarını (burada patlayanlar gibi) imha edebilecek, yerleşim yerlerini ve şehirleri yok edebilecek kapasitededir. Ama bunları, füzelerinin, fırlatıcılarının, insansız hava araçlarının, insan ve cinlerin aklına gelebilecek ve gelmeyebilecek her şeyin iniş zamanının geldiğini görmedikçe kullanmayacağız. Bu arada kalaşnikoflar durumun efendisi olmaya devam ediyor.

Art arda gelen kuşakların arkadaşı
Birkaç kuşak Lübnanlı, kalaşnikofu yakından tanıyor. 1960’larında sonlarında Filistin direnişiyle Lübnan’a girdi. Düşük maliyet, kullanım, bakım kolaylığı ve mühimmat mevcudiyeti gibi erdemleri kısa sürede keşfedildi. Her tarafta ve cephelerde savaşan taraflarca ele geçirildi. Bir Arap veya enternasyonalist müttefikten kalaşnikofu olmayan herkes, onu açık piyasadan satın aldı. Her biri ünlü tüfeğin kendi versiyonunu yapan Doğu Avrupa ülkeleri, onu hem müttefiklere hem de düşmanlara ihraç etmekten çekinmediler. Arap ‘başarısızlıkları’ sırasında İsrail’in el koyduğu yığınlar da Lübnan’a ulaştı.
Lübnan’a, orijinal Rus (Sovyet) ‘AK 47’ ve daha sonra değiştirilmiş ‘AKM’ versiyonundan çeşitli ‘türler’ geldi.
Gerçek şu ki kalaşnikof, ‘sivil barış’ geri döndükten sonra bile yerel sahneden kaybolmadı. Öyle ki kalaşnikof, Taif Anlaşması’nı uygulamakla görevlendirilen Suriye ordusunun silahı ve işgale karşı savaşmaya devam eden güneydeki direniştir.
Hizbullah’ın 7 Mayıs’ta Beyrut’u işgali sırasında kalaşnikof ana silahtı. Görünüşe göre Hizbullah, şehirdeki saldırıya katılanların çoğu tarafından taşınan tüfeğin Çinli bir kopyasını depolarından çıkarmıştı. Silahlı kuvvetlerin, eksiklikleri gidermek için büyük operasyonlardan önce çok sayıda yeni münferit silahla gelmesi adettir.
Bu silahın bir savaş alanına yaklaşan herkesin bildiği bir sesi var. Kalaşnikof mermilerinin art arda gelmesi, diğer otomatik tüfeklerin seslerinden kolayca ayırt edilebilen yüksek tekdüze bir ton üretir. 13 Kasım 2015 tarihinde Paris’teki Bataclan tiyatro katliamından sağ kurtulan birinin, Netflix platformu tarafından sunulan bir belgeselde verdiği ifadeye göre bu, ‘vahşetin sesi’. DEAŞ’lı teröristler, burada düzenlenen bir konsere rastgele ateş açmıştı. Aslında o gün teröristlerin kullandığı, kalaşnikofun Zastava olarak bilinen Yugoslav cinsiydi. Bu detay, kurbanların izlenimini değiştirmedi.
Unutmayız, yavaş yavaş her savaşın kendi sesi olabilir. Bell UH-1 sesinin, en azından ABD askerlerinin bakış açısından Vietnam Savaşı’nın sesi olduğu konusunda geniş bir fikir birliği var.
Naziler tarafından ‘Jericho Trumpet’ olarak adlandırılan bir hoparlör kullanarak bombalarını atan Alman Stuka (Junkers 87) uçaklarının sesi, İkinci Dünya Savaşı’nın, en azından ilk aşamalarındaki sesidir. Daha sonra sesini Amerikan B-29 bombardıman uçaklarının sesi ve Sovyet T-34 tanklarının kükremesiyle değiştirdi.
Çatışmalarda ve iç savaşlarda kullanılan silahlar, çeşitli sosyal ve politik gerçekleri yansıtıyor. Hutuların 1994 yılında Ruanda’da Tutsilere karşı yaptıkları katliamlar sırasında dayandıkları büyük ustura (Machette) hakkında çok şey yazıldı. Bu silahın kullanım anlamı, kaynağı, kimden ithal edildiği ve yoksul bir ülkede ateşli silahlara ucuz bir alternatif olarak olması hakkında birçok ifadeye yer verildi. Bir anlamda kalaşnikofun sivil çatışmaların prensi olarak kaldığı Lübnan da dahil olmak üzere birçok yerde iç savaş silahlarından bahsetmek doğru. Bu, bir yandan da hem yerel hem de bölgesel iç içe geçmiş çatışmalar bağlamında silahların kaynağını ve ülkeye girişini gösterir. Ayrıca Lübnanlıların en azından son kriz patlak verene kadar bireysel silahlarına harcama yapabileceklerini de ilan ediyor.
Silahların yayılmasına itiraz etmek ve yönetimin elinde sınırlandırılması gerekliliği, iki şeyi göz ardı ediyor. İlki; Mezhepsel bir koalisyondan oluşan bu otoritenin doğası, bileşenleri arasındaki ilişkileri değiştirmez. Dolayısıyla mevzileri güçlendirecek unsurlar ve sivil ‘söylem’, silahların mevcudiyeti için gerekli bir boşluk bırakıyor.
Diğeri; Savaştan sonra Suriye vesayetinin boyun eğdirdiği otoritenin kendisinin, Hizbullah’ı silah toplamaktan dışlaması, Hizbullah’ın son yıllarda iç çatışmalara derin katılımı ve mezhepçi sistemin en ağır rolünü oynaması. Sivil şiddet dilinden uzaklaşma girişimleri başarısız olduğu sürece, tüm mezheplerin silahlanma yarışını yeniden başlatmaları için yeterli ve daha fazla bahane sağlanmış olacak.



ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


Şam’dan Suveyda’da uzlaşı için ABD ve Ürdün destekli yol haritası

Şam’dan Suveyda’da uzlaşı için ABD ve Ürdün destekli yol haritası
TT

Şam’dan Suveyda’da uzlaşı için ABD ve Ürdün destekli yol haritası

Şam’dan Suveyda’da uzlaşı için ABD ve Ürdün destekli yol haritası

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin, nüfusun çoğunluğumu Dürzilerin oluşturduğu Suveyda ilinde uzlaşı sağlamak için ABD ve Ürdün'ün desteklediği bir yol haritası hazırladığını duyurdu. Suveyda’da 13 Temmuz’da Dürziler ile Bedevi aşiretlerinden silahlı gruplar arasında çatışmalar başladı. Çatışmalar bir hafta sürdü. Ardından hükümet güçlerinin ve Bedevi aşiretleriyle birlikte müdahalesi sonucu çatışmalar kanlı bir hal aldı.

Yetkililer, hükümet güçlerinin çatışmaları durdurmak için müdahale ettiğini söylerken tanıklar, Dürzi gruplar ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), hükümet güçlerini ‘Bedevi aşiretlerinden silahlı gruplarla birlikte savaşmak ve Dürzilere karşı ihlallerde bulunmakla’ suçladı. SOHR’a göre şiddet olaylarında 789'u ‘Savunma ve İçişleri Bakanlığı mensupları tarafından sahada infaz edildiği’ öne sürülen Dürzi siviller dahil olmak üzere 2 binden fazla kişi hayatını kaybetti.

Yol haritası

Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Ürdünlü mevkidaşı Eymen Safadi ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile düzenlediği basın toplantısında, Suriye hükümetinin ‘adaleti destekleyen, güvenin tesisine ve sosyal uzlaşmanın teşvikine dayanan net bir eylem planı ortaya koyduğunu’ söyledi.

Yol haritasının ‘hem pratik hem de Ürdün ve ABD tarafından desteklenen’ adımlara dayandığını belirten Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımlar arasında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırı düzenleyenlerin tümünün hesap vermesi’ yer alıyor. Ayrıca, savaş mağdurlarına tazminat ödenmesi, köy ve kasabaların yeniden inşa edilmesi, yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması, yolların korunması ve insanların ve ticaretin güvenli bir şekilde akışının sağlanması için İçişleri Bakanlığı'na bağlı yerel güçlerin konuşlandırılması yer alıyor.

Yol haritasının kayıp kişilerin akıbetini ortaya çıkarmak ve kaçırılan tutukluları tüm taraflardan ailelerine iade etmek için çalışmak ve eyalet nüfusunun tüm bileşenlerinin katıldığı bir iç uzlaşı sürecini başlatmayı içerdiğini söyleyen Şeybani, “Ürdün'deki kardeşlerimizin ve ABD’deki dostlarımızın, insani yardım ve uluslararası fonların seferber edilmesi yoluyla bu adımlar için gerekli desteği sağlamaya hazır olduklarını gördük” dedi.

SOHR, geçtiğimiz temmuz ayında şiddet olaylarının başlamasından bu yana Suveyda ilinde 103'ü kadın olmak üzere 516 Dürzinin kaçırıldığını tespit etti.

Tarihi adımlar

Öte yandan Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, yol haritası çerçevesinde Suriye Dışişleri Bakanı'nın açıkladıklarının uygulanmasını sağlamak ve bu sorunu çözebilmek için Suriye-Ürdün-ABD ortak mekanizması kurulacağını belirtti. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ise Suriye hükümetinin attığı bu adımların tarihi olduğunu söyledi. Barrack, ABD'nin Suriye'nin komşu ülkeleriyle birlikte yardım, anlayış ve desteği yeni bir yapıya dönüştürmeye çalıştığını ve yol haritasının bu yolda bir dönüm noktası olduğunu düşündüğünü ekledi.

Suriye ordusundan ismini vermek istemeyen bir yetkili dün, Fransız Haber Ajansı (AFP) yaptığı açıklamada, Suriye ordusunun İsrail'in silahsızlandırılmasını talep ettiği ülkenin güneyinden ağır silahlarını çektiğini söyledi. Hükümet güçlerinin ağır silahlarını Suriye'nin güneyinden çektiğini belirten yetkili, operasyonun ‘iki ay önce’ Suveyda'daki şiddet olaylarının ardından başladığını ve bu olaylar sırasında İsrail'in, Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu bu eyalete konuşlandırılan hükümet güçlerinin ekipmanlarını ve Şam'daki resmi karargahları hedef aldığını açıkladı.

Bir diğer gelişmede Suriyeli yetkililerin dün Suveyda şehrinde iç güvenlik komutanlığının kurulduğunu duyurması ve bu göreve yerel bir Dürzi komutanın atanması dikkati çekti.


Netanyahu’dan Hamas'a uyarı: Rehinelere zarar verirseniz, düşündüğünüzden çok daha hızlı size ulaşırız

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile düzenlediği ortak basın toplantısında, 15 Eylül 2025 (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile düzenlediği ortak basın toplantısında, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

Netanyahu’dan Hamas'a uyarı: Rehinelere zarar verirseniz, düşündüğünüzden çok daha hızlı size ulaşırız

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile düzenlediği ortak basın toplantısında, 15 Eylül 2025 (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs'teki Başbakanlık Ofisi'nde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile düzenlediği ortak basın toplantısında, 15 Eylül 2025 (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin Gazze kentine doğru ilerlerken ‘sivilleri korumak için gösterdikleri çabaları’ vurguladı.

Netanyahu, Tel Aviv'deki Silahlı Kuvvetler Karargahı basın ofisi tarafından yayınlanan bir videoda şunları söyledi:

“Ordumuz, düşmanı yenmek amacıyla Gazze şehrinde operasyon yürütürken aynı zamanda sivil halkı tahliye etmek için çalışıyor.”

Netanyahu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Şu anda Gazzelilerin daha hızlı tahliye edilmesini sağlamak ve onları hedef aldığımız teröristlerden ayırmak amacıyla ek yollar açmak için çaba sarf ediyoruz.”

C
İsrail'in Gazze kentinin dış mahallelerine hava saldırısının ardından yükselen dumanlar (EPA)

Netanyahu aynı açıklamada “Pilotlarımız, birkaç dakika önce Husi terörist rejiminin ana ikmal noktası olan Yemen'deki Hudeyde Limanı’nı bombaladı” diye ekledi.

“Hamas'ın fonlanması”

İsrail Başbakanı Netanyahu, Katar'ı Hamas'a finansman sağlamakla suçlayarak, geçtiğimiz hafta Doha'da Filistinli liderlere yönelik saldırının ‘haklı’ olduğunu savundu. Netanyahu basın toplantısında, “Katar Hamas ile bağlantılı, Hamas'a sığınak ve finansman sağlıyor. Güçlü baskı araçlarına sahip, ancak bunları kullanmamayı tercih etti. Bu yüzden eylemimiz tamamen haklıydı” diye ekledi.

Y67UI8
Kudüs'teki İsrail Başbakanı Netanyahu'nun konutunun yakınlarında, İsrailli rehinelerin derhal serbest bırakılmasını talep eden bir protesto gösterisi sırasında rehinelerin fotoğraflarını tutan protestocular, 16 Eylül 2025 (Reuters)

Netanyahu, 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas'ın İsrail'e düzenlediği saldırıdan çıkarılması gereken dersin, İsrail'in ‘uluslararası kısıtlamalara dayanabilecek bağımsız bir silah endüstrisi kurması gerektiği’ olduğunu savundu.

Netanyahu, Hamas'ı rehinelere zarar vermemesi konusunda uyardı

Netanyahu, İsrail ordusu Gazze kentine büyük çaplı bir kara operasyonu başlatırken, Hamas'a, geriye kalan İsrailli rehinelerden herhangi birine zarar vermesi halinde İsrail'in ‘düşündüklerinden çok daha hızlı bir şekilde onlara ulaşacağı’ uyarısında bulundu.

Netanyahu, bu akşam düzenlediği basın toplantısında, ABD Başkanı Donald Trump ile rehine meselesini görüştüğünü söyledi.

Netanyahu, Trump ile ‘kendisi için son derece önemli’ olduğunu söylediği rehinelerin güvenliği meselesini de ele aldıklarını açıkladı.

İsrail Başbakanı, Trump'ın Hamas'ı rehineleri insan kalkanı olarak kullanmaması konusunda uyardığı açıklamalarına atıfla bu meselenin ‘konuyu ele alan’ Başkan Trump için ciddi endişeler yarattığını belirterek “Hamas sözcüsünün dediği gibi, rehinelerimizi insan kalkanı olarak kullandılar ve onları tehlikeye atacak pozisyonlara yerleştirdiler. Bu korkunç bir şey” ifadeleri kullandı.

Netanyahu, Hamas'a kendi uyarısını da ekleyerek şöyle dedi:

“Eğer tek bir rehinenin tek bir saç teline bile dokunursanız, hayatınızın sonuna kadar sizi daha da büyük bir güçle takip edeceğiz ve o son, düşündüğünüzden çok daha erken gelecek.”

Netanyahu, Hamas liderlerine hitaben “Zaten sığınacak yeriniz olmayacak. Ancak size ulaşmak için çabalarımızı yedi kat artıracağız ve düşündüğünüzden çok daha hızlı bir şekilde size ulaşacağız” dedi.

“Elimizden gelenin en iyisini yapacağız”

İsrail Ordu Sözcüsü Effie Defrin yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun Gazze kentinde Hamas'a karşı düzenlediği saldırı sırasında rehineleri korumak için ‘elinden gelenin en iyisini yapacağını’ belirtti.

Hamas'ın bölgede tutulan rehinelerin görüntülerini yayınlamasının ardından düzenlenen basın toplantısında İsrail ordusunun Gazze kentinde yürüttüğü operasyonlarla ilgili bir soruya yanıt veren Defrin, “Rehinelerin ailelerinin endişelerini anlıyoruz ve rehinelere zarar vermemek için elimizden geleni yapacağız” dedi.

Hamas'ın sivilleri insan kalkanı olarak kullandığını öne süren Defrin, “Hamas, şiddet kullanarak sivillerin savaş bölgelerinden ayrılmalarını engelliyor” dedi.