İran yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunu ikiye katladı

İran, yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyumu 25 kilograma yüzde 20 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum stoklarını da 210 kilograma çıkardığını duyurdu.

İran'ın Buşehr nükleer reaktörü (Arşiv - Şarku'l Avsat)
İran'ın Buşehr nükleer reaktörü (Arşiv - Şarku'l Avsat)
TT

İran yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunu ikiye katladı

İran'ın Buşehr nükleer reaktörü (Arşiv - Şarku'l Avsat)
İran'ın Buşehr nükleer reaktörü (Arşiv - Şarku'l Avsat)

İran'ın yarı resmi haber ajansı Mehr'in haberine göre, İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, Viyana'da nükleer müzakerelerin yeniden başlamasına haftalar kala ülkesinin zenginleştirilmiş uranyum stokunu kısa sürede ikiye katladığını açıkladı.
Nükleer anlaşmada İran'a en fazla 3,67 oranında uranyum zenginleştirme izni verilmesine rağmen şu ana kadar yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş 210 kilogram uranyum ürettiklerini belirten Kemalvendi, yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum miktarını da 25 kilograma çıkardıklarını bildirdi.
Meclis'in geçen yıl çıkardığı ve hükümeti nükleer faaliyetleri hızlandırmaya teşvik eden yasaya işaret eden Kemalvendi, "Bir dönem bazı kısıtlamalarımız oldu ama neyse ki İslami Şura Meclisinin stratejik eylem yasası bu durumu değiştirdi. Yasalara göre bizden 120 kilogram yüzde 20 zenginleştirilmiş uranyum istendi, biz ise şu ana kadar nükleer silaha sahip ülkeler dışında hiçbir ülkenin üretemediği 25 kilogram yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettik." dedi.
İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya (5+1) arasında 2015'te imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşma, Tahran'a yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetini sürdürme ve en çok 300 kilogram uranyumu elinde tutabilme izni veriyor. ABD'nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesinin ardından İran, anlaşmadaki taahhütlerini askıya almıştı.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İran'ın nükleer programıyla ilgili 7 Eylül'de yayımladığı son raporunda, Tahran'ın uranyum zenginleştirme tesislerine yerleştirdiği gelişmiş ve yeni nesil santrifüjlerle yüzde 20 düzeyinde 84,3 kilogram ve yüzde 60 düzeyinde 10 kilogram uranyum zenginleştirdiğinin bilgisi verilmişti. Mayısta yayımlanan raporda ise İran'ın elinde 62,8 kilogram yüzde 20 zenginleştirilmiş uranyum ve 2,4 kilogram yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyum olduğu açıklanmıştı. Buna göre, Tahran'ın zenginleştirilmiş uranyum miktarını her geçen gün daha da artırdığı göze çarpıyor.
Uranyumun yüzde 20 ve üzerinde zenginleştirilmesi ise nükleer bomba elde etmeye imkan sağlayacak yüzde 90 saflıkta parçalanabilir uranyuma ulaşmak için önemli bir aşama olarak kabul ediliyor.
İran ile nükleer anlaşmanın tarafları arasında anlaşmayı yeniden canlandırma ve ABD'nin anlaşmaya dönüşünün müzakere edildiği Avusturya'nın başkenti Viyana'da yapılan ancak sonuçsuz kalarak haziranda ara verilen nükleer görüşmeler 29 Kasım'da yeniden başlayacak.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.