İran, insan hakları ile ilgili yaptırımların kaldırılmasını talep etti

Tahran’daki bulunan bir plazadan yansıtılan broşürde, üzerinde ABD bayrağı olan bir ahtapotun sardığı petrol tankerini çevrelemiş Devrim Muhafızları botları gösterildi. (AFP)
Tahran’daki bulunan bir plazadan yansıtılan broşürde, üzerinde ABD bayrağı olan bir ahtapotun sardığı petrol tankerini çevrelemiş Devrim Muhafızları botları gösterildi. (AFP)
TT

İran, insan hakları ile ilgili yaptırımların kaldırılmasını talep etti

Tahran’daki bulunan bir plazadan yansıtılan broşürde, üzerinde ABD bayrağı olan bir ahtapotun sardığı petrol tankerini çevrelemiş Devrim Muhafızları botları gösterildi. (AFP)
Tahran’daki bulunan bir plazadan yansıtılan broşürde, üzerinde ABD bayrağı olan bir ahtapotun sardığı petrol tankerini çevrelemiş Devrim Muhafızları botları gösterildi. (AFP)

İran, müzakerelerde elini güçlendirmek için ABD’ye yönelik uyarı mesajları göndermeye devam ediyor. İran Dini Lideri’ne yakın bir din adamı, nükleer anlaşmayla ilgili olanların yanı sıra insan hakları ihlalleriyle ilgili yaptırımların kaldırılması çağrısı yaptı.
İran Uzmanlar Meclisi üyesi Ayetullah Ahmed Hatemi, 5 Kasım’da yaptığı açıklamada ülkesinin, müzakerelerde vakit kaybını kabul etmeyeceğini belirtti. “ABD, İran ile müzakerelere dönmek için acele ediyor. Ancak kararımızı verdik. Kararımız çok açık. Tüm nükleer yaptırımların ve insan haklarının ortadan kaldırılmasına katkı sağlayacak müzakereler istiyoruz” dedi.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, yargıdaki eski rolü ve insan hakları ihlalleri nedeniyle ABD ve Avrupa yaptırımlarıyla karşı karşıya kalan önde başlıca yetkili olarak sayılıyor. Yeni şart, İran’ın 2015 nükleer anlaşmasını canlandırma müzakerelerine ‘bölgesel faaliyetler, füze programı ve insan hakları ihlalleri’ gibi yeni dosyaların eklenmesinde ısrar ettiği bir zamanda geldi.
İranlı insan hakları aktivistleri, Batı ülkelerini nükleer anlaşma sürecinde insan hakları konusunu ihmal etmekle suçluyor. Bu bağlamda İran Dini Lideri Temsilcisi, Tahran’da verdiği bir cuma hutbesinde Tahran’ın müzakerelerdeki ‘yaptırımların kaldırılması’ taleplerini yineledi. Ahmed Hatemi, “ABD’liler, nükleer anlaşmaya dönmek istiyorsa müzakerelerde zaman kaybını kabul etmeyecektir” ifadesini kullandı.
İran’ın nükleer müzakere masasına geri dönmesine ilişkin baskıların sürdüğü bir zamanda açıklamada bulunan Hatemi, isim vermeden Avrupa ülkelerini hedef aldı. İranlı yetkili şu ifadeleri kullandı:
“Washington’ın suçlarına dahil olan bazı ülkeler, yeminlerini bozdu. Ardından ABD’lilere yalnızca onları memnun eden şeyler söylediler. Bugün de tehdit dili kullanıyorlar. Tehdit dili tekrarlayan bir hale geldi. Mantıklı bir cevap almak istiyorlarsa insanca konuşsunlar. Kim verdiği sözleri bozuyorsa bunu telafi etmesi gerekiyor.”
Hatemi’nin açıklamasından bir gün önce de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, (29 Kasım’da nükleer müzakerelerin yeniden başlayacağının açıklanmasından 24 saat sonra) 2015 nükleer anlaşmasına dahil taraflara bir mesaj gönderdi.
Tahran ve Washington’ın nükleer anlaşma taahhütlerine geri dönmesi amacıyla nisan ayı başlarında Hasan Ruhani başkanlığındaki önceki hükümet tarafından başlatılan müzakereler, Haziran ayında altıncı turunda duraksamıştı.
Görüşmelerin tarihi, Umman Körfezi’ndeki Devrim Muhafızları’na ait tekneler ile ABD gemileri arasında yaşanan son gerilimden birkaç saat sonra açıklandı. ABD ve İran çarşamba günü, Devrim Muhafızları’nın Vietnam bandıralı bir petrol tankerine el koyduğu olayla ilgili iki çelişkili açıklama yapmıştı.
İran Devrim Muhafızları, güçlerinin, ABD’nin ‘İran petrolü yüklü bir petrol tankerini ele geçirmeye yönelik’ bir girişimini engellediğini iddia etti. Pentagon ise İran’ın açıklamalarını ‘yalan’ olarak nitelendirdi. Pentagon Sözcüsü John Kirby gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“ABD Donanması 24 Ekim’de, İran güçlerinin Umman Denizi’nde, uluslararası sularda seyreden bir gemiye helikopterle indirme operasyonu gerçekleştirdiğini ve ele geçirdiğini gözlemledi.”
Devrim Muhafızları Sözcüsü General Ramazan Şerif ise perşembe günü, yapılan ilk açıklamadaki suçlamalardan az da olsa geri adım attı. “ABD kuvvetleri, İran petrolü hırsızlarını desteklemek ve onlara eşlik etmek için geldi” dedi. Ancak daha fazla ayrıntı vermedi.
Hatemi ise Devrim Muhafızları tarafından yapılan ilk açıklamayı güçlendirerek devam ettirmekte ısrar etti:
“Devrim Muhafızları, bir ABD donanma soygununu engelledi ve ABD’lileri küçük düşürdü. Bu adım, ABD ve ordusunun bir örümceğin evinde olduğunu gösterdi.”
Diğer yandan İran Dini Lideri’nin temsilcisi muhafazakâr Ahmed Alem el-Huda da şu açıklamada bulundu:
“ABD’lilerin son taktiği, İran’ın parasını uluslararası bankalar aracılığıyla transfer ettirmesine izin vermemektir. Ama hükümetin eylemleri, artık uluslararası bankalar aracılığıyla fon transfer etmemize gerek kalmadığı bir noktaya ulaştı.”
İran Cumhurbaşkanı’nın kayınpederi Alem el-Huda, Vietnam petrol tankerinin Devrim Muhafızları Donanması tarafından ele geçirilmesini de ‘yaptırımları delmek ve yenilgi sağlamak için bir adım’ olarak nitelendirdi.
Diğer taraftan İran’daki sosyal medyada aktarılanlara göre İran Cumhurbaşkanı’nın ekonomik işlerden sorumlu yardımcısı olan Muhsin Rızai, İran’ın ‘doların değerini korumak için kaçak petrol satmaya ve kaynaklarını gizlice ithal etmeye başvuracağını’ söyledi. Rızai, İranlıların ‘ABD ekonomik ambargosunu kırmak için tarihi bir karar almaları’ gerektiğini vurguladı.
Buna karşılık eski parlamentodaki Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komisyonu Başkanı Haşmet Falahat Pishe, İran Dışişleri Bakanlığı’ndaki yeni müzakere ekibini ABD’nin ‘çatışma çözümü’ veya ‘Snapback’ mekanizmasını kullanmak için nükleer anlaşmaya geri döneceğine karşı uyardı. Bu, anlaşmanın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) taşınmasının yolunu açan, nükleer anlaşma mekanizmalarından biri olarak sayılıyor.
Falahat Pishe, İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’na (ISNA) yaptığı açıklamada, İran’ın müzakere masasına geri dönmekteki gecikmesine yönelik eleştirilerini yineledi. “Hiçbir başarı, İran’a yönelik yaptırımları sona erdirmek için tüm bu gecikmeyi haklı çıkaramaz” diyerek ‘Trump dönemine ve gelecekte kendilerini nelerin beklediğine kıyasla zamanın İran’ın aleyhine ilerlediğini’ ifade etti. Söz konusu dönemde anlaşmanın imzalanmasının önde gelen destekçileri arasında yer alan eski temsilci, Biden ve ekibinin popülaritesinin gerilemesinin ardından ara seçimlerde Demokratların Kongre’deki ‘kırılgan çoğunluğunu’ kaybedeceğini savundu. Bu durumun Biden’ın başkanlığının önündeki engelleri güçlendireceğini vurguladı. Falahat Pishe ayrıca İran ve Biden arasındaki ‘temel anlaşmazlıkların’ şu an nükleer anlaşmayla bağlantısı olmayan yaptırımlarla ilgili olduğunu ve eski ABD Başkanı’nın bunları Kongre yaptırımlarıyla ilişkilendirdiğini söyledi.
Nükleer anlaşmaya geri dönüşteki gecikmenin eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun ‘yaptırım yapısının tasarımıyla’ ilgili açıklamalarının doğruluğunu gösterdiğini vurgulayan İranlı politikacı, İsrail’in nükleer müzakerelere meydan okumasına yönelik de uyarıda bulundu. Falahat Pishe, İran Dışişleri Bakanlığı’ndaki yeni ekibin Çin ve Rusya’ya meyletmesini de eleştirirken, nükleer anlaşmada ‘İran ve ABD olmak üzere iki ana taraf olduğunu’ vurguladı.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.