ABD’nin Suriye için belirlediği 5 yeni öncelik arasında ‘İran’ın Suriye’den çıkarılması’ hedefi yok: Suriye’nin kuzeydoğusunda kalmaya devam edilecek

Biden yönetimi siyasi incelemeleri bitirdikten sonra önceliklerini sundu.

Bu ayın başında Irak ile olan Simelka Sınır Kapısı yakınında Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde görev yapan bir ABD askeri (AFP)
Bu ayın başında Irak ile olan Simelka Sınır Kapısı yakınında Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde görev yapan bir ABD askeri (AFP)
TT

ABD’nin Suriye için belirlediği 5 yeni öncelik arasında ‘İran’ın Suriye’den çıkarılması’ hedefi yok: Suriye’nin kuzeydoğusunda kalmaya devam edilecek

Bu ayın başında Irak ile olan Simelka Sınır Kapısı yakınında Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde görev yapan bir ABD askeri (AFP)
Bu ayın başında Irak ile olan Simelka Sınır Kapısı yakınında Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde görev yapan bir ABD askeri (AFP)

ABD Başkanı Joe Biden’ın ekibi, yaşadığı doğum sancılarından sonra ABD’nin Suriye’deki öncelikleriyle ilgili nihai bir formüle ulaştı. Washington’daki kurumların içinde formülü inceleme süreci yılbaşından bu yana devam ediyordu. 5 temel ve 1 yan hedeften oluşan formül, eski ABD Başkanı Donald Trump döneminin aksine ‘İran’ın Suriye’den çıkarılması’ hedefini kapsamıyor. Bu formül ayrıca Suriye’nin komşu ülkelerini yani Ürdün, İsrail ve diğer ülkelerin istikrarının desteklenmesini öngörüyor.
Şarku’l Avsat’ın ulaştığı bilgilere göre, ABD’li yetkililerin geçtiğimiz günlerde kapalı kapılar ardında konuştuğu ABD’nin Suriye’deki öncelikleri şunlar: Birincisi, Suriye’nin kuzeydoğusunda kalmaya devam edilmesi ve DEAŞ’ın yenilgisinin sürdürülmesi. İkincisi, insani yardımların sınır ötesinden yapılmaya devam edilmesi. Üçüncüsü, ateşkesin korunması. Dördüncüsü, hesap verebilirlik ve insan haklarının desteklenmesi, kitle imha silahlarına başvurulmaması. Beşincisi, 2254 sayılı karar uyarınca barış sürecini ileriye taşımak. Bu beş temel hedefe ek olarak belirlenen yan hedef ise, ABD’nin Suriye’ye komşu ülkeleri ve istikrarlarını desteklemeye çaba göstermesi.
Bu formül aslında daha önce ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Haziran’da bakanlar düzeyindeki DEAŞ Karşıtı Koalisyon Konferansı marjında açıkladığı formülün geliştirilmiş versiyonu. Nitekim Blinken, Konferans’taki konuşmasında, üç öncelikten bahsederek bunları şöyle sıralamıştı: “İnsani yardımlar, DEAŞ ile mücadele ve barış sürecini ileri taşımak.”

Önceliklerin uygulanması
İçerdeki mekanizmalarda gözden geçirilen söz konusu önceliklerin, geçtiğimiz aylarda Biden ekibinin Suriye’de ve diplomatik görüşmelerde attığı adımlarla hayata geçirmeye başladığı görülüyor. Nitekim ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie, Afganistan’dan çekilme sırasında yaşanan kaosun ardından Suriye’nin kuzeyine gizli bir ziyaret gerçekleştirerek, ABD’nin Fırat’ın doğusunda kalmaya devam edeceğine ve Afganistan örneğinin burada tekrarlanmayacağına dair Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) güvence verdi. Biden yönetimi ayrıca Suriye’de DEAŞ ile mücadeleyi ve SDG’nin istikrarını etkileyecek bir askeri operasyon başlatmaması için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a baskı uyguladı. Bu hamleler, Biden dönemi sona erene kadar ABD güçlerinin Suriye’de kalacağı izlenimi veriyor.
İnsani yardım meselesine gelince, Biden ekibi Suriye’ye yönelik sınır ötesi insani yardımların uzatılmasını öngören kararın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) geçmesi için Temmuz ayında Cenevre’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in temsilcileriyle gizli bir görüşme gerçekleştirdi.
Biden ekibinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin ile Putin’in Temsilcisi Aleksandr Lavrantyev sınır ötesi insani yardım kararının 6 ay daha uzatılmasını sağlamak amacıyla Cenevre’de bir araya geldi. İkinci 6 ay önümüzdeki yılın başından itibaren başlayacak. Görüşmede ayrıca ABD’nin ‘erken toparlanma’ ve ‘insani yardımların sınır ötesi değil temas noktaları üzerinden yapılması’ yönündeki yükümlülüklerini yerine getirmesi konusu ele alındı. Biden yönetimi Suriye’nin kuzeydoğu ve kuzeybatısında istikrarı desteklemek için mali yardımlar sunmaya yaklaşıyor.
Diplomasi alanındaki hamlelere gelince, Biden yönetimi Suriye’deki kapsamlı ateşkesi, siyasi sürecin aktifleştirilmesi ve 2254 sayılı karar uyarınca anayasal reformları desteklediğini ifade eden açıklamalar yayınlamaya devam ediyor. ABD ayrıca Fransa, İngiltere ve Batılı ülkeleri, Suriyeli muhaliflerin yargılama, hesap verebilirlik ve insan hakları meselelerini gündemde tutmaları için teşvik etti. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre, ABD Hazine Bakanlığı, Temmuz sonlarında insan hakları ihlalleri ve terörizm ile ilgili yeni yaptırım listesi yayınladı. Bu liste, sadece Suriye hükümeti ve destekçilerini değil aynı zamanda geniş bir kesimi kapsadı. Bakanlık aynı zamanda ‘Arap gaz boru hattının’ Suriye topraklarından geçmesi halinde Ceaser Yasası yaptırımlarına takılmayacağına dair Mısır, Ürdün ve Lübnan’a şartlı taahhüt verdi. Bakanlığın şartı ise bu hattan elde edilecek paralardan Şam’a verilmemesi ve ABD’nin yaptırım listesinde yer alan şahıs ve şirketlerle işbirliği yapılmamasıydı.

İran kararsızlığı
Bu önceliklerin önem arz eden tarafı ise Trump’ın listesinde yer alan İran maddesinin silinmesidir. Zira Biden şu ana kadar Suriye dosyasıyla siyasi düzeyde ilgilenecek bir temsilci atamadı. Daha önce James Jeffrey’in baktığı bu dosya halihazırda Brett McGurk’ın kontrolünde. Biden yeni bir temsilci atamadığı gibi ABD savunma ve dışişleri bakanlıkları da bu dosyadan uzak tutuluyor.  Ancak Barbara Leaf’ın Dışişleri Bakanlığı’nda kıdemli bir pozisyona getirilmesi, söz konusu durumun değişip değişmeyeceği sorularını beraberinde getirdi.
Biden ekibi aynı zamanda Şam ile normalleşmeyi engellemek adına Arap ülkelerine yönelik bir diplomasi ve siyasi hamle de yapmadı. Ancak ABD’li diplomatlar Araplarla diyaloglarında iki noktaya odaklandıklarını belirtiyorlar. Buna göre ABD, Şam ile normalleşmeyi teşvik etmiyor ve böyle bir adım da atmayacak. Fakat normalleşmenin de ‘bedava’ olmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Aksi takdirde ABD’li diplomatlar Arap muhataplarına Ceaser Yasası’nın bir başkanlık kararnamesi değil ABD Kongresi’nin çıkardığı bir yasa olduğunu hatırlatmaktan geri durmuyorlar. Trump yönetiminin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in Washington’da yaptığı bir konuşmasında, görev yaptığı dönemde üst düzey hiçbir ABD’li yetkilinin kendilerinden Beşşar Esed hakkında konuşmaktan uzak durmalarını talep etmediğini belirtti. Jeffrey, “Arap ülkeleri, Esed ile normalleşme için kendilerine yeşil ışık yakıldığını hissetti” dedi.
Normalleşme meselesi, Biden döneminde değişiklik yapılan tek mesele değil. Aksine İran’ın Suriye’deki varlığı gibi jeopolitik diğer meselelere karşı ABD’nin kamuoyu önündeki pozisyonunda da Trump’ın politikasına kıyasla büyük bir değişim görülüyor. Nitekim Trump’ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Jeffrey ve Joel Rayburn yardımıyla ABD’nin Suriye’deki önceliklerini şu şekilde belirlemişti: Birincisi, DEAŞ’ın yenilmesi ve bir daha dönmemesinin sağlanması. İkincisi, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını uygulama sürecinin desteklenmesi. Üçüncüsü, İran’ın Suriye’den çıkarılması. Dördüncüsü, rejimin kitle imha silahlarını kullanmasının engellenmesi ve kimyasal silahlardan arındırılması. Beşincisi, insani krize cevap verilmesi ve ülke içinde ve dışında Suriye halkının çektiği acıların hafifletilmesi.
Trump ayrıca Şam ile normalleşme için 6 şart sundu: Terörizmin desteklenmesine son verilmesi, İran Devrim Muhafızları ile Hizbullah’a verilen desteğin durdurulması, komşu ülkelere tehdit oluşturulmaması, kitle imha silahlarını terk etmek, mülteci ve göçmenlerin gönüllü dönüşlerine izin verilmesi ve savaş suçlularıyla mücadele edilmesi.
Trump’ın ekibi bu hedefleri gerçekleştirmek ve Şam üzerindeki izolasyonun devam etmesi için ABD’nin Arap ve Avrupalı müttefikleriyle eşgüdüm içinde bir dizi baskı aracı belirledi. Bu araçlar ise şunlardı: ABD’nin Fırat’ın doğusunda ve Tanf Askeri Üssü’nde kalmaya devam etmesi, rejimin stratejik zenginliklere erişiminin engellenmesi, BM ve BMGK üzerinden diplomatik etki uygulamak, ekonomik yaptırımlar ve Ceaser (Sezar)Yasası, Arapların veya Avrupalıların Şam ile normalleşmesinin engellenmesi, İsrail’e istihbarat ve lojistik destek verilmesi, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısındaki varlığı, sunulan şartlar kabul edilmediği sürece Suriye’nin yeniden imar süreci ile Arap ve Avrupa ülkelerinin desteğinin durdurulması.
Trump yönetiminin belirlediği bu hedef ve araçlar karşısında farklı düşünen McGurk ise ülkesinin hedefleri ile elindeki araçlarının birbiriyle uyumlu olması, bu araçları kullanabilecek güçte olması ve Moskova’nın bu baskılara tepki vermeye ne derece hazır olduğunun tespit edilmesi gerektiği kanaatinde. Biden ekibi İran ile nükleer anlaşmanın tekrar canlandırılması için müzakerelerin çökmesine neden olacak ve Suriye’de İran’a karşı gerginliği tırmandıracak adımlar atmamaya özen gösteriyor. Ancak Suriye’deki ABD noktalarının hedef alınması ve İsrail’in hava saldırılarına destek verilmesi gibi konular bu meselenin dışında tutuluyor. McGurk 2019’da Foreign Policy’de kaleme aldığı bir yazıda, “Arap ülkeleri Şam ile işbirliğine geri dönecek. Washington’un bu yöndeki direnci, Arap ülkelerini hayal kırıklığına uğratmaktan ve (Şam ile olan) diplomasisini Washington’un arkasından sürdürmeye teşvik etmekten başka bir işe yaramayacak. Bu nedenle en iyi yöntem ABD’nin Arap ortaklarıyla birlikte Şam’a karşı gerçekçi gündemler oluşturmak için çalışmasıdır. Örneğin Arap ülkelerini, Suriye ile yeniden ilişki kurmayı, Esed rejiminden güven verici adımların atılması şartına bağlamalarına teşvik etmek” ifadelerini kullandı.
ABD ekibinin, belirlenen bu yeni hedefleri 2 Aralık’ta Brüksel’de DEAŞ Karşıtı Koalisyon Konferansı marjında düzenlenecek Suriye konulu özel görüşmede Washington’un müttefiklerine sunması bekleniyor.



Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
TT

Yemen'de taraflar arasında ‘ABD yıkımını ülkenin başına kim musallat etti?’ tartışması

ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları Yemen'de tartışmaya yol açtı (X platformu)

Tevfik eş-Şenvah

Yemen’in meşru hükümeti ve Husiler, on yılı aşkın bir süredir Yemen'in başına bela olan yıkımın sorumlusu olarak birbirlerini suçlamaya devam ediyor. Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-Eryani dün yaptığı açıklamada, İran destekli Husilerin 2014 yılındaki darbeden bu yana ‘Yemen'in altyapısı ve ekonomisindeki yıkımın başlıca nedeni olmakla’ suçladı.

Aynı zamanda uluslararası meşruiyete sahip Yemen hükümetinin sözcüsü olan Eryani, Husilerin kurtarılmış bölgelerdeki hayati tesislere sistematik saldırılar düzenlediğini, örneğin 30 Aralık 2020 tarihinde Aden Uluslararası Havalimanı'na İran yapımı balistik füzelerle düzenledikleri saldırıda 25 kişinin öldüğünü, 110 kişinin de yaralandığını ve havalimanının altyapısının zarar gördüğünü söyledi. Husilerin 2022 yılında da Hadramut ve Şebva'daki petrol ihracat edilen limanlara yönelik saldırılarda bulunduklarını belirten Eryani, bunlar arasında insansız hava araçları (İHA) ve balistik füzeler kullanılarak ed-Debba ve Neşime limanlarına yönelik saldırıların da olduğunu ifade etti.

Yemenli Bakan, söz konusu saldırıların Husilerin iddia ettiği gibi Yemen'i ya da Gazze'yi savunmak için değil, Yemen'i yok etmeyi, halkını yoksullaştırmayı ve bölgenin güvenliğini baltalamayı amaçlayan İran gündemini uygulama stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi.

Husilerin Kızıldeniz'deki uluslararası gemilere yönelik saldırıları da dâhil olmak üzere çeşitli maceraperestliklerinin, ABD ve İngiltere tarafından ‘Refahın Muhafızı Operasyonu’ kapsamında geçtiğimiz yıl ocak ayında başlayan askeri saldırılarını tetiklediğini söyleyen Eryani, bu saldırıların yıkımın birincil nedeni olmadığını, daha ziyade Husilerin saldırılarına karşı bir yanıt olduğunu vurguladı.

Öte yandan Husiler, Yemen halkının çektiği acılardan başta Yemen’in meşru hükümeti olmak üzere ABD ve müttefiklerinin sorumlu olduğunu söyledi. ABD merkezli haber kanalı NBC tarafından aktarılan Husilere bağlı medya organlarının haberlerine göre Husiler, 17 Mart 2025 tarihinde 53 kişinin ölümüne ve 98 kişinin yaralanmasına neden olan ABD’nin son saldırılarını ‘suç teşkil eden saldırganlık’ olarak nitelendirdi. Kızıldeniz’deki gemilere ve askeri hedeflere yönelik saldırılarının dış müdahaleye ve Gazze'ye uygulanan kuşatmaya karşı savunma amaçlı bir yanıt olduğunu vurgulayan Husiler, Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını açıkladılar.

Medyada yer alan haberlere göre Husilerin Kızıldeniz’de uluslararası gemilere yönelik saldırıları ülke içindeki popülariteleri ve saflarına savaşçı çekme hızını arttırdı. Uluslararası toplumu kendileriyle etkileşime girmeye zorladılar ve Yemen'in resmi hükümeti olarak tanınmamalarına rağmen popüler bir yankı uyandırdılar. Nüfuzları zayıf olmasına rağmen İsrail'e füze atmalarının ardındaki gizli amaçlarından biri de buydu.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği habere göre Yemen hükümeti, İran'ı, ‘Birleşmiş Milletler (BM) silah ambargosunu ihlal ederek Husileri İHA ve balistik füzeler gibi çeşitli silahlarla desteklemekle’ suçluyor. Buna karşın İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı Hüseyin Selami, İran medyasına yaptığı açıklamada, Tahran'ın Husilerin kararlarını doğrudan kontrol ettiği iddialarını reddederek Husilerin kararlarını bağımsız bir şekilde aldıklarını vurguladı. Ancak Yemen hükümeti çevreleri İran'ın desteğinin Husilerin eylemlerinin ana kaynağı olduğunda ısrar ediyor.

Yemen hükümeti, ABD'nin hava saldırıları sonucunda Husilerin kontrolündeki limanlarda meydana gelen ağır kayıpların ardından ‘Husiler Yemen'e yıkım getiriyor’ etiketiyle (hashtag) bir sosyal medya kampanyası başlattı. Kampanyanın amacının ‘Husilerin suçlarını ifşa etmek ve ülke kaynaklarına verdikleri zararın boyutlarını ortaya koymak, altyapı ile ekonomik ve sivil tesislerin tahrip edilmesinden ve bunların savaş amacıyla kullanılmasından onları tamamen sorumlu tutmak’ olduğu belirtildi.

Husiler cuma günü, ABD'nin Yemen'in batısındaki Hudeyde ilinde bir petrol ihracatı limanına gece boyunca düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısının 80'e yükseldiğini ve bu sayının Washington'ın bir ay önce başlattığı yoğun hava saldırılarının en ölümcülü olduğunu açıkladılar.

Bu arada saldırılar şiddetlenmeye devam ederken, ABD ile İran arasındaki müzakereler Umman’ın başkenti Maskat'ın ardından Roma'da tüm hızıyla devam ediyor. Basında yer alan haberlerde, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'la bölgedeki birçok karmaşık meseleyi görüşmek üzere bir araya gelmesinin ardından gerilimin azalacağına dair umutlar ifade edildi.