İsrail: Bennett, ABD'nin İran Özel Elçisi Malley ile neden görüşmedi?

İsrail Başbakanı Naftali Bennett, İsrail’e gelen ABD'nin İran Özel Elçisi Robert Malley ile niçin görüşmedi?

İsrail Başbakanı Pazar günü kabine toplantısında (Reuters)
İsrail Başbakanı Pazar günü kabine toplantısında (Reuters)
TT
20

İsrail: Bennett, ABD'nin İran Özel Elçisi Malley ile neden görüşmedi?

İsrail Başbakanı Pazar günü kabine toplantısında (Reuters)
İsrail Başbakanı Pazar günü kabine toplantısında (Reuters)

ABD'nin İran Özel Elçisi Robert Malley geçtiğimiz günlerde İsrail'e geldi. İsrail Başbakanı Naftali Bennett'in Malley ile görüşmeme kararı alması birtakım eleştirileri beraberinde getirdi.
Şarku’l Avsat’a konuşan Tel Aviv'deki siyasi kaynaklar, İran meselesi de dahil olmak üzere ABD yönetimiyle derin farklılıkların olduğundan bahsetmişti. Bazı kaynaklar, Başbakan Bennett'in ABD'nin İran Özel Elçisi Malley'i İran'la ilişkilerde diplomatik seçeneği tercih etmede öncü olduğu için boykot etmeye karar verdiğini iddia etti. Ancak Bennett'in sözcüsü söz konusu iddiayı tamamen reddetti ve Mali'nin üst düzey bir yetkili olduğunu ancak protokol nedeniyle bir başbakanla görüşmediğini kaydetti.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve Savunma Bakanı Benny Gantz, ABD'nin İran Özel Elçisi ile görüşecek. Ulusal Güvenlik Danışmanı Eyal Hulta başta olmak üzere Başbakanlık Ofisinden bir dizi üst düzey yetkili,  Bennett'i temsilen Malley ile görüşmeler gerçekleştirecek.
Bennett'e yakın yetkililer, İsrail'in askeri seçeneği masada tutmayı tercih etmesi nedeniyle ABD yönetimiyle farklılıkların olduğunu, çünkü İran'ın büyük güçlerle müzakere konusunda ciddi olmadığını belirttiler. Ancak İsrail ve ABD ordularının ortak manevraları sonrası iki ülkedeki güvenlik birimleri arasındaki koordinasyon son haftalarda doruğa ulaştı. Bu durum, İran ile çatışma senaryolarını akla getiriyor. Ayrıca Bennett ve Gantz'ın İsrail ordusuna ilk etapta İran'a karşı bir askeri saldırı için hazırlıkları yoğunlaştırma talimatı verdiğine dikkat çeken yetkililer, hükümetin devlet bütçesini onaylamadan önce, Hava Kuvvetleri, Askeri İstihbarat Birimi ve diğer askeri sistemlerin yeteneklerini geliştirmek için orduya milyarlarca şekel değerinde özel bir bütçe ayırdığını ifade ettiler. Diğer yandan Eski Stratejik İşler Bakanı ve Likud Partisi Milletvekili Tzachi Hanegbi, hükümetin tutumunu eleştirerek İran'ın nükleer pozisyonlarına askeri saldırı çağrısı yaptı. Eski Başbakan Binyamin Netanyahu'ya yakınlığıyla bilinen ve İran nükleer sorunuyla ilgili bir kitabı yayımlanacak olan Hanegbi, “İsrail kritik bir yol ayrımında ve İran nükleer reaktörünü yok etmek için üç veya dört ayı, taş çatlasa beş ayı var. Bunu yapmazsanız, ilk kez varoluşsal tehlikede olduğunuz bir duruma ulaşacaksınız. Düşmanca davranan ve açıkça yok etmeyi isteyen bir devlet, soykırım silahının sahibi olacak. Bu, mevcut İsrail hükümeti için en büyük sınav” dedi.
Hanegbi, eski Başbakan Menachem Begin'in 1981'de Irak nükleer reaktörünü yıkarken cesur bir karar verdiğini, Ehud Olmert'in de 2007'de benzer bir karar alarak Suriye nükleer reaktörünü yok ettiğini hatırlattı. Hanegbi, “Bugün ABD'nin diplomatik yolu benimseyen bir pozisyon aldığı bir durumda bu mümkün değil. Bu nedenle İsrail yalnız kaldı. Bugün diplomatik çözümden yana olan bir savunma bakanı ve dışişleri bakanı varken hala eski pozisyonuna sadık kalıp askeri seçeneği destekleyen Başbakan Bennett iki tercih arasında kararını vermek zorunda kalacak. Ancak Bennett’in parti içindeki gücüne, kişisel dokunulmazlığa ve ahlaki karar verme yeteneklerine ihtiyacı var. Ona uygun kararı vermesini sağlayacak özelliklere sahip olmaması talihsiz bir durumdur ve bizim Likud'da muhalefette olmamız ve karar alma yetkisine sahip olmamamız daha da büyük bir talihsizliktir” değerlendirmelerinde bulundu.
Savunma Bakanı Benny Gantz liderliğindeki Kahol Lavan Partisi’nden Bilim ve Teknoloji Bakanı Orit Farkash, Hanegbi'ye yanıt olarak, “Hengbi, birkaç ay önce 12 yıldır iktidarda olan bir hükümette olduğunu ve bu durumu ondan miras aldığımızı unutuyor. Eleştirisi acınası ve gerçekçi değil.” dedi.
Bu bağlamda Haaretz gazetesi askeri analisti Amos Harel tarafından yayınlanan bir basın raporunda şu ifadeler yer aldı: “Geçen yıl boyunca, İsrail'de, İran'ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum biriktirmedeki ilerleme hızı ve İran tarafından işlenen ihlallerin boyutuyla ilgili istihbarat fotoğrafı netleşmeye başladı. Bennett, selefi Benjamin Netanyahu'yu, eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesinden bu yana İran nükleer programına karşı askeri seçeneği ihmal etmekle suçluyor. Ancak İsrail ordusu liderleri, kalıcı nükleer anlaşmadan iki yıl önce, ABD ile İran arasında 2013 yılında imzalanan geçici anlaşmadan bu yana İran'a karşı saldırı yeteneklerinin azaldığını itiraf ediyor. Yeni bir nükleer anlaşmanın imzalanması durumunda İsrail'in tek başına İran'a saldırdığını görmek zor, ancak mevcut durum veya bir sonraki anlaşmanın ihlali yoluyla İran'ın bir nükleer silaha nüfuz etme olasılığına hazırlık olarak bu yetenekler geliştirilecektir. İsrail ordusu şu anda çeşitli cephelerde, büyük bir kısmı İran'a yönelik şu veya bu şekilde uyarı niteliğinde olan çok sayıda ve yoğun tatbikatlar yürütüyor. Bölgeye eğitim için kuvvet gönderen ABD, İsrail'e ve Ortadoğu'daki diğer dostlarına destek sağlıyor. İranlılar da askeri manevralarla güç gösterisinde bulunuyor.”
Harel'e göre, birçok tatbikat, yakın bir savaşla ilgili belirli bir endişeyi yansıtmıyor, daha ziyade ordu liderliğinde yetenekleri geliştirmeye ihtiyaç olduğu gerçeğini yansıtıyor.
İsraillilerin gözünde ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi diplomasiyi bir araç olarak değil, bir inanç olarak görüyor. Ancak Tel Aviv'deki askeri kaynaklar, Washington'un İran'ın nükleer anlaşmaya geri dönme niyetinde olmadığı ve Tahran’ın askeri nükleer programını durdurmak için başka yollar araması gerektiği sonucuna vardığına inanıyor. Söz konusu kaynaklar Biden yönetiminin bu konuda müttefikleriyle istişarelerde bulunduğunu kaydediyor.



Suriye ve mayın tarlası

Suriye lideri Ahmed eş-Şera /Fotoğraf: Şarkul’l Avsat
Suriye lideri Ahmed eş-Şera /Fotoğraf: Şarkul’l Avsat
TT
20

Suriye ve mayın tarlası

Suriye lideri Ahmed eş-Şera /Fotoğraf: Şarkul’l Avsat
Suriye lideri Ahmed eş-Şera /Fotoğraf: Şarkul’l Avsat

Aliya Mansur

İstisnai koşullar ifadesi, askeri ve diktatörlük rejimlerinin ülke ve halk üzerindeki kontrollerini sıkılaştırmak için her zaman kullandıkları bir ifadedir. İşte bu nedenle Suriye'de birçok kişinin, özellikle de Suriye halk devriminin zaferi, Esad rejiminin devrilmesi, özgürlük, demokrasi ve adaletin sağlanması uğruna kendi canlarını ve çocuklarının canlarını feda edenler açısından bu ifadenin kışkırtıcı bulunduğunu görüyoruz.

Gerçek şu ki, “istisnai koşullar” ifadesi bugünkü Suriye gerçekliğini tam olarak yansıtmıyor, aynı şekilde zorluklar kelimesi de. 8 Aralık 2024 sabahı Suriye rejimi devrildi, Beşşar Esed Moskova’ya kaçtı, Ahmed eş-Şara  Halk Sarayı’na ulaştı. O andan itibaren Suriye gerçeği daha fazla gözler önüne serilmeye, herkese daha açık hale gelmeye başladı. Büyük zafere, kutlamalara, Suriye'nin halkına ve halkının Suriye'ye dönmesine rağmen, Suriye meselelerini takip eden herhangi bir kişinin kavrayabileceğinden çok daha büyük bir yıkım yaşanmıştı.

Yapılar yıkılmış, şehirler tamamen yerle bir olmuş, milyonlarca insan yerinden edilmiş, düzinelerce toplu mezar var. On binlerce aile, gözaltına alınan evlatlarının akıbetinin ne olduğunu öğrenmeyi bekliyor, ancak bugüne kadar bir bilgi yok. Ekonomik durum “kötü” tanımının yetersiz kalacağı bir halde, kurumlar kurumlara benzemiyor. Suriye devleti harap bir devlet olarak tanımlanabilir.

Esed'in kaçtığı günden bu yana İsrail, Suriye ordusunun silah depolarına yönelik saldırılarını aralıksız sürdürüyor, zamanla Suriye toprakları içinde de ilerlemeye başladı.

İsrail, Suriyeli yetkililerin bugün herhangi bir savaşa girme gücüne sahip olmadığını ve savaşa girmek istemediğini biliyor. Bu nedenle daha fazla kazanım elde etmek için yeni Suriye yönetimine baskı yapmaya devam ediyor. İsrail, 8 Aralık 2024'te Esed rejiminin devrilmesiyle aynı anda iki ülke arasında 1974'te imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın da çöktüğünü duyurdu. İsrail Bakanlar Kurulu'nun, işgal altındaki Golan'a bitişik Suriye sınır bölgesi Hermon Dağı'nın (Şeyh Dağı) işgal edilmesine karar verdiğini söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "Suriyeli askerlerin mevzilerini terk ettiğini" ve herhangi bir düşman gücün iki ülke arasındaki sınıra yakın konuşlanmasına izin vermeyeceğini, İsrail ordusunun bölgedeki “yürütme gücü” olacağını belirtti.

İsrail, kara harekâtı ve Suriye'ye askeri saldırılar düzenlemekle yetinmedi. Bilakis, 1982 yılında Beyrut’u işgal ettiğinde Lübnan’da da ustalıkla oynadığı oyunu, yani halkın “bileşenleri” arasında nifak tohumları ekmeyi yeniden oynamaya başladı. Netanyahu birkaç gün önce çıkıp, Güney Suriye'nin yeni rejimin askeri güçlerinden tamamen tahliye edilmesini talep etti ve “Heyet Tahrir el-Şam veya yeni Suriye Ordusu güçlerinin Şam'ın güneyindeki bölgelere girmesine izin vermeyeceğiz” dedi. İsrail'in “Güney Suriye'deki Dürzileri korumaya kararlı olduğunu ve onlara yönelik hiçbir tehdide müsamaha göstermeyeceğini” vurguladı.

Askeri baskının ve Suriye içine yönelik baskıların yanı sıra İsrail, Suriye'ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılmaması yönünde de baskı yapıyor. Trump ile Netanyahu arasında açık bir uyum var, bu da Suriye’deki ekonomik durum ve yaşam koşullarının karşı karşıya olduğu zorlukları artırıyor.

Netanyahu’nun bu açıklamaları, Dürzi toplumunun çoğunluğu da dahil olmak üzere tüm Suriyeliler tarafından büyük ölçüde reddedildi. Bazıları siyasi ajandalarını hayata geçirmek için Netanyahu'dan güç almak istediklerini ima etseler de, hiçbir aklı başında insanın Netanyahu'nun Dürzilerin veya diğer bileşenlerin güvenliğini umursadığına inanacağını sanmıyorum. O sadece Suriye yönetimine yönelik baskısını sürdürmek için büyük bir fitne çıkarmak istiyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre askeri baskının ve Suriye içine yönelik baskıların yanı sıra İsrail, Suriye'ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılmaması yönünde de baskı yapıyor. ABD Başkanı Trump ile Netanyahu arasında açık bir uyum var, bu da Suriye’deki ekonomik durum ve yaşam koşullarının karşı karşıya olduğu büyük zorlukları artırıyor.  Buna bir de ülkede henüz istikrara kavuşmamış güvenlik koşulları ekleniyor. Nitekim Suriye sahilindeki köylerde rejim kalıntıları güvenlik güçlerine karşı neredeyse her gün saldırı düzenliyorlar yahut yalan haberler yaymaya çalışıyorlar, mezhepçi söylemler benimsiyorlar, sahil bölgesinin Suriye'den “ayrılması” çağrısını yapıyorlar. İran'ın Suriye'de baskı kurmaya çalıştığı da bir sır değil; bunu ya rejimin kalıntıları ya da Suriye-Lübnan sınırındaki Hizbullah milislerinin kalıntıları üzerinden yapıyor.

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) sorunu da henüz çözülmüş değil. Bir yanda SDG, diğer yanda aşiretler ve diğer Kürt taraflar arasındaki gerginlik giderek tırmanıyor.

DEAŞ tehdidi hâlâ varlığını sürdürüyor ve rejimin devrilmesinden bu yana birçok kez başını uzattı. Meşruiyet çerçevesinin dışında kalan silahlar ve yeni orduya katılmayı hâlâ reddeden fraksiyonlar da var.

Tüm bunlara “zorluklar” diyemeyiz; aksine eğer temizleyemezsek hepimizin içinde patlamaya hazır bir mayın tarlası diyebiliriz.

Bütün bu mayınların ortasında, başkent Şam’daki Halk Sarayı’nda Ulusal Diyalog Konferansı düzenlendi. Daha kapsamlı olmasını, bağlayıcı yetkilere sahip bir kurucu organ doğuracak bir  ulusal konferans çağrısı yapmasını umduğumuz konferansın, hedeflediğimizden az, beklentilerimizden fazla seviyede olduğunu söyleyebiliriz.

Geçiş sürecinin çarkları harekete geçirilmeli ve tüm bu mayınların temizlenmesi için uzmanlardan oluşan, ancak aynı zamanda farklı siyasi yönelimlere sahip tüm Suriyelileri temsil eden bir geçiş hükümeti gerekiyor.

Suriye'de ne boşa zaman harcama ne de tekele alma lüksümüz var. Bugün iktidardaki otorite ve onun dışındakiler, gemi batarsa herkesin onunla birlikte batacağını anlamalılar. Beşşar Esed bize harap ve çürümüş bir devlet bıraktı. Esed Suriyesinden vatandaşlarına ait bir Suriye’ye geçiş (Ulusal Diyalog Konferansı’nın sonuç bildirgesinde de belirtildiği gibi) herkesin yardımını gerektiren zorlu bir süreçtir.