Suriye'nin kuzeybatısında rejim güçleri ile muhalifler arasında karşılıklı bombardımanlar gerçekleşti

Rus savaş uçakları DEAŞ’ın Deyrizor çölündeki mevzilerini hedef aldı

İdlib / Firas Kerim – Londra / Şarku’l Avsat
İdlib / Firas Kerim – Londra / Şarku’l Avsat
TT

Suriye'nin kuzeybatısında rejim güçleri ile muhalifler arasında karşılıklı bombardımanlar gerçekleşti

İdlib / Firas Kerim – Londra / Şarku’l Avsat
İdlib / Firas Kerim – Londra / Şarku’l Avsat

Suriye rejimi güçlerinin, dün, ülkenin kuzeybatısındaki İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne (İGAB) Rus savaş uçaklarının hava saldırılarıyla eş zamanlı olarak düzenlediği bombalı saldırıda çok sayıda sivilin yaralandığı bildirildi.
Aktivistler, İdlib'in güneydoğusundaki Maarat en-Numan kenti yakınlarında konuşlu rejim güçlerinin mevzilerinden İGAB’a top ve füze atışlarının yapıldığını söylediler. İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye'ye bağlı el-Bara, el-Fatira, Fuleyfil, Kansafra köy ve kasabalarının hedef alındığı saldırıda biri kadın 4 sivilin ağır yaralandığı ve tedavi edilmek üzere en yakındaki hastanelere kaldırıldıkları bilgisine ulaşıldı. Bu saldırı, Hama’nın kuzeybatı kırsalındaki Gab Ovası'nda yer alan ez-Ziyara ve Kastun bölgelerine düzenlenen benzer bir bombardımanla eş zamanlı gerçekleşti. Bu bombardımanlara Rus savaş uçaklarının el-Bara şehri ve çevresine düzenlediği hava saldırı eşlik ederken saldırının sadece maddi kayıplara yol açtığı öğrenildi.
Muhalif aktivist Ahmed eş-Şehabi, Urum el-Kubra bölgesinde konuşlu rejim güçlerinin Halep'in batısındaki Kefer Taal ve Tedil köylerini yoğun bir şekilde top ve roketlerle hedef aldıklarını, bunun sonucunda bir çocuğun yaralandığını ve sivillere ait mülklerin zarar gördüğünü söyledi. Şehabi, rejim güçleri ve İran destekli milisler tarafından Rusya’nın verdiği hava desteğiyle geçtiğimiz Haziran ayının başlarında İdlib, Hama, Lazkiye, Halep ve İGAB'a yönelik başlatılan askeri operasyonun başlangıcından bu yana 81'i çocuk, 33'ü kadın ve 5'i insani yardım görevlisi olmak üzere 223'ten fazla kişinin hayatını kaybettiğini, yaklaşık 290 kişinin ise top mermileri ve Rusya'nın yüksek patlayıcı vakum füzeleriyle hava saldırıları sonucunda çeşitli şekillerde yaralandığının belgelendiğini belirtti.

Bir silahlı muhalif grup lideri, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Feth'ul Mubin Operasyon Odası’na bağlı gruplar, İdlib’in doğu kırsalındaki el-Arabih Çiftlikleri, Urum el-Kubra ve Halep'in batı kırsalındaki es-Saadiye köyü çerçevesinde rejim güçleri ve rejime bağlı milislerin konuşlu oldukları mevzileri bombaladı. Bombardımanda rejim güçlerinden ve milislerden çok sayıda unsur öldü veya yaralandı. İdlib'in güneyindeki ed-Dar el-Kebira çevresinde rejim güçlerinden 5 üsteğmen ve bir subay muhalif grupların güdümlü füzelerle düzenlediği saldırıda öldüler.  Aynı zamanda Maarat en-Numan kenti yakınlarındaki Hantutin bölgesinde rejim güçlerine ait bir kampın yanı sıra İdlib'in güneyindeki Melace bölgesindeki diğer noktaların hedef alındığı topçu bombardımanları sonucunda rejim güçlerinden bir unsur öldü ve 4 unsur yaralandı. Muhalif gruplar, rejim güçlerinin ve İran destekli milisler de dahil olmak üzere rejime bağlı milislerin, muhalif grupların ve Türk güçlerinin kontrolündeki İGAB içindeki yerleşim yerlerine düzenledikleri bombardımanlara yanıt olarak bu bombardımanları gerçekleştirdi.”
Öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait bir askeri konvoyun geçtiğimiz saatlerde Suriye'nin kuzeyindeki Bab el-Hava Sınır Kapısı’ndan Suriye topraklarına girdiği bildirildi. Alınan bilgilere göre konvoyda zırhlı araçlar başta olmak üzere çok sayıda askeri araç ile personel taşıyıcılar yer alırken, araçlar İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye’deki Türkiye’ye ait askeri noktalara yöneldi.
Bu gelişmeler, TSK’nın ülkenin kuzeyinde İdlib ve Bab el-Hava arasındaki yolda iki gün boyunca geniş çaplı bir tarama yaptığı bir dönemde yaşandı. TSK, söz konusu tarama çerçevesinde İdlib'in güneyindeki Cebel el-Erbain, Eriha ve el-Mastume'deki askeri noktaların ardından İdlib'in doğusundaki Taftanaz Havalimanı, et-Ternebe askeri noktası ve Efes yakınlarındaki Türkiye’ye ait askeri üslerin bulunduğu bölgede keşif turları gerçekleştirdi.

Rejim güçlerinin 6 unsuru öldürüldü
Aktivistler, Humus'un doğusundaki Sukne bölgesinde DEAŞ örgütüne bağlı grupların düzenlediği ani saldırıda rejim güçlerinden 6 unsurun öldüğünü,  çok sayıda unsurun ise yaralandığını bildirdiler.  Öte yandan örgüt, Halep'in güneyindeki İsriye-Hanasir yolu üzerinde rejim güçlerine ait askeri araçları hedef alarak benzer bir saldırı daha düzenledi. İki taraf arasında bir saati aşkın bir süre boyunca şiddetli bir çatışma yaşanırken çatışma sonucunda her iki taraftan da zayiat olduğu bildirildi. Rejim güçleri, DEAŞ terör örgütü üyelerini aramak ve bulmak, örgütün yeni saldırılar düzenlemesini engellemek amacıyla bölgedeki askeri kontrol noktalarını ve üsleri desteklemek için bölgede bir tarama operasyonu yürütmek üzere Hanasir bölgesine çok sayıda askerden oluşan takviye güç gönderdi.
Öte yandan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), 3 Rus savaş uçağının, Deyrizor çölündeki eş-Şula bölgesinde DEAŞ gruplarının gizlendikleri düşünülen noktaları bombaladığını bildirdi. Bu arada DEAŞ üyelerinin Suriye Çölü’nde (El-Badiye Bölgesi) rejim güçlerine ve İran destekli milislere, (Fatimiyun Tugayı ve Kudüs Tugayı) ait askeri noktalara yönelik saldırıları da arttı.
SOHR, 6 Amerikan Bradley model aracın, Hasaka kırsalındaki Rumeylan bölgesindeki üslerinden ayrıldıktan sonra el-Harafi Yolu üzerinden Deyrizor kırsalındaki Uluslararası Koalisyon’a ait askeri üslere gittiğini ve bu yolu ilk kez kullandıklarını aktardı.
Bir diğer gelişmede, SOHR’un Deyrizor'daki aktivistlerden aktardığı bilgilere göre Deyrizor'un doğu kırsalında Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki el-Buseyra şehrindeki Halk Belediye Meclisi ve Kadın Meclisi binasına motosikletli ve silahlı kişilerce baskın düzenlendi. Edinilen bilgilere göre binaya giren bu kişiler, ofis mobilyalarını kırdılar ve kovdukları çalışanları işlerine geri dönmeleri halinde öldürmekle tehdit ettiler.
SOHR, SDG ve Uluslararası Koalisyon tarafından DEAŞ hücrelerine karşı yürütülen operasyonlara rağmen SDG'nin kontrolü altındaki bölgelerde ve özellikle Deyrizor kırsalında neredeyse herkesin gözü önünde ve güpegündüz ortaya çıkan DEAŞ üyelerinin eylemlerine tanık olunduğuna dikkati çekti.
SOHR, dün Rus güçlerinin Türk güçleriyle birlikte Pazartesi sabahı Ayn el-Arab'ın (Kobani) batı kırsalında ortak bir devriye gerçekleştirdiğini belirtti. Böylece Suriye'nin kuzeydoğusunda Rusya ve Türkiye arasında yapılan ateşkes anlaşmasından bu yana Türk ve Rus güçlerinin bölgede 81’inci ortak askeri devriye gerçekleştirilmiş oldu. Rus ve Türk güçlerine ait toplam 8 araçtan oluşan devriyeye iki Rus askeri helikopteri eşlik etti. Kobani'nin batısındaki Eşme köyünden yola çıkan devriye, Carkali Fagani, Kuran, Dikmedaş, Hur Huri, Buban, Siftek, el-İza’a ve Cul bek köylerini dolaşarak Tel Şair’e ulaştı.
Diğer taraftan Irak, Ürdün ve Suriye sınır üçgeninde yer alan et-Tanf Askeri Üssü’ne yakınlarındaki “55. Bölge” içinde yer alan Rukban Kampı’nda kamp sakinleri, Uluslararası Koalisyon güçlerine, Suriye Çölü’nde bulunan kamptaki yerinden edilmiş yaklaşık 11 bin Suriyeli için hayat koşullarını ve hizmetleri iyileştirme çağrısıyla iki gün boyunca oturma eylemi düzenlediler. SOHR’a göre eylemciler, fiili bir otorite olarak Uluslararası Koalisyon’dan ilaç, aşı, gıda güvenliği ve ilkokul çağındaki tüm çocukların eğitim haklarının temin edilmesinin yanı sıra bölgede sosyal, hizmet, tarım ve endüstri gibi yaşam alanlarında istikrarı desteklemek için iş fırsatları sunulmasını istediler.



Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
TT

İsrail, Doğu Kudüs'te bir binayı yıkarak onlarca Filistinliyi yerinden etti

Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)
Filistinli bir adam, İsrail güçlerinin Doğu Kudüs'teki bir binayı yıkmasını izliyor. (Reuters)

İsrail makamlarına bağlı iş makineleri, bugün Doğu Kudüs’te ruhsatsız inşa edildiği gerekçesiyle dört katlı bir binanın yıkımına başladı. Binada 100’den fazla Filistinlinin yaşadığı belirtilirken, sakinler yıkımı ‘bir felaket’ olarak nitelendirdi. İnsan hakları örgütleri ise bunun 2025 yılı içinde gerçekleştirilen en büyük yıkım olduğunu açıkladı.

Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı kınayarak, bunun ‘zorla yerinden etme politikası’ kapsamında değerlendirildiğini bildirdi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir yakınlarında yer alan Silvan beldesindeki mahalleye, İsrail polisinin oluşturduğu güvenlik kordonu eşliğinde üç iş makinesi girdi. Makineler, aralarında kadınlar, çocuklar ve yaşlıların da bulunduğu 10’dan fazla ailenin yaşadığı binayı yıkmaya başladı.

Binada eşi ve beş çocuğuyla birlikte yaşayan Iyd Şavar, yıkımın ‘tüm sakinler için bir trajedi’ olduğunu söyledi.

67yuı
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (AFP)

Şavar, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Kapıyı biz uyurken kırdılar. Kıyafetlerimizi değiştirmemizi ve sadece gerekli evrak ve belgeleri almamızı istediler, eşyalarımızı çıkarmamıza izin vermediler” dedi. Gidecek bir yeri olmadığını belirten Şavar, yedi kişilik ailesinin araçta kalmak zorunda olduğunu söyledi.

AFP muhabirleri, bina sakinlerinin gözleri önünde üç buldozerin yıkım çalışmalarını sürdürdüğünü aktardı. Yıkımı izleyen bir kadın, yaşadığı acı ve çaresizlikle “Burası benim yatak odam” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler, ciddi bir konut kriziyle karşı karşıya bulunuyor. İsrail’e bağlı belediye, Filistinlilere çok sınırlı sayıda inşaat izni verirken, bu izinlerin nüfus artışıyla uyumlu olmadığı belirtiliyor.

Filistinliler ve insan hakları savunucuları, bu kısıtlamaların demografik büyümeyi dikkate almadığını ve konut yetersizliğine yol açtığını vurguluyor.

sdfgt
Yıkıma katılan İsrail buldozerleri (EPA)

İsrail makamları, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler tarafından inşa edilen yapılar için düzenli olarak yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.

Filistinliler, Doğu Kudüs’ü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak talep ederken, İsrail kentin tamamını kendi başkenti olarak görüyor.

Doğu Kudüs’te 360 binden fazla Filistinli yaşarken, bölgede yaklaşık 230 bin İsrailli bulunuyor.

Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’ne bağlı Kudüs Valiliği, söz konusu yıkımı ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç’ olarak nitelendirdi. Açıklamada, bu uygulamaların, Filistinli vatandaşları zorla yerinden etmeyi ve Kudüs kentini asli sakinlerinden arındırmayı hedefleyen sistematik bir politikanın parçası olduğu ifade edildi.

cdfrgt
Doğu Kudüs'te bir binayı yıkan İsrail buldozerleri (Reuters)

İsrailli insan hakları örgütleri Ir Amim ve Bimkom, ortak açıklamalarında, binanın ‘önceden herhangi bir uyarı yapılmaksızın’ yıkılmaya başlandığını bildirdi. Açıklamada, yıkımın, ailelerin avukatları ile Kudüs Belediyesi’nden bir yetkili arasında, ‘binanın statüsünün düzenlenmesine yönelik olası adımların ele alınacağı’ planlı bir toplantıdan sadece saatler önce gerçekleştirildiği vurgulandı.

Örgütlere göre bu yıkım, ‘2025 yılı içinde Kudüs’te gerçekleştirilen en büyük yıkım operasyonu’ niteliğini taşıyor. Açıklamada ayrıca, bu yıl Doğu Kudüs’te yaklaşık 100 ailenin evsiz kaldığı belirtildi.

AFP’nin sorularına yanıt veren İsrail’e bağlı Kudüs Belediyesi ise binanın ‘ruhsatsız inşa edildiğini’ ve yapı hakkında 2014 yılından bu yana geçerli bir yargı kararı bulunduğunu açıkladı. Belediye, binanın üzerinde bulunduğu arazinin ‘eğlence ve spor amaçlı’ olarak sınıflandırıldığını, konut alanı olmadığını da kaydetti.


İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.