İran-ABD hattında Tahran'ın dondurulan mal varlıkları tartışması hız kazandı

Tahran’daki bir döviz bürosu. (Reuters)
Tahran’daki bir döviz bürosu. (Reuters)
TT

İran-ABD hattında Tahran'ın dondurulan mal varlıkları tartışması hız kazandı

Tahran’daki bir döviz bürosu. (Reuters)
Tahran’daki bir döviz bürosu. (Reuters)

İran’dan dün yapılan açıklamada ABD yönetimi ‘müzakerelerin başında psikolojik savaş yürütmekle’ suçlandı. Washington, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada İran’ın yurt dışındaki 3,5 milyar dolarlık dondurulmuş mal varlığının serbest bırakıldığı iddiasını yalanlamıştı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, ABD'nin İran'ın herhangi bir dondurulmuş mal varlığını serbest bırakmadığını açıkladı. Ayrıca Güney Kore de dahil olmak üzere Washington'ın ortaklarının İran’ın dondurulmuş mal varlığını serbest bırakmadığını belirtti. "Yaptırımlar halen yürürlükte. Diplomatik bir anlaşmaya varamazsak yürürlükte kalmaya da devam edecek" dedi.
İran devlet televizyonu, kimliğini açıklamayan bir kaynaktan alıntı yaparak, ABD Sözcüsü’nün açıklamalarının ‘yeni müzakere turunun başlangıcında psikolojik bir savaş’ anlamına geldiğini savundu.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Mehdi Seferi dün yaptığı açıklamada, ‘ülkelerden birinin donmuş varlıkları yakında serbest bırakacağını’ söyledi.
Seferi açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Son zamanlarda 3,5 milyar dolarlık İran varlığı serbest bırakıldı. Diğer ülkelerden çok sayıda talep aldık. Serbest bırakılması için görüşmeler yapıldı ve iyi sonuçlara ulaştık. Bir Avrupa ülkesine gittim. ‘Parayı serbest bırakması gereken’ ülkelerden biriyle görüşmelerde bulundum. Verimli sonuçlara ulaştık. Yakında iyi varlıklar piyasaya sürülecek."
İran Merkez Bankası geçen ayın ortasında, temel malları satın almak için 1 milyar dolar tahsis ettiğini duyurdu. İran Merkez Bankası halkla ilişkiler yetkilisi Mustafa Kamer Vefa, ‘mal alımı için ayrılan milyar doların İran Merkez Bankası'nın sağladığı kaynaklar arasında olduğunu’ söyledi. İran medyası bunu 3,5 milyar doların serbest bırakılmasının ‘ciddi bir göstergesi’ olarak değerlendirdi.
İran-ABD hattında süren dondurulmuş varlıklarla ilgili tartışma, geçen hafta müzakerelerin tökezlemesi sonrasında İran riyalinin dolar karşısında değer kaybetmesiyle hız kazandı. Geçtiğimiz günlerde İran riyali Ekim 2020'deki düşüş seviyesine yaklaştı. Söz konusu dönemde bir dolar 320 bin riyale ulaşmıştı.
Geçen ay müzakerelerin yeniden başlayacağının açıklanması ve müzakerelerin tökezlemesi üzerine dolar ve altının fiyatı olumsuz tepki verdi. Doların fiyatı üç gün içinde yüzde 6 artış kaydederek geçtiğimiz pazartesi günü 314 bin riyale ulaştı.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi salı günü tarafları müzakerelerle eş zamanlı olarak doların fiyatını yükselterek taleplerini empoze etmekle suçladı.
Diğer yandan İran medyası önceki gün, güvenlik güçlerinin döviz piyasasını ihlal eden beş kişiyi tutukladığını bildirdi.
Eski milletvekili Muhsin Kuhkan dün devlete ait ISNA haber ajansına şu demeci verdi:
“Nükleer müzakere ekibi dolar fiyatlarındaki artışa dikkat etmemelidir. Amerika'nın vekilleri, yaptırımlarla müzakereler sürerken İran üzerindeki baskıyı artırmaya çalışıyor. Doların yükselişi müzakerelerden uzak değil ancak müzakereciler buna dikkat etmemeli ve taleplerinde ısrar etmemeli.”
Milletvekili, nükleer anlaşmayla ilgili mevcut hükümete yöneltilen suçlamalara da dikkat çekti:
“Bazıları, diğerlerini nükleer anlaşmaya siyasi amaçlarla karşı çıkmakla suçluyor. Müzakerenin kökenine kimse karşı çıkmıyor. Ancak anlaşmazlıklar müzakerelerin içeriği, sonucu ve Batı'ya karşı aşırı güven konusunda baş gösteriyor. İran ekibinin ülke içindeki desteğini mantık belirleyecek.”
Tahran'ın Cuma Namazı İmamlığı görevini yürüten Kazım Sıddıki dün okuduğu cuma hutbesinde İranlıları ‘sorunları çözmek için kısa bir süre daha dayanmaya’ çağırdı. Sıddıki, müzakerelerin olası çöküşünün sonuçlarıyla ilgili korkuları azaltmak amacıyla ekonomik durumun ‘iyileştirilmesi’ için çalışıldığından söyledi.
Ekonomik durumun iyileştiğine ve ihracatın arttığına dikkat çeken Sıddıki müzakerelerin yeni aşamasının İran'a iki mesaj gönderdiğini ifade etti.
İçe dair mesajın ‘Velayet-i Fakih'e bağlı devrimci hükümetin tüm dünyayla ilişki kurabileceği’ olduğunu belirten Sıddıki şu ifadeleri kullandı:
“Önceki hükümet müzakereler yürütüyordu. Biz sabırlıydık ancak hiçbir şey olmadı. Bir önceki aşamadaki müzakerelerde, her iki taraf için de kârlı müzakereler olmadı. Çünkü bu bir kazan-kazan müzakeresi değildi. Ancak müzakerecilerimiz artık tavizsiz ve bilgili insanlar. Mevcut müzakereler müzakere için değil, kibirli güçlerin dayattığı yaptırımları kaldırmak içindir. Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetimindeki Washington, rejimimize karşı üç cephede komplo kurdu. ABD Hazinesi'nin nükleer anlaşmadan çekildikten sonra uyguladığı yaptırımlar bu komplonun ilk cephesiydi. İkinci cephe, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın ‘bizimle ticaret yapmak isteyen ülkeleri korkutmasıydı’. Üçüncü cephe de ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatını (CIA) İran sokaklarını kışkırtmaya çalışmasıydı.”
Müzakerelerin çöküşünün sonuçlarıyla ilgili İran sokaklarındaki korkuyu yatıştırmaya çalışan Sıddıki, özellikle petrol satışlarında olmak üzere ithalatta yüzde 38 ve ihracattaki yüzde 42’lik artışa dikkat çekti.
“İran halkının direnişi etkili oldu ve halk kısa bir süre daha sabrederse hükümet, üç otoritenin birleşmesi ile sorunları çözebilir” ifadesini kullandı.
Sıddıki, dışarı ile ilgili de şu mesajları verdi:
“Düşmanların evrensel ölüm aracını bize karşı bir yıldırma aracı olarak kullanmasını elimiz kolumuz bağlı izlemiyoruz. Görüşmelerin çökmesi durumunda diğer ülkelerin başka seçeneklere başvurması halinde İran'ın askeri bir saldırıya maruz kalma olasılığı çok değil. Bu ülke, düşmanlarla yüzleşmek için akıllara durgunluk veren bir askeri sanayiye sahip. İran'ın dünyada hiçbir ülkenin bize saldırmasına izin vermeyen bir konumu var.”
Donya-e-Eqtesad gazetesi geçen hafta, 21 Mart - 21 Ekim döneminde yedi ayda petrol dışı ihracatın 27 milyarı bulduğunu bildirdi. İran ihracatının yüzde 18,3'e ulaştığı aynı döneme kıyasla yüzde 47'lik bir büyüme kaydedildi.
Diğer yandan İran Meclis Başkanı Muhammed Galibaf, Türkiye'deki yatırımcıları ABD yaptırımlarının devam etmesi durumunda bile iki ülke arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmeye çağırdı.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un ev sahipliğinde İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Üyesi Ülkeleri Parlamento Birliği (İSİPAB) 16. Konferansı’na katılan Galibaf çok sayıda yatırımcı ve Türk holding şirketlerinin başkanlarıyla bir araya geldi.
Resmi IRNA haber ajansına göre Galibaf şu açıklamada bulundu:
"Hükümetin ve parlamentonun önceliği komşularla ilişkileri geliştirmektir. Bu tavizsiz ve katı bir iradedir. Bu temelde iki ülke arasındaki ticarete öncelik vermeye kararlıyız."



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.