Suriye: İran yanlısı milislerin baskıları Tedmür kenti sakinlerini göçe zorluyor

Rusya’nın İdlib bölgesine düzenlediği bombardımanda ölü ve yaralılar var.

Suriye’nin orta kesimindeki Tedmür kenti yakınlarındaki askeri araçlar ve Suriye askeri (Şarku’l Avsat)
Suriye’nin orta kesimindeki Tedmür kenti yakınlarındaki askeri araçlar ve Suriye askeri (Şarku’l Avsat)
TT

Suriye: İran yanlısı milislerin baskıları Tedmür kenti sakinlerini göçe zorluyor

Suriye’nin orta kesimindeki Tedmür kenti yakınlarındaki askeri araçlar ve Suriye askeri (Şarku’l Avsat)
Suriye’nin orta kesimindeki Tedmür kenti yakınlarındaki askeri araçlar ve Suriye askeri (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentinin doğusunda bulunan Tedmür kenti ile Suhna bölgesinde kontrolü tamamen ele geçiren, yerli halka baskı uygulayan ve onları ‘ya itaat et ya da burayı terk et’ seçenekleriyle karşı karşıya bırakan İran’a bağlı Irak ve Afgan kökenli milislerin uygulamaları sebebiyle bölgede göç hareketliliği yaşanıyor.
Humus’un 160 kilometre doğusundaki Suriye çölünde yer alan Tedmür kentini terk ederek Suriye’nin kuzeyinde muhaliflerin kontrolündeki bölgelere göç eden yerli halktan bazı vatandaşlar Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, İranlı milisler ile İran’a çalışan Iraklı ve Afgan milislerin Tedmür’de kontrolü DEAŞ’ın elinden almalarının üzerinden geçen 3 yıldan bu yana kentte bulunan yerli halka karşı işledikleri ihlallerin boyutunu gözler önüne serdi.
Tedmür kenti sakinlerinden 52 yaşındaki Ebu Ömer, geçtiğimiz süreçte 7 kişilik ailesiyle birlikte zorlu ve maliyetli bir yolculuğun ardından Halep’in kuzeyindeki El Bab kentine ulaştı.  Ebu Ömer, “Halen kentte yaşayan ve sayıları yaklaşık 400’e ulaşan Tedmür’deki yerli ailelerin ya Şii mezhebine geçmek ya evlatlarını İran ve Afgan milislerin kaldığı askeri karargâh binalarında gece bekçisi yapmaya zorlanmak ya da milisler için antika eserler aramak için basit araçlarla kazı çalışmalarına katılma dışında yaşama şansla yok. Bu, doğduğumuz ve yıllardır içinde yaşadığımız şehrimizde kalmamızı ve orada yaşamaya devam etmemizi sağlayacak tek garanti” diye konuştu.

Ebu Ömer, konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı:
“DEAŞ’ın Tedmür’de kontrolü ele geçirdiği 2016 yılından şu ana kadar Tedmür, Humus’un doğusundaki Suhna bölgesi ve çevresindeki beldelerin sakinleri çeşitli baskılar altında bölgeyi terk etmeye zorlanıyor. DEAŞ yaklaşık iki yıllık süreçte çok sayıda evladımızı öldürdü. DEAŞ’ı, bölgedeki kontrolü tamamen ele geçiren Fatımiyyun Tugayı ve Irak Nuceba Hareketi gibi İran yanlısı milisler takip etti. Böylece bir başka acı tüneline girdik. Benzer şekilde vatandaşa karşı en şiddetli baskılar uygulandı. Gençler zorla milis saflarına alındı, yaşam ve iş kaynaklarına el konuldu, 80’nin üzerinde Iraklı aile ve bir o kadar da İranlı ve Afgan aile Tedmür kentine ve Suhna bölgesine yerleştirildi. Onlar için karargahlar ve ofisler inşa edildi. Güvenlik ve askeri kontrol noktaları oluşturuldu. Milis unsurları, işe gitmeye veya bir yerden geçmeye izin verme karşılığında vatandaşlardan günlük ve aylık vergi talep ediyor. Bu durum kentteki yaşamı cehenneme çevirdi ve kent sakinlerinin büyük bir kesimini bir kez daha evlerini terk ederek Rakka ve Deyrizor’a göç etmeye zorladı. Varlıklı aileler de Halep’in kuzeyindeki muhalif bölgelere sığındı.”
Halep’in kuzeyinde Suriye muhalefetinin kontrolündeki El Bab bölgesine ailesiyle birlikte giden 59 yaşındaki Ebu Mufid, “İranlı ve onlara bağlı milisler bölgedeki nüfuz ve kontrolünü güçlendirmek, demografik değişiklikler yapmak ve yerli nüfusun dokusunu değiştirmek amacıyla geçtiğimiz aylarda kenti terk etmemizin hemen öncesinde şehir merkezinde yaklaşık 200 eve, bazı okul binalarına, kentin doğusundaki tarlalara, Tedmür Askeri Havalimanı çevresindeki onlarca çiftliğe ve Suhna bölgesinde onlarca eve el koydu. Ayrıca kadınlar ve çocuklar için Farsça eğitim ve kültür merkezleri kurdular. Bu merkezleri Iraklı şahsiyetler yönetiyor” dedi.
Ebu Mufid, konuşmasının devamında, “İranlı milisler son dönemde gençlerin Tedmür’deki Sabha el-Muh’ta tuz ocaklarında çalışmalarına ve çıkardıkları tuzları satmalarına izin verme karşılığında onları DEAŞ örgütünün saldırılarına karşı askeri karargahlarda bekçilik yapmaya zorluyor. Temel gıda ve ilaç fiyatları da milislerin tekelinde. İranlı milislerle bağlantılı yerli tüccarlar tarafından bu fiyatlar bazı zamanlar düşürülüyor bazı zamanlar ise yükseltiliyor. Tedmür’ün nüfusu 2011’de Suriye devriminin patlak vermesinden önce yaklaşık 78 bin idi. Bugün yerel halkın nüfusu 8 bini geçmiyor. Kent nüfusunun geri kalanı ise göçe zorlandı ve Rukban Kampı ile Suriye’nin El-Cezire (Rakka ve Deyrizor) bölgelerine yerleşti. Bazı aileler de Suriye’nin kuzeyindeki bölgelere ve komşu ülkelere göç etti” ifadelerini kullandı.
Tedmür kentinden aktivist Said el-Arif, Tedmür ve Suhna’nın yanı sıra Deyrizor’un bazı bölgelerini ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Rakka’yı içine alan Humus Çölü’nü kontrol etmek isteyen İran ve Rusya arasında gizli bir rekabet olduğunu söyledi. Arif, “İran bölge halkının yaşadığı yoksulluktan ve muhtaçlıktan faydalanıp yoksul gençleri aylık 80 dolara ulaşan maaşlar karşılığında milis saflarına katarak Şii tabana sahip bölgeleri kazanmak için çalışıyor. Bu yıl içinde Tedmür ve Suhna’dan İranlı milislerin saflarına katılan 40’tan fazla genç DEAŞ örgütünün İranlı milislerin bölgedeki askeri mevzi ve karargahlarına düzenlediği sürpriz saldırılarda öldü” dedi.
Arif, İran Devrim Muhafızları’nın, Afgan Fatimiyyun Tugayları ve Irak Nuceba Hareketi milislerinin ailelerini getirip bölgeye yerleştirmek, bazı bölge sakinlerini evlerini milis yöneticilerine düşük fiyatlarla satmaya zorlamak ve şehri çevreleyen hurma bahçelerini yakıp, tahrip etmek gibi uygulamalarla Tedmür de dahil olmak üzere Humus Çölü’nde geriye kalan yerli halk üzerinde demografik değişiklikler yaptığı uyarısında bulundu.

Rusya’dan İdlib kırsalına hava saldırısı: 3 ölü,12 yaralı
Öte yandan Rusya’nın Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib kırsalına düzenlediği hava saldırısında 3 sivilin hayatını kaybettiği, 12 sivilin de yaralandığı bildirildi.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre, Rus savaş uçaklarının İdlib’in batı kırsalındaki Cisr eş-Şuğur ilçesi kırsalındaki El-Yakubiye bölgesine 3 vakum bombası atması sonucu ilk belirlemelere göre 3 kişi hayatını kaybetti, 12 kişi de yaralandı. SOHR, yaralılardan bazılarının durumunun kritik olduğu, ölü sayısının artabileceğini ifade etti.
Gözlemevi’ne göre, Rus savaş uçaklarının El-Yakubiye bölgesine yönelik hava saldırılarıyla eş zamanlı olarak rejim güçleri Hama kırsalındaki Sehl el-Gab bölgesine bağlı El-Kahire köyüne 30’dan fazla füze saldırısı gerçekleştirdi. Saldırıda can kayıplarının olduğu bildirildi. Gözlemevi, rejim güçlerinin aynı şekilde İdlib’in güneyindeki El-Futeyra, El-Bare ve Cebel Zaviye’ye bağlı köyleri de bombaladığını aktardı.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.