İran'da idam edilen kadınlar insan hakları aktivistlerini endişelendiriyor

Ataerkil yapı bu yargı sürecini destekliyor ve kadınlara karşı ayrımcılık yapıyor

İran rejiminde, yasal olarak bir kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığından daha az etkili (AFP)
İran rejiminde, yasal olarak bir kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığından daha az etkili (AFP)
TT

İran'da idam edilen kadınlar insan hakları aktivistlerini endişelendiriyor

İran rejiminde, yasal olarak bir kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığından daha az etkili (AFP)
İran rejiminde, yasal olarak bir kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığından daha az etkili (AFP)

İnsan hakları aktivistlerine göre İran'da kocalarını veya partnerlerini öldüren kadınların idam edilmesi, yargı sisteminin sertliğini ve büyük ölçüde ataerkil yapının etkisini ortaya koyuyor.
İnsan hakları örgütleri, İran’da her yıl yaklaşık 10 kadına idam cezası uygulandığını söylüyor.
Bu yıl en az 15, 2010'dan bu yana ise 170 kadının idam edildiğini kaydeden Oslo merkezli İran İnsan Hakları örgütü, Suzan Rezaipur’un, altı yıl hapis yattıktan sonra kuzeni olan kocasını öldürme sebebiyle 27 Ekim'de idam edilen son kadın olduğunu söyledi.
Örgüt, aynı zamanda Rezaipur'un da dayısı olan kurbanın babasının kadını affetmediğini söyledi. Örgüte bilgi veren bir kaynak, adamın her gün sarhoş olduğunu, karısını dövdüğünü ve kadının da bu durum karşısında “Artık dayanamadım” dediğini söyledi.

Endişe verici sorunlar
İran'da yürürlükteki yasalara göre, kurbanın ailesi affetmedikçe veya kan parası olarak bilinen meblağı kabul etmedikçe, adam öldürme suçunda sistematik olarak idam cezası uygulanıyor. Bu nedenle, mahkemeler herhangi bir hafifletici durumu dikkate almıyor.
İran İnsan Hakları Örgütü Başkanı Mahmud Emiri Mukaddem, “İdam edilen kadınların sayısı bize endişe verici başka sorunları da gösteriyor. Kadının boşanamadığı istismarcı eşi, çocuk yaşta evlilik, kadınların kabileler arası barışı sağlamak için evlendiği durumlar gibi pek çok durum var” dedi.
Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre, Son yılların en öne çıkan davalarından biri de, eski bir istihbarat görevlisini öldürmekten hüküm giyen 26 yaşındaki Rehana Cebari’nin idam edilmesiydi.
İran konusunda BM uzmanı olan Ahmed Şehid, mahkumiyetinin baskı altında, hatta işkence altında alınan itiraflara dayandığından yakındı. Kurbanın ailesi de kadının idam edilmesinde ısrarcı oldu.

Ataerkil yapı
Paris merkezli sivil toplum örgütü Ölüm Cezasına Karşıtı Topluluğu’ndan (ECPM) Julia Bourbon Fernandez, "İran'da neden bu kadar çok kadının idam edildiğini anlamak için ataerkilliğin baskısı ve bu cinsiyet ayrımcılıklarını göz önüne almak gerekir. Birçoğu kendilerini evde tecavüz girişimine karşı savunmaya çalıştı veya olayların genel şiddet içeren, tahrik eden bağlamları var" dedi.
Aktivistler, bu tür davalardaki sanıkların çoğunun İran toplumunun en marjinal kesimlerinden olduğunu düşünüyor.
Washington merkezli Abdurrahman Borumand Merkezi'nin kurucu ortağı Roya Borumand AFP'yle yaptığı röportajda, "Onlar genellikle yoksullar ve kendi aileleri tarafından da reddediliyorlar. Dolayısıyla çok savunmasızlar" dedi.
Merkez, 1979'dan beri 100'den fazla kadının cinayet veya zina nedeniyle infaz edildiğini belgeledi. Roya, bu vakaların genellikle aile içi şiddet, erken evlilik ve zor boşanma ile ilgili olduğunu söyledi.

Kadınlar çifte standart mağduru
Aktivistler, cezai sorumluluk yaşının kızlar için 9, erkekler için 15 olarak belirlendiği yargı sisteminin kadınlara karşı temelden ayrımcılık yaptığından şikayet ediyor. Ayrıca, bir kadının tanıklığı yasal olarak bir erkeğin tanıklığından daha az etkili.
Kadınların bu özel durumunun yanı sıra İran'daki idam cezası genel olarak insan hakları savunucularını endişelendiriyor. Uluslararası Af Örgütü'ne göre, ülke 2020'de 246 infazla Çin'den sonra dünyada en fazla idam uygulanan ikinci ülke.
Ancak Julia Bourbon Fernandez'e göre, son yıllarda İran toplumu, yetkililerin tutumuyla tamamen çelişen, idamın kaldırılma yanlısı hareketle, idama karşı olduğunu göstermeye başladı.
Bu eğilim, Berlin Film Festivali'nde 2020 Altın Ayı Ödülü'nü kazanan Muhammed Rasulof'un “Kötülük Yok” adlı filmde olduğu gibi İran filmlerine yansıyor. Bazı entelektüellerin dahil olmasıyla birlikte İran'da ve yurt dışında “İdama Hayır” hashtag'i gündem oldu.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.