Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Suriye ve çevresindeki enerji ağları yasakları ve söylemleri test ediyor

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir
TT

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Sessiz, sakin, büyük sloganlarla ilan edilmeyen sadece açıklamaların satır aralarında yer alan bir proje var. Rakiplerin ve düşmanların ‘sınırlarından’ ve ‘temas hatlarından’ geçen borular. Yasaklı raylardan geçen bir tren. Söylemleri test eden bir proje. Mısır'dan Ürdün'e uzanan Arap Doğalgaz Boru Hattı projesinden bahsediyoruz. Bu proje, aynı zamanda Suriye ve Lübnan’dan da geçiyor. Şimdiye kadar herhangi bir sorun yaşamamış olsa da asıl mesele, bu boru hattının İsrail’in doğalgazını ‘direnişin kalesine’ taşımasında.
İkinci mesele ise en azından teorik olarak, Suriye’ye karşı sert yaptırımlar uygulayan ABD’nin yasaklarından birini, yani Caesar (Sezar) Yasası’nı delmesi gerekiyor. Bu yasaklarla çevreli boru hattının çalışması için ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin bir takım muaflar tanımasına ihtiyacı var. Ancak ABD yönetimi, bu tür muafiyetleri ancak ABD Senatosu onaylarsa verebilir.
Mısır'dan başlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı daha çok İsrail’in doğalgazını taşıyacak. Ürdün'den komşulu ülkelere ihraç edilecek elektrik de İsrail doğalgazıyla üretilecek. Buraya kadar herhangi bir sorun yok gibi görünse de bu boru hattından geçecek doğalgazın ve bu gazla üretilecek elektriğin Suriye ve Lübnan'a gitmesi asıl sorunu teşkil etmektedir. Zira Suriye ve Lübnan, İran'ın başını çektiği ‘direniş hilalinin’ sac ayaklarından biridir. Öte yandan projenin öncüsü olan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Enerji Konularından Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Amos Hochstein, aynı zamanda ‘Lübnan'ın tamamen Hizbullah'ın eline geçmesini önleme’ çabalarının da başını çekmektedir. Hochstein, ayrıca Ürdün ve İsrail arasındaki sınır müzakerelerine arabuluculuk yapmıştı. 
Bu proje hakkında siyasi, jeopolitik ve yasal nedenlerden ötürü çok fazla tartışma patlak verdi. Çünkü proje için hem siyasi hem de yasal birçok kodun çözülmesi gerekiyordu. Mısır da Ürdün de kendi şartları çerçevesinde ilerlemek istese de her ikisinin de ABD’den muafiyet garantisi almaya ihtiyaçları var. Bu noktada her ne kadar garanti verileceği söylense de bu sözler Amman ve Kahire'yi cesaretlendirmeye yetmedi. İki ay önce ABD Hazine Bakanlığı bu konuda bir açıklamada bulundu, fakat tatmin edici olmadı. Açıklamada, yaptırımlara tabi olan kişi veya kuruluşlarla iş yapılmaması ve Şam'a gelir kaynağı sağlanmaması konusunda uyarılar da yapıldı. Bu açıklama, Mısır ve Ürdün için yeterli değildi ve tatmin edici garantiler de sağlamadı. Peki, güvenli liman nerede ve nasıl bir çözüm bulunacak?
Şarku’l Avsat, bugün, bölgedeki yetkililerden alınan bilgilere ve Washington Yakın Doğu Enstitüsü tarafından yapılan, eski ABD başkanları Donald Trump ve Barack Obama'nın yönetimlerinde Ulusal Güvenlik Konseyi ve Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapan Katherine Bauer, Ben Fishman, David Schenker ve Andrew Tabler gibi uzmanların ve eski yetkililerin katılımıyla hazırlanan bir araştırmaya dayanan bölgesel doğalgaz ve elektrik ağlarının ve bunların siyasi ve ekonomik boyutlarının bir özetini okuyucularıyla buluşturuyor.
Lübnan'ın iki yıldır içinde bulunduğu ekonomik, güvenlik ve insani krizler, temel gıda maddelerindeki pahalılık ülkeyi adeta bir felaketin eşiğine getirdi. Yaşanan bu durgunlukla birlikte elektrik kesintileri artık olağan bir durum haline geldi. Ülke, Lübnan lirasının değerinin düşmesine neden olan dar politikalar, kötü yönetim ve yolsuzluk nedeniyle felç olmuş durumda. İthal yakıt fiyatlarındaki buna karşılık gelen yurt içi artış, tüketicilerin buna erişimini sınırladı ve ardından elektrik üretiminde neredeyse tamamen bir çöküşe yol açtı.
İthal edilen akar yakıt fiyatlarındaki artış, tüketicileri zor durumda bıraktı. Ardından yine akaryakıt ile edilen elektrik üretimi de neredeyse tamamen çöktü.
Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasına göre Hizbullah, “ülkedeki enerji açığını kapatmak ve kalpleri ve zihinleri kazanmak” için İran’ın akaryakıt ve petrol ürünlerini Suriye üzerinden ithal etme girişimi başlattı. Bu da ABD ve Arap ülkelerinden müttefiklerini, Suriye'den üzerinden elektrik kabloları ve doğalgaz boru hatlarıyla Lübnan’a elektrik ve doğalgaz tedarik etme konusunda her geçen gün artan rekabet çerçevesinde çok daha karmaşık bir plan sunmaya itti. Elbette bu seçeneğin Lübnan ve komşuları için Hizbullah'ın planından daha sürdürülebilir olduğu inancıyla ve Lübnan’da devletin çöküşün eşiğine gelmesinin engellenmesinin yanı sıra İran’ın yörüngesinden uzaklaşması amacıyla olduğu ortada.

İki aşamalı plan
Bu plan iki aşamadan oluşuyor. Bunlardan birincisi, Ürdün’ün fazladan elektrik üretip Suriye üzerinden Lübnan'a iletmesi, ikincisi ise doğalgazın bir boru hattı aracılığıyla Mısır'dan (ve İsrail'den) Ürdün'e, ardından Suriye'ye ve daha sonra da elektrik santrallerinde kullanılmak üzere Lübnan'a gönderilmesi. Ürdün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 28 Ekim'de Lübnanlı ve Suriyeli mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmenin ardından söz konusu planın duyurusunu yaptı. Buna göre Ürdün, -teorik olarak- Lübnan'a (saat 12 ile sabah 6 arasında 150 megavat ve günün geri kalanında 250 megavat olmak üzere) günlük 400 megavat elektrik sağlayacaktı. Fakat daha sonra Ürdün'ün Lübnan’a günlük sadece 250 megavat elektrik sağlayacağı açıklandı. Lübnan’ın şuan karşı karşıya olduğu elektrik enerjisi miktarının günlük bin 500 megavat olarak tahmin ediliyor. Bu yüzden söz konusu plan krizi tamamen çözemeyecek olsa da mevcut enerji açığının yüzde 15 ila 30'unu kapatacak ve Lübnan'ın günlük elektrik arzını yüzde 35 ila 60 oranında artıracak.
Ürdün'den alınan verilere göre ülke 2020 yılında yaklaşık 2 bin 800 gigavat saatlik bir elektrik enerjisi fazladan üretti. Bu enerji günlük 300 megavatın üzerine çıktı. Böylece, Ürdün'ün cari fazlası ile günlük 400 megavat hedefine 2020 rakamlarına göre ulaşılabilir gibi görünüyor. Ancak Ürdün'e doğalgaz ithalatının muhtemelen yedek olarak yapılması gerekecektir. Öte yandan Suriyeli yetkililer, Suriye’de Ürdün’ün enerji ağlarına bağlı hatların onarılması için 5,5 milyon dolara ihtiyaç duyulduğunu açıkladılar.

İsrail’in doğalgazı
Plan, 400 megavatlık üretim hedefini sürdürülebilir kılmak için Ürdün'e giden İsrail doğalgazının yerini almak üzere Mısır'dan Ürdün'e giden doğalgaz miktarlarının artırılmasını öngörüyor. Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasında, Mısır’ın Sina Yarımadası'ndan Ürdün üzerinden ve Suriye'nin bazı bölgelerinden geçerek Lübnan'a uzanan bölgesel bir ağ olan Arap Doğalgaz Boru Hattı’nın mevcut rotası göz önüne alındığında, İsrail doğalgazının daha sonra Suriye'ye yönlendirileceği belirtildi. Suriye ile Lübnan arasındaki mevcut doğalgaz boru hatlarının karmaşık durumu nedeniyle doğalgazın Lübnan'a nasıl aktarılacağı halen netlik kazanmasa da Suriye doğalgazını Lübnan'a taşıyan boru hatları üzerinden İsrail doğalgazının Suriye'ye taşınmasını öngören bir takas anlaşması söz konusu. Ancak bu düzenlemelere yönelik var olan bir takım teknik, lojistik ve politik sorunlar halen çözülmemiş durumda.
Geçtiğimiz on yıl içinde Doğu Akdeniz'deki petrol, doğalgaz ve elektrik gibi enerji kaynaklarının tablosunda birçok değişiklik meydana geldi. Büyük petrol ve doğalgaz sahalarının keşfedildiği Mısır en büyük oyuncu olarak kalmaya devam ederken diğerleri halen karada ve denizde doğalgaz ve petrol üretimleri aşamasındalar. Ancak İsrail'in doğalgaz keşifleri, kendisine enerji konusunda bağımsızlık kazandırırken Ürdün ve Mısır'a ihraç edecek kadar fazla doğalgaza kavuşmasını sağladı. Suriye ise iç savaş öncesi sınırlı ihracat kapasitesiyle büyük bir petrol ve doğalgaz üreticisiydi.
Arap Doğalgaz Boru Hattı, esasen Mısır’ın doğalgaz fazlasını, Ürdün ve Suriye'ye ihraç etmek için inşa edildi. Buradan ayrılan bir hatla da kapsamını Lübnan'a ve Türkiye'nin güneyine doğru genişletme olasılığı vardı. Şimdi ise İsrail doğalgazının Ürdün ve Suriye'ye ardından Lübnan’a ihraç edilmesi için kullanılabilecek bir altyapı sağlanmış gibi görünüyor. Mısır doğalgazı iç tüketim için kullanılırken bir yandan sıvılaştırılmış (LNG) olarak tankerlerle dünyanın çeşitli yerlerine ihraç ediliyor.

İki şehir efsanesi ve bir karar
Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasına göre anlaşmayla ilgili konuşulmaya başlandığından beri boru hattından geçen doğalgazın ‘Mısır menşeli’ olduğu söylense de bu yanıltıcı açıklama ve bir şehir efsanedir. Mısır, başta doğalgaz için ödeme yapabilir. Bu yüzden de doğalgazın sahibi olarak tanımlanabilir. Fakat gazın çoğu veya tamamı, İsrail karasularında yer alan Leviathan Doğalgaz Sahası’ndan elde edilecek.
Yine aynı araştırmaya göre ikinci şehir efsanesi ise söz konusu gazın, 2003 yılında hizmete giren, Mısır ve İsrail'den gelen boru hatlarının kesiştiği Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki Ariş şehrinden başlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı'ndan geleceği yanılgısıdır. İlk plana göre boru hattının yıllık kapasitesi yaklaşık 10 milyar metreküptü ve Ürdün'ün Akabe kentindeki elektrik santralini, Suriye'deki üç elektrik santralini ve Lübnan'daki bir elektrik santralini beslemesi amacıyla inşa edildi. Ancak enstitünün araştırmacıları, Arap Doğalgaz Boru Hattı aracılığıyla Ürdün'e tedarik edilen gazın ya tamamının İsrail'den temin edildiğini ya da en azından İsrail ve Mısır gazının bir karışımı olduğunu söylüyorlar.
Son yirmi yılda Mısır, Suriye ve Lübnan'da yaşanan siyasi krizler doğalgaz akışında kesintilere neden oldu. Bu da Arap Doğalgaz Boru Hattı projesinin yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. En önemli değişiklik Ürdün'ün Mısır’dan değil İsrail’den doğalgaz tedarik etme kararıydı.
Araştırmada bu noktada şu ifadeler yer aldı:
“2020 yılından bu yana İsrail'in Leviathan Doğalgaz Sahası’nda üretimine başlanan doğalgaz, Arap Doğalgaz Boru Hattı ile kesişmeden önce İsrail'den geçen ve Taberiye Gölü'nün hemen güneyinden Ürdün'e bağlanan bir boru hattı aracılığıyla yılda 3 milyar metreküp olarak tedarik ediliyor. Bu miktar Amman'ın kuzeyindeki Ürdün elektrik santrallerine akıyor.”
Ürdünlü kaynaklar, söz konusu doğalgazın, İsrail doğalgazının akışını engellediği anlaşılan Arap Doğalgaz Boru Hattı'ndan ayrı bir boru hattı aracılığıyla sağlandığını söylediler. Ancak, araştırmayı hazırlayan yazarlar Ürdün’ün bu açıklamasını doğrulamadılar.
Ayrıca Suriyeli ve Lübnanlı yetkililer, gazın İsrail’e ait olduğunu yalanladılar. Fakat araştırmayı hazırlayan uzmanlara göre Suriye, İsrail doğalgazının kendi topraklarından geçmesi fikrini kabul edebilir. Teoride de, İsrail'den gelen takviye miktarlar Ürdün'ün kuzeyindeki Arap Doğalgaz Boru Hattı'na pompalanabilir. Bu gazın bir kısmı güneye Ürdün’ün elektrik santrallerine, bir kısmı da kuzeye Suriye'ye gidebilir. Fakat bu düzenlemenin ticari olması için yaklaşık on beş yıl geçerli olması gerekiyor. Bu yüzden mevcut plan, Lübnan'a yardım etmek ve Suriye'yi İran’ın yörüngesinden uzaklaştırmak için daha kısa vadeli reformlar öngörüyor.

Finansman ve çıkarlar
Kamuoyunda, gerekli onarımların maliyetlerinin nasıl karşılanacağına ve temel aktarım hatlarının kapasitesinin nasıl artırılacağına ilişkin mevcut tartışma, gerekli fonların Dünya Bankası'ndan alınabileceğine işaret ediyor. Edinilen bilgilere göre Rusya, ABD’ye bu dosyayı Dünya Bankası'na taşıması için baskı yaptı. Ancak bu durum, devlet hazinesinin bomboş ve vatandaşların ciddi mali sıkıntılar içinde olduğu bir dönemde Lübnan’da elektrik masraflarının kim tarafından karşılandığı sorusunu akıllara getiriyor. Bu sorulara tatmin edici cevaplar verilmeden Dünya Bankası, projenin ticari olarak uygulanabilir olacağına dair gerekli güvenceye sahip olmayacaktır.
Bu finansmandan aynı zamanda doğalgaz tedarikiyle ilgili masrafların da ödenmesi planlanıyor. Araştırmada “Leviathan Doğalgaz Sahası’nın üretim haklarına sahip olan ABD merkezli çok uluslu enerji şirketi Chevron Corporation ve İsrailli şirketler, başta Mısır olmak üzere söz konusu ülkelerin hiç birine bedavaya doğalgaz tedarik etmeyeceklerdir. Kahire de elektrik faturalarını ödemeye hiç niyeti olmayan yahut az bir ödeme yapacak olan Lübnanlı kullanıcılara fon sağlamak istemeyecektir” denildi. Buna karşın Dünya Bankası'nın kuzeye tedarik edilen elektrik enerjisini veya Lübnan'a sağlanan doğalgazı ödeyeceği bildirildi. Ancak araştırmaya göre Arap ülkelerinden finansman sağlanması fikrinin gerçekleşme ihtimali zayıf ve bu fikir sadece Şam ve Beyrut ile Arap ülkeleri arasındaki temasları çerçevesinde kalıyor.
Araştırmada İsrail açısından, Suriye ve Lübnan'a doğalgaz tedarik etmeyi kabul etmenin ‘şüphesiz siyasi ilişkiler açısından şartlı veya bir çıkar çerçevesinde olacağına’ işaret edildi. Araştırmaya göre bu plan Lübnan’da devleti çöküşün eşiğinden kurtarmaya yardımcı olacak. Bu da Hizbullah ve İran'ın çıkarına hizmet edecek. Ayrıca araştırmada, İran'ın Suriye'nin güneyini işgal etmesinin, üç ülkenin sınırlarının birleştiği bölgenin esasen bir savaş sahası olduğu anlamına geldiği, bunun da Batılı ülkelerin Rusya'nın Suriye'nin güneyinde genişlemesine üstü kapalı olarak verdikleri desteği açıkladığı belirtildi. Lübnan ve İsrail'in ortak deniz sınırları üzerinde bir uzlaşmaya varamaması da esas olarak petrol ve doğalgaz rezervleriyle ilgili bir biriyle çelişen iddialardan kaynaklanıyor.

Suriye ne olacak?
Suriye'de savaşın başlamasının üzerinden geçen on bir yılın ardından, tükenmişlik ve ekonomik sömürü, Arap ülkeleri arasında Suriye rejimini iyileştirme ve Şam ile ilişkileri normalleştirme yönünde artan bir eğilimi körüklüyor. Biden yönetimine, Trump yönetiminden birçok yönden hırslı olarak kabul edilen bir Suriye politikası ve ‘hem Suriye rejimine hem de müttefiklerine müzakere edilmiş bir çözüm bulmaları için baskı yapan’ bir politika miras kaldı.
ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, 2018 yılında Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'ne bu konuda şunları söylemişti:
“ABD, Suriye'nin yeniden inşasına yardım etmeyecek. Aynı şekilde Cenevre'de yeni bir anayasa oluşturulmasını ve Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde özgür, adil ve Suriye halkının iradesini yansıtan seçimlerin yapılmasını öngören 2254 sayılı BMGK kararı çerçevesinde güvenilir bir siyasi sürecin oluşturulamaması nedeniyle bu konuda yardımcı olmaya çalışan diğer ülkelere de destek olmayacak. DEAŞ’ın yenilgisini kalıcı hale getirmek için Suriye'deki varlığımızı sürdürürken, bir yandan da İranlı güçlerin Suriye'nin tamamından çekilmesi konusundaki stratejik hedefe de bağlıyız.”
ABD, bu tutumuyla yalnızca Suriye'yi yeniden inşa etme çabalarını caydırmakla kalmadı, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i siyasi olarak izole etmek amacıyla diğer ülkeleri, Şam ile daha yakın diplomatik ilişkiler kurma çabalarından uzaklaştırdı.
Bu adımların yanı sıra Haziran 2020 tarihinde yürürlüğe giren ve Suriye rejimine yönelik askeri olmayan baskının çekirdeğini oluşturan Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası’nda öngörülen prosedürler başta olmak üzere ABD ve Avrupa Birliği (AB) tarafından Suriye rejimine ekonomik yaptırımlar uygulandı.
Araştırmanın yazarları bu konuda ise şunları yazdılar:
“ABD’nin uyguladığı politika tutarlı bir politika olsa da başarılı değildi. Elbette Esed, Donald Trump’ın başkanlığı sırasında büyük ölçüde uluslararası arenadan uzak kaldı. Ancak Rusya'nın desteğiyle rejim, uluslararası baskılara dayanabildi ve BMGK’nın 2254 sayılı kararında herhangi bir ilerleme kaydedilmesine izin vermedi.”
Şam ile son zamanlardaki bölgesel ilişkilerin çoğu Lübnan'a İran’ın enerji tedarikine alternatif olarak getirilen ABD destekli enerji tedariki planına bağlanmış durumda. İki plan önerildi. İlki Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden aktarılması. İkincisi ise Mısır (veya İsrail) doğalgazının Ürdün ve Suriye üzerinden bir boru hattı aracılığıyla taşınması. Bu plan her ne kadar Şam'a ekonomik olarak yarar sağlayacak olsa da Biden yönetimi bu çabaları destekliyor. Fakat Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Suriye ile ilgili vizyonları Lübnan'a enerji tedariki meselesinin çok ötesine geçiyor.

Ürdün’ün çıkışı
Ürdün, son dönemde Suriye ile normalleşmek için en dikkat çeken adımlardan bazılarını attı. Suriyeli üst düzey yetkililerle birçok görüşmeye ev sahipliği yaptı. Suriye Devlet Başkanı Esed ile Ürdün Kralı 2. Abdullah arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Ürdün Kralı, bir röportajında Batı kamuoyuna ekonomi ve kaynak ile ilgili nedenler ve ülkede Şam ile daha aktif etkileşim kurmayı gerektiren 650 binden fazla Suriyeli mültecinin varlığından ötürü Ürdün’ün yakın komşusu Suriye görmezden gelemeyeceğini anlatmıştı.
Amman ve Şam arasındaki resmi ilişkilerin bir kısmı güvenlik meselesiyle ilgiliyken büyük çoğunluğu ekonomik meselelerle ilgilidir. Dünya Bankası'nın verilerine göre Ürdün’de işsizlik oranları yüzde 25'e ulaşırken gençler arasındaki işsizlik oranları eşi-benzeri görülmemiş ve sürdürülemez bir oran olan yüzde 50'ye yükselmiş durumda. Aynı zamanda ülke halen Kovid-19 salgınından kaynaklanan ekonomik yansımalarla boğuşuyor. Verilere göre ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasını (GSYİH) 2020 yılında yüzde 1,5 oranında küçüldü.
Ürdün açısından Suriye ile ekonomik ilişkilerin yeniden kurulması, hem ticaret yapılması hem de ürünlerinin Türkiye ve Avrupa'ya geçişi için büyük bir ekonomik potansiyeli temsil ediyor. Ürdün'ün Suriye sınırını yeniden açmasının şimdiye kadar ticaret üzerinde sınırlı bir etkisi oldu. Çünkü Ürdünlü işadamları halen yürürlükte olan sert yaptırımlar nedeniyle savaş öncesi ekonomik ilişkileri yeniden kurma konusunda isteksizler. Ancak orta ve uzun vadede Suriye'nin yeniden inşasının Ürdün üzerinde önemli bir etkisi olabilir.
Ancak Şam'ın yeniden Arap ülkeleri arasındaki yerine geri dönmesi ve toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması çağrılarının kaynağı ekonomik olmaktan ziyade siyasidir. Bazıları bunun Suriye’nin İran Farisiciliğinden uzaklaşıp Arapçılığa yaklaşmasının bir teyidi olduğuna inanıyor. Türkiye de bazı Arap ülkelerinin Esed'in yeniden eski konumuna getirilmesini körükleyen nedenler arasında yer alıyor. Mart ayında yapılan Arap Birliği (AL) Zirvesi’nde bakanlar, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesini şiddetle eleştirdiler ve Türk güçlerinin ülkeden çekilmesi çağrısında bulundular. Ama son günlerde, Arap ülkelerinin Ankara ile diyalog içinde olduğu bir dönemde, Şam'ın 40 yılı aşkın bir süredir stratejik ortağı olan Tahran'la ilişkilerini kesmeyi başarıp başaramayacağına dair soru işaretleri oluşmaya başladı.
Şimdiye kadar ne Mısır ne de Ürdün, ABD’nin öncülüğündeki enerji girişimini destekleme konusunda çıkarlarının İran’ın bölgeye daha fazla nüfuz etmesini engellemekle bağlantılı olduğunu belirtmeseler de Suriye üzerinden Lübnan'a bir ihracat yapma planına destek verdiler. Ürdün Kralı Abdullah, geçtiğimiz yaz Lübnan’da yeni bir mülteci krizine yol açabilecek bir ‘insani felaketin’ önlenmesinden bahsederken, Ürdün Başbakanı, ülkesinin kardeş ülke Lübnan'daki vatandaşlar için elinden gelenin en iyisini yapacağını söyledi. Mısır Petrol Bakanı Tarık el-Molla ise geçtiğimiz Eylül ayında Mısır'ın Lübnan halkının omuzlarındaki ekonomik yükü hafifletmek, Lübnan'ın istikrarına katkıda bulunmak istediğini ifade etti.

ABD ve yaptırımlar
ABD’nin derhal cevap bulunması gereken siyasi soru var. O da elektriğin ve muhtemelen doğalgazın, Sezar Yasası da dahil olmak üzere Şam'a yönelik ABD yaptırımlarını ihlal etmeden Suriye topraklarından taşınıp taşınamayacağıdır. Elektrik enerjisi, Ürdün, Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin toprakları, Libya ve Türkiye olmak üzere sekiz ülke ile bölge genelinde elektrik şebekesi ara bağlantı projesine aracılığıyla iletiliyor. Ancak bunun için ayrı bağlantı hatları kullanmak yerine mevcut hatlar kullanılacak.
Araştırmada bunun ilgili olarak şunlar yazıyor:
Suriye’nin kendi ürettiği enerjinin aktarıldığı elektrik ağı, ülke genelinde çok sayıda sivil ve güvenlik tesisine bağlanıyor. Bu nedenle, Ürdün'den Suriye'ye giren elektrik teoride hastanelere veya ülkenin batısındaki diğer insani yardım merkezlerine tahsis edilebilirken, Sezar Yasası'nın yazılı ve sözlü olarak hedeflediği sayısız gözaltı tesisini de doğrudan besliyor. Suriye’nin elektrik ağı, askeri hava üslerinin yanı sıra silah tesislerini de elektriğe kavuşturuyor.”
Bu da eğer proje Dünya Bankası tarafından veya ayni takas yoluyla finanse edilirse anlaşmanın ayrıntılarını karmaşıklaştıran bir ‘yaptırım ihlali’ anlamına geliyor. Ayrıca resmi petrol şirketi gibi yaptırım uygulanan Suriye’nin devlet kurumlarına da katkı sağlaması mümkün.
Yaptırım dosyasının dışında geriye Şam'ın finansal yahut finansal olmayan çıkarlar elde edip etmeyeceği ve ABD ile Rusya arasındaki uzlaşı çerçevesinde sınır ötesi insani yardımların geçişini kolaylaştırmak da dahil olmak Suriye rejimini bir takım tavizler vermeye ‘motive etmek’ için yapılan bir takasın parçası olup olmadığı soruları kalıyor.
Bu arada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Joe Biden'ın Cenevre'deki temsilcileri, bir BMGK kararıyla uzlaşının süresini 10 Ocak’a kadar uzatılması için çalışıyorlar.



İsrail Suriye'den ne istiyor?

Şara, Netanyahu'nun Suriye'nin güneyinin silahsızlandırılması talebine Dürzilerin temsilcileriyle bir araya gelerek yanıt verdi (SANA)
Şara, Netanyahu'nun Suriye'nin güneyinin silahsızlandırılması talebine Dürzilerin temsilcileriyle bir araya gelerek yanıt verdi (SANA)
TT

İsrail Suriye'den ne istiyor?

Şara, Netanyahu'nun Suriye'nin güneyinin silahsızlandırılması talebine Dürzilerin temsilcileriyle bir araya gelerek yanıt verdi (SANA)
Şara, Netanyahu'nun Suriye'nin güneyinin silahsızlandırılması talebine Dürzilerin temsilcileriyle bir araya gelerek yanıt verdi (SANA)

İbrahim Hamidi

Bu soru Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde, Lübnan'da, Yemen'de ve İran'da soruluyor. Ancak Suriye'de, komşuluk, tarih ve bağlamla ilgili birçok nedenden dolayı bu sorunun bazı yan boyutları da var.

Beşşar Esed rejiminin geçtiğimiz yılın sonlarında düşmesi, İran ve ‘direniş ekseni’ için en büyük darbe olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Zira Suriye, Lübnan'daki Hizbullah'ın silah koridoru, Irak'ın arka bahçesi, Tahran'ın desteklediği Filistinli silahlı grupların karargahı ve Husiler ile İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) bağlı milislerin eğitim kamplarının merkeziydi. Bu yüzden Heyet-i Tahriru’ş-Şam’ın (HTŞ) geçtiğimiz yıl kasım ayı sonlarında Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nu başlatmasının ardından İsrail'in, Esed adına Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasını önlemek için İran'a saldırması şaşırtıcı değildi. İsrail ayrıca, kasım ayında Halep düştüğünde rejimi desteklemek için sınırı geçmeye çalışan Iraklı milislere de saldırılar düzenledi. Aslında İsrail, kasım ayında, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu başlamadan önce 2011 yılından bu yana İdlib kırsalında bu türden ilk saldırı olarak, Hizbullah ve DMO’nun Serakib'deki operasyon odasını yok eden cerrahi saldırılar düzenlemişti.

Fakat HTŞ'nin geçtiğimiz yıl aralık ayında Şam'a girmesi, İsrail'i Suriye ve Esed rejimi konusunda 50 yıldır süren ‘belirsizlik halinden’ çıkardı. Golan Tepeleri, 1974 yılında iki ülke arasında Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşmasının imzalanmasından bu yana onlarca yıldır tarafsız ve sessiz bir cephe oldu ve stratejik silahlar kontrol altındaydı. Füzeler, kimyasal silahlar ve varil bombaları güney cephesinde veya İsrail ile savaşta değil, Suriyelilere karşı kullanıldı.

Suriye belirsizliği ile karşı karşıya kalan İsrail, kısa sürede 700 saldırı düzenleyerek Suriye’nin karada, havada ve denizde tüm stratejik askeri varlıklarını yok etti ve Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması kapsamında Golan Tepeleri'nde ilan edilen tampon bölgeyi işgal etti.

İsrail, Suriye’nin yeni yönetimi üzerindeki belirsizlik karşısında neler yaptı?

  1. İsrail kısa bir süre içinde 700 hava saldırısı düzenleyerek Suriye’nin karada, havada ve denizde bulunan tüm stratejik askeri varlıklarını yok etti.
  2. Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması kapsamında Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girerek burayı işgal etti.
  3. Golan Tepeleri'nin kuzeyinden güneyine kadar tampon bölgeye paralel olarak Suriye topraklarında 7 kilometre derinliğinde bir şerit işgal etti.
  4. Golan Tepeleri’ndeki en yüksek stratejik zirve olan Cebel eş-Şeyh Gözlemevi’ni işgal etti.
  5. Şam ile Golan Tepeleri arasındaki bölgeyi güvenlik bölgesi ilan ederek Suriye ordusunun bu bölgeye girmesini yasakladı.
  6. Güneydeki üç il ve Suriye topraklarının çoğunda hava hakimiyetini ele geçirdi.
  7. Ankara'nın Türk askeri üsleri olarak kullanmak istediği Suriye'nin merkezindeki tesisleri ve havaalanlarını imha etti.
  8. Başbakan Binyamin Netanyahu, Suriye'deki son gelişmelerle birlikte ‘Dürzileri korumak’ istediğini açıkladı ve İsrail ordusu, Şam'a bu yönde baskı yapmak için Suriye'nin egemenliğinin merkezi olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın girişini ve Savunma Bakanlığı binasını vurdu.
  9. Tel Aviv, Golan Tepeleri'nden Suveyda’ya insani yardım koridoru kurmak istediğini açıkladı.

Yeni Suriye yönetimine gelince, yönetimin liderleri Şam'a ulaştıklarında ‘İsrail dahil hiçbir komşu ülkeye tehdit oluşturma niyetleri olmadığını’ açıkladılar. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara daha sonra Paris ziyareti sırasında İsrail ile ‘dolaylı müzakerelerin’ sürdüğünü doğrularken Suriye Dışişleri Bakanlığı Paris'te İsraillilerle görüşmeler yapıldığını duyurdu. Beyaz Saray tarafından yapılan ve ABD Başkanı Donald Trump'ın 14 Mayıs'ta Riyad'da Şara ile yaptığı görüşmede, Suriye’nin İbrahim (Abraham) Anlaşmaları'na katılmasını istediğini belirten açıklamasına itiraz edilmedi.

Suriye'nin ilk görüşü, Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın uygulanmasını teyit etmek veya benzer bir anlaşmaya varmak için müzakere masasına oturmak ve ardından iki taraf arasında barışçıl bir sürece yol açabilecek bir siyasi süreç başlatmaktı. Bu süreç, Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları’na katılmasıyla sonuçlanabilirdi. Bunun yanında Suriye'nin, anlaşmaya katılan diğer Arap ülkelerinden farklı olduğu göz önünde bulundurulmalı. İsrail, Suriye’deki Golan Tepeleri'ni işgal etmiş durumda ve iki ülke arasında bazı temas hatları var. Bununla birlikte İsrail ordusu Suriye topraklarının derinliklerine girmiş durumda.

İsrail'in genişleyen talep listesi karşısında Şam'ın ‘Tel Aviv ne istiyor? Müzakere koşullarını iyileştirmek mi istiyor, yoksa yayılmacı emelleri mi var? Suriye'yi parçalamak ve bölmek mi istiyor?’ sorularını sıralaması oldukça doğal.

Bunlar Şam'da kapalı kapılar ardında sorulan ciddi sorular. Temasların kapsamı genişledikçe, müzakere toplantıları yapıldıkça ve Suriye'nin güneyinde saha testleri yapıldıkça İsrail'in gerçek hedeflerini ve Netanyahu'nun hedeflerinin ordu ve istihbarat servislerinin hedefleriyle aynı olup olmadığını anlamakta daha fazla belirsizlik ve kafa karışıklığı ortaya çıkıyor gibi görünüyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre İsrailliler, Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın yenilenmesiyle ilgilenmediklerini, bunun geçmiş bir döneme ait olduğunu ve 1974'te imzalanmasına yol açan koşulların şu anki durumdan tamamen farklı olduğunu düşündüklerini söylediler. Başka bir deyişle, Hafız Esed ve ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından müzakere edilen anlaşma onlarla birlikte toprağa gömüldü. Daha da tehlikelisi, Şam'ın dış mahalleleri ile ayrılık hattı arasındaki bölgenin ağır silahların ve Suriye ordusunun bulunmadığı bir bölge olmasını ve ‘Suriye'nin güneyinde 7 Ekim'in tekrarlanmasını önlemek’ için hareket özgürlüğü, saldırı ve hava kontrolü ile erken uyarı düzenlemeleri ve önlemleri içermesini öneriyor olmaları.

Sahi İsrail Suriye'de ve Suriye'den ne istiyor?


Suveyda'daki Bedevi ailelerin yerinden edilmesi, Suriye'nin güneyinde kalıcı bir demografik değişime yol açacak mı?

Şam yakınlarındaki Seyyide Zeyneb kasabasında barınağa dönüştürülen bir otelin girişinin önünde duran Suveyda'dan göç etmiş Bedeviler (AP)
Şam yakınlarındaki Seyyide Zeyneb kasabasında barınağa dönüştürülen bir otelin girişinin önünde duran Suveyda'dan göç etmiş Bedeviler (AP)
TT

Suveyda'daki Bedevi ailelerin yerinden edilmesi, Suriye'nin güneyinde kalıcı bir demografik değişime yol açacak mı?

Şam yakınlarındaki Seyyide Zeyneb kasabasında barınağa dönüştürülen bir otelin girişinin önünde duran Suveyda'dan göç etmiş Bedeviler (AP)
Şam yakınlarındaki Seyyide Zeyneb kasabasında barınağa dönüştürülen bir otelin girişinin önünde duran Suveyda'dan göç etmiş Bedeviler (AP)

Suriye'nin güneyindeki Dera vilayetinin Abta kasabasındaki bir okulun sınıfları, her sınıfta üç ila dört ailenin kaldığı geçici barınaklara dönüştürüldü. Aşırı kalabalık ve mahremiyet eksikliği nedeniyle kadınlar ve çocuklar okulun içinde, erkekler ise dışarıdaki avluda uyuyor. Bu Bedevi aileler, bir aydan fazla bir süre önce komşu Suveyda vilayetinde meydana gelen mezhep çatışmaları sırasında köylerinden göç etmek zorunda kaldı. O zamandan beri Suriye hükümeti, Suveyda'daki yerel Dürzi yetkililerle gergin bir ilişki içindeyken, göç edenler belirsizlik içinde kalmaya devam ediyor.

Suveyda kırsalındaki el-Kafr köyünden 56 yaşındaki Munire el-Hamad, ailesi ile birlikte bu ay öğrencilere yeniden açılması planlanan okulda yaşıyor. Okul açılırsa, ailesinin nerede yaşayacağını bilmiyor. AP'ye konuşan Hamad şu ifadeleri kullandı: “Çadırlarda yaşamak istemiyoruz. Hükümetin bize evler veya yaşamaya uygun yerler sağlamasını istiyoruz. İnsanların evine dönmesi imkânsız. Suveyda'da Müslüman olduğun için seni düşman olarak görüyorlar.”

ffb
Dera vilayetindeki es-Sehve köyünde bir okulda Suveyda'daki Bedevi kabilelerinden yerinden edilmiş kadınlar (Reuters)

Söz konusu çatışma, geçtiğimiz temmuz ayında yerel Sünni Bedevi kabileleri ile Suriye'de azınlık, ancak Suveyda'da çoğunluk olan Dürzi mezhebinin üyeleri arasında sınırlı çatışmalarla başladı. Ardından bir tarafta Bedeviler ve hükümet güçleri, diğer tarafta silahlı Dürzi gruplar arasında şiddetli çatışmalara dönüştü.

Dürzileri destekleyen İsrail çatışmaya müdahale ederek bölgedeki hedefleri bombaladı. Yerel halkın ifadelerine göre, çoğu Dürzi olan yüzlerce sivil öldürüldü ve Suveyda uzun süre kuşatma altında kaldı. Bu süreçte bölgeye sınırlı miktarda yardım ulaştı. Birleşmiş Milletler'e (BM) göre, çatışmaların azalmasına rağmen Suveyda'daki Dürzi topluluğu ve yerinden edilen ve geri dönme umudu olmayan Bedevi aileler de dahil olmak üzere 164 binden fazla kişi yerinden edilmiş durumda ve bu durum kalıcı bir demografik değişime yol açabilir.

fghy
Suveyda'dan ayrılmak zorunda kalan Bedevi ailelerin eşyaları (SANA)

Hamad, ailesinin Suriye Kızılayı tarafından kurtarılmadan önce ‘15 gün boyunca yiyecek ve erzak olmadan mahsur kaldığını’ söyledi. Kuzeni ve komşusunun kaçarken silahlı kişiler tarafından saldırıya uğradığını ve arabaları ile eşyalarının çalındığını belirtti.

24 yaşındaki Cerah Muhammed ise Suveyda vilayetindeki küçük bir köy olan Sehve Balata'nın onlarca sakininin, köylerinde çatışmalar çıktığında gece yürüyerek kaçtığını, kendisinin ve ailesinin de kalabalığın arasında olduğunu söyledi. Muhammed, aralarında hiçbiri silahlı olmayan 15 yaşın altındaki üç çocuk da dahil olmak üzere dokuz kişinin, Dürzi militanların ateşiyle öldürüldüğünü bildirdi. Muhammed, “Kimse evine dönmedi. Evleri yaktılar ve içindekileri yağmaladılar. Suveyda'ya geri dönemeyiz, çünkü Dürzilerle aramızda güvenlik yok... Suveyda'da azınlık durumundayız” ifadelerini kullandı.

hyuı8
Munire es-Sayyad, 23 Ağustos 2025 tarihinde Şam kırsalındaki Seyyide Zeyneb'de yerinden edilmiş Bedeviler için ayrılmış bir otel odasında otururken, Dürzi militanlar tarafından öldürülen iki oğlunun cesetlerinin fotoğrafını gösterdi. (AP)

Hamud el-Mahmas ve eşi Munire es-Sayyad, Şam'ın Seyyide Zeyneb banliyösünde barınağa dönüştürülmüş bir otelde, 21 ve 23 yaşlarındaki oğullarının, Hamud'un yeğeni ve kuzeniyle birlikte Şehba kasabasındaki evlerinden kaçmaya çalışırken silahlı kişiler tarafından vurularak öldürülmelerinin yasını tutuyor. Eşi, küçük çocukları için yemek hazırlayabileceği bir mutfağın olmadığı otel odasında üzüntü içinde. Aile, gıda yardımının düzensiz olduğunu söylüyor. El-Mahmas, “Maddi yardıma ihtiyacım var. Evsiziz. Geri döneceğimizi sanmıyorum; Dürziler evlerimizde yaşıyor” şeklinde konuştu.

fgth
Munire es-Sayyad ve eşi Hamud el-Mahmas, 23 Ağustos 2025 tarihinde Şam'ın Seyyide Zeyneb banliyösünde yerinden edilmiş kişilerin barınması için tahsis edilmiş bir otelin odasında AP'ye konuştu. (AP)

“Hükümet net bir cevap vermedi. Yetkililer, yerinden edilmenin geçici olduğunu ifade ettiler, ancak bunun ne kadar süreceği veya yerinden edilmiş kişileri geri getirmek için ne tür planlar veya stratejiler olduğunu açıklamadılar” diye konuşan Chatham House araştırmacısı Haid Haid, yerinden edilmiş kişilerin evlerine geri dönmelerinin siyasi bir çözüm gerektirdiğini, ancak Şam hükümeti ile Suveyda vilayetindeki yetkililer arasında doğrudan iletişim olmadığı için bunun şu anda ulaşılamaz göründüğünü bildirdi.

Suveyda'daki Dürzi topluluğunun önde gelen liderlerinden Şeyh Hikmet el-Hicri, Şam'ın reddettiği bir talep olan güney Suriye'nin bağımsızlığını istiyor. El-Hicri kısa süre önce Dürzi topluluğundan birkaç silahlı grubun oluşturduğu bir ‘ulusal muhafız’ biriminin kurulduğunu duyurdu.

Bazı sakinler için bu olaylar, yaklaşık 14 yıl süren Suriye iç savaşının acı hatıralarını geri getiriyor. O dönemde Beşşar Esed'in muhalifleri, rejim güçlerinin muhaliflerden geri aldığı bölgelerden tahliye edilmişti. Onları taşıyan yeşil otobüsler, birçok kişinin gözünde yerinden edilme ve yenilginin sembolü haline geldi. Gruplar arasındaki gerginlikler şu anda artıyor. Tarihsel olarak çobanlık yapan Suveyda'daki Bedeviler, kendilerini 18. yüzyılda bugünkü Lübnan'daki şiddetten kaçarak bölgeye gelen Dürziler'den önce bölgenin asıl sakinleri olarak görüyorlar.

İki topluluk büyük ölçüde barış içinde yaşıyordu, ancak zaman zaman şiddetli gerginlikler yaşanıyordu. 2000 yılında bir Bedevi, arazi anlaşmazlığı nedeniyle bir Dürzi'yi öldürdü ve rejim güçleri müdahale ederek Dürzi protestoculara ateş açtı. 2018 yılında DEAŞ'ın Suveyda'daki Dürzilere saldırarak 200'den fazla kişiyi öldürmesinin ardından, Bedeviler DEAŞ’la iş birliği yapmakla suçlandı.

fghyj
Suveyda vilayetindeki Serraye ailesinin evinin duvarı, 2025 yılının temmuz ayında şehirde yaşanan mezhepsel şiddet olaylarının ardından kurşun delikleriyle doldu. (Arşiv – Reuters)

Suveyda'daki bir aşiret, kontrol noktası kurup bir Dürzi'nin eşyalarını aldığında gerginlik arttı ve bu olay saldırı ve kaçırma olaylarının birbirini izlemesine yol açtı. Ancak gerginlikler bundan önceki süreçte de artıyordu. El-Kafr kasabasından kaçan ve güvenliğinden endişe duyduğu için ismini vermek istemeyen bir bedevi, kardeşinin 2018 yılında fidye talep eden İslamcı bir harekete bağlı silahlı bir grup tarafından kaçırıldığını söyledi. Çatışmaların patlak vermesinden bir gün önce, 12 Temmuz'da, Şeyh el-Hicri'ye bağlı bir grup silahlı adamın ailesinin evini ziyaret ettiğini, babasını tehdit ettiğini ve evin mülkiyetinden vazgeçtiğini belirten bir belgeyi imzalamaya zorladığını belirtti. “Tüm Dürziler kötü değil. Bazıları bize yardım etti, ama aralarında kötü militanlar da var. Devlet bir çözüm bulmazsa, haklarımızı kendimiz koruyacağız” ifadelerini kullandı.

Öldürülen iki kardeşin annesi es-Sayyad, intikam alma arzusunu dile getirerek, “Hükümetin onlara (Dürzi milislere) oğluma yaptıklarının aynısını yapmasını istiyorum” dedi.

Haid, “Gruplar arasındaki gerginlikler zamanla çözülebilir, ancak şu anda Şam ile Suveyda arasındaki daha büyük siyasi sorunların gölgesinde kalıyor. Bu farklılıkları aşmak için samimi bir diyalog kurulmadan yerel çatışmaların nasıl çözülebileceğini hayal etmek zor” şeklinde konuştu.


Kudüs'te bir otobüse düzenlenen saldırıda 7 İsrailli öldü, 12 kişi yaralandı

Netanyahu, Kudüs'te olay yerinde incelemede bulundu (EPA)
Netanyahu, Kudüs'te olay yerinde incelemede bulundu (EPA)
TT

Kudüs'te bir otobüse düzenlenen saldırıda 7 İsrailli öldü, 12 kişi yaralandı

Netanyahu, Kudüs'te olay yerinde incelemede bulundu (EPA)
Netanyahu, Kudüs'te olay yerinde incelemede bulundu (EPA)

İsrail medyası bugün, Kudüs yakınlarındaki Ramot yerleşim birimi kavşağında meydana gelen silahlı saldırıda 7 İsraillinin öldüğünü, 12 kişinin ise yaralandığını bildirdi.

fgthy
Saldırıya uğrayan otobüs (Reuters)

İsrail Kanal 12 televizyonu, çok sayıda İsrail askerinin olay yerine gittiğini bildirirken, İsrail Acil Durum Servisi ise yaralıların bir kısmının durumunun ciddi olduğunu açıkladı.

hyjuık
Olay yerinden çekilen bir videodan alınan ekran görüntüsü (Times of Israel)

İsrail polisi, ‘Kudüs'te bir otobüse ateş açarak bazıları ağır olmak üzere birkaç kişinin yaralanmasına neden olan iki silahlı saldırganın etkisiz hale getirildiğini’ bildirdi. İsrail Ordu Radyosu, Şin-Bet'in soruşturma sonuçlarına göre ‘iki saldırganın otobüse binip ateş açtığın’ aktardı. Radyo, saldırganların Doğu Kudüs sakinleri olduğunu belirtti.

ty
Kudüs'teki olay yerine çok sayıda polis memuru sevk edildi. (AP)

İsrail Kanal 12 televizyonu, Kudüs saldırısının faillerinin Batı Şeria'daki Ramallah kentinden geldiğini bildirdi. Görgü tanıkları, faillerden birinin trafik polisi kılığına girerek otobüse bindiğini ve yakın mesafeden saldırıya başladığını söyledi.

dfrgthy
İsrail polisi ve acil durum ekipleri, Kudüs'teki silahlı saldırının geçekleştiği olay yerinde çalışıyor. (EPA)

Silahlı saldırının ardından Kudüs'e giriş ve çıkışlar ile Batı Şeria ve Kudüs arasındaki geçişler kapatıldı ve güvenlik kordonu oluşturuldu.

Bu bağlamda, Filistin İslami Cihat Hareketi'nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri yaptığı açıklamada şunları söyledi: “İşgal altındaki Kudüs'te gerçekleştirilen kahramanca silahlı saldırıyı kutluyoruz. Bu saldırı, Siyonist düşmanın Batı Şeria, Gazze Şeridi ve işgal altındaki Kudüs'te Filistin halkına karşı sürdürdüğü suçlara karşı doğal ve meşru bir tepkidir.”

Hamas tarafından yapılan açıklamada ise şu ifadeler yer aldı:

“İşgal altındaki Kudüs'ün kuzeyindeki Ramot yerleşim birimi kavşağında iki Filistinli direnişçinin gerçekleştirdiği kahramanca operasyonu takdir ediyoruz. Bu operasyonun, işgalin suçlarına ve halkımıza karşı yürüttüğü yok etme savaşına doğal bir tepki olduğunu ve Gazze şehrini işgal edip yok etme ve Mescid-i Aksa’yı kirletme planlarının cezasız kalmayacağına dair açık bir mesaj olduğunu yineliyoruz. İşgal altındaki Batı Şeria'daki gençlerimizin kararlılığını ve direnişini büyük bir değer olarak görüyoruz. Kararlı halkımızı, işgal ve yerleşimcilerle çatışmalarını artırmaya, işgal ordusuna ve güvenlik ve askeri önlemlerine karşı çıkmaya, halkımızı ve kutsal mekanlarımızı desteklemeye ve işgalden kurtulma ve özgürlük hakkımızı savunmaya çağırıyoruz.”