Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Suriye ve çevresindeki enerji ağları yasakları ve söylemleri test ediyor

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir
TT

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Arap Doğalgaz Boru Hattı Ortadoğu dengelerini değiştirebilir

Sessiz, sakin, büyük sloganlarla ilan edilmeyen sadece açıklamaların satır aralarında yer alan bir proje var. Rakiplerin ve düşmanların ‘sınırlarından’ ve ‘temas hatlarından’ geçen borular. Yasaklı raylardan geçen bir tren. Söylemleri test eden bir proje. Mısır'dan Ürdün'e uzanan Arap Doğalgaz Boru Hattı projesinden bahsediyoruz. Bu proje, aynı zamanda Suriye ve Lübnan’dan da geçiyor. Şimdiye kadar herhangi bir sorun yaşamamış olsa da asıl mesele, bu boru hattının İsrail’in doğalgazını ‘direnişin kalesine’ taşımasında.
İkinci mesele ise en azından teorik olarak, Suriye’ye karşı sert yaptırımlar uygulayan ABD’nin yasaklarından birini, yani Caesar (Sezar) Yasası’nı delmesi gerekiyor. Bu yasaklarla çevreli boru hattının çalışması için ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin bir takım muaflar tanımasına ihtiyacı var. Ancak ABD yönetimi, bu tür muafiyetleri ancak ABD Senatosu onaylarsa verebilir.
Mısır'dan başlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı daha çok İsrail’in doğalgazını taşıyacak. Ürdün'den komşulu ülkelere ihraç edilecek elektrik de İsrail doğalgazıyla üretilecek. Buraya kadar herhangi bir sorun yok gibi görünse de bu boru hattından geçecek doğalgazın ve bu gazla üretilecek elektriğin Suriye ve Lübnan'a gitmesi asıl sorunu teşkil etmektedir. Zira Suriye ve Lübnan, İran'ın başını çektiği ‘direniş hilalinin’ sac ayaklarından biridir. Öte yandan projenin öncüsü olan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Enerji Konularından Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Amos Hochstein, aynı zamanda ‘Lübnan'ın tamamen Hizbullah'ın eline geçmesini önleme’ çabalarının da başını çekmektedir. Hochstein, ayrıca Ürdün ve İsrail arasındaki sınır müzakerelerine arabuluculuk yapmıştı. 
Bu proje hakkında siyasi, jeopolitik ve yasal nedenlerden ötürü çok fazla tartışma patlak verdi. Çünkü proje için hem siyasi hem de yasal birçok kodun çözülmesi gerekiyordu. Mısır da Ürdün de kendi şartları çerçevesinde ilerlemek istese de her ikisinin de ABD’den muafiyet garantisi almaya ihtiyaçları var. Bu noktada her ne kadar garanti verileceği söylense de bu sözler Amman ve Kahire'yi cesaretlendirmeye yetmedi. İki ay önce ABD Hazine Bakanlığı bu konuda bir açıklamada bulundu, fakat tatmin edici olmadı. Açıklamada, yaptırımlara tabi olan kişi veya kuruluşlarla iş yapılmaması ve Şam'a gelir kaynağı sağlanmaması konusunda uyarılar da yapıldı. Bu açıklama, Mısır ve Ürdün için yeterli değildi ve tatmin edici garantiler de sağlamadı. Peki, güvenli liman nerede ve nasıl bir çözüm bulunacak?
Şarku’l Avsat, bugün, bölgedeki yetkililerden alınan bilgilere ve Washington Yakın Doğu Enstitüsü tarafından yapılan, eski ABD başkanları Donald Trump ve Barack Obama'nın yönetimlerinde Ulusal Güvenlik Konseyi ve Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapan Katherine Bauer, Ben Fishman, David Schenker ve Andrew Tabler gibi uzmanların ve eski yetkililerin katılımıyla hazırlanan bir araştırmaya dayanan bölgesel doğalgaz ve elektrik ağlarının ve bunların siyasi ve ekonomik boyutlarının bir özetini okuyucularıyla buluşturuyor.
Lübnan'ın iki yıldır içinde bulunduğu ekonomik, güvenlik ve insani krizler, temel gıda maddelerindeki pahalılık ülkeyi adeta bir felaketin eşiğine getirdi. Yaşanan bu durgunlukla birlikte elektrik kesintileri artık olağan bir durum haline geldi. Ülke, Lübnan lirasının değerinin düşmesine neden olan dar politikalar, kötü yönetim ve yolsuzluk nedeniyle felç olmuş durumda. İthal yakıt fiyatlarındaki buna karşılık gelen yurt içi artış, tüketicilerin buna erişimini sınırladı ve ardından elektrik üretiminde neredeyse tamamen bir çöküşe yol açtı.
İthal edilen akar yakıt fiyatlarındaki artış, tüketicileri zor durumda bıraktı. Ardından yine akaryakıt ile edilen elektrik üretimi de neredeyse tamamen çöktü.
Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasına göre Hizbullah, “ülkedeki enerji açığını kapatmak ve kalpleri ve zihinleri kazanmak” için İran’ın akaryakıt ve petrol ürünlerini Suriye üzerinden ithal etme girişimi başlattı. Bu da ABD ve Arap ülkelerinden müttefiklerini, Suriye'den üzerinden elektrik kabloları ve doğalgaz boru hatlarıyla Lübnan’a elektrik ve doğalgaz tedarik etme konusunda her geçen gün artan rekabet çerçevesinde çok daha karmaşık bir plan sunmaya itti. Elbette bu seçeneğin Lübnan ve komşuları için Hizbullah'ın planından daha sürdürülebilir olduğu inancıyla ve Lübnan’da devletin çöküşün eşiğine gelmesinin engellenmesinin yanı sıra İran’ın yörüngesinden uzaklaşması amacıyla olduğu ortada.

İki aşamalı plan
Bu plan iki aşamadan oluşuyor. Bunlardan birincisi, Ürdün’ün fazladan elektrik üretip Suriye üzerinden Lübnan'a iletmesi, ikincisi ise doğalgazın bir boru hattı aracılığıyla Mısır'dan (ve İsrail'den) Ürdün'e, ardından Suriye'ye ve daha sonra da elektrik santrallerinde kullanılmak üzere Lübnan'a gönderilmesi. Ürdün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 28 Ekim'de Lübnanlı ve Suriyeli mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmenin ardından söz konusu planın duyurusunu yaptı. Buna göre Ürdün, -teorik olarak- Lübnan'a (saat 12 ile sabah 6 arasında 150 megavat ve günün geri kalanında 250 megavat olmak üzere) günlük 400 megavat elektrik sağlayacaktı. Fakat daha sonra Ürdün'ün Lübnan’a günlük sadece 250 megavat elektrik sağlayacağı açıklandı. Lübnan’ın şuan karşı karşıya olduğu elektrik enerjisi miktarının günlük bin 500 megavat olarak tahmin ediliyor. Bu yüzden söz konusu plan krizi tamamen çözemeyecek olsa da mevcut enerji açığının yüzde 15 ila 30'unu kapatacak ve Lübnan'ın günlük elektrik arzını yüzde 35 ila 60 oranında artıracak.
Ürdün'den alınan verilere göre ülke 2020 yılında yaklaşık 2 bin 800 gigavat saatlik bir elektrik enerjisi fazladan üretti. Bu enerji günlük 300 megavatın üzerine çıktı. Böylece, Ürdün'ün cari fazlası ile günlük 400 megavat hedefine 2020 rakamlarına göre ulaşılabilir gibi görünüyor. Ancak Ürdün'e doğalgaz ithalatının muhtemelen yedek olarak yapılması gerekecektir. Öte yandan Suriyeli yetkililer, Suriye’de Ürdün’ün enerji ağlarına bağlı hatların onarılması için 5,5 milyon dolara ihtiyaç duyulduğunu açıkladılar.

İsrail’in doğalgazı
Plan, 400 megavatlık üretim hedefini sürdürülebilir kılmak için Ürdün'e giden İsrail doğalgazının yerini almak üzere Mısır'dan Ürdün'e giden doğalgaz miktarlarının artırılmasını öngörüyor. Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasında, Mısır’ın Sina Yarımadası'ndan Ürdün üzerinden ve Suriye'nin bazı bölgelerinden geçerek Lübnan'a uzanan bölgesel bir ağ olan Arap Doğalgaz Boru Hattı’nın mevcut rotası göz önüne alındığında, İsrail doğalgazının daha sonra Suriye'ye yönlendirileceği belirtildi. Suriye ile Lübnan arasındaki mevcut doğalgaz boru hatlarının karmaşık durumu nedeniyle doğalgazın Lübnan'a nasıl aktarılacağı halen netlik kazanmasa da Suriye doğalgazını Lübnan'a taşıyan boru hatları üzerinden İsrail doğalgazının Suriye'ye taşınmasını öngören bir takas anlaşması söz konusu. Ancak bu düzenlemelere yönelik var olan bir takım teknik, lojistik ve politik sorunlar halen çözülmemiş durumda.
Geçtiğimiz on yıl içinde Doğu Akdeniz'deki petrol, doğalgaz ve elektrik gibi enerji kaynaklarının tablosunda birçok değişiklik meydana geldi. Büyük petrol ve doğalgaz sahalarının keşfedildiği Mısır en büyük oyuncu olarak kalmaya devam ederken diğerleri halen karada ve denizde doğalgaz ve petrol üretimleri aşamasındalar. Ancak İsrail'in doğalgaz keşifleri, kendisine enerji konusunda bağımsızlık kazandırırken Ürdün ve Mısır'a ihraç edecek kadar fazla doğalgaza kavuşmasını sağladı. Suriye ise iç savaş öncesi sınırlı ihracat kapasitesiyle büyük bir petrol ve doğalgaz üreticisiydi.
Arap Doğalgaz Boru Hattı, esasen Mısır’ın doğalgaz fazlasını, Ürdün ve Suriye'ye ihraç etmek için inşa edildi. Buradan ayrılan bir hatla da kapsamını Lübnan'a ve Türkiye'nin güneyine doğru genişletme olasılığı vardı. Şimdi ise İsrail doğalgazının Ürdün ve Suriye'ye ardından Lübnan’a ihraç edilmesi için kullanılabilecek bir altyapı sağlanmış gibi görünüyor. Mısır doğalgazı iç tüketim için kullanılırken bir yandan sıvılaştırılmış (LNG) olarak tankerlerle dünyanın çeşitli yerlerine ihraç ediliyor.

İki şehir efsanesi ve bir karar
Washington Yakın Doğu Enstitüsü’nün araştırmasına göre anlaşmayla ilgili konuşulmaya başlandığından beri boru hattından geçen doğalgazın ‘Mısır menşeli’ olduğu söylense de bu yanıltıcı açıklama ve bir şehir efsanedir. Mısır, başta doğalgaz için ödeme yapabilir. Bu yüzden de doğalgazın sahibi olarak tanımlanabilir. Fakat gazın çoğu veya tamamı, İsrail karasularında yer alan Leviathan Doğalgaz Sahası’ndan elde edilecek.
Yine aynı araştırmaya göre ikinci şehir efsanesi ise söz konusu gazın, 2003 yılında hizmete giren, Mısır ve İsrail'den gelen boru hatlarının kesiştiği Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki Ariş şehrinden başlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı'ndan geleceği yanılgısıdır. İlk plana göre boru hattının yıllık kapasitesi yaklaşık 10 milyar metreküptü ve Ürdün'ün Akabe kentindeki elektrik santralini, Suriye'deki üç elektrik santralini ve Lübnan'daki bir elektrik santralini beslemesi amacıyla inşa edildi. Ancak enstitünün araştırmacıları, Arap Doğalgaz Boru Hattı aracılığıyla Ürdün'e tedarik edilen gazın ya tamamının İsrail'den temin edildiğini ya da en azından İsrail ve Mısır gazının bir karışımı olduğunu söylüyorlar.
Son yirmi yılda Mısır, Suriye ve Lübnan'da yaşanan siyasi krizler doğalgaz akışında kesintilere neden oldu. Bu da Arap Doğalgaz Boru Hattı projesinin yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. En önemli değişiklik Ürdün'ün Mısır’dan değil İsrail’den doğalgaz tedarik etme kararıydı.
Araştırmada bu noktada şu ifadeler yer aldı:
“2020 yılından bu yana İsrail'in Leviathan Doğalgaz Sahası’nda üretimine başlanan doğalgaz, Arap Doğalgaz Boru Hattı ile kesişmeden önce İsrail'den geçen ve Taberiye Gölü'nün hemen güneyinden Ürdün'e bağlanan bir boru hattı aracılığıyla yılda 3 milyar metreküp olarak tedarik ediliyor. Bu miktar Amman'ın kuzeyindeki Ürdün elektrik santrallerine akıyor.”
Ürdünlü kaynaklar, söz konusu doğalgazın, İsrail doğalgazının akışını engellediği anlaşılan Arap Doğalgaz Boru Hattı'ndan ayrı bir boru hattı aracılığıyla sağlandığını söylediler. Ancak, araştırmayı hazırlayan yazarlar Ürdün’ün bu açıklamasını doğrulamadılar.
Ayrıca Suriyeli ve Lübnanlı yetkililer, gazın İsrail’e ait olduğunu yalanladılar. Fakat araştırmayı hazırlayan uzmanlara göre Suriye, İsrail doğalgazının kendi topraklarından geçmesi fikrini kabul edebilir. Teoride de, İsrail'den gelen takviye miktarlar Ürdün'ün kuzeyindeki Arap Doğalgaz Boru Hattı'na pompalanabilir. Bu gazın bir kısmı güneye Ürdün’ün elektrik santrallerine, bir kısmı da kuzeye Suriye'ye gidebilir. Fakat bu düzenlemenin ticari olması için yaklaşık on beş yıl geçerli olması gerekiyor. Bu yüzden mevcut plan, Lübnan'a yardım etmek ve Suriye'yi İran’ın yörüngesinden uzaklaştırmak için daha kısa vadeli reformlar öngörüyor.

Finansman ve çıkarlar
Kamuoyunda, gerekli onarımların maliyetlerinin nasıl karşılanacağına ve temel aktarım hatlarının kapasitesinin nasıl artırılacağına ilişkin mevcut tartışma, gerekli fonların Dünya Bankası'ndan alınabileceğine işaret ediyor. Edinilen bilgilere göre Rusya, ABD’ye bu dosyayı Dünya Bankası'na taşıması için baskı yaptı. Ancak bu durum, devlet hazinesinin bomboş ve vatandaşların ciddi mali sıkıntılar içinde olduğu bir dönemde Lübnan’da elektrik masraflarının kim tarafından karşılandığı sorusunu akıllara getiriyor. Bu sorulara tatmin edici cevaplar verilmeden Dünya Bankası, projenin ticari olarak uygulanabilir olacağına dair gerekli güvenceye sahip olmayacaktır.
Bu finansmandan aynı zamanda doğalgaz tedarikiyle ilgili masrafların da ödenmesi planlanıyor. Araştırmada “Leviathan Doğalgaz Sahası’nın üretim haklarına sahip olan ABD merkezli çok uluslu enerji şirketi Chevron Corporation ve İsrailli şirketler, başta Mısır olmak üzere söz konusu ülkelerin hiç birine bedavaya doğalgaz tedarik etmeyeceklerdir. Kahire de elektrik faturalarını ödemeye hiç niyeti olmayan yahut az bir ödeme yapacak olan Lübnanlı kullanıcılara fon sağlamak istemeyecektir” denildi. Buna karşın Dünya Bankası'nın kuzeye tedarik edilen elektrik enerjisini veya Lübnan'a sağlanan doğalgazı ödeyeceği bildirildi. Ancak araştırmaya göre Arap ülkelerinden finansman sağlanması fikrinin gerçekleşme ihtimali zayıf ve bu fikir sadece Şam ve Beyrut ile Arap ülkeleri arasındaki temasları çerçevesinde kalıyor.
Araştırmada İsrail açısından, Suriye ve Lübnan'a doğalgaz tedarik etmeyi kabul etmenin ‘şüphesiz siyasi ilişkiler açısından şartlı veya bir çıkar çerçevesinde olacağına’ işaret edildi. Araştırmaya göre bu plan Lübnan’da devleti çöküşün eşiğinden kurtarmaya yardımcı olacak. Bu da Hizbullah ve İran'ın çıkarına hizmet edecek. Ayrıca araştırmada, İran'ın Suriye'nin güneyini işgal etmesinin, üç ülkenin sınırlarının birleştiği bölgenin esasen bir savaş sahası olduğu anlamına geldiği, bunun da Batılı ülkelerin Rusya'nın Suriye'nin güneyinde genişlemesine üstü kapalı olarak verdikleri desteği açıkladığı belirtildi. Lübnan ve İsrail'in ortak deniz sınırları üzerinde bir uzlaşmaya varamaması da esas olarak petrol ve doğalgaz rezervleriyle ilgili bir biriyle çelişen iddialardan kaynaklanıyor.

Suriye ne olacak?
Suriye'de savaşın başlamasının üzerinden geçen on bir yılın ardından, tükenmişlik ve ekonomik sömürü, Arap ülkeleri arasında Suriye rejimini iyileştirme ve Şam ile ilişkileri normalleştirme yönünde artan bir eğilimi körüklüyor. Biden yönetimine, Trump yönetiminden birçok yönden hırslı olarak kabul edilen bir Suriye politikası ve ‘hem Suriye rejimine hem de müttefiklerine müzakere edilmiş bir çözüm bulmaları için baskı yapan’ bir politika miras kaldı.
ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, 2018 yılında Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'ne bu konuda şunları söylemişti:
“ABD, Suriye'nin yeniden inşasına yardım etmeyecek. Aynı şekilde Cenevre'de yeni bir anayasa oluşturulmasını ve Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde özgür, adil ve Suriye halkının iradesini yansıtan seçimlerin yapılmasını öngören 2254 sayılı BMGK kararı çerçevesinde güvenilir bir siyasi sürecin oluşturulamaması nedeniyle bu konuda yardımcı olmaya çalışan diğer ülkelere de destek olmayacak. DEAŞ’ın yenilgisini kalıcı hale getirmek için Suriye'deki varlığımızı sürdürürken, bir yandan da İranlı güçlerin Suriye'nin tamamından çekilmesi konusundaki stratejik hedefe de bağlıyız.”
ABD, bu tutumuyla yalnızca Suriye'yi yeniden inşa etme çabalarını caydırmakla kalmadı, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i siyasi olarak izole etmek amacıyla diğer ülkeleri, Şam ile daha yakın diplomatik ilişkiler kurma çabalarından uzaklaştırdı.
Bu adımların yanı sıra Haziran 2020 tarihinde yürürlüğe giren ve Suriye rejimine yönelik askeri olmayan baskının çekirdeğini oluşturan Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası’nda öngörülen prosedürler başta olmak üzere ABD ve Avrupa Birliği (AB) tarafından Suriye rejimine ekonomik yaptırımlar uygulandı.
Araştırmanın yazarları bu konuda ise şunları yazdılar:
“ABD’nin uyguladığı politika tutarlı bir politika olsa da başarılı değildi. Elbette Esed, Donald Trump’ın başkanlığı sırasında büyük ölçüde uluslararası arenadan uzak kaldı. Ancak Rusya'nın desteğiyle rejim, uluslararası baskılara dayanabildi ve BMGK’nın 2254 sayılı kararında herhangi bir ilerleme kaydedilmesine izin vermedi.”
Şam ile son zamanlardaki bölgesel ilişkilerin çoğu Lübnan'a İran’ın enerji tedarikine alternatif olarak getirilen ABD destekli enerji tedariki planına bağlanmış durumda. İki plan önerildi. İlki Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden aktarılması. İkincisi ise Mısır (veya İsrail) doğalgazının Ürdün ve Suriye üzerinden bir boru hattı aracılığıyla taşınması. Bu plan her ne kadar Şam'a ekonomik olarak yarar sağlayacak olsa da Biden yönetimi bu çabaları destekliyor. Fakat Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Suriye ile ilgili vizyonları Lübnan'a enerji tedariki meselesinin çok ötesine geçiyor.

Ürdün’ün çıkışı
Ürdün, son dönemde Suriye ile normalleşmek için en dikkat çeken adımlardan bazılarını attı. Suriyeli üst düzey yetkililerle birçok görüşmeye ev sahipliği yaptı. Suriye Devlet Başkanı Esed ile Ürdün Kralı 2. Abdullah arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Ürdün Kralı, bir röportajında Batı kamuoyuna ekonomi ve kaynak ile ilgili nedenler ve ülkede Şam ile daha aktif etkileşim kurmayı gerektiren 650 binden fazla Suriyeli mültecinin varlığından ötürü Ürdün’ün yakın komşusu Suriye görmezden gelemeyeceğini anlatmıştı.
Amman ve Şam arasındaki resmi ilişkilerin bir kısmı güvenlik meselesiyle ilgiliyken büyük çoğunluğu ekonomik meselelerle ilgilidir. Dünya Bankası'nın verilerine göre Ürdün’de işsizlik oranları yüzde 25'e ulaşırken gençler arasındaki işsizlik oranları eşi-benzeri görülmemiş ve sürdürülemez bir oran olan yüzde 50'ye yükselmiş durumda. Aynı zamanda ülke halen Kovid-19 salgınından kaynaklanan ekonomik yansımalarla boğuşuyor. Verilere göre ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasını (GSYİH) 2020 yılında yüzde 1,5 oranında küçüldü.
Ürdün açısından Suriye ile ekonomik ilişkilerin yeniden kurulması, hem ticaret yapılması hem de ürünlerinin Türkiye ve Avrupa'ya geçişi için büyük bir ekonomik potansiyeli temsil ediyor. Ürdün'ün Suriye sınırını yeniden açmasının şimdiye kadar ticaret üzerinde sınırlı bir etkisi oldu. Çünkü Ürdünlü işadamları halen yürürlükte olan sert yaptırımlar nedeniyle savaş öncesi ekonomik ilişkileri yeniden kurma konusunda isteksizler. Ancak orta ve uzun vadede Suriye'nin yeniden inşasının Ürdün üzerinde önemli bir etkisi olabilir.
Ancak Şam'ın yeniden Arap ülkeleri arasındaki yerine geri dönmesi ve toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması çağrılarının kaynağı ekonomik olmaktan ziyade siyasidir. Bazıları bunun Suriye’nin İran Farisiciliğinden uzaklaşıp Arapçılığa yaklaşmasının bir teyidi olduğuna inanıyor. Türkiye de bazı Arap ülkelerinin Esed'in yeniden eski konumuna getirilmesini körükleyen nedenler arasında yer alıyor. Mart ayında yapılan Arap Birliği (AL) Zirvesi’nde bakanlar, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesini şiddetle eleştirdiler ve Türk güçlerinin ülkeden çekilmesi çağrısında bulundular. Ama son günlerde, Arap ülkelerinin Ankara ile diyalog içinde olduğu bir dönemde, Şam'ın 40 yılı aşkın bir süredir stratejik ortağı olan Tahran'la ilişkilerini kesmeyi başarıp başaramayacağına dair soru işaretleri oluşmaya başladı.
Şimdiye kadar ne Mısır ne de Ürdün, ABD’nin öncülüğündeki enerji girişimini destekleme konusunda çıkarlarının İran’ın bölgeye daha fazla nüfuz etmesini engellemekle bağlantılı olduğunu belirtmeseler de Suriye üzerinden Lübnan'a bir ihracat yapma planına destek verdiler. Ürdün Kralı Abdullah, geçtiğimiz yaz Lübnan’da yeni bir mülteci krizine yol açabilecek bir ‘insani felaketin’ önlenmesinden bahsederken, Ürdün Başbakanı, ülkesinin kardeş ülke Lübnan'daki vatandaşlar için elinden gelenin en iyisini yapacağını söyledi. Mısır Petrol Bakanı Tarık el-Molla ise geçtiğimiz Eylül ayında Mısır'ın Lübnan halkının omuzlarındaki ekonomik yükü hafifletmek, Lübnan'ın istikrarına katkıda bulunmak istediğini ifade etti.

ABD ve yaptırımlar
ABD’nin derhal cevap bulunması gereken siyasi soru var. O da elektriğin ve muhtemelen doğalgazın, Sezar Yasası da dahil olmak üzere Şam'a yönelik ABD yaptırımlarını ihlal etmeden Suriye topraklarından taşınıp taşınamayacağıdır. Elektrik enerjisi, Ürdün, Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin toprakları, Libya ve Türkiye olmak üzere sekiz ülke ile bölge genelinde elektrik şebekesi ara bağlantı projesine aracılığıyla iletiliyor. Ancak bunun için ayrı bağlantı hatları kullanmak yerine mevcut hatlar kullanılacak.
Araştırmada bunun ilgili olarak şunlar yazıyor:
Suriye’nin kendi ürettiği enerjinin aktarıldığı elektrik ağı, ülke genelinde çok sayıda sivil ve güvenlik tesisine bağlanıyor. Bu nedenle, Ürdün'den Suriye'ye giren elektrik teoride hastanelere veya ülkenin batısındaki diğer insani yardım merkezlerine tahsis edilebilirken, Sezar Yasası'nın yazılı ve sözlü olarak hedeflediği sayısız gözaltı tesisini de doğrudan besliyor. Suriye’nin elektrik ağı, askeri hava üslerinin yanı sıra silah tesislerini de elektriğe kavuşturuyor.”
Bu da eğer proje Dünya Bankası tarafından veya ayni takas yoluyla finanse edilirse anlaşmanın ayrıntılarını karmaşıklaştıran bir ‘yaptırım ihlali’ anlamına geliyor. Ayrıca resmi petrol şirketi gibi yaptırım uygulanan Suriye’nin devlet kurumlarına da katkı sağlaması mümkün.
Yaptırım dosyasının dışında geriye Şam'ın finansal yahut finansal olmayan çıkarlar elde edip etmeyeceği ve ABD ile Rusya arasındaki uzlaşı çerçevesinde sınır ötesi insani yardımların geçişini kolaylaştırmak da dahil olmak Suriye rejimini bir takım tavizler vermeye ‘motive etmek’ için yapılan bir takasın parçası olup olmadığı soruları kalıyor.
Bu arada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Joe Biden'ın Cenevre'deki temsilcileri, bir BMGK kararıyla uzlaşının süresini 10 Ocak’a kadar uzatılması için çalışıyorlar.



‘Parçalanmış demokrasi’... Gazze Savaşı’nda Fransız üniversiteleri ne yaptı?

Fransız çevik kuvvet polisi, Pazartesi günü bir öğrenci oturma eylemini dağıtmak için Sorbonne Üniversitesi kampüsüne girmeye hazırlanıyor. (EPA)
Fransız çevik kuvvet polisi, Pazartesi günü bir öğrenci oturma eylemini dağıtmak için Sorbonne Üniversitesi kampüsüne girmeye hazırlanıyor. (EPA)
TT

‘Parçalanmış demokrasi’... Gazze Savaşı’nda Fransız üniversiteleri ne yaptı?

Fransız çevik kuvvet polisi, Pazartesi günü bir öğrenci oturma eylemini dağıtmak için Sorbonne Üniversitesi kampüsüne girmeye hazırlanıyor. (EPA)
Fransız çevik kuvvet polisi, Pazartesi günü bir öğrenci oturma eylemini dağıtmak için Sorbonne Üniversitesi kampüsüne girmeye hazırlanıyor. (EPA)

Fransa Başbakanı Gabriel Attal, altı ayı aşkın bir süredir devam eden ve en az 34 bin kişinin ölümüne neden olan Gazze Şeridi'ndeki katliamı protesto etmek için ABD'den Fransız üniversitelerine ve enstitülerine ulaşan öğrenci hareketine karşı yetkililerin sert tutumunu somutlaştırmak istiyor.

Endişe verici sayıdaki ölüme ek olarak on binlerce yaralı ve açlıktan ölüm gibi başlıkları olan bu insani kriz, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'i Gazze'yi İkinci Dünya Savaşı'nda tamamen yok edilen Alman şehirlerine benzetmeye sevk etti.

Attal geçtiğimiz Cumartesi günü, Paris'teki Siyasal Bilimler Enstitüsü'nde devam eden öğrenci gösterilerini ‘üzücü ve şok edici bir hareket’ olarak yorumlayarak, “Öğrencilerimize ve öğretim görevlilerimize kendi kurallarını dayatmaya çalışan aktif ve tehlikeli bir azınlığa tolerans gösterilmeyecektir” dedi.

ferth
Fransa Başbakanı Gabriel Attal, geçtiğimiz Cumartesi günü bir dizi yetkiliyle birlikte gerçekleştirdiği tur sırasında (AFP)

Sloganı ‘eğitim sektörüne güç ve prestij kazandırmak’ olan Başbakan, enstitü ve üniversitelerin kapatılmasını ve eğitimin engellenmesini eleştirerek, oklarını ‘siyasi güçlere’, özellikle de ‘çalışmaların devamını engellemeye çalışan azınlığın’ provokatörü olarak gördüğü Boyun Eğmeyen Fransa Partisi’ne (LFI) yöneltti.

Sorbonne Üniversitesi

Siyasal Bilimler Enstitüsü'nde yaşananlar tarihi Sorbonne Üniversitesi'ne de sıçradı ve onlarca öğrenci üniversitenin avlusunda oturma eylemi yaptı. Üniversite yönetimi güvenlik güçlerini çağırmadan önce oturma eylemini dağıtmak, çadırları kaldırmak ve protestocuları uzaklaştırmak için müdahale etti.

Yaygın olarak dolaşıma sokulan videolar polisin protestoculara karşı uyguladığı şiddeti gözler önüne serdi. Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre, güvenlik güçleri geldiğinde orada bulunan Sorbonne öğrencisi Louis Mazer şunları söyledi: “Birçok Amerikan üniversitesinde olduğu gibi biz de çadırlar kurduk. Filistin'de yaşananlar ve Gazze Şeridi'nde devam eden soykırım hakkında farkındalık yaratmak için elimizden geleni yapıyoruz. Polis hızla geldi, çadırları yıktı, öğrencileri yakalarından tutup yerlerde sürükledi. Bu kabul edilemez. Tamamen şok olduk.”

frgbthyn
Gazze yanlısı öğrenciler Pazartesi günü Paris'teki Sorbonne Üniversitesi önünde protesto gösterisi düzenledi. (EPA)

Üniversite kampüsünde yaşananları protesto etmek amacıyla Sorbonne'un dışında yüzlerce öğrenci, polis müdahalesini ve Gazze Şeridi'nde devam eden katliamı protesto eden spontane bir gösteri düzenlendi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre bir polis kaynağı şiddet kullanıldığını reddederek, ‘tahliye işleminin sadece birkaç dakika sürdüğünü ve herhangi bir sorun yaşanmadan barışçıl bir şekilde gerçekleştirildiğini’ doğruladı.

Daha önce, günlerce süren öğrenci protestolarının ardından Siyasal Bilimler Enstitüsü yönetimi, öğrenci temsilcileriyle protestoculara karşı yasal işlemleri geri çekme ve Perşembe gününü Gazze'deki durumla ilgili bir diyaloğa ayırma konusunda anlaşmaya vararak kampüste polis müdahalesini önlemeyi başarmıştı.

Sorbonne Üniversitesi ve Siyasal Bilimler Enstitüsü öğrencileri, İsrail'in kınanması ve İsrail ile bu iki eğitim kurumu arasındaki iş birliğinin sona erdirilmesi çağrısında bulundu. Fransa Ulusal Öğrenci Birliği, geçtiğimiz Pazartesi günü bir bildiri yayınlayarak üniversitelerde ‘yoğunlaştırılmış seferberlik’ çağrısında bulundu. Aşırı solcu LFI da destekçilerini eylemcilere destek vermeye ve katılmaya çağırdı.

Fransa Ulusal Öğrenci Birliği bir açıklama yayınlayarak ‘seferberlik’ çağrısında bulundu ve ‘kendilerini susturma girişimleri’ olarak nitelendirdiği bu durumu kınamak için ‘meşru’ gördükleri tüm yöntemlere başvuracaklarını duyurdu.

Yargıya başvurmak

Öğrencilerin sesini bastırmak ve kampüslerde protestoların genişlemesini önlemek için güvenlik güçlerinin kullanılmasına paralel olarak, Gazze'ye destek açıklamalarını caydırmak için kullanılan bir başka araç daha var: mahkemeye gitmek ve şikâyette bulunmak.

Sayıları onlarca olan bu şikayetler iki ana suçlama etrafında dönüyor: ‘terörizmi yüceltmek ve antisemitizm’. Söz konusu suçlama ve şikayetlere üç kuruluş öncülük ediyor: Avrupa Yahudi Örgütü, Fransa'daki Yahudi Kurumları Temsil Konseyi ve Fransız Yahudi Gençliği.

Davaların boyutunu göstermek için geçtiğimiz Ekim ayından bu yana ‘terörizmi yüceltmek’ ya da ‘antisemitizm’ suçlamasıyla 386 dava açıldığını belirtmek yeterli olacaktır.

LFI parlamento grubu başkanı Mathilde Panot dün (Salı), yaklaşık yedi ay önce, 7 Ekim'de yaptığı ve Hamas'ın yaptıklarını ‘Filistin güçlerinin silahlı saldırısı’ olarak nitelendirdiği bir açıklamaya dayanılarak Avrupa Yahudi Örgütü tarafından ‘terörizmi yüceltme’ suçlamasıyla Paris'teki Kriminal Polis Müdürlüğü merkezine geldi.

gbfthn ht
Boyun Eğmeyen Fransa Partisi (LFI) parlamento grubu başkanı Mathilde Panot, dün (Salı) ifade vermeden önce açıklamalarda bulunuyor. (AFP)

Aynı gün Filistin asıllı Fransız avukat Rima Hasan, Le Crayon dergisine verdiği ve Hamas'ın yaptıklarını ‘meşru bir eylem’ olarak nitelendirdiği röportaj nedeniyle benzer bir suçlamayla ifade vermeye çağrıldı.

Avrupa Parlamentosu seçimleri için LFI listesinden aday olan Rima Hasan, bu iddiaya yanıt olarak ‘açıklamasının bağlamından koparıldığını’ ve hangi taraftan gelirse gelsin ‘terörizmi’ doğal olarak kınadığını söyledi. Panot ifade vermeye gitmeden önce, yüzlerce protestocu Panot'un ifade vermeye çağrılmasını ve uygulanan siyasi sansürü kınamak üzere toplandı. Panot yaptığı kısa konuşmada, “Hangi demokraside siyasi aktivistlere ve sendikacılara karşı terörle mücadele yöntemleri kullanılır?” diye sordu.

İsrail lobisi

Panot, “Beni ve diğerlerini ‘terörizmi yüceltmek’ ve ‘antisemitizm’ suçlamalarıyla kovalayan İsrail yanlısı kuruluşlara, açtıkları davaların bizi susturamayacağını söylemek istiyorum” dedi.

Rima Hasan da ‘Gazze katliamları’ olarak tanımladığı olaylara atıfta bulundu. Ünlü Fransız-Yahudi avukat Gisele Halimi'nin bir zamanlar söylediği “Dünya Holokost'un barbarlığın mutlak sonu olacağını ummadı mı?” ifadesini aktararak Gazze Şeridi'nde yaşananların da benzer bir Holokost olduğunu ima etti.

fvgtyhn
Filistin asıllı Fransız avukat Rima Hasan, dün (Salı) Boyun Eğmeyen Fransa Partisi (LFI)  tarafından düzenlenen bir mitingde konuşuyor. (AFP)

Eski cumhurbaşkanı adayı ve LFI lideri Jean-Luc Melenchon, 23 Nisan'da X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, bazı isimlerin ifade vermeye çağrılmasını “Gazze'deki katliamı korumak için tasarlanmış, Fransız demokrasi tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir olay” olarak nitelendirdi.

Melenchon'un kendisine de Rima Hasan'ın katılımıyla Lille kentinde düzenlenmesi planlanan basın toplantısından iki kez menedildiğinde yaptığı açıklamalar nedeniyle Eğitim Bakanı’nın talebi üzerine soruşturma açıldı.

Melenchon dün X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, Rima Hasan’a atıfta bulunarak “Fikirleri nedeniyle polis soruşturması altında olan bir aday var. Fransız demokrasisi paramparça olmuş durumda ve dünya bize hayretle bakıyor” ifadelerini kullandı.

En büyük iki topluluk

LFI, muhalifleri tarafından Gazze savaşını istismar etmek ve ‘seçimlerde oy toplamak amacıyla’ Filistinlilerin yanında yer almakla suçlanıyor. Aşırı sağ ve geleneksel sağ, eski Başbakan Edouard Philippe'in lideri olduğu Ufuklar Partisi ve eski bakan François Bayrou'nun lideri olduğu Demokratik Hareket ile birlikte partiyi en çok eleştirenler arasında yer alıyor.

Her seçim döneminde Melenchon ve partisine yönelik saldırılar yoğunlaşıyor. Sağ kesim, eleştirmenlerin iddia ettiği gibi özellikle büyük şehirlerin banliyölerindeki göçmenlerin, onların çocuklarının ve Müslümanların oylarını çekmeye çalışan LFI’yı ‘solcu-İslamcı ittifak’ olarak adlandırmayı seviyor.

LFI, Haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için Gazze'deki Filistinlilerin savunulmasını, kampanyasının ana odağı haline getirdi. Gazze savaşı, Batı Avrupa'daki en büyük Müslüman ve Yahudi topluluklarının yaşadığı Fransa'da son derece bölücü bir nitelik taşıyor.

Savaşın başlangıcında Fransız yetkililer kamu düzenini bozacağı endişesiyle Filistin yanlısı gösterileri yasaklamıştı. Ancak mahkeme kararları hükümetin kararlarını bozdu. O tarihten bu yana her Cumartesi başkent sokaklarında ve birçok Fransız şehrinde gösteriler düzenleniyor.


İsrail, Lübnan'ın güneyindeki Aitaroun kasabasının eteklerine baskın düzenledi

İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Kfar Shuba köyüne düzenlediği baskının ardından r yükselen dumanla (Arşiv- AFP)
İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Kfar Shuba köyüne düzenlediği baskının ardından r yükselen dumanla (Arşiv- AFP)
TT

İsrail, Lübnan'ın güneyindeki Aitaroun kasabasının eteklerine baskın düzenledi

İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Kfar Shuba köyüne düzenlediği baskının ardından r yükselen dumanla (Arşiv- AFP)
İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Kfar Shuba köyüne düzenlediği baskının ardından r yükselen dumanla (Arşiv- AFP)

Lübnan Ulusal Haber Ajansı bugün (Çarşamba) yer alan haberde, İsrail savaş uçaklarının dün gece geç saatlerde ülkenin güneyindeki Aitaroun kasabasının eteklerine baskın düzenlediği belirtildi.

Lübnan medyası ise İsrail savaş uçaklarının Kafr Kila, Mays El Cebel kasabalarının eteklerine çok sayıda baskın düzenlediğini bildirdi.


Husi medyası: Hudeyde'deki Ras İsa'ya Amerikan-İngiliz saldırısı

ABD ve İngiltere, grubu zayıflatmak amacıyla Husi bölgelerine hava saldırıları düzenliyor (EPA)
ABD ve İngiltere, grubu zayıflatmak amacıyla Husi bölgelerine hava saldırıları düzenliyor (EPA)
TT

Husi medyası: Hudeyde'deki Ras İsa'ya Amerikan-İngiliz saldırısı

ABD ve İngiltere, grubu zayıflatmak amacıyla Husi bölgelerine hava saldırıları düzenliyor (EPA)
ABD ve İngiltere, grubu zayıflatmak amacıyla Husi bölgelerine hava saldırıları düzenliyor (EPA)

Husilere ait " el-Mesire " televizyonu dün (Salı) Amerikan-İngiliz uçaklarının, Hudeyde kentine bağlı es-Salif ilçesindeki Ras İsa bölgesini bombaladığını bildirdi. Kanal olayla ilgili daha fazla ayrıntı vermedi.

Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) göre ABD ve İngiltere, Husilerin seyrüsefer özgürlüğünü tehlikeye atma, küresel ticareti tehdit etme kabiliyetini zayıflatmak amacıyla Husi bölgelerine zaman zaman hava saldırıları düzenliyor.

Husi grubu, 7 Ekim’den bu yana İsrail saldırısı altında olan Gazze Şeridi ile dayanışma amacıyla, Kızıldeniz'de İsrail şirketlerine ait olduğunu ya da İsrail’in işlettiğini söylediği, İsrail'e mal taşıyan veya İsrail'den mal götüren gemileri hedef alıyor


Lübnan'da silahlı grupların çoğalması endişeleri artırıyor

Bir Cemaat-i İslami üyesinin Beyrut'taki cenaze töreninden (AP)
Bir Cemaat-i İslami üyesinin Beyrut'taki cenaze töreninden (AP)
TT

Lübnan'da silahlı grupların çoğalması endişeleri artırıyor

Bir Cemaat-i İslami üyesinin Beyrut'taki cenaze töreninden (AP)
Bir Cemaat-i İslami üyesinin Beyrut'taki cenaze töreninden (AP)

Lübnanlı ve Filistinli beş silahlı grubun güney cephesindeki askeri faaliyetleri Lübnan'ın siyasi gündemini meşgul ediyor. Lübnan’ın ülkenin güneyindeki son savaş sırasında ağır silahlarıyla ortaya çıkan ‘direniş grupları’ tarafından kullanılan silahları toplama sorunuyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Lübnanlı yetkililer, iç savaştan bu yana alışılagelmiş bir durum olarak bireysel silahlar Lübnanlıların elindeyken ağır silahların Hizbullah, Emel Hareketi ve Cemaat-i İslami üyelerinin yanı sıra İzzettin el-Kassam Tugayları ve İslami Cihad Hareketi gibi Filistinli grupların eline geçtiğini fısıldadılar.

Silahlı grupların çoğalması ülkede endişe yaratırken, bazılarının onlarca bazılarının yüzlerce üyesi olan grupların savaşçı sayısına ilişkin güvenlik birimleri tam bir tahminde bulunamıyor.

Bu mesele, ilgili ‘endişelere’ ve savaşın sona ermesinden sonra nasıl ele alınacağına ilişkin soru işaretlerine rağmen henüz siyasi partiler ve güçler arasında siyasi düzeyde tartışılmadı. Siyasi güçlerin hiçbiri ‘bu yeni gerçeklikle nasıl başa çıkılacağına’ dair bir vizyona sahipmiş gibi görünmüyor.

Değişim Bloğu’ndan milletvekili İbrahim Muneymine, devletin kontrolü dışındaki silahların kabul edilmesi kültürünün sürdürülmesini ve silahların yeni siyasi denklemler dayatmak için kullanılmasını reddetti.

Eski Meclis Başkan Yardımcısı Elie el-Ferezli ise devletin kontrolü dışındaki silahlar sorununun çözümüne dair tek garantinin cumhurbaşkanının seçilmesinden başlayarak anayasanın uygulanması olduğunu vurguladı.


Bağımsız bir Filistin devletinin tanınması, iki devletli çözümle ilgili müzakerelerin önünü açabilir

BM Genel Kurulu genel oturumundan bir kare (Arşiv - Reuters)
BM Genel Kurulu genel oturumundan bir kare (Arşiv - Reuters)
TT

Bağımsız bir Filistin devletinin tanınması, iki devletli çözümle ilgili müzakerelerin önünü açabilir

BM Genel Kurulu genel oturumundan bir kare (Arşiv - Reuters)
BM Genel Kurulu genel oturumundan bir kare (Arşiv - Reuters)

Analistler sembolik olmasına rağmen mayıs ayında bazı Avrupa ülkeleri tarafından tanınması beklenen bağımsız Filistin devletinin, Batı’nın Gazze’deki çatışmayı çözmek için savunduğu iki devletli çözüm müzakerelerinin önünü açabileceğini düşünüyorlar.

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, pazartesi günü Riyad'da yaptığı açıklamada aralarında Belçika, İrlanda, Malta, Slovenya ve İspanya'nın da bulunduğu bazı Avrupa ülkelerinin mayıs ayında Filistin devletini tanıdıklarını açıklamalarını beklediğini söyledi.

Akdeniz ve Ortadoğu Araştırmaları ve Çalışmaları Enstitüsü'nden (iReMMO) Agnès Levallois, “Her şeyden önce bu, Filistinlilerin hayatını değiştirmeyecek sembolik bir jestten ibaret olsa da İsrail'i bağımsız bir Filistin devletini tanımaya zorlamak için bir baskı aracı olabilir” değerlendirmesinde bulundu. Ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Joe Biden yönetimi ve AB ülkelerinin uzun vadeli tek çözüm olarak gördüğü Filistin devletinin tanınmasına karşı çıkıyor.

Merkezi Cenevre'de bulunan Arap Dünyası ve Akdeniz Araştırma Merkezi'nin (CERMAM) Direktörü Hüsnü Abidi, Hamas Hareketi’nin 7 Ekim'de İsrail'in güneyinde gerçekleştirdiği ve daha önce eşi ve benzeri görülmemiş saldırının ardından Netanyahu’nun bağımsız bir Filistin devletinin tanınmasını Hamas’a verilecek bir ödül olarak gördüğünün altını çizdi.

Ancak Avrupalıların Netanyahu’nun aksine bağımsız bir Filistin devletini tanımanın, Filistin Yönetimi’ni güçlendirip Hamas'ın konumunu zayıflatarak Filistinlilerin haklarını tesis etme yolunda atılacak bir adım olduğuna inandıklarını vurgulayan Abidi, “Bu da ne Hamas ne de Netanyahu için güçlü bir nokta olmayan barış dinamiğini güçlendirecek” dedi.

Fransa'nın eski Katar ve Suudi Arabistan Büyükelçisi Bertrand Besancenot ise Filistin devletinin Avrupa ülkeleri tarafından tanınmasının Netanyahu'nun tutumu üzerinde doğrudan bir etkisi olmayacağını düşünüyor. Bunun Netanyahu’yu kızdıracağını, ama fikirlerini değiştireceğini düşünen Besancenot, “Öte yandan Avrupa tarafından bu yönde bir hareketi olduğunu ve bu konu masada değilmiş gibi davranamayacağımızı göstermemiz, Biden yönetiminin Netanyahu üzerindeki baskısını artırmasına yardımcı olacaktır” şeklinde konuştu.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, 10 Nisan’da İspanyol milletvekillerine yaptığı bir konuşmada, bağımsız bir Filistin devletini tanımanın ‘Avrupa'nın jeopolitik olarak çıkarına olduğunu’ söyledi.

Sanchez, birkaç gün önce İrlanda, Malta ve Slovenya başbakanlarıyla birlikte, İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne ‘olumlu bir katkıda bulunması halinde bağımsız bir Filistin devletini tanımaya hazır olduklarını’ belirten ortak bir bildiriye imza atmıştı.

İki devletli çözüm stratejisine dahil

Öte yandan Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne, Riyad'daki toplantılar sırasında mevkidaşlarına bağımsız bir Filistin devletini tanıma meselesinin Fransa için bir tabu olmadığını, ancak bunun iki devletli bir çözüme yönelik küresel bir strateji çerçevesinde faydalı olması gerektiğini söyledi.

Ancak Levallois, başka herhangi bir somut gelişme olmaksızın ‘sadece vicdanları rahatlatmak için’ bağımsız bir Filistin devletini tanımanın ‘gerçek bir tuzak olabileceği’ uyarısında bulundu.

Bugüne kadar Birleşmiş Milletler (BM) üyesi 193 ülkeden 137'si bağımsız bir Filistin devletinin tanınması kararını kabul etti.

New York Times (NYT) gazetesinde aralık ayı ortalarında yayınlanan bir makalede, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın danışmanlarından David Harden ve insani yardım aktivisti Larry Garber, Washington'ı benzer bir adım atamaya çağırdılar. Hamas'ın ‘nehirden denize kadar uzanan bir İslam devleti kurma emellerini baltalamanın bir yolu’ olarak bunun yapılması gerektiğini vurgulayan Harden ve Garber, böylece Filistinlilerin bağımsızlık hayallerini gerçekleştirmek için çalışacak yeni liderler seçmeye teşvik edileceğini belirttiler.


Netanyahu Refah’a kara saldırısıyla ateşkesi birbirinden ayrı tutuyor

ABD CENTCOM tarafından dün yayınlanan ve insani yardımların ulaştırılması için bir liman inşa etme çalışmaları çerçevesinde Gazze Şeridi açıklarında yüzen iskeleyi gösteren fotoğraf (AP)
ABD CENTCOM tarafından dün yayınlanan ve insani yardımların ulaştırılması için bir liman inşa etme çalışmaları çerçevesinde Gazze Şeridi açıklarında yüzen iskeleyi gösteren fotoğraf (AP)
TT

Netanyahu Refah’a kara saldırısıyla ateşkesi birbirinden ayrı tutuyor

ABD CENTCOM tarafından dün yayınlanan ve insani yardımların ulaştırılması için bir liman inşa etme çalışmaları çerçevesinde Gazze Şeridi açıklarında yüzen iskeleyi gösteren fotoğraf (AP)
ABD CENTCOM tarafından dün yayınlanan ve insani yardımların ulaştırılması için bir liman inşa etme çalışmaları çerçevesinde Gazze Şeridi açıklarında yüzen iskeleyi gösteren fotoğraf (AP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu dün Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan Refah’a karar saldırısı planını, Hamas Hareketi ile olası ateşkes anlaşmasından ve iki taraf arasında rehine ve tutuklu takası için Mısır'ın desteklediği müzakerelerin geleceğinden ayrı tutmaya çalıştı.

Uluslararası ve bölgesel çevreler Hamas Hareketi tarafından ateşkes önerisine verilecek yanıtı beklerken Netanyahu, hükümetindeki aşırı sağcıların Refah'a kara saldırısının yapılması çağrılarına destek verdi. Netanyahu, Gazze'de öldürülen İsrail askerlerinin ve Hamas’ın elindeki rehinelerin aileleriyle bir araya geldiği toplantıda “Refah'a gireceğiz. Anlaşma olsun ya da olmasın Hamas'a asla teslim olmayacağız” ifadelerini kullandı.

Öte yandan Kahire, Gazze'de ateşkes ilan edilmesi için gayret gösteriyor. Eğer ateşkes sağlanırsa, İsrail'in Mısır sınırı yakınlarındaki Refah'a geniş çaplı kara saldırısının ‘ertelenme ihtimali’ söz konusu. Müzakerelere dair bilgilerini Şark’ul Avsat’la paylaşan Mısırlı bir kaynak, ateşkes anlaşmasının önündeki zorlukların azaldığını ve önerilerin ayrıntılarında önemli bir sorun olmadığını söyledi. Kaynak, söz konusu zorlukların artık tarafların anlaşmayı sonuçlandırma iradesine ve arzusuna bağlı olduğunu belirtti.

Diğer taraftan Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından görevlendirilen Temas Grubu'nun, pazartesi günü Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanları ve temsilcileriyle yaptığı toplantıda, Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona erdirilmesi ve iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için gerekli adımların atılmasına yönelik çabalara destek vurgulandı. Ayrıca uluslararası hukuk ve üzerinde mutabık kalınan ilkeler uyarınca, iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için güvenilir ve geri dönülemez yola dair kapsamlı bir yaklaşım benimsenmesinin önemi ve gerekliliğinin altı çizildi.


Husiler, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'nda iki Amerikan destroyeri ve iki geminin hedef alındığını duyurdu

Sanaa'daki bir meydanda sergilenen Husi insansız hava araçları ve füzeleri (AP)
Sanaa'daki bir meydanda sergilenen Husi insansız hava araçları ve füzeleri (AP)
TT

Husiler, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'nda iki Amerikan destroyeri ve iki geminin hedef alındığını duyurdu

Sanaa'daki bir meydanda sergilenen Husi insansız hava araçları ve füzeleri (AP)
Sanaa'daki bir meydanda sergilenen Husi insansız hava araçları ve füzeleri (AP)

Husilerin askeri sözcüsü Yahya Saree dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'ndaki iki Amerikan muhribinin ve iki geminin bir dizi insansız hava aracıyla (İHA) hedef alındığını duyurdu.

Arap Dünyası Haber Ajansı'nın (AWP) haberine göre İsrail'in Eilat limanına gitmekte olan "Kiklad" gemisinin hedef alındığı ve isabet kaydedildiği açıklandı. "Orion" adlı diğer geminin ise İsrail'e ait olduğu ve Hint Okyanusu'nda İHA’lar tarafından hedef alındığı belirtildi.

İran destekli Husiler, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşına yanıt olarak yapıldığını söyleyerek Kızıldeniz'de birçok gemiye saldırdı.


Temas Grubu: Gazze'de ateşkes sağlanması yönündeki çabaları destekliyoruz

Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak görevlendirilen Temas Grubu toplantısından (SPA)
Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak görevlendirilen Temas Grubu toplantısından (SPA)
TT

Temas Grubu: Gazze'de ateşkes sağlanması yönündeki çabaları destekliyoruz

Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak görevlendirilen Temas Grubu toplantısından (SPA)
Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak görevlendirilen Temas Grubu toplantısından (SPA)

Gazze Şeridi'ndeki gelişmelerle ilgili olarak Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından görevlendirilen Temas Grubu'nun, Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanları ve temsilcileriyle yaptığı toplantıda, Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona erdirilmesi ve iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için gerekli adımların atılmasına yönelik çabalara destek vurgulandı.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Abdullah bin Ferhan ve Norveç Dışişleri Bakanı Espen Barth Eide'nin başkanlık ettiği toplantıya ilişkin yapılan açıklamada, Gazze'deki gelişmelere ilişkin Arap Birliği -İİT Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından görevlendirilen Temas Grubu'nun 29 Nisan'da (dün) Riyad'da Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanları ve temsilcileriyle bir araya gelerek Gazze'deki savaşın acilen sona erdirilmesi ve iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için gerekli adımların atılması ihtiyacını ele aldığı belirtildi.

Toplantıda derhal ateşkese varılması, esirlerin serbest bırakılması, Gazze'deki savaşın ve Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarındaki tüm yasadışı tek taraflı eylem ve ihlallerin sona erdirilmesi ve feci boyutlara ulaşan insani krizin ele alınması yönündeki çabalara destek ifade edildi. Aynı zamanda, İsrail-Filistin çatışmasına siyasi bir çözüm bulunması için siyasi bir yola girilmesinin önemi vurgulandı.

Bu çerçevede, iki devletli çözüm bağlamında Filistin devletinin kurulmasına yönelik somut adımlar tartışıldı. Bu tür adımların atılmasının aciliyeti ve pozisyonların koordine edilmesinin önemi vurgulandı. Toplantıda ayrıca Filistin devletinin henüz kendisini tanımamış devletler tarafından tanınması ve bu tanımanın zamanlaması ve bağlamı konusu da ele alındı.

Toplantıda, uluslararası hukuk ve üzerinde mutabık kalınan parametreler uyarınca iki devletli çözümün uygulanmasına yönelik inandırıcı ve geri dönülemez bir yola doğru bütüncül bir yaklaşım benimsenmesinin önemi ve gerekliliği vurgulandı. Ayrıca, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararları, Arap Barış Girişimi ve diğer ilgili girişimler de dâhil olmak üzere, istikrar, güvenlik, barış ve iş birliğinin hâkim olduğu bir bölgede devletler arasında normal ilişkilerin yolunu açacak, Filistin halkının haklarını, İsrail'in ve bölgenin güvenliğini karşılayacak adil ve kalıcı bir barışın sağlanması için bütüncül bir yaklaşım benimsenmesinin önemi vurgulandı.

Toplantıda ayrıca devlet kurma çabalarına desteğin yoğunlaştırılması gerektiği, yeni Filistin hükümetine destek ve Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi'nde tek bir Filistin hükümetinin önemi vurgulandı.

Toplantıya şu ülkelerin dışişleri bakanları ve temsilcileri katıldı: Bahreyn, Portekiz, Cezayir, Ürdün, Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İspanya, İrlanda, İtalya, Belçika, Türkiye, Slovenya, Fransa, Almanya, Mısır, Katar, Filistin, İspanya ve Birleşik Krallık.


İsrail ordusu Mısır sınırı yakınında şüpheli gördüklerini vuruyor

 İsrail'in Gazze Şeridi sınırı yakınındaki İsrail askerleri... İsrail 30 Nisan 2024 (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi sınırı yakınındaki İsrail askerleri... İsrail 30 Nisan 2024 (Reuters)
TT

İsrail ordusu Mısır sınırı yakınında şüpheli gördüklerini vuruyor

 İsrail'in Gazze Şeridi sınırı yakınındaki İsrail askerleri... İsrail 30 Nisan 2024 (Reuters)
İsrail'in Gazze Şeridi sınırı yakınındaki İsrail askerleri... İsrail 30 Nisan 2024 (Reuters)

İsrail ordusu bugün (Salı) yaptığı açıklamada, askerlerinin Mısır sınırına yakın Cebel Harif bölgesinde bir grup şüpheliye ateş açarak çok sayıda kişiyi yaraladığını duyurdu.

Yapılan açıklamada olayla ilgili daha fazla ayrıntı verilmedi.


Netanyahu: İsrail, ateşkes anlaşması olsun ya da olmasın Refah'a girecek

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

Netanyahu: İsrail, ateşkes anlaşması olsun ya da olmasın Refah'a girecek

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bugün (Salı) yaptığı açıklamada, esir değişimi ve ateşkes anlaşmasına varılsa da varılmasa da İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde Hamas'a karşı bir operasyon düzenleyeceğini duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre Netanyahu, “Hedeflere ulaşmadan savaşı sona erdirme fikri önümüzdeki bir seçenek değil… Refah'tan sivillerin tahliyesi başladı” dedi.

Arap Dünyası Haber Ajansı'nın (AWP) haberine göre Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes müzakereleri ve esir takası konusunda bilgi sahibi bir kaynak bugün yaptığı açıklamada, iki taraf arasında bir anlaşmaya varılmasının yakın olduğunu ve uygulamayı engelleyen bazı sorunların hızla çözülmesi halinde, birkaç gün içinde anlaşmaya varılabileceğini belirtti.

Arabuluculara yakın olan kaynak, AWP’ye yaptığı açıklamada, Mısır'ın önerisinin her iki tarafça da kabul edildiğini, ancak sorunun Hamas'ın hangi nitelikteki (yaş, cinsiyet, sağlık durumu vs.) esirleri serbest bırakacağıyla ilgili olduğunu söyledi.

Hamas daha önce aralarında yaşlı, hasta ve kadınların da bulunduğu 20 esir belirleyebildiğini söylerken, İsrail tarafı 35 ila 40 arasında esirin serbest bırakılmasını talep etmişti.