Nahda Barajı hayaleti, Etiyopya’da hükümet toplantısıyla yeniden hortladı

Başbakan Abiy Ahmed başkanlığındaki Etiyopya hükümeti dün akşam baraj bölgesinde ilk toplantısını yaptı. Fotoğrafta, Abi Ahmed baraj projesini denetliyor (Etiyopya Hükümeti’nin Twitter hesabı)
Başbakan Abiy Ahmed başkanlığındaki Etiyopya hükümeti dün akşam baraj bölgesinde ilk toplantısını yaptı. Fotoğrafta, Abi Ahmed baraj projesini denetliyor (Etiyopya Hükümeti’nin Twitter hesabı)
TT

Nahda Barajı hayaleti, Etiyopya’da hükümet toplantısıyla yeniden hortladı

Başbakan Abiy Ahmed başkanlığındaki Etiyopya hükümeti dün akşam baraj bölgesinde ilk toplantısını yaptı. Fotoğrafta, Abi Ahmed baraj projesini denetliyor (Etiyopya Hükümeti’nin Twitter hesabı)
Başbakan Abiy Ahmed başkanlığındaki Etiyopya hükümeti dün akşam baraj bölgesinde ilk toplantısını yaptı. Fotoğrafta, Abi Ahmed baraj projesini denetliyor (Etiyopya Hükümeti’nin Twitter hesabı)

Etiyopya’daki Nahda (Rönesans) Barajı konusu, Etiyopya'daki iç gerilimler nedeniyle inşaatı ve işletmesini etkileyen altı ayı aşkın bir çıkmazın ardından birkaç gün önce yeniden gündeme geldi. Başbakan Abiy Ahmed liderliğindeki Etiyopya hükümeti, geçtiğimiz Çarşamba günü tüm bakanlıkların ve devlet kurumlarının çalışmalarının değerlendirildiği baraj sahasında (Mavi Nil üzerinde, Benishangul-Gumuz Bölgesi’nin doğusu) ilk bakanlar kurulu toplantısını gerçekleştirdi.
Mısır, toplantıyı ‘içeriye bir mesaj’ olarak değerlendirdi. Kahire, Etiyopya hükümetinin, isyancı Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’ne (TPLF) karşı savaşına paralel olarak, ‘halkın birleştiricisi’ olarak projeye olan ilgisini kanıtlama çabalarına işarette bulundu. Bu durumun Kahire ve Hartum ile durdurulan müzakereler konusundaki pozisyonuna yansımadığına dikkat çekildi. Etiyopya hükümeti de 2011'den beri inşaatı devam eden ve yüzde 82 oranında tamamlandığı belirtilen barajda ‘yakında’ ilk elektrik enerjisinin üretileceğini açıkladı.
Ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 20'sini karşılayan barajın iki türbininden 700 megavatlık üretim bekleniyor. Ancak söz konusu baraj, Nil Nehri’nden beslenen ülkelerin su yetersizliğinden endişe duyması nedeniyle Mısır ve Sudan’ın itirazıyla karşı karşıya.
Etiyopya'dan yapılan açıklamaya göre, hükümet toplantısında bakanlıkların ve hükümet kurumlarının son 100 gündeki çalışmaları ve Etiyopya'nın TPLF’ye karşı savaşı ışığında ekonomideki zorluklar ele alındı.
Etiyopya'da patlak veren iç savaşın yanı sıra Sudan'daki gerilimler, Nahda Barajı anlaşmazlığı konusundaki tartışmaları bir süre durdurmuştu. Mısır, Sudan ve Etiyopya, barajın doldurulması ve işletilmesi konusunda bir anlaşmaya varma umuduyla 10 yıldır aralıklı olarak müzakereler yürütüyor ve üç ülke arasındaki müzakerelerin son oturumu geçtiğimiz Nisan ayında yapıldı.
Geçtiğimiz Eylül ayı ortasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üç ülkeyi ‘makul bir süre içinde’ bağlayıcı bir anlaşmaya varmak amacıyla Afrika Birliği himayesinde müzakereleri sürdürmeye teşvik eden bir başkanlık bildirisini kabul etti.
Kahire Üniversitesi’nde Jeoloji ve Su Kaynakları Uzmanı Dr. Abbas Şaraki, Etiyopya hükümetinin ilk iki türbini mümkün olan en kısa sürede, belki günler veya haftalar içinde düşük bir seviyede (deniz seviyesinden 565 metre yükseklikte) çalıştırmaya başlayacağını düşünüyor. Söz konusu türbinlerin 2014 yılı sonunda çalıştırılması bekleniyordu. Şaraki, “Etiyopya yönetimi halka seslenirken, bu miktarda elektriğin Etiyopya nüfusunun yüzde 20’sine yeteceğine dair bir iddiası var. Ama hesaplara göre nüfusun yüzde 20’si değil yüzde 2’sinden azına yetiyor. Yaklaşık 7 milyon vatandaşa günde 8 saat dağıtabilir ve bu nedenle nüfusun sadece yüzde 6'sının elektriği günün üçte birlik kısmında sağlanacak. Bir milyon kilometrekarelik bir alana sahip olan Etiyopya'da elektrik dağıtabilecek bir şebeke yok” dedi.
Şaraki, Şarku'l Avsat yaptığı açıklamada, “Mevcut stokun 3 milyar metreküpünü Mısır ve Sudan’a iletecek olmasına rağmen iki türbini çalıştırmak, barajın rezervuarının birinci ve ikinci depolanması için Etiyopya’nın krizi zorlaştıracak tek taraflı bir kararla oldu bitti dayatmaya devam edilmesi anlamına geliyor. Sudan’da müzakerelerin yeniden başlaması için durum hala gergin” ifadelerini kullandı. Şaraki ayrıca Etiyopya hükümetinin baraj sahasındaki toplantısını ‘siyasi iflas’ olarak değerlendirdi.
Afrika meseleleri konusunda uzman Dr. Amani Al-Tavil, “Etiyopya hükümeti toplantısının baraj yerinde yapılması, Abiy Ahmed'in iç mutabakata ihtiyaç duyduğu bir anda Etiyopya iç bölgelerine bir mesajdır” dedi. Al Jazeera Mubasher kanalında ‘Massaeiya’ programına konuk olan Amani, “Nahda Barajı, Etiyopya’daki tüm çatışan tarafların birleştiği ulusal bir proje olarak, Etiyopya'nın iç etkileşimlerinde her zaman aktif bir rol oynadı. Toplantının mesajı Etiyopya'daki iç çatlağı iyileştirmekle ilgili ve her şeyden önce yurtdışına yönelik değil” şeklinde konuştu.
Öte yandan ABD'nin Afrika Boynuzu Özel Temsilcisi Jeffrey Feltman, birkaç gün içinde Mısır’a yapacağı ziyarette, Nahda Barajı'ndaki gelişmeleri ele alması bekleniyor.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.