Kazakistan’da tarih tekerrür mü ediyor?

Rusya Devlet Başkanı Putin, Nazarbayev'i ‘hiç devleti olmayan bir bölgede bir devlet kuran yetkin bir lider’ olarak nitelemişti

Almatı şehrinden görev yapan güvenlik güçleri (Reuters)
Almatı şehrinden görev yapan güvenlik güçleri (Reuters)
TT

Kazakistan’da tarih tekerrür mü ediyor?

Almatı şehrinden görev yapan güvenlik güçleri (Reuters)
Almatı şehrinden görev yapan güvenlik güçleri (Reuters)

Sami Ammara
Bugünün dünden hiçbir farkı yok! Kazakistan’da iktidarın her zaman çeşitli bahaneler ve gerekçelerle ortadan kaldırmayı ve sonuçlarını örtbas etmeyi başardığı şikayetlerin genel kaynağı da işte tam olarak bu. Daha önce Orta Asya'daki küçük kardeşi Kırgızistan'ın eski Sovyet ülkelerinin çoğunu kasıp kavuran renkli devrimlere katıldığı gün var olan sorunlarından kendini uzaklaştırabilmişken Avrasya ülkeleri arasındaki koordinasyon sistemlerine üye kardeş ülkelerini vuran kaos trenini yakalamasının ve slav kardeşi Belarus'a benzemesinin nedeni de bu.

Peki, tarih ne diyor?
Eski Sovyet ülkelerinin meseleleriyle ilgilenen bazı yorumcular ve uzmanlar, Kazakistan'daki uzmanların ve yetkililerin, meselelerin sonuçlarını, olayların nedenlerini ve gerekçelerini inceledikleri bir dönemde Rusya’nın bu ülkelerle olan ilişkilerinin tarihini, Sovyetler Birliği'nin Aralık 1991'deki çöküşünden bu yana içinde bulundukları kaos durumunu ve iç içe geçmişliği akıllara getirdiler.
Kazakistan'ın 1986 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı isyan bayrağını çeken ilk ülke olduğu gerçeğiyle ilgili daha önce kaleme aldığımız bir makalede ortaya koyduklarımız çerçevesinde bu yazımıza devam ediyoruz. Dönemin Sovyetler Birliği Genel Sekreteri Mihail Gorbaçev’in Kazakistan Komünist Partisi’ne Kazak kökenli Dinmuhammet Kunayev yerine Rus kökenli Genadi Kolbin’i ataması büyük bir tepkiye yol açmış ve protesto edilmişti. Gözlemciler, o dönem Kazakistan’ın eski başkenti Almatı ve çevresini kasıp kavuran protesto gösterilerinin milliyetçi temellere dayalı ilk büyük çaplı kitlesel protestolar olduğunu belirtiyorlar. Bunun, tarihin de doğruladığı üzere Sovyetler Birliği'nin çöküşünün nedenlerinin başında gelecek olan milliyetçilik sorunun başlangıç noktası olduğunu söyleyenler de var.
Olayların arka planını Kazakistan'ın ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Rusya’nın resmi haber kanalı Rossiya-24 ekranlarında Sovyetler Birliği'nin çöküşünün 30’uncu yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada anlatmıştı. Olaylar Boris Yeltsin’in Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov’a yönelik darbe girişiminin başarısız olmasının ardından Moskova'da iktidarı tekeline alma girişimlerini protesto etmek amacıyla Kazakistan'ın, Ağustos 1991'de bağımsızlığını ilan etmek için acele eden Sovyet cumhuriyetleri arasına katılmasına beş yıldan kısa bir süre kala yaşandı.
Nazarbayev, konuşmasında Kazakistan’ın, 12 Haziran 1990 tarihinde Sovyetler Birliği Halk Vekilleri Kongresi’nin, 1991 yılı sonlarında da Sovyetler Birliği'nin resmen çöktüğünün ilan edilmesinden hemen önce Sovyet ülkelerini kasıp kavuran birçok ayrılıkçı hareketin başlangıcı olan ‘egemenlik ve bağımsızlık’ hakkındaki kararını açıkladığı ayrılık ateşini tutuşturan ilk cumhuriyet olduğunu söyledi.
Ancak bu gidişat çok uzun sürmedi ve dönemin liderleri, tarihin yanı sıra 70 yılı aşkın bir süredir, Moskova'daki merkezi otoritenin idari kararlarına olan bağımlılığını etkileyen birçok değişiklik geçiren sınırlar ve topraklarla ilgili çok sayıda istikrarsızlık karşısında uzun süre dayanamadılar.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, çok kez çeşitli vesilelerle Ekim Sosyalist Devrimi'nin lideri Lenin'in 1922 yılında bir işçi sınıfının ortaya çıkması fikrini desteklemek amacıyla Donetsk ve Lugansk (Donbas) bölgelerinin ilhak edilmesini onayladığı Ukrayna gibi eski Sovyet ülkelerini Rusya topraklarına ilhak edilmiş eski Sovyet cumhuriyetleri olarak niteledi. Donbas bölgeleri, 2014 yılında tek taraflı olarak Ukrayna'dan ayrıldıklarını ilan ederken Güneydoğu Ukrayna’daki Rusya ile yaşanan mevcut çatışmanın odak noktası haline geldiler.
Putin, tüm bu eski Sovyet cumhuriyetlerinin, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra aldıkları ‘hediyeleri’ geri vermeleri gerektiğini söyledi.
Putin'in bu vesileyle benzer konulara değinmesi da dikkati çekmiş, ‘Nazarbayev'in hiç devleti olmayan bir bölgede yeni bir devlet yarattığını’ söylemesi, o dönemde Kazakistan'ın eski Cumhurbaşkanı Nazarbayev'in öfkelendirmişti.
Putin, 2014 yılında Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi’nde (RUDN) gençlerle bir araya geldiği sırada bir öğrencinin sorusuna verdiği cevapta, Ukrayna senaryosu çerçevesinde Nazarbayev'in görevden ayrılmasından sonra Kazakistan'da ne gibi olayların yaşanabileceğine dair tahminlerinden bahsetti.
Putin, öğrenciye verdiği yanıtta şunları söyledi:
“Kazakistan bizim en yakın müttefikimiz ve stratejik ortağımız. Cumhurbaşkanı Nazarbayev halen hayatta, sağlığı iyi durumda ve henüz hiçbir yere gitmedi. Bilge bir lider olarak da her zaman ülkesinin geleceğini düşünür.”
Nazarbayev'i ‘oldukça yetkin bir lider’ olarak nitelendiren Putin, “(Nazarbayev) Benzersiz bir şey yaptı ve hiç devleti olmayan bir bölgede bir devlet yarattı. Kazakların bir devleti yoktu” dedi.
Bu sözler üzerine öfkelenen Kazakistan’ın eski Cumhurbaşkanı Nazarbayev, Moskova’yı protesto etti. Kremlin ise Nazarbayev’e, Putin’in açıklamalarının çarpıtıldığını söyleyerek dolaylı bir özürle karşılık verdi.
Oysa Nazarbayev, Temmuz 2011'de Kazakların kendi devletlerinin sınırlarının olmadığını ve Kazakların hiçbir zaman kendi özgür iradeleriyle başkentlerini kurmadıklarını itiraf etmişti.
Burada Kazakistan'ın eski başkenti Almatı'nın 1854 yılında askeri bir kışla olarak kurulduğunu ve kısa süre sonra 1921 yılına kadar ‘Verny’ adıyla göçebe kabilelerin kamp yeri haline gelmiş olduğu hatırlatılmalı.

Kazakistan, Kırgızistan sınırları içinde idari bir yapıydı
Kazakistan, 1936 yılında bir Sovyet cumhuriyetine dönüşmeden önce Kırgız Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti toprakları içinde idari bir yapıydı.
Almatı, 1994 yılına kadar Kazaklar, Koreliler, Uygurlar, Almanlar, Ukraynalılar ve çeşitli Sovyet milletlerinden temsilcilerin yanı sıra nüfusun yüzde 70'inden fazlasını oluşturan Rusların çoğunlukta olduğu çeşitli etnik kökenleri içeren demografik yapısı ve konumuyla ünlüydü. Şehirde, 1994 yılında Çin sınırlarından uzakta, güvenlik unsurlarının konuşlu olduğu yeni bir başkent kurulması ve buna bağlı olarak Uygurlarla ilgili ulusal sorunlara ilişkin müzakereler düzenlendi. Burada şehirdeki ve hatta ülkenin tamamında, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası ortaya çıkan koşulların, ulusal baskıların ve Rus kiril alfabesinin latin alfabesine çevrilmesinin ardından Rusça ile ilgili yaşanan zorlukların yanı sıra sonuncusu geçtiğimiz yıl olmak üzere Rus yetkililerin birçok kez ele aldığı tartışmalı konuların odak noktası da dahil olmak üzere, Rusların her düzeyde karşılaştığı sorunların, çok sayıda Rus vatandaşını göç etmeye zorladığını söylemekte fayda var.
Gözlemciler, Rusça konuşanlar arasında Kazakça bilgisi düzeyine dair araştırma yapan gruplarla ilgili soruşturmaların başlatılmasının yanı sıra Rus bir kadının, oğlunun Aktau (Akdağ) şehrinin bir Rus şehri olduğunu söylediği için maruz kaldığı aşağılanmayı hatırlattılar.
Rus kadın, açıklamasını geri çekene kadar çevresindekilerin baskıları karşısında kameralar önünde kamuoyundan özür dilemek zorunda kaldı. Oysa tarih kitapları Aktau şehrinin 1964 yılından 1992 yılına kadar Şevçenko olarak adlandırıldığını ve bu şehrin kuruluşuna en çok katkıda bulunanların Leningrad halkı olduğunu söylüyor. Bu tarihi bir gerçek. Belki de Aktau ve Almatı'yı son dönemdeki huzursuzluğun en önemli odak merkezlerinden biri yapan sebeplerden biri de bu.
Kazakistan Cumhuriyeti'nin kuruluş tarihi ve ülkenin kuzeydeki topraklarının büyük bölümünün Rusya'ya olan bağlılığı ile ilgili birçok sorunu tetikleyen bu sorun nedeniyle daha dün en üst kademelerdeki Rus ve Kazak yetkililer arasında gerginlik yaşandığını biliyoruz. 1997 yılında Kazakistan’ın başkenti olan ve adı Astana'ya dönüştürülen Akmola (Ak Mezar) şehri, eski Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in başarılarının onuruna Nur-Sultan olarak anılmaya başlandı. Ancak geçtiğimiz günlerde düzenlenen kitlesel protestolar sırasında eylemciler, Nazarbayev’in diktatörlük politikaları uyguladığı gerekçesiyle başkentin adının değiştirilmesi talep edildi.
Rusya ve Kazakistan arasındaki ilişkiler, Rusya Devlet Duması Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Birinci Yardımcısı Vyacheslav Nikonov'un ve diğer milletvekillerinin, Rus kadınların aşağılanmasını kınayan açıklamalarının ardından bir dereceye kadar gerildi. Nikonov, bu açıklaması sırasında Kuzey Kazakistan Eyaleti’nin tamamının Rusya toprağı olduğunu ve idari kararlarla Rusya'ya devredildiğini iddia etti.
Rus edebiyatı ve arşiv belgeleri, bu geniş bölgelerde buğday ekimi ile ilgili ekonomik gerekçelerden kaynaklandığına işaret edilen bu açıklamaları doğruluyor. Burada Rus edebiyatı derken Nobel Ödüllü Rus yazar Aleksandr Soljenitsin'den de bahsediyoruz. Soljenitsin, 1994 yılında sürgün edildiği ABD’den döndükten sonra, eski Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin'in Kuzey Kazakistan Eyaleti gibi Rusya topraklarının ihmal etmesini eleştirdi.
Bu bağlamda, halk arasındaki aşırı milliyetçi grupların temsilcileri tarafından ‘Kazakça bilgisinin düzeyini ölçmek için yapılan baskınlar’ olarak nitelendirilen Kazakistan'da Rus karşıtı duyguların uyanmasıyla ilgili olarak Rus ve yabancı basında yer alan haberlere dikkati çekmeliyiz.
Başkentler Nur-Sultan ve Moskova'daki uzmanlar, bu kampanyaların Kazakistan'daki güçlü kademelerin temsilcileri tarafından onay ve destek aldığından şüphelendiklerini söylüyorlar. Yukarıda belirttiğimiz gibi birçok Rus milletvekili de buna işaret ediyor.

Ukrayna senaryosu
Rusya’nın en çok satan günlük gazetelerinden Komsomolskaya Pravda’ya (Komsomol Gerçeği) konuşan Rusya Bilimler Akademisi (RAN) Doğu Bilimi Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı Andrey Gennadievich Grozin, “Dil bilgi düzeyini ölçen süreli yayınlar, Kazakistan'daki kamusal hayatta yeni bir olgudur” dedi. Kazakistan'ın resmi makamların sıkı kontrolü dışında hiçbir şeyin yapılmadığı bir ülke olduğu göz önüne alınırsa bu tür araştırmaları yapan grupların faaliyetlerinin üst düzey makamlarca iyi bilindiğini söyleyen Grozin, Kazakistan'da yaşananların, Ukrayna'nın son zamanlarda tanık olduğu gelişmelerin birebir kopyası olduğunu da sözlerine ekledi.
Grozin, Kasım Cömert Tokayev’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, özellikle aşırı milliyetçi akımlardan çok sayıda ismin parlamentoya ve Ulusal Güvenlik Konseyine sızdığına inanıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın Orta Asya cumhuriyetlerinde kurduğu silahlı milliyetçi bir oluşum olan Türkistan Lejyonu'nun canlandırılması için bir takım girişimler olduğu ortaya çıktığını söyleyen Grozin, Kazakistan parlamentosu tarafından sık sık dillendirilen, Rusların 1930’lu yıllarda Kazakistan halkını kasten aç bıraktığına dair iddiaları da hatırlattı.
Komsomolskaya Pravda gazetesi yazarlarından Alexander Coates, Rusya'nın Cumhurbaşkanı Kasım Tokayev'in talebi üzerine Kazakistan'a “Barış Gücü” göndermesiyle ilgili endişelerini ve şüphelerini dile getirdiği bir makale yayınladı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre Coates, Tokayev'in Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nden (CSTO) destek ve müdahale talep etmesini, Almatı sokaklarında dökülen ve önümüzdeki günlerde de dökülecek olan kanın sorumluluğunu bir dereceye kadar üzerinden atma girişimi gibi göründüğünü söyledi.
Rus yorumcu, yakın gelecekte Kazakistan'da kalan Rus vatandaşlarını etkilemesi gereken Kazakistan'da dökülen tüm kandan Rus güçlerinin sorumlu tutulacağından korktuğunu dile getirdi.
Rus yorumcu, Kazakistan'da dökülen kanın sorumluluğunun Rus güçlerinin üzerine yıkılmasından ve bunun da gelecekte Kazakistan’daki Rus vatandaşlarının hayatlarını olumsuz yönde etkilemesinden korktuğunu ifade etti.
“Barış gücü”nün Kazakistan’dan er ya da geç ayrılacağını vurgulayan Coates, geride kalan Rus vatandaşların, öfkeli ve milliyetçi bir topluluk ile baş başa bırakılacağını söyledi.
Özetleyecek olursak tüm bunlar, 2020 yazında Belarus’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarının açıklanmasının ve Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko'nun hamisi Rusya'dan yardım istemesine neden olan çatışmalar ve şiddet olayları sonrasında ortaya çıkan krizlere ve gelişmeler açısından Belarus’un yaşadıklarına yakın bir çizgide seyreden olayların tarihine kısa bir bakış...
Hasılı, bugünün dünden hiçbir farkı yok!



Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca
TT

Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca

Steve Hewitt

18 Haziran'da, Beyaz Saray'a iki yeni bayrak direği dikilirken, Başkan Donald Trump ülkenin bayrağını değil, diplomatik aldatmacanın bayrağını göndere çekiyordu. Trump, İsrail'in İran'ı hedef alan saldırılarının ardından İran'a yönelik politikası hakkında belirsiz ifadeler kullanmak için bu anı kullandı. Bayrak direklerinden birinin yanında, kask takmış inşaat işçileriyle çevrili bir şekilde konuşurken, muhabirlerle dallanıp budaklanan bir iletişimde bulundu.

Sahneyi incelerken “Önümüzdeki hafta çok büyük olacak, belki bir haftadan az, belki de daha az” dedi gizemli bir ses tonuyla ve İran ile nükleer programı hakkında diplomatik görüşmelerin hâlâ mümkün olduğuna işaret etti.

Ertesi gün, Beyaz Saray Basın Sekreteri Trump'ın “önümüzdeki iki hafta içinde savaşa girip girmeme konusunda bir karar vereceğini” söyleyen bir açıklamasını okudu.

Bu, kasıtlı bir aldatmacaydı, çünkü karar çoktan verilmişti ve Amerikan B-2 bombardıman uçaklarına iki gün sonra Missouri'deki üslerinden kalkış yaparak, yaklaşık 30 bin pound ağırlığında birkaç bombayı İran nükleer tesislerinin üzerine bırakmak üzere 37 saatlik bir gidiş-dönüş görevine hazır olmaları emri verilmişti.

Bu Amerikan aldatmacası, İsrail aldatmacasının ardından geldi; İsrail, Tahran'ın ABD ile görüşmeleri devam ederken ve saldırıdan iki gün sonra bir toplantı planlanmışken İran’ın nükleer programını hedef almıştı.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var

Buradaki soru şu: Devletler arasında bu tür aldatıcı diplomatik davranışlar ne kadar yaygındır? Bu davranışlar kesinlikle nadir ve bu örnek, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana büyüyen ve uluslararası ilişkilerdeki yerleşik normlardan giderek daha fazla sapan bir hareketin varlığına dair bir kanıt daha sunuyor.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var. Ancak önemli fark, aldatmanın tarihsel örneklerinin (daha sonra ele alacağım birkaç istisna dışında) genellikle farklı taraflar arasındaki veya son birkaç yüzyılda ulus devletler arasındaki devam eden çatışmalar sırasında uygulanmış olmasıdır.

grtyuı
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

Savaşta düşmanı aldatmanın en ünlü örneği binlerce yıl öncesine dayanan ve İngilizcede aldatmanın yaygın bir simgesi haline gelen Truva Atı'dır. Truva ile savaşan Yunan orduları savaş alanını terk etmiş ve Truvalı düşmanlarına bir barış hediyesi olarak büyük bir tahta at bırakmış gibi yaparlar. Elbette atın içinde Yunan askerleri saklanmışlardı, bunlar daha sonra ortaya çıkıp, Truvalıları yenerek şehirlerini ele geçirdiler.

Tiyatro ve filmler yoluyla popüler kültürde kendisine yer bulan önemli bir çağdaş örnekse, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Mincemeat (Kıyma) Operasyonu'dur. Bu operasyonda İngiliz istihbaratı Nazi Almanyası'nı 1943'te planlanan Sicilya işgali konusunda yanıltmayı amaçlıyordu. Kraliyet Donanması subayı üniforması giydirilmiş bir serserinin cesedi İspanya kıyılarına atılmış ve cebine Almanları işgalin gerçek hedefinin Sicilya değil Sardunya olduğuna ikna etmek için sahte planlar yerleştirilmişti. Bir yıl sonra, Müttefikler Nazileri benzer bir şekilde aldatmaya çalışarak, uzun zamandır beklenen Fransa çıkarmasının 6 Haziran 1944'te gerçekleştiği gibi Normandiya sahillerinden değil, Pas de Calais'den gerçekleşeceğine ikna etmeye çalışmışlardı.

Bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki?

Peki ya aldatıcı diplomasi? Diplomasi doğası gereği, müzakereler sırasında güvenilirliği sağlamak için aldatma riskini azaltmalıdır. Ne de olsa, bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki? Bu durumda bu tür örneklerin nadir görülmesi belki de şaşırtıcı değil. Zira tarihi model, bu tür diplomatik aldatmaya en istekli ülkelerin doğası gereği otoriter olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.

ghyjukı
Haziran 1940’da Fransa-Belçika sınırındaki Nazi birliklerini ziyareti sırasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerleri onurlandırmak için Alman Langemark Mezarlığı’na yaptığı ziyaret sırasında Hitler (AFP)

Nazi Almanyası bu tür uygulamalarda ön saflardaydı, yüzyıllardır süregelen normları sürekli ihlal etti ve Holokost sırasında büyük ölçekte kitlesel cinayetler işledi. 1939'da savaşın patlak vermesinden önce Naziler aldatıcı diplomasiye başvurdular. 1938 Münih Konferansı bu tür uygulamaların başlıca örneği olarak öne çıkmaktadır ve 21. yüzyılda kendisine sıklıkla atıfta bulunulmaya devam edilmektedir.

Bilindiği üzere Münih Konferansı Çekoslovakya ve ülkenin nüfusun çoğunluğunun Almanca konuştuğu Sudetenland olarak bilinen bölümüne odaklanmıştı. Adolf Hitler liderliğindeki Naziler, Büyük Almanya projelerinin bir parçası olarak bölgeyi ilhak etmeye çalıştılar. Nazi Almanyası'nı kontrol altına almak ve bir Avrupa savaşından kaçınmak amacıyla Fransa ve Birleşik Krallık liderleri Eylül 1938'in sonlarında Münih'te Hitler ile bir araya geldiler.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi

Çekoslovak hükümetini görmezden gelerek, liderler Sudetenland'ı Almanya'ya devretme konusunda bir anlaşmaya vardılar. Hitler, Almanya'nın Avrupa'da hiçbir toprakta emelleri olmayacağına söz verdi.

Tarihin bize anlattığı gibi, memnun etme politikası Hitler'i Nazi saldırganlığından vazgeçiremedi. Nitekim Münih toplantısından aylar önce, daha büyük bir Avrupa çatışması için daha geniş askeri hazırlıklarla birlikte Çekoslovakya'yı işgal etme planlarını onaylamıştı. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını da işgal etti.

Ağustos 1939'da, Naziler Polonya'yı işgal etmeye hazırlanırken Hitler'in elinde başka bir diplomatik numara daha vardı. Hükümeti, Joseph Stalin ve Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'yı paylaşmaya yönelik iki ülke arasında gizli bir anlaşmayı içeren bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ancak Hitler, anlaşmayı yalnızca geçici bir önlem olarak görüyordu, zira Nazi ideolojisi uzun zamandır Sovyetler Birliği'nin bazı kısımları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa topraklarını kapsayacak Büyük Almanya idealini benimsiyordu. Sonuç olarak, anlaşmaya yalnızca Sovyetler Birliği'ne yönelik Alman saldırısı ve 22 Haziran 1941'de başlayan Barbarossa Harekatı hazırlıklarına dair istihbarat raporlarına ve diğer kanıtlara inanmayı defalarca reddeden Stalin kanmış görünüyor.

ymum
Tahran'ın merkezinde, hizmette olan İran balistik füzelerini tasvir eden ve Farsça “İsrail bir örümcek ağından daha zayıftır” yazan bir reklam panosu, 15 Nisan 2024 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre geçmişteki dersler göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı eyleminin korkunç sonuçları olabilir. Askeri saldırılar düzenlemek için bir kamuflaj olarak görüşmelerin kullanıldığı İran örneği göz önüne alındığında, herhangi bir hükümet, hatta ABD'ye karşı sınırlı bir düşmanlığı olan bir hükümet bile neden diplomatik görüşmelere katılsın ki? Örneğin Kuzey Kore, Trump yönetimi de dahil olmak üzere ABD yönetimleri ile gelecekte herhangi bir diplomatik görüşmede bulunmaya meyilli olur mu? Bilhassa İsrail'e olan mutlak desteği göz önüne alındığında, ABD'nin dürüst bir aracı olduğu fikri uzun zamandır sorgulanırken, bugünkü eylemleri bu fikri tam anlamıyla paramparça ediyor.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi. İkinci döneminde ise yakın çevresi pozisyonlarını neredeyse yalnızca Trump'a olan mutlak sadakatleri sayesinde koruyor. Yönetiminin hem içeride hem de uluslararası alandaki yaklaşımı, gittikçe Trump'ın kişisel değerlerini yansıtıyor.