Bilim insanları ezber bozdu: "Ortaçağ'daki savaş atları şaşırtıcı boyuttaydı"

İtalyan ressam Paolo Uccello'nun San Romano Savaşı'nda Michelotto da Cotignola'nın Karşı Saldırısı adlı tablosu, Fransa'daki Louvre Müzesi'nde sergileniyor (The Yorck Project/CC0/wikimedia)
İtalyan ressam Paolo Uccello'nun San Romano Savaşı'nda Michelotto da Cotignola'nın Karşı Saldırısı adlı tablosu, Fransa'daki Louvre Müzesi'nde sergileniyor (The Yorck Project/CC0/wikimedia)
TT

Bilim insanları ezber bozdu: "Ortaçağ'daki savaş atları şaşırtıcı boyuttaydı"

İtalyan ressam Paolo Uccello'nun San Romano Savaşı'nda Michelotto da Cotignola'nın Karşı Saldırısı adlı tablosu, Fransa'daki Louvre Müzesi'nde sergileniyor (The Yorck Project/CC0/wikimedia)
İtalyan ressam Paolo Uccello'nun San Romano Savaşı'nda Michelotto da Cotignola'nın Karşı Saldırısı adlı tablosu, Fransa'daki Louvre Müzesi'nde sergileniyor (The Yorck Project/CC0/wikimedia)

Bilim insanları, Ortaçağ'ı konu alan filmlerle tablolalarda genellikle heybetli ve korkutucu bir şekilde tasvir edilen atlarla ilgili ilginç bir açıklama yaptı.
Birleşik Krallık'ta yapılan çalışmada, Ortaçağ'da şövalyelerin savaşlarda kullandığı atların çoğunun muhtemelen bir midilli büyüklüğünde olduğu sonucuna varıldı.
Araştırmacılar, MS 300 ile 1650 arasından kalma yaklaşık 2 bin atın kemiklerini inceledi. Tarihi kayıtlar ve şövalyelikle ilgili hikayeler de analiz edildi.
Bulgular, savaşta kullanıldığını düşünülen atlar da dahil olmak üzere çoğu hayvanın yüksekliğinin yaklaşık 150 santimetreden kısa olduğunu gösterdi. Mevcut midillilerin maksimum yüksekliği de bu civarda.
Araştırma ekibinden biyoarkeolog Alan Outram, "Görünen o ki işler pek de genellikle tasvir edildiği gibi değilmiş" dedi:
"Popüler kültürde savaş atları genellikle büyük tasvir edilir. Ancak gerçekte böyle değildi. Ortaçağ'da çoğu at şaşırtıcı derecede küçüktü. Filmlerde tasvir edilen şekilde çok az at vardı."
Araştırmacı ayrıca o dönemde büyük atların kullanıldığını ve küçük atların avantajlarının olduğunu söyledi. Örneğin bir ordunun geri çekilen düşmanı hırpalamak, uzun menzilli baskınlar yapmak ve teçhizat taşımak gibi görevler için küçük atlara ihtiyaç duyduğunu vurguladı.
Bilim insanları, hangi hayvanların savaşta hangilerinin çiftlikte kullanıldığını belirlemenin zor olduğunu söyleyerek çalışmaların devam etmesi gerektiğinin altını çizdi.
Araştırma makalesi, hakemli bilimsel dergi International Journal of Osteoarchaeology'de 31 Ağustos'ta yayımlandı.
Independent Türkçe, The Guardian, BBC



Dinozorlar Çağı'ndaki kuşların Arktika'da yuva yaptığı ortaya çıktı

Araştırmacılar 73 milyon yıl önceki Prince Creek ekosisteminin, yaz mevsiminde yaklaşık 6 ay boyunca kesintisiz gün ışığına maruz kaldığını düşünüyor (Gabriel Ugueto)
Araştırmacılar 73 milyon yıl önceki Prince Creek ekosisteminin, yaz mevsiminde yaklaşık 6 ay boyunca kesintisiz gün ışığına maruz kaldığını düşünüyor (Gabriel Ugueto)
TT

Dinozorlar Çağı'ndaki kuşların Arktika'da yuva yaptığı ortaya çıktı

Araştırmacılar 73 milyon yıl önceki Prince Creek ekosisteminin, yaz mevsiminde yaklaşık 6 ay boyunca kesintisiz gün ışığına maruz kaldığını düşünüyor (Gabriel Ugueto)
Araştırmacılar 73 milyon yıl önceki Prince Creek ekosisteminin, yaz mevsiminde yaklaşık 6 ay boyunca kesintisiz gün ışığına maruz kaldığını düşünüyor (Gabriel Ugueto)

Bilim insanları, kuşların kutup bölgelerine en azından 73 milyon yıldır yuva yaptığını keşfetti. 

Günümüzde Arktika'da yuva yapan 200'den fazla kuş türü var. Bilim insanları bu hayvanların ekosistemin önemli üyeleri olduğunu, polenleşme ve tohum dağılımı gibi temel görevlere katkı sağladığını söylüyor.

Daha önce yapılan araştırmalarda bu davranışın yeni olmadığı görülmüştü. Princeton Üniversitesi'nden Lauren Wilson "Kutup bölgelerinde yuva yapmaya dair en eski kanıt, Antarktika'nın Eosen dönemine ait yaklaşık 46,5 milyon yıl önce yaşamış bir penguen kolonisiydi" diyor.

Wilson liderliğindeki ekibin yeni araştırmasıysa bu tarihi yaklaşık 25 milyon yıl daha geriye çekti. 

Bilim insanları Alaska'nın kuzeyindeki Prince Creek formasyonunda yaptıkları kazılarda aralarında embriyo ve yavru kalıntıları da olan 50'den fazla kuş fosili ortaya çıkardı. Çoğunun boyu 2 milimetreden daha kısa olan bu fosiller, kuşların kutup bölgelerinde yuva yaptığına dair en eski kanıtı sunuyor. 

Bulguları hakemli dergi Science'ta yayımlanan çalışmanın ortak yazarı Patrick Druckenmiller, "Bu yeni fosiller, kuşların evrimi hakkındaki bilgilerimizde önemli bir boşluğu dolduruyor" diyerek ekliyor:

Bu çalışmadan önce, birkaç ayak izi dışında Alaska'da kuş fosilleri bulunmamıştı.

Araştırmacılar yaklaşık 73 milyon yıl önce Arktika'da yuva yapan bu kuşların en azından üç ayrı gruptan geldiğini saptadı. Fosillerin bir kısmı martıya benzeyen Ichthyornithes ve dalgıç kuşuna benzeyen Hesperornithes gruplarına aitti. Artık soyu tükenen bu gruplar dişli kuşları içeriyordu.

Ancak kalıntıların çoğu ördeklere benzeyen dişsiz kuşlara aitti. Araştırmacılar dişsizliğin, bugün yaşayan bütün kuşları içeren grubun belirleyici özelliği olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle bulgular, milyonlarca yıl önce Arktika'da yuva yapan kuşların, modern kuşların yakın akrabaları olduğuna işaret ediyor.

Ekip, bölgenin o dönemde bugüne kıyasla daha sıcak olduğunu ve muhtemelen 6 ay boyunca kesintisiz gün ışığı aldığını söylüyor. Ancak bu durum kuşların dondurucu soğuklara maruz kalmadıkları anlamına gelmiyor.

Druckenmiller "Kışlar bugünkü kadar sert olmasa da yıl boyunca burada yaşayan hayvanlar dondurucu soğuklara, ara sıra yağan kara ve yaklaşık 4 ay süren kış karanlığına katlanmak zorundaydı" diye açıklıyor.

Ancak bölgede o zaman yuva yapan kuşların tek sorunu sıcaklıklar değildi. Araştırmacılar bazılarının uzunluğu 5 metreye ve ağırlığı 2 tona çıkan yaklaşık 12-13 dinozor türüyle beraber yaşadıklarını söylüyor. 

Druckenmiller, Troodon gibi etçil dinozorların, "bu sevimli küçük kuşları akşam yemeğinde seve seve yiyeceğini" söylüyor. 

Edinburgh Üniversitesi'nden paleontolog Steve Brusatte, yer almadığı çalışmanın bulgularını şöyle değerlendiriyor:

Bu fosiller, kuşların onlarca milyon yıl önce bu yüksek enlemlerdeki toplulukların ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bu toplulukların modern zamanlardaki ekolojik bir yenilik değil, Dünya tarihinin uzun vadeli bir normu olduğunu gösteriyor.

Independent Türkçe, Guardian, Live Science, Science