Gassan Selame, Şarku'l Avsat için kaleme aldı: Yeni bir düzene doğru hareket eden dünya

Gassan Selame  (Paris Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü)
Gassan Selame (Paris Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü)
TT

Gassan Selame, Şarku'l Avsat için kaleme aldı: Yeni bir düzene doğru hareket eden dünya

Gassan Selame  (Paris Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü)
Gassan Selame (Paris Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü)

Dünya düzenindeki baş döndürücü değişim ve dönüşümü takip etmeye çalışanlar, yaşananları kavrama noktasında önemli zorluklarla karşılaşıyor. Sanırım ‘yeni dünya düzenini’ kavrayabilmemiz için, önyargılarımızdan sıyrılmalı ve yeni bir bakış açısı edinmeliyiz. Biz de bunu yapmaya çalışacağız.  
Şu an aşamalı olarak yeni bir dünya düzenine giden bir sistemin içinde yer alıyoruz. Bu geçiş süreci ilk olarak, mevcut dünya düzeninin etkin aktörleri olan ve dünya sistemini kontrol eden büyük güçlerde başladı. Dünyanın en güçlü ülkesi denildiğinde akla ilk olarak, (her ne kadar yeni zorlayıcı rakipler belirse de) Amerika Birleşik Devletleri gelir. Akla gelen ikinci devlet, Berlin Duvarı’nın yıkılmasında sonra artık sıradan bölgesel bir güce dönüştüğü varsayılan, ancak bir süre sonra küresel bir güç olarak değerlendirilen Rusya’dır. Rusya son olarak Ukrayna, Suriye ve Afrika hamleleriyle geçmişteki prestijini kısmen de olsa geri kazanmış görünüyor. Üçüncüsü ise, tarihte eşi görülmemiş bir ekonomik sıçrama yaparak, yüz milyonlarca vatandaşını yoksulluk sınırının üstüne taşıyan ve ekonomik açıdan büyük bir güç haline gelen Çin’dir. Çin bu maddi ilerlemesini stratejik nüfuz alanları ve güçlü bir ordu kurarak pekiştirdi. ABD, Çin’i en büyük rakibi olarak görmeye başladı ve dünya kamuoyuna Çin’i dizginlemek için hamlelerde bulunacağını duyurdu.  
Değişen ve dönüşen dünya dediğimizde, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra dünya sisteminin egemeni olan ABD’nin bu rolünün artık devam etmediğini ikrar etmiş oluyoruz. Nitekim Rusya’nın askeri yükselişi ve Çin’in ekonomik atılımı bu yeni gerçekliği dayatan başlıca faktörlerdir. Dolayısıyla şu an dünyadaki büyük devletler arasında yeni bir güç dağılımı kaçınılmaz hale gelmiştir. Tabi ki ABD, güç unsurları dolayısıyla hala öncü durumdadır, benzeri olmayan askeri gücü, rezerv para olan dolara sahip olması ve hız kesmeyen teknolojik gelişimiyle lider konumundadır. Bununla birlikte ABD’nin gücüne ulaşmak isteyen ve potansiyel sahibi olan başka ülkeler de bulunmaktadır. Üstelik siber teknoloji ve yapay zekâ alanındaki ilerlemeler tüm denklemleri altüst edebilecek mahiyettedir.  
Ancak ‘yeni dünya düzeninde’ gücün yeniden dağılımı hiçbir şekilde bahsi geçen üç ülke ile sınırlı değildir. Avrupa Birliği de dünya sisteminde önemli roller üstlenme potansiyeline sahiptir. Birlik, İngiltere’nin çekilişini ifade eden Brexit’in olumsuz yansımalarını atlatmayı başardı. Schengen Anlaşması, ortak para birimi Euro ve Erasmus gibi kurumlarıyla bir arada kalmayı sürdürüyor. Yaşlı kıta Avrupa’nın askeri alandaki yetenekleri, finansal, endüstriyel ve teknolojik yetenekleriyle karşılaştırılamaz olsa da., bu konuda da atılımlar yaparak yeni sistemde önemli roller üstlenecektir.  
Öte yandan, büyük güçlerin kendi aralarındaki rekabete odaklanmalarından faydalanan orta ölçekli güçler, çeşitli düzeylerde farklı güç unsurları elde etmeyi başardı ve dikkate değer olduklarını kanıtladı. Örneğin İran, füze yeteneklerini en üst düzeye çıkardı ve kendisine bağlı güçlerle sağlam ideolojik ittifaklar kurdu. Son yirmi yılda inişli çıkışlı da olsa büyük ölçüde bağımsız bir stratejik hat inşa edebilen Türkiye de bu bağlamda zikredilebilir. Türkiye’nin bu stratejilerini, NATO’nun korucu şemsiyesi altından ayrılmak zorunda kalmadan gerçekleştirebilmesi de önemliydi.  Washington'un Çin etkisine karşı mücadelesinden çeşitli şekillerde yararlanma fırsatını değerlendiren Hindistan’ı da önemli bir güç olarak değerlendirebiliriz. İkinci Dünya Savaşı akabindeki kısıtlamalardan yavaş yavaş kurtulan Japonya ve İslam Dünyasında önemli bir role talip olan Endonezya’yı da anmamız uygun olacaktır.  
Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya, nüfuzlarını genişletmeye hevesli olsalar da belirli bir ideolojiyi dayatma taraftarı değildir. Batı'ya gelince, içeriği, değerleri ve kurumları bakımından küresel olarak kabul edilmeye layık tek medeniyetin kendi medeniyetleri olduğuna hala büyük ölçüde inanmaktadır. Geçtiğimiz on yıllar boyunca Batı, kendi demokratik değerlerini dünyanın çeşitli bölgelerine ihraç etmek için amansız bir çaba göstermiştir. Bu misyonerlik çabası, yalnızca Batı'nın etkisini değil, aynı zamanda onun siyasi ve sosyal modelini de reddeden sosyal tabakaların yaygın itirazlarına yol açtı. Bu durum Batı’da seçkinler arasında, demokrasi ve insan haklarını yaymak isteyenler ile ulusal çıkarlara öncelik verilmesini savunanı muhafazakârlar arasında derin bir ayrışmaya neden oldu. Önümüzdeki yıllarda ulusalcıların gücünde artış yaşanacağını ve Batı'nın değerlerini dayatmasının sonuçsuz kaldığının kavranacağını öngörüyorum.  Myanmar, Mali veya Gine gibi ülkelerde son dönemde yaşanan askeri darbeler sonrasında Batı ile geliştirilen ilişkiler, demokratik eğilimin zayıfladığına dair işaretler barındırıyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’in öncülük ettiği Demokrasi Zirvesi’nden de beklenen sonuçların alınamadığını hatırlatmak isterim. (Bu arada hiçbir Arap ülkesi zirveye davet edilmemişti.)  
Öte yandan, çeşitli Batı ülkelerini en çok endişelendiren konuların başında demografik değişim gelmektedir.  Bunun en somut örneği, Donald Trump'ın ülkesini Meksika'dan ayıran bir duvar inşa etme girişimidir.  
Çeşitli Avrupa ülkelerinde, özellikle doğu Avrupa’da ve İskandinavya'da göçmen karşıtı sağcı politikaların yükselişine şahit olunuyor. Avrupa ülkelerinde, Afrika ve Asya'dan yaşanan göç dalgaları nedeniyle bir panik havası esmekte. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri'nde, Orta ve Güney Amerika'da yerlerinden edilmiş göçmenlerin sayısındaki artış kaygı uyandırıyor.  Anne Marie Slaughter', The Economist’te yazdığı makalede, önümüzdeki on yıl içinde Amerikan dış politikası üzerindeki en etkili unsurun ABD'nin demografik yapısı olacağı işleniyordu. ABD’de ‘beyaz adamın’ yalnızca siyasi etkisinin azalması değil, aynı zamanda nüfustaki payının da giderek küçüldüğü bir gerçektir. Üstelik dünyadaki milyarlarca yoksul insan denizleri ve çölleri hayatları pahasına aşarak ilerlemiş ülkelere göç etme eğilimi göstermektedir.  
Büyük zenginlikleri barındıran, dinsel, mezhepsel ve ulusal kimliklerin kavgalı olduğu ülkelerdeki çatışmalar elbette son bulmayacaktır. Toplum sınıfları arasındaki sosyal ekonomik uçurumlar, adaletsizlik ve ayrımcılığa maruz kalan kitleleri isyana teşvik edecektir. Önümüzdeki süreçte devletler arasında ordular aracılığıyla çatışmalar nadiren yaşanacaktır. Devletler ordularını sadece caydırıcı güç olarak muhafaza edecektir. Şiddete başvurulduğunda da bu, toplu bir savaş olarak değil, daha çok polis harekâtı gibi sınırlı operasyonlarla olacaktır. Binlerce subay istihdam etmek yerine, insansız hava araçları, akıllı füzeler ve özel güvenlik şirketleri aracılığıyla çatışmalara girilecektir. Karşılığında da rakipleri, vekaleten savaşan silahlı gruplara itimat edecektir. Çatışmalar, açık bir zafer veya ezici bir yenilgi ile sona ermeyecek, yıpratmaya yönelik mükerrer operasyonlar olarak sürdürülecektir.  
Konvansiyonel savaşlar, yerini sınırlı operasyonlara bırakırken, buna paralel olarak, çekişme alanları, finans ve ekonomi dünyasına taşınacaktır. Böylece bireysel ve toplu mali cezalara başvurular artacak, rakiplerin sermayeleri dondurulacak, ülkeler yatırımlarla teşvik edilip yatırımların kesilmesiyle cezalandırılacaktır. Neoliberalizmin zaferi ile birlikte, kapitalist arenada bankalar hem terörle mücadelede hem de muhalifleri cezalandırmada en önemli merkezlere dönüşecektir. Dış politikada geleneksel diplomasinin yerini büyük ölçüde hazine ve mali departmanlar alacaktır.  
Öte yandan, büyük devletler arasındaki rekabet, askeri alanlardan ziyade ‘siber uzay’ alanına taşınacaktır. Bugün tanık olduğumuz üzere, siber saldırılarla rakip ülkelerin toplumsal bütünlüğüne ve seçimlere müdahale edilebiliyor. Yönetimler savunma ve saldırı amacıyla daha fazla teknolojik yatırım yapma eğilimi sergiliyor. Önümüzdeki dönemde de sosyal medya hükümetlerin, propaganda, casusluk ve toplumsal denetim araçları olmayı sürdürecektir.  
Ülkeler hareket alanlarını istedikleri gibi seçemeyecektir. Örneğin ABD bugünlerde daha çok Çin sorununa odaklanmak istese de Putin’in Ukrayna ve Suriye'deki faaliyetleri, Tahran'ın bölgedeki yayılmacı politikaları onu tekrar bu bölgelere çekmektedir. Çin şimdilik yakın çevresi dışındaki çatışmalardan uzak durmaktadır, ancak ileride dünya genelindeki ekonomik çıkarlarını savunmak zorunda kalacaktır. Avrupa Birliği, sömürge bağlarından kopmaya çalışıyor, ancak terörizm ve yasadışı göç konusundaki endişeleri, onu yeniden Kara Kıta'daki çatışmalara katılmaya zorluyor. 
Sonuç olarak tüm ülkelerin çatışmaların çözümünde Birleşmiş Milletlere güvenmeleri zor olacaktır. Zira BM, kurucularının öngördüğü şekilde bir kolektif güvenlik mekanizması haline gelemedi. Dünya barış ve güvenliğini sağlamaktan kaçınarak, iklim değişikliği, insan hakları, cinsiyet eşitliği gibi yararlı, ama daha erişilebilir görevlerle yetindi. BM bu yönleriyle bir güvenlik mekanizmasından çok insan hakları kuruluşu görüntüsü veriyor.  
21. Yüzyılda gözlerimizi küreselleşmeye açtık. Artık iç ve dış politikalar arasında büyük ayrımlar bulunmuyor. Terörizm sınır tanımadığı gibi, terörizmle mücadele de sınır tanımıyor. Demografik değişim, sınır tanımayan kitlelerin müdahalesiyle artış kaydediyor, SWIFT (Döviz Transferi) zaten doğası gereği sınır ötesidir. Siber uzay ise adeta sonsuz imkanlar içeren bir sınırsızlık anlamına geliyor. Bugünün dünyası, her gün yenilenen teknolojinin araçlarını kullanabilen toplumlar ile dünün çatışmalarının ve savaş araçlarının kurbanı olan diğer toplumlar arasında bölünmüş durumda. Hepimizi kucaklayan bir dünyanın içinde yaşayacağız ama adeta paralel evrenlerde, farklı zamanlarda, sanki ailemizin arasında birer yabancıymışız gibi.  

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi, Şarku’l Avsat için kaleme aldı: Çatışma alanından, işbirliği ve bölgesel entegrasyona



Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
TT

Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)

Şilililer dün, Augusto Pinochet'nin diktatörlüğünün sona ermesinden 35 yıl sonra, en sağcı cumhurbaşkanını seçti. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun resmi sonuçlarına göre Jose Antonio Kast oyların yüzde 58'ini alırken, rakibi yenilgiyi kabul etti.

10 milyondan fazla oy sayıldıktan sonra, toplam oyların yaklaşık yüzde 70'ini temsil eden sonuçlarla, Kast, geniş bir sol koalisyonun başında bulunan Komünist Parti üyesi Janet Jara'ya karşı açık bir üstünlük sağladı.

51 yaşındaki Jara, yenilgiyi kabul ederek sosyal medya paylaşımında seçmenlerin yüksek sesle ve açıkça konuştuğunu ve cumhurbaşkanı seçilen kişiye tebriklerini ve en iyi dileklerini ilettiğini söyledi.

Muhafazakâr Katolik Cast, kampanyasını Şili'deki suçlarla mücadeleye odakladı ve çoğu Venezuelalı olmak üzere yaklaşık 340 bin belgesiz göçmeni sınır dışı edeceğine söz verdi.

Şarku'l Avsat'ın edindiği nilgiye göre Kast, askeri diktatörlüğün açık bir destekçisi ve Pinochet hayatta olsaydı ona oy vereceğini söylemişti.

16 Kasım'da yapılan ilk turda, her iki aday da oyların dörtte birini aldı ve sol kanat az bir farkla öndeydi. Ancak, tüm sağcı adaylar birlikte oyların yüzde 70'ini topladı.


Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
TT

Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)

Dünya liderleri, Pazar günü Sydney’in Bondi Sahili’nde düzenlenen Yahudi kutlamasına yönelik saldırıyı şiddetle kınadı. Saldırıda en az 12 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, olayı “Avustralya’daki Yahudilere yönelik bir saldırı. Hanuka Bayramı’nın ilk günü, normalde sevinç ve inançla kutlanması gereken bir gün…” sözleriyle değerlendirdi ve polis ile güvenlik güçlerinin olaya karışanları tespit etmek için çalıştığını söyledi.

frgt
Avustralya Güvenlik İstihbarat Teşkilatı (ASIO) Güvenlik Genel Direktörü Mike Burgess, Sidney'deki Bondi Plajı saldırısının ardından 14 Aralık 2025'te Canberra'daki Parlamento Binası'nda düzenlenen basın toplantısında konuşuyor (EPA)

Avustralya muhalefet partisi Liberal Parti lideri Susan Lee, “Avustralyalılar bu akşam derin bir yas içinde. Şiddet ve nefret, toplumumuzun kalbini vurdu… Hepimizin bildiği ve sevdiği Bondi’de” ifadelerini kullandı.

frgt
Avustralya Federal Polisi'nde ulusal güvenlikten sorumlu geçici komiser yardımcısı Nigel Ryan (EPA)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Bu dünyada antisemitizme yer yok. Kalplerimiz bu korkunç saldırının kurbanları, Yahudi toplumu ve Avustralya halkı ile birlikte” dedi.

Saldırıya ilişkin tepkilerini dile getiren dünya liderleri arasında İngiltere Başbakanı Keir Starmer, olayın “son derece üzücü haberler” olduğunu söyledi. Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon ise, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın bir aile gibi olduğunu belirterek, Bondi’deki saldırının kurbanlarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade etti.

sd
Avustralya polisi ve acil durum ekipleri, 14 Aralık 2025'te Bondi Plajı'ndaki silahlı saldırı olayının yaşandığı yere yakın bir bölgede çalışıyor (EPA)

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, saldırının “Yahudi topluluğuna yönelik antisemitizmin bir sonucu” olduğunu ifade etti. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Avustralya ve Yahudilerle dayanışma içindeyiz. Şiddet, nefret ve antisemitizme karşı birleşiyoruz” açıklamasında bulundu.

İspanya Dışişleri Bakanı José Manuel Albares, Norveç Başbakanı Jonas Gahr Støre ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da benzer şekilde saldırıyı kınayarak, kurbanlar ve ailelerine başsağlığı dileklerini iletti.

ABD ve Kanada yetkilileri de saldırıyı terör eylemi olarak nitelendirerek, kurbanlara ve Avustralya halkına destek mesajı verdi. Almanya’daki Yahudi Derneği ise yaptığı açıklamada, “Derin bir şok içindeyiz. Antisemitizm öldürür” ifadelerini kullandı.

New South Wales Başbakanı Chris Minns, “Hanuka’nın ilk günü kutlanan bir bayram, ne yazık ki bu korkunç saldırı nedeniyle kabusa dönüştü. En az 12 kişi hayatını kaybetti, saldırganlardan biri de öldü” dedi.


Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
TT

Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)

Bondi Plajı’nda düzenlenen Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında yaşanan ve en az 12 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıya dair ortaya çıkan görüntülerde, bir sivilin saldırgana müdahale ederek silahını elinden aldığı görüldü. Söz konusu davranış, kamuoyunda geniş yankı uyandırırken, çok sayıda kişinin hayatının kurtarılmış olabileceği değerlendirildi.

Görüntülerde, otoparkta beyaz tişört giymiş bir kişinin, tüfek taşıyan koyu renkli tişörtlü saldırgana hızla yaklaştığı, arkasından saldırarak silahı ele geçirdiği ve ardından silahı saldırgana doğrulttuğu görülüyor. Saldırganın dengesini kaybederek geriye doğru çekildiği ve köprüye doğru yöneldiği, kahraman vatandaşın silahı daha sonra yere bıraktığı anlar videoda net şekilde yer alıyor.

Olay anına ait görüntüler kısa sürede sosyal medyada yayılırken, çok sayıda kullanıcı müdahalede bulunan kişinin cesaretini övdü ve bu davranışın birçok insanın hayatını kurtarmış olabileceğini dile getirdi. Avustralya merkezli News.com.au sitesi, kahraman olarak anılan kişinin Sidney’de yaşayan ve Sutherland’da bir manav işleten 43 yaşındaki Ahmed el-Ahmed olduğunu duyurdu.

İki çocuk babası olan Ahmed’in, bu müdahalesi sırasında iki kurşunla yaralandığı, kuzeninin 7News kanalına yaptığı açıklamayla doğrulandı. Duygusal görüntülerde, 43 yaşındaki manavın saldırganlardan birinin silahını zorla aldığı anlar dikkat çekti.

h
Viral videodan bir görüntü (ABC Avustralya Haber Ağı)

Reuters, güvenilir görüntüler üzerinden videonun doğruluğunu teyit etti. Ajans ayrıca, söz konusu görüntülerdeki saldırganların, daha sonra polis tarafından çevrelendiği doğrulanan kişilerle aynı kişiler olduğunu, kıyafetlerinden yola çıkarak belirlediğini aktardı. Şüpheli saldırganlardan birinin öldürüldüğü, diğerinin ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı bildirildi.

“Nefreti körüklüyor” açıklaması

Saldırıdan saatler sonra açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ağustos ayında Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye bir mektup gönderdiğini ve Canberra yönetimini “antisemitizm ateşini körüklemekle” suçladığını söyledi.

Albanese hükümetinin Filistin devletini tanımayı da içeren politikalarının, Yahudi karşıtlığını teşvik ettiğini ve sokaklarda yayılmasına neden olduğunu savunan Netanyahu “Antisemitizm bir kanserdir. Liderler sessiz kaldığında yayılır. Zayıflığın yerini eylem almalıdır” ifadelerini kullandı.

Saldırıyı “dehşet verici” olarak nitelendiren Netanyahu, “Bu soğukkanlı bir cinayettir. Ne yazık ki her dakika kurbanların sayısı artıyor. En uç kötülüğü gördük. Aynı zamanda Yahudi kahramanlığının zirvesine de tanık olduk” dedi. Netanyahu, kendisinin Yahudi olduğunu söyleyen ve saldırganlardan birinin silahını alan bir sivile atıfta bulundu.

Netanyahu açıklamasında, “Küresel antisemitizme karşı bir mücadele içindeyiz. Bununla mücadele etmenin tek yolu onu açıkça kınamak ve kararlılıkla karşı durmaktır. İsrail’de yaptığımız da budur. Ordumuz, güvenlik güçlerimiz, hükümetimiz ve halkımızla birlikte bunu sürdürmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Avustralya hükümetine dolaylı eleştirilerde bulunan Netanyahu, “Kınamayan, hatta teşvik edenleri kınamayı sürdüreceğiz. Özgür ülkelerin liderlerinden beklenen adımları atmaları için baskı yapmaya devam edeceğiz. Teslim olmayacağız, eğilmeyeceğiz ve atalarımızın yaptığı gibi mücadeleyi sürdüreceğiz” dedi.