İran’dan Lübnan’a esrarengiz patlamalar ve çelişkili açıklamalar

Hizbullah, patlamaların meydana geldiği devlet birimleriyle işbirliğinde bulunmadığını söylüyor

Ayn Kana beldesindeki esrarengiz patlama, iki katlı bir binayı harap hale getirdi (sosyal medya)
Ayn Kana beldesindeki esrarengiz patlama, iki katlı bir binayı harap hale getirdi (sosyal medya)
TT

İran’dan Lübnan’a esrarengiz patlamalar ve çelişkili açıklamalar

Ayn Kana beldesindeki esrarengiz patlama, iki katlı bir binayı harap hale getirdi (sosyal medya)
Ayn Kana beldesindeki esrarengiz patlama, iki katlı bir binayı harap hale getirdi (sosyal medya)

Tony Boulos
İran'da olduğu gibi Bekaa ve Güney Lübnan'da Hizbullah’ın kontrol “kurtarılmış bölgelerindeki” gizemli patlamalar da en az bir yıldır devam ediyor. Bu yönde resmi güvenlik raporlarının, can kaybı ve yaralı sayılarının yokluğunda medya ise patlamaların geçtiği bu alanları olup bitenleri bilgi kaynağına erişme ve gerçeği bilme hakkına sahip Lübnan kamuoyuna iletmek amacıyla denetleyemiyor.
Belirsizlik, medya karartması ve patlamaların yaşandığı bölgelerin kapalı güvenlik alanları olarak değerlendirilmesi, Hizbullah ile İsrail arasında süregelen gizli bir savaş olup olmadığı konusunda birçok soru işaretine neden oldu. Zirâ İsrail, Hizbullah’ın Suriye’deki mevkilerini zaten hedef alıyor. Aynı zamanda İran'da meydana gelen, hayati tesislerin hedef alındığı esrarengiz patlamalar dizisi ile bu patlamalar arasında ilişki olup olmadığı merak ediliyor.
Uzun bir seri
Bundan birkaç gün önce Beyrut saatiyle 02.00 sularında Nebatiye kentine bağlı Deyr ez-Zahrani ve Humine beldelerinde sebebi bilinmeyen patlamalar meydana geldi. Görgü tanıkları, Hizbullah üyelerinin patlamanın meydana geldiği yere koşarak burayı güvenlik şeridine aldıklarını gazetecilerin olay yerine ulaşmasına izin verilmediği bildirdi.
Birkaç hafta önce ise Lübnan'ın doğusundaki Bekaa Vadisi yakınlarında ve Nabi Şit beldesindeki bir bölgede meydana gelen patlamayla ilgili çelişkili bilgiler kaydedildi. Bazı medya kuruluşları patlamanın İsrail'in Hizbullah’a ait bir mevkiyi hedef alan saldırısından kaynaklandığını öne sürerken Hizbullah ise patlamanın İsrail’in 1982'deki işgalinden kalan kalıntılardan bir füzenin patlamasından kaynaklandığını öne sürdü. Ancak İsrail'in Lazkiye limanında İran konteynerlerini ikinci kez hedef almasının saatler ardından gelen bu anlatı, birçok şüpheye neden oldu.
Eylül 2020’de et-Tuffah bölgesindeki Ayn Kana ile Ceba arasındaki bölgede bir patlama duyulmuştu. Görgü şahitleri iki katlı bir binanın yerle bir olduğunu, patlamanın yakınlardaki yerleşim bölgelerini de etkilediğini bildirmişti. Komşular tarafından kaydedilen görüntüler hasarın boyutunu ortaya çıkarmıştı. Hizbullah’ın olay yerini hızla güvenlik çemberine alması ve patlamayla ilgili herhangi bir kapsamlı soruşturmayı engellemesi dolayısıyla olup bitenlere dair resmi bir açıklama yapılmamıştı. Geçen yıl Lübnan-Suriye sınırına bitişik el-Kasr bölgesinde birden fazla patlama kaydedilmiş, Hizbullah ise bu patlamaların uzak bölgelerde depolanan petrol malzemelerinden kaynaklandığını öne sürmüştü. Birkaç hafta önce ise Sur şehrindeki kamplardan birinde Hamas hareketine ait bir depoda şiddetli bir patlama kaydedilmiş, ancak gerçekler ortaya çıkmamıştı.

Tahran ile Beyrut arasında
Nitekim bu patlamalar, hakkındaki belirsizlik ve inandırıcı olmayan açıklamalar açısından İran’da gerçekleşenlere benzerlik teşkil ediyor. Devrim Muhafızları, konuyla ilgili açıklamalarından birinde, çok sayıda şehirde duyulan patlamalar dizisine gök gürültülü sağanak yağışların neden olduğunu duyurmuştu. Ancak vatandaşların yangınların çıkışını gösteren görüntüler kaydettiği biliniyor. Siyasi kaynaklar bu şüpheli hareketlerin Lübnan meşruiyetinin zayıflığını, tüm topraklarda egemenlik sağlayamayacağını doğruladığını söylüyor. Aynı zamanda Hizbullah'ın Lübnan topraklarında özgürce hareket etme kabiliyetine, her düzeyde hareket özgürlüğüne ve ülkeyi siyasi, askeri, diplomatik ve stratejik açıdan kontrol ettiğine işaret ediyor.
Parti sırları
Hizbullah tarafından kontrol edilen bölgeleri hedef alan bir dizi patlamanın belirsizliğini koruduğuna ve bir sonraki açıklamaya kadar koruyacağına dikkat çeken gazeteci Yusuf Diyab, zirâ bu alanların devletin kontrolü dışında kaldığını, yargı birimlerinin soruşturma gerçekleştiremediğini belirtti. Aynı zamanda resmi kurumlar ve Hizbullah ile bir arada yaşamanın devletin partiye tâbi bölgelerde meydana gelen olaylara müdahale etmemesini gerektirdiğini açıkladı.
Bu patlamaların İsrail askeri operasyonu, güvenlik ihlalleri veya mühimmat depolarında teknik hatalardan kaynaklanabileceğini söyleyen gazeteci Diyab, bu patlamalardan birçoğunun yerleşim bölgelerinde meydana geldiğini, nitekim vatandaşlar için tehlike teşkil ettiğini vurguladı. Bu durumun da partiye ait askeri cihetin yerleşim alanları ve sivil tesisler içindeki varlığını kanıtladığına dikkat çekti.
Meydana gelen patlamalarla ilgili resmi bir soruşturmanın bulunmadığına vurgu yapan Diyab, “İletişime geçeceğiniz üst düzey güvenlik veya adli kaynaklar dahi bilgiye sahip değil” açıklamalarına başvurdu. Nitekim devletten daha kapsamlı hale gelmiş olması dolayısıyla Hizbullah’ın sırlarının bilinmesinin imkansız olduğunu söyleyen Diyab, devlet yetkililerinin can güvenliklerini tehlikeye atabilecek sırları deşmekten kaçındığını ifade etti.
İsrail saldırıları
Şarku’l Avcsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Siyasi yazar Ali el-Emin ise yakın zamanda birden fazla bölgede tekrarlanan bu patlamaların Hizbullah’ın başvurduğu gizlilik ve soruşturma sorumluluğunu almak istemeyen ilgili resmi kurumlar dolayısıyla belirsizliğini koruduğunu söylüyor. Sosyal medyadaki iddialar dahil olmak üzere askeri kalıntılar, elektrik jeneratörü veya İsrail’in saldırıları gibi çeşitli iddiaların varlığına değinen Emin, resmi açıklamaların ise bulunmadığını vurguluyor. İsrail’in saldırı düzenlediği iddialarının Hizbullah’ı utandırabileceğini belirten Emin, zirâ Hizbullah Genel Sekreteri’nin İsrail'in çatışma kurallarını ihlal etmesinin karşı askeri harekat ile sonuçlanacağı tehdidinde bulunduğunu hatırlatıyor. İsrail'in İran ve Hizbullah’ın Suriye'deki mevkilerini hedeflediğine, ancak Hizbullah ve İran’ın bunları örtbas ettiğini ifade eden Emin, Lübnan’da gerçekleşen patlamaların ise örtbas edilemediğine, bunların çeşitli sebeplerle ortaya çıktığına dikkat çekiyor.
Kendi güvenliğine tehdit olarak gördüğü şeyleri hedef aldığını söylediği İsrail'in Hizbullah’a karşı operasyonlar yürüterek bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmadığını vurgulayan siyasi yazar, böylece Hizbullah’ın askeri çatışmaya sürüklenmediğini belirtiyor. Bu durumun Hizbullah karşılık vermemeye devam ettiği ve savaşa yol açmadığı taktirde süreceğini de ekliyor. Nitekim iki tarafın da savaşa girmek istemediğini söyleyen Emin, zirâ Hizbullah’ın önceliğinin işgal altındaki Filistin olmadığını, İsrail'in ise güney sınırındaki istikrardan memnun olduğunu hatırlatıyor. Hedeflerine ulaştığı sürece risk almak istemediğini de ekliyor.
Devamlı koordinasyon
Hizbullah ile bağlantılı kaynaklar ise bu patlamalara dair ayrıntılardan bahsetmeyi reddediyor. Partinin medya ilişkileri kısmı tarafından anlatılanların doğru olduğunu, saha verilerine dayandığını vurgulayan kaynaklar, “Medyadaki yorumlar ise yeni değil. Zirâ medya; partiyi karalama ve imajını lekeleme, kamuoyunu ise kışkırtma politikası kapsamında partiyi hedef alacak malzeme arıyor” ifadelerine başvuruyor. Hizbullah'ın güvenlik ve yargı birimlerinin patlamaların meydana geldiği yerleri denetlemesini engellediği yönündeki haberleri yalanlayan kaynaklar, ‘direniş’ ile güvenlik güçleri arasındaki koordinasyonun kalıcı ve sürekli olduğunu öne sürüyor. Kendi deyimiyle ‘Hizbullah'ın nüfuzlu olduğu bölgeleri’ devletin kontrolü dışındaymış gibi gösterme girişiminin asılsız olduğunu da ekliyor.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.