Putin-Reisi Zirvesi: Mesafeli ve dönüm noktalarına odaklı

Putin ile Reisi arasında gerçekleşen zirvede uzun soluklu iş birliğinin geliştirilmesi en önemli gündem maddelerinden biri olurken Rus basını, iki taraf arasında güven duygusunun zayıf olduğuna işaret etti

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi dün Kremlin'de bir araya geldiler (AP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi dün Kremlin'de bir araya geldiler (AP)
TT

Putin-Reisi Zirvesi: Mesafeli ve dönüm noktalarına odaklı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi dün Kremlin'de bir araya geldiler (AP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi dün Kremlin'de bir araya geldiler (AP)

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin dün Moskova'ya yaptığı ilk ziyaretin seyri, öncesindeki büyük çıkışının ve Rus ve İran basınında, iki tarafın stratejik iş birliğini güçlendirmek için bu ziyaretin bir başlangıç ​​noktası haline getireceklerine olan inanca tekrar tekrar yapılan atıfların aksine, Kremlin'de (Rusya Cumhurbaşkanlığı) büyük bir resepsiyon havasında geçen ziyaretin bir tür kayıtsızlığı yansıtması oldukça dikkat çekiciydi. Kremlin’in Protokol Hizmetleri Dairesi, Putin'in genellikle devlet başkanlarını kabul ettiği törenlerin aksine, toplantıyı büyük bir masanın etrafında düzenlemeyi tercih etmişti. Katılımcılar arasında mesafe olmasına özen gösterildi. Bazı çevreler, bunu, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yeniden patlak vermesi nedeniyle alınan önlemlere bağladı.
Ancak zirve sonunda, Putin ve Reisi arasında daha önce devlet başkanlarının yaptığı ziyaretlerde alışılagelen ortak bir basın toplantısının düzenlenememesi büyük dikkat çekti. Buna karşın Kremlin’deki kaynaklar, bu durumu Putin'in mesafeyi koruma ve kamuya açık etkinliklere katılmama kararıyla ilişkilendirdiler.
Öte yandan iki liderin, görüşmelerin kamuya açık kısmında ülkeleri arasındaki özellikle Suriye ile ilgili koordinasyon düzeyinden duydukları memnuniyeti göstermek istedikleri açıktı. Putin, açılış konuşmasında özellikle bu konu üzerinde durdu.
Rusya Devlet Başkanı, Moskova ve Tahran arasındaki iş birliğinin, Suriye topraklarındaki terör tehditleriyle mücadeleye yardımcı olan belirleyici bir faktör haline geldiğini söyledi.
Rus lider, misafirine hitaben şunları söyledi:
“Uluslararası alanda çok yakın iş birliği içerisindeyiz. Çabalarımızın, Suriye hükümetinin uluslararası terörle ilgili tehditlerin üstesinden gelmesine büyük ölçüde yardımcı olduğundan bahsetmiyorum bile.”
İranlı mevkidaşının Afganistan'daki gelişmeler ve Tahran ile büyük güçler arasındaki nükleer anlaşmayla ilgili müzakerelerin seyri hakkında tutumlarını öğrenmek istediğini ifade eden Putin, Reisi ile İran cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden bu yana temas halinde olduğunu, ancak ‘telefon veya görüntülü aramaların yüz yüze görüşmelerin yerini tutamayacağını’ vurguladı. Rus lider, İran ile Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) arasındaki ilişkilerdeki gelişmeye ve bir serbest ticaret bölgesi kurmak için devam eden çalışmalara övgüde bulundu.
Putin, Reisi'den İran'ın Dini Lideri (Rehber) Ali Hamaney’e ‘en iyi dileklerini’ iletmesini istemeyi de ihmal etmedi. Görüşmenin ‘soluk’ havasına rağmen ziyaretin gündemi, Moskova'nın ziyarete verdiği özel ehemmiyeti teyit etmeye çalışıyor gibiydi. İran Cumhurbaşkanı Reisi bugün Rusya Devlet Duması'na hitap edecek. Bu tür etkinlikler, konuk liderlerin gündeminde nadiren yer alıyor.
Diğer taraftan Suriye'de İran ve Rusya arasındaki iş birliğinin önemini vurgulayan Reisi, bu deneyimden başka alanlarda da yararlanmanın mümkün olduğuna işaret etti.
İran Cumhurbaşkanı, Rusya’nın ziyaret öncesinde değinmediği bir konu olarak İran tarafının Rusya'ya 20 yıllık bir stratejik iş birliği anlaşması taslağı sunduğunu söyledi.
Rusya’daki çevreler, Moskova ve Tahran'ın daha önceki beklentilerin aksine ‘mevcut ziyaret sırasında belgeyi imzalamayacaklarını’ söylemişlerdi. Bu, henüz tam olarak üzerinde anlaşmaya varılmamış noktalardan biri gibi görünüyordu. Rus analistler, Moskova'nın benzer bir adım atmadan önce Avusturya'nın başkenti Viyana’daki nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerinin sonucunu bekleyebileceğini söylüyorlar.

Reisi: Tahran şuan ülkesine uygulanan yaptırımları kaldırmak için çaba sarf ediyor
İran Cumhurbaşkanı, Tahran'ın şuan ülkesine uygulanan yaptırımları kaldırmak için çaba sarf ettiğini vurgulayarak, İran’ın Batı’nın tehditleri veya yaptırımları nedeniyle ‘gelişmeyi bırakmayacağını’ söyledi. Ülkesinin, ABD'nin uluslararası düzeyde atacağı tek taraflı adımlar karşısında Rusya ile iş birliğini güçlendirmesini umduğunu belirten Reisi, “İran İslam Cumhuriyeti olarak bizim için dost ülke Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi ve genişletilmesi konusunda herhangi bir kısıtlama yok. Bu ilişkiler kısa vadeli ve taktiksel değil, kalıcı ve stratejik olacaktır” ifadelerini kullandı.
Reisi, İran’ın Rusya ile ekonomi, siyaset, kültür, bilim, teknoloji, savunma ve askeri alanların yanı sıra güvenlik, uzay ve diğer alanlarda ilişkilerini geliştirmek istediğini söyledi.
İran Cumhurbaşkanı, Moskova’ya gitmeden önce, ziyaretinin Rusya ile İran arasındaki siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerde bir dönüm noktası olabileceğini açıklamıştı. Reisi, ziyaret öncesinde yaptığı açıklamada, “Bu ziyaret, Rusya ile İran arasındaki siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerde bir dönüm noktası ve bölgedeki ticari ve ekonomik ilişkilerin güvenliğinin sağlanmasında etkili olabilir” dedi.
Rusya ve İran arasında iş birliğinin güvenliği sağlayacağına ve tek taraflılığı önleyeceğine hiç bir şüphenin olmadığını vurgulayan Reisi, “İran ve Rusya, bölgedeki birçok siyasi ve ekonomik organizasyonun katılımcılarıyız. Rusya, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi bu organizasyonlarda önemli bir rol oynuyor” şeklinde konuştu. İran Cumhurbaşkanı, Rusya'nın AEB’de çok önemli bir rol oynadığını ve bu yöndeki iş birliklerinin ekonomik ve ticari projelerin canlandırılmasında etkili olabileceğini vurguladı.
Moskova ile ilişkilerde uzun vadeli stratejik bir gidişatın güçlendirilmesine birçok kez değinen Reisi, bu dosyanın ekibi için bir öncelik olduğunu belirtirken Moskova'ya, nükleer anlaşmanın canlandırılması konusunda bir anlaşmaya varılmasının Tahran'ın Ruslara sırt çevirmesi anlamına gelmeyeceğine dair güvence vermeye çalıştı. Bu mesele, son zamanlarda Rusya'daki gözlemciler ve analistler arasındaki tartışma konularından biri oldu.

Moskova, İran ile iş birliğini geliştirmeye hazır olduğunu açıkladı
Moskova, Tahran ile başta askeri sektör olmak üzere çeşitli alanlarda iş birliğini geliştirmeye hazır olduğunu açıklamıştı. Batı medyası, Reisi’nin Moskova ziyareti öncesinde Rusya’dan 10 milyar dolarlık askeri teçhizat alımı için bir sözleşme imzalanması ihtimali de dahil olmak üzere Rusya ve İran arasında askeri ve teknik iş birliğine ilişkin tahminlere geniş yer verdi.
Askeri analistler, Tahran'ın Rus yapımı modern askeri teçhizatlar edinmeye büyük önem verdiğine inanıyorlar. Ancak uzmanlara göre sorun, İran'ın bunların ücretini, mal veya petrol takası yoluyla ya da Rusya'nın sağladığı bir krediyle ödeme arzusunda yatıyor.
Buna karşın Rusya’nın önde gelen gazeteleri, İran'da yapılan anketlerin İranlıların çoğunluğunun ‘Rusya'ya güvenmediğini ve Moskova yerine Washington ile diyalogu tercih ettiğine’ işaret etmesi dikkat çekiciydi.
Rusya’da yayınlanan Kommersant gazetesi, İranlı kaynaklarından, Rusya'nın, Viyana’daki müzakereler sırasında Tahran'ın yaptırımları kaldırma konusundaki sağlam duruşu da dahil olmak üzere İran'ın tutumlarına verdiği desteğin, iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirdiğini aktardı. Gazetenin kaynaklarına göre İranlılar, Moskova ile ikili ilişkilerin tüm yönlerini ele alan yeni, ileriye dönük 20 yıllık bir stratejik iş birliği anlaşmanın ülkelerine yardımcı olmasını umuyorlar. Kaynaklar ayrıca İran’ın bir önceki hükümet döneminde iki yıl önce tartışılmaya başlanan anlaşma taslağının halen hazır olmadığına da dikkati çektiler.
Gazete, yakın tarihli bir anketin sonuçlarına göre İranlıların yüzde 52’sinin ABD ve yüzde 35’inin İsrail'e karşı ‘olumlu bir tutuma’ sahip olduğunu, buna karşın yüzde 39’unun ABD’ye yüzde 48’inin ise İsrail’e karşı olumsuz duygulara sahip olduğunu bildirdi. 
Anket sonuçlarına göre ankete katılanların yüzde 71'i ‘İran ile Çin arasındaki 25 yıllık iş birliği anlaşmasına’, yüzde 66'sı ise ‘İran ile Rusya arasındaki 20 yıllık iş birliği anlaşmasına’ karşı olduklarını söylediler.
İran ile Rusya arasındaki ‘güven kaybının tarihi boyutunu’ ortaya koyan anket sonuçları, İran’ın reformcu gazetesi Etimad tarafından da yayınlandı. Etimad gazetesi, iki taraf arasındaki bu güvensizliğin, gerek çarlar döneminde, gerek Sovyetler Birliği döneminde gerekse çağdaş Rusya döneminde tarihin tüm aşamalarında her zaman mevcut olduğunun altını çizdi.
Kommersant gazetesi tarafından yapılan ankette, İranlıların yüzde 70'inden fazlasının ‘İran ile Rusya arasında Hazar Denizi'nin yasal statüsüne ilişkin anlaşmaya’ karşı oldukları görüldü.
İran Şura Meclisi’nin 2018 yılında imzalanan anlaşmayı halen onaylamadığını aktaran gazete, Rusya merkezli Politik Araştırmalar Merkezi (PIR Center) uzmanı Yulia Sveshnikova’nın “İranlıların ruh halinin istikrarlı olmayabilir, ama Rusya'nın güvensizliği faktörü her zaman vardı” şeklindeki değerlendirmesini aktardı.
Sveshnikova’nın yorumuna göre İran’da geleneksel olarak muhafazakarlar, Rusya ile iş birliği yapma ve Batı'dan uzak durma eğilimi gösterirken reformistler, Rusya ile ilişkileri güçlendirmek yerine Batı ile yakınlaşmayı tercih ediyorlar.



Ortadoğu'nun umudu Yeni Araplar

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
TT

Ortadoğu'nun umudu Yeni Araplar

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa’nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor (AFP)

Velid Fares

 

Francis Fukuyama'nın 1991'de yazdığı gibi, Soğuk Savaş sonrası “tarihin sonu” vaatlerine rağmen Ortadoğu'da savaşlar ve çatışmalar genişliyor. Bu arada Batı'da gözler, birbirini takip eden aşamaların özelliklerini keşfetmek için ve reform yapabilecek, barışa doğru ilerleyebilecek sakin, yenilenmiş bir güç bulma umuduyla, onlarca yıldır dünyanın en fazla patlamalar yaşayan bölgesine çevriliyor. Bölgedeki savaş ve çatışmaların çoğuna yol açan hareketlerin birçoğunun arkasında Arap dünyasındaki radikal güçler vardı. Halklarına sosyal, ekonomik ve kalkınma alanında bir ilerleme sunamayan da bunlardı. Dünyanın diğer bölgelerinde de çok sayıda çekişme ve şiddetli çatışmanın yaşandığı açık ve bunların sonuncusu hâlâ bitmeyen Ukrayna savaşıdır. Ancak büyük ve küçük, eski ve yeni, karmaşık ve basit, çözülebilir ve çözülemez çatışmaların en çok yaşandığı bölge, Arap dünyası ve “Büyük Ortadoğu” olarak adlandırılan bölge olmaya devam ediyor.

Bu jeopolitik alan, dünyanın diğer bölgelerine kıyasla sayısız krizle öne çıkıyor. Bu krizlerin başında da kontrol ettikleri ülkelerin sınırlarını genişleterek, bölgesel ve bazıları kıtalararası imparatorluklar kurmayı hedefleyen ideolojik akımlarda vücut bulan yarı-sömürgeci yayılmacı projeler geliyor. Bunların en önemlileriyse Humeynici ve İslamcı projeler (Batı'da cihatçılık olarak adlandırılır), Baasçılık, Arap milliyetçiliği ve diğerleridir. Bunlar hilafet, saltanat gibi kadim imparatorluklar veya Baasçı ulus-devlet, komünizm ve benzeri devletlerin kurulmasına ya da yeniden canlandırılmasına odaklandılar. Ülke sınırları dışında yürüttükleri savaşları, darbeleri ve seferleri, önce kendi ülkesini sonra başka ülkeleri yıkmaya çalışan totaliter tipler gibi, tavizsiz inançlarına bağlılıklarıyla meşrulaştırdılar. Totaliter projeler, rejimi genellikle katı olan kapsamlı bir bölgesel devlet kurmayı amaçlar ve diğer bölgesel ve küresel güçlerle çatışmalara girerler.

Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında buna tanık olduk. Batı'da sorgulanan ise bölgenin geleceği ve Batı toplumuyla ilişkileridir. Aynı soru diğer bölgeler için de geçerli. Batılı çevreler, Arap toplumlarının siyasi kültürlerinde yeni eğilimler üretmelerine nasıl yardımcı olabilecekleri konusuna odaklandılar. Kalkınma ve düşünce kuruluşları, Batı Avrupa'da iki dünya savaşından sonra, Doğu Avrupa'da ise Soğuk Savaş'tan sonra olduğu gibi, programlarının yeni bir Arap coğrafyası kuracağına inanarak, çatışma ülkelerinde “yeni bir kültür” yaymak için hızla harekete geçtiler. Ancak radikallerin Batı kurumlarına sızması ve Arap toplumlarını yönlendirmekten sorumlu kurumlara ulaşması nedeniyle bu yaklaşım başarısız oldu. Böylece Ortadoğu'da radikaller artık gençlerin yetiştirilmesini kontrol eder hale geldiler ve onları açık ve özgürleşmiş “yeni Araplar” olarak tasvir ettiler. Ancak sözde Arap Baharı, bu kusuru ortaya çıkardı. Zira İhvan (Müslüman Kardeşler) ve Humeyni tarafından “yeni Arapları” temsil etmek üzere yönlendirilenler ve devrimci olarak adlandırılanlar, eski radikal madalyonun yeni bir kisve altında ortaya çıkan yüzüydü ve bu durum Mısır, Libya, Tunus, Ürdün, Yemen, Suriye ve diğer yerlerde hızla gün yüzüne çıktı. Bu ülkelerin çoğunda iç savaşlar çıktı ve hâlâ sürüyor. Batı da bölgede yeni bir olgu üretmekte başarısız oldu ta ki bölge kendi kalkınma projelerini üretmeye ve terörle mücadele etmeye başlayana kadar.

Gerçek “Yeni Araplar” yeni kılıklı radikallerden farklı kriterlerle ayrılırlar. Birincisi, onlar gerçek köklerine ve gerçek tarihlerine bağlıdırlar; tekfircilerin, mollaların ve aşırı milliyetçilerin bu tarihe dair yorumlarına değil. Daha da önemlisi, Yeni Araplar toplumlarının tarihini geliştirici bir biçimde okurlar, yani geçmişin değerlerini ödünç alırlar ve zaman içinde farklı halkların deneyimlerinden yararlanırlar. Fanatikler yeniden şekillendirdikleri bir geçmişe takılıp kalmışken, yenilikçiler geleceğe bakarak bugünü şekillendirirler.  Söylemleri belirleyen ve kararları alanlar onlardır, tutsak bir ideoloji ile kendisinin ve kitlelerin umutlarıyla uyum olmayan bir şimdiki zaman arasında sıkışıp kalanlar değil.

İkincisi, Yeni Araplar, yani ılımlı Araplar, ulus-ötesi doktrinleri benimsemezler. Yani kendi ülkelerinden daha geniş bir “ulus” hayalini gerçekleştirmek için rejimleri devirmeye çalışmazlar. Bu Araplar, halklarının ne istediğini ve gençlerinin neyi hayal ettiğini biliyorlar ve gerçekleştirmek için çabalıyorlar. Arzulanan beklentiler, artık egemenlik, ulusal güvenlik ve istikrardır, radikallerin elinde olan geçmişin kabusları değil. Yeni Araplar öncelikle kendi vatanlarına, ardından kendi bölgelerine ve dünyaya aittirler.

Üçüncüsü, Yeni Araplar, adaletsiz, hüzünlü ve baskıcı bir rejim kurarak kendilerini, dünyayı ve istikrarı tehdit edenlere değil, kendi halklarının çıkarlarına ve mutluluğuna hizmet ediyorlar. Yeniler toplumlarını kuşatmak yerine açıyorlar, radikaller ise insanları korkutuyor ve gericiliğin derinliklerinde yalnızlığa sürüklüyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Yeni Araplar terörizm ile mücadele konusunda kararlılar ve terörü yaymıyorlar, radikaller ise radikalizmi yayıyorlar, takiyye yapıyorlar ve aldatmada ustalar.

Avrupa, tek bir yüzyıl içinde milliyetçi imparatorluklardan ve Bolşevik saltanatından kurtuldu. Peki Yeni Araplar aynı sıçramayı gerçekleştirebilecekler mi?

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın sözlerine kulak verirsek, gelecekteki Ortadoğu'yu yeni Avrupa olarak tanımlarken, Avrupa'nın Ortadoğu'ya dönüştüğünü söylüyor. BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al-Nahyan da bir gün daha büyük bir terörizmin Ortadoğu'dan değil Avrupa'dan geleceği uyarısında bulundu.

Batı'ya ve uluslararası topluma daha iyi bir gelecek için eşlik edebilecek Yeni Arapların kimliğini tanımlamak istersek, onlar halklarının ve gelecek nesillerin çıkarlarını güvence altına almak için çalışan Araplardır. Onlar savaşları sona erdirdiler, terörizm ile mücadele ettiler, kurumlarını geliştirdiler, eğitimi yeniden düzenlediler, çabalarını birleştirdiler ve bölgenin geleceği için ılımlı ve ümit verici bir söylem ortaya koydular. Riyad, Kahire, Abu Dabi, Manama, Ürdün ve Rabat'ta karar alma merkezlerinde, Bingazi, Aden ve diğer yerlerdeyse geçici olarak bulunuyorlar. Yeni Araplar, Arap dünyasında ve yeni Ortadoğu'da barışın, güvenliğin ve geleceğinin anahtarıdır.