İran, 6 yıl aradan sonra ilk kez İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına katıldı

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üst düzey yetkililerinin dün Cidde’de düzenlenen 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Hazırlık Toplantısı’nda çekilen bir fotoğrafı
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üst düzey yetkililerinin dün Cidde’de düzenlenen 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Hazırlık Toplantısı’nda çekilen bir fotoğrafı
TT

İran, 6 yıl aradan sonra ilk kez İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına katıldı

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üst düzey yetkililerinin dün Cidde’de düzenlenen 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Hazırlık Toplantısı’nda çekilen bir fotoğrafı
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üst düzey yetkililerinin dün Cidde’de düzenlenen 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Hazırlık Toplantısı’nda çekilen bir fotoğrafı

İranlı diplomatlar İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) toplantısına katıldı. Bu, 2016 yılı Ocak ayında Suudi Arabistan’ın Tahran’daki Büyükelçilik binasına ve Meşhed’deki konsolosluğuna yönelik İran saldırıları nedeniyle 6 yıl süren diplomatik kesintinin ardından geldi.  İranlı diplomatlar dün (Pazar) gerçekleşen ve İİT ülkelerinin 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin hazırlığı kapsamındaki üst düzey personellerin toplantısında yer aldı.
Konu ile ilgili bilgi sahibi olan bir kaynağın Şarku’l Avsat’a aktardığına göre, İranlı diplomatlar, İİT Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha başkanlığındaki toplantıya İslam dünyası ülkelerinin diğer temsilcileriyle birlikte katıldılar.
Şarku’l Avsat salı günü İranlı 3 diplomatın Cidde’deki Kral Abdülaziz Havalimanı’na geldiklerini ve çalışmalarının İİT toplantılarında ülkelerini temsil etmekle sınırlı olduğunu yazmıştı. Haberde, İİT’nin Pakistan’da gerçekleştirilmesi planlanan 48. Dışişleri Bakanları Konseyi’ne yönelik çeşitli hazırlık toplantılarına katılmak üzere ülkeye gelen temsilcilerin İslam İşbirliği Teşkilatı’nın tüm temsilcileri için geçerli ziyaret prosedürlerine uygun olarak karşılandıkları belirtilmişti. 
Suudi Arabistan, 2016 yılı Ocak ayında Tahran’daki büyükelçiliğine ve Meşhed’deki konsolosluğuna yapılan saldırı sebebiyle İran ile diplomatik ilişkilerini kesmiş ve İran’ın tüm temsilcilerinin 48 içerisinde ülkeden ayrılmasını istemişti. Ancak Riyad, diplomatik ilişkileri kestikten sonra her yıl İranlı hacıların ülkeye girişine izin verdi ve uyruğu ne olursa olsun, varışlarından ayrılışlarına kadar herhangi bir hacı gibi muamele gösterdi.
Dün sabah İİT merkezinde, Mart ayında Pakistan’ın ev sahipliğinde başkent İslamabad’da gerçekleştirilecek olan 48. Dışişleri Bakanları Konseyi için Üst Düzey Görevliler Hazırlık Toplantısı çalışmaları başladı. Açılış toplantısının başında, Dışişleri Bakanları Konseyi’nin başkanlığı Nijer’den Pakistan’a devredildi.
İİT Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha toplantının ana gündem maddelerini gözden geçirirken, Filistin, Afganistan, Cemmu Keşmir’deki durumu ele aldı. Aynı zamanda, Yemen, Libya, Sudan, Somali, Suriye, Irak, Mali, Sahel bölgesi, Çad Gölü Havzası ve diğer Afrika ülkelerinin yanı sıra Bosna Hersek’te ve İİT üyesi olmayan diğer ülkelerdeki Müslüman toplulukların ve azınlıkların durumlarından ve bu konularla ilgili gösterilen çabalardan bahsetti.
Genel Sekreter, barış, istikrar ve kalkınmayı sağlamak ve halkların isteklerine cevap vermek için üye ülkelerin karşılaştığı zorlukların üstesinden gelinmesi gerektiğini vurguladı. Genel Sekreterliğin, İİT’nin bu hedeflere ulaşmaya yönelik çabalarına yeni bir ivme kazandırma konusunda kararlı olduğunu yineledi.
Hüseyin İbrahim Taha aynı zamanda, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın barış, diplomasi, önleyici arabuluculuk, terörle ve İslamofobi ile mücadele yeteneklerini ve yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin zorluklarını ele alma çabalarının güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.