İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan: Müzakerelerde kaydedilen ilerlemeye rağmen halen çözüm bekleyen sorunlar var

İranlı bir milletvekili, tarafların dillendirdiği müzakerelerin bitiş tarihlerini ve ek denetimleri kabul etmeyeceklerini vurguladı.

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu’nun dünkü toplantısına katıldı. (ICANA)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu’nun dünkü toplantısına katıldı. (ICANA)
TT

İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan: Müzakerelerde kaydedilen ilerlemeye rağmen halen çözüm bekleyen sorunlar var

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu’nun dünkü toplantısına katıldı. (ICANA)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu’nun dünkü toplantısına katıldı. (ICANA)

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İranlı milletvekillerine Avusturya’nın başkenti Viyana'da, 2015 yılında İran ile dünya güçleri arasında imzalanan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmayı amaçlayan müzakerelere ilişkin bilgi verdi. Abdullahiyan müzakerelerde kaydedilen ilerlemeye rağmen halen çözüm bekleyen sorunlar olduğunu söyledi. İran’ın resmi haber ajanslarına göre Tahran, Washington ile doğrudan müzakereler yürüttüğü iddialarını yalanladı.
İran Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Milletvekili Mahmud Abbaszade, komisyonun dün gerçekleştirdiği toplantının ardından yaptığı açıklamada, “Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, komisyon üyesi milletvekillerine Viyana’daki müzakerelerin gidişatına ilişkin bir rapor sunarak sorularını yanıtladı” dedi.
İran’ın resmi haber ajanslarının aktardığına göre Komisyon Sözcüsü Abbaszade, Abullahiyan’ın ABD ile doğrudan müzakerede bulunulmadığını ve 4+1 grubuyla yapılan görüşmelerde şu ana kadar iyi bir ilerleme kaydettiğini söylediğini aktardı. Sözcü, Abdullahiyan’ın “Bizim için objektif ve güçlü garantilere sahip bir anlaşma olması önemli. Ayrıca bu garantilerin yerine getirileceğini de teyit ediyoruz. Müzakerelerde kaydedilen ilerlemeye rağmen halen çözüm bekleyen sorunlar var” dediğini bildirdi.
İran Meclisi Haber Ajansı’nın (Hane-i Millet / ICANA) haberine göre Abbaszade, komisyon üyelerinin müzakerelerle ilgili bir takım önerilerde bulunduklarını ve Bakan Abdullahiyan’ın onları ‘ilgiyle dinlediğini’ söyledi.
Komisyon Sözcüsü açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Batı, İran'ın taviz vermesini istiyor ve modası geçmiş konular üzerinden insanlar arasında gerilim yaratmaya çalışıyor. Ancak amaçlarına ulaşamazlar. Önemli olan sürdürülebilir, inandırıcı, kapsayıcı ve kazan-kazan ilkesine dayalı bir anlaşmaya varmaktır.”
İran Dini Lideri Ali Hamaney’in tavsiyelerine dayanarak anlaşmanın ülke çıkarları çerçevesinde sağlanabileceğine olan inandığını söyleyen Abbaszade, “İran sürdürülebilir bir anlaşma istiyor. Anlaşma kalıcı olursa daha da iyi olacaktır” ifadelerini kullandı.
Abbaszade, kazan-kazan anlaşmasının İran açısından ne anlama geldiğini ise şöyle açıkladı:
“Kazan-kazan, karşı tarafın endişelerini ele alan ve İran'ın kendisine uygulanan yaptırımların hafifletilmesi için makul ve meşru olan taleplerini karşılayan anlaşmadır.”
Ancak Abbaszade, anlaşmadaki diğer tarafları, istedikleri zaman vazgeçebilecekleri bir geçici anlaşma istemekle suçladı.

Geçici anlaşma
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre komisyonun üyelerinden Milletvekili Ebu el-Fadıl Umeviyye de İran'ın resmi haber ajansı IRNA’ya yaptığı açıklamada, “İran’ın müzakere heyetinin, müzakerelerin bitişiyle ilgili herhangi bir tarihi yok” dedi. Umeviyye, Batılı ülkelerin İran’daki nükleer tesislerin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) müfettişlerinin denetimine açılması talepleri hakkındaki bir soruya verdiği yanıtta, Şura Meclisi tarafından Aralık 2020'de kabul edilen ‘Yaptırımları Kaldırmak ve İran Halkının Çıkarlarını Korumak İçin Stratejik Eylem Yasası’nın, UAEA müfettişlerinin nükleer tesislere girmelerine izin vermediğini belirtti. Ancak İran’ın, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda UAEA ile iş birliğine devam ettiğini vurgulayan İranlı milletvekili, “Bu iş birliği nükleer maddeler ve açıklanan nükleer tesislerle sınırlıdır. Bunun dışında protokol çerçevesinde olmayan denetimleri kabul etmeyeceğiz” ifadesini kullandı.
Müzakere heyetinin gündeminin, yaptırımların kaldırılmasını takip etmek olduğunu ve geçici bir anlaşma yapılması fikrinin masada bulunmadığını söyleyen Umeviyye, İran'ın ticaret ortaklarını çeşitlendirmeye çalıştığını ve bunun yaptırımların iptal edilmesinde önemli bir etkisi olacağını da sözlerine ekledi.
NBC News’in ABD'li yetkililerin Moskova’nın Washington’ın bilgisi dahilinde Tahran’a, İran'ın nükleer programı üzerindeki kısıtlamaları kabul etmesi karşılığında ABD tarafından uygulanan yaptırımların gevşetilmesi için Viyana'da altı aylık geçici bir anlaşmaya varılması önerisinde bulunduğu şeklindeki açıklamalarını aktarmasının ardından İranlı yetkililer, geçtiğimiz hafta boyunca Viyana'da ‘geçici bir anlaşma yapılmasına’ karşı olduklarını birçok kez dile getirdiler.
Söz konusu anlaşma, İran’ın Irak, Güney Kore ve Japonya'da dondurulmuş olan fonlarının serbest bırakılması karşılığında Tahran'ın uranyum zenginleştirme oranlarını yüzde 20 ve yüzde 60’da durdurmasını ve yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum stoklarını yurtdışına çıkarmasını şart koşuyor.
İran Hükümet Sözcüsü Ali Bahadri Jahromi, salı günü düzenlediği basın toplantısında, Rusya’nın İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’ye geçici anlaşma önerisini sunup sunmadığına ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi:
“Geçici anlaşma İran’ın gündeminde yer almıyor. İran’ın nükleer müzakere heyeti haksız olarak uygulanan yaptırımların kaldırılmasına odaklanıyor.”
Ancak Jahromi, soru tekrar yöneltildiğinde Cumhurbaşkanı Reisi’nin Rusya ziyareti sırasında tüm tarafların nükleer anlaşmaya dönmesi ve yaptırımların kaldırılması gerektiğini vurgulandığını söylemekle yetindi.
İran, geçtiğimiz pazartesi günü Washington'ın bir daha anlaşmadan çekilmeyeceğinin garantilendiği iyi bir anlaşmaya varılabileceğini hissederse ABD ile doğrudan müzakerelerde bulunma fikrini değerlendirmeye hazır olduğunu duyurdu.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise devlet televizyonuna verdiği özel bir röportajda şunları söyledi:
“Amerikalılarla görüşmedik. Ancak daha önce tekrar tekrar açıkladığımız gibi; eğer diğer taraflar İran’ uygulanan bu haksız yaptırımları kaldırmaya hazırlarsa bir anlaşmaya da yer var.”
İran, Viyana’da ABD'li yetkililerle doğrudan görüşmeyi reddettiği için anlaşmanın diğer tarafları (İngiltere, Çin, Fransa, Almanya ve Rusya ), Tahran ve Washington’ın görüşlerinin birbirine iletilmesi konusunda iletişim sağlıyorlar.
Tahran ve nükleer anlaşmaya taraf olan güçler aylardır, ABD'nin 2018 yılında tek taraflı olarak geri çekildiği anlaşmayı yeniden canlandırmak için müzakereler yürütüyorlar. Anlaşmadan çekilen ABD, İran’a yeniden yaptırımlar uyguladı. Bunun üzerine Tahran, anlaşmadaki önemli taahhütlerini kademeli olarak ihlal etmeye başladı.
Washington, Viyana’daki müzakerelere dolaylı olarak katılırken nükleer anlaşmanın geriye kalan tarafları, yani Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın yanı sıra Avrupa Birliği (AB), İranlı ve ABD’li müzakereciler arasındaki iletişimi koordine ediyor. Tahran, 2018 yılında tek taraflı çekilmenin ardından Washington'ın artık anlaşmanın taraflarından biri olmadığı gerekçesiyle Viyana'da ABD ile doğrudan görüşmeyi reddetti.
İran’da nükleer anlaşma dosyası da dahil üst düzey politikalarda son sözü söyleyen Hamaney 9 Ocak’ta yaptığı konuşmada,‘ ‘düşmanla müzakere etmenin ona teslim olmak anlamına gelmediğini’ söylemesinin üzerinden iki hafta geçtikten sonra İran, ABD’li doğrudan müzakereler konusunda yumuşayan bir tutum sergiledi. Hamaney, söz konusu konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Düşmana teslim olmamalı ve düşmanın kibrine müsamaha gösterilmemeli. Düşman ile yapılan müzakere, görüşme ve bazen iletişim kurmak düşmana teslim olmak demek değildir.”
Analistler, o günlerde İran’ın bu tutumunu, ABD ile doğrudan müzakerelerde bulunmak için üstü kapalı bir onay olarak yorumladılar. Bu değerlendirmelerini 2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanması öncesindeki durumla aynı olmasına dayandırdılar.
Diğer yandan İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss salı günü yaptığı açıklamada, Batılı güçler ile İran arasındaki 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayı canlandırmayı amaçlayan müzakerelerin ‘tehlikeli bir çıkmaza doğru sürüklendiğini’ söyledi.
Buna karşın İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, İngiliz Bakan’ın açıklamalarını ‘sorumsuz ve temelsiz’ olarak nitelediği açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Bu, İngiltere ve bazı Batı ülkelerinin yıllardır süregelen beceriksizliklerini örtbas etmek ve ABD'nin yasa dışı yaptırımlarına uymak konusundaki içi boş tehditlerinden biri.”
Müzakereler için gerekli koşulları ‘yalnızca İran'ın stratejik sabrının yaratacağını’ söyleyen Hatibzade, ‘bu kapının sonsuza kadar açık kalmayacağı’ konusunda uyardı. Bakanlık Sözcüsü, diğer tarafların ‘suçlama oyununu kullanmak ve bayat söylemlerini tekrarlamak yerine müzakere masasındaki son şanslarını kaçırmamak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğini’ vurguladı.

İçeride tartışma başladı
İran’ın resmi gazetesi Keyhan, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani’nin ‘iyi’ bir anlaşmaya varmak için Washington ile doğrudan görüşme olasılığına işaret ettikleri açıklamalarını sert bir dille eleştirdi.
Bakan Abdullahiyan pazartesi günü Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlenen toplantının oturum aralarında gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
“ABD tarafı, İran’la belirli bir düzeyde doğrudan görüşme arayışında olduğuna dair farklı şekillerde mesajlar gönderiyor. İran, şu an ABD ile doğrudan görüşmese de eğer müzakereler sırasında güçlü garantilere sahip iyi bir anlaşmanın ABD ile belirli bir düzeyde görüşülmesini gerektirdiği bir noktaya ulaşırsa bunu göz ardı etmeyeceğiz.”
Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani ise geçtiğimiz salı günü Twitter hesabı üzerinden, Tahran'ın ABD ile müzakerelerin formatını değiştirme şartlarını yineledi. Şemhani mesajında “İran ile ABD heyetleri arasındaki iletişim, gayriresmi mesajlaşmalar yoluyla oldu. Şimdiye kadar daha fazla iletişime gerek olmadı ve olmayacak da” dedi. Ancak Şemhani, sonraki bir Twitter mesajında "Bu iletişim yöntemi yalnızca iyi bir anlaşma ulaşılabilir olduğunda diğer iletişim yöntemleriyle yer değiştirilecektir” diyerek ABD ile doğrudan müzakerelere kapıyı araladı.
Fakat genel yayın yönetmeni İran lideri tarafından seçilen Keyhan gazetesi, Abdullahiyan ve Şemhani’nin açıklamalarında gösterdikleri bu esnekliği protesto etti. Keyhan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari kaleme aldığı makalede şu ifadeleri kullandı:
“Kardeşlerim Abdullahiyan ve Şemhani hakkındaki bilgilerime ve İran ile ABD ve müttefikleri arasında yıllardır devam eden nükleer mücadeleye ilişkin bilgilerine bakıldığında, özellikle bir takım şartlar belirledikleri için ABD ile doğrudan müzakerelerin arkasında yatan aldatıcı plandan habersiz olduklarını düşünmüyorum.”
Şeriatmedari ayrıca ‘ABD’li çevrelerin ve içerideki vekillerinin, ABD’nin bu durumdan bir ayrıcalık elde edecek olmasından memnun olduklarını’ öne sürdü.
Abdullahiyan ve Şemhani’nin tutumunun, ABD’lilerin ‘ikili sorunları çözmek için değil, müzakere uğruna müzakere etmek istediklerini’ gösterdiği bir zamanda ortaya koyulduğunu belirten Şeriatmedari, Viyana’daki müzakerelerin ‘karmaşık bir süreçten geçtiğine’ dikkat çekti. Avrupalıları ‘müzakerelerdeki sorunun kaynağından kaçmakla’ suçlayan Şeriatmedari, İran Şura Meclisi’nin uranyum zenginleştirme oranların yüzde 20 ve yüzde 60’a çıkarılarak nükleer anlaşmadaki taahhütlerini ihlal eden adımları onaylamasının ardından iki tarafın müzakere masasına geri dönüşü ele almadan önce ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesinden bu yana İran’ın balistik füzelerini ve bölgesel faaliyetlerini kapsayan bir anlaşmaya varma çabaları olduğuna işaret etti. Batı tarafının, Tahran'ın belirlediği çerçevede müzakereler yürüttüğüne dikkat çeken Şeriatmedari, İran’ın yeni cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanının anlaşmaya geri dönmek için İran’ın şartlarını yerine getirme sözü verdiklerini hatırlattı.
Şeriatmedari ayrıca makalesinde şunları söyledi:
“Şemhani ve Abdullahiyan, hangi makul ve kabul edilebilir değerlendirme çerçevesinde ABD ile doğrudan müzakere olasılığından bahsediyorlar? Sorunun neresi net değil? Kimin netleşti de ABD ile doğrudan müzakereye girme ihtiyacı mı doğdu?”
Şeriatmedari, Keyhan'ın başyazısı olarak kaleme aldığı makalede, Abdullahiyan'ın güçlü garantilerle iyi bir anlaşma şartıyla ilgili olarak da şu ifadeleri kullandı:
 “Elinizde iyi bir anlaşma varsa, iyi bir anlaşma denilebilmesi için boyutlarının net olması gerekir. Bu durumda doğrudan müzakereye neden ihtiyaç duyulsun? Eğer bu tür bir anlaşmanın boyutları net değilse, bunu neden iyi bir anlaşma olarak nitelendiriyorsunuz? Bunun güçlü garantilerle iyi bir anlaşma olacağının garantisi ne? Ayrıca eğer müzakere ile ABD’nin nükleer anlaşmaya dönmesi ve tüm yaptırımların kaldırılması kast ediliyorsa, doğrudan müzakereye gerek yok.”



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.