Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Ürdün’de, “Arap Aydını ve İktidarla İlişkinin Diyalektiği” başlıklı sempozyum düzenlendi.

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı
TT

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Uluslararası Dengeli Çizgi Forumu (Vasatiyye), Ürdün’ün başkenti Amman’da, Arap Aydını ve İktidarla İlişkinin Diyalektiği: Tarafsızlık mı Bağımlılık mı?” Başlıklı bir sempozyum düzenledi.
Vasatiyye Genel Sekreteri Mervan el-Fauri, moderatörlüğünü yaptığı sempozyumun giriş konuşmasında şunları söyledi:
“Aydınların toplumdaki rolü son derece önemlidir. Bu ayki sempozyum başlığını seçerken bu role odaklanmayı tercih ettik. Aydınlar kamuoyunun görüşlerinin oluşmasında ve bir ulusun istikbalinin şekillenmesinde önemli roller üstlenir. Aynı zamanda toplumun, hayati meselelerle ilgili motivasyonunu güçlendirir ve duyguların diri tutulmasına destek olur. Özetle ifade etmek gerekirse; aydınlar, düşman saldırılarına karşı, bir ulusun şahsiyetinin olumlu bir şekilde fikren şekillenmesine katkıda bulunur. Entelektüeller, kalemleriyle gerçekliği teşhis eder ve bu gerçekliği değiştirmek için çaba gösterir. Aydınlar ve sanatçılar, şiir, öykü, roman ve tiyatro oyunlarıyla toplumun duygularını dile getirir. Aydınların eserleri ebediyen ölümsüz kalır ve nesillerden nesillere aktarılır. Bu sebeple, resmi makamlar tarafından milli aydına gösterilen ilgi ve insan onuruna yakışır geçim kaynaklarının sağlanması, toplumun geleceğine yapılan bir yatırım anlamına gelir. Bu aynı zamanda, ulusal kimliğin, kültürel ve entelektüel mirasın korunması demektir”.
Sempozyumda ayrıca Prof. Dr. Musa Berizat ve Prof. Dr. Adnan er-Revsan birer tebliğ sundu.
Fauri’den sonra söz alan panelist Prof. Dr. Revsan, aydın ve iktidar arasındaki ilişkiye dair tartışmaların kadim zamanlardan beri süregeldiğini hatırlatarak şunları söyledi:
“İslam öncesi cahiliye döneminde ünlü Ukaz pazarı çok önemli bir edebi ve kültürel platformdu. Bu pazarda mal alışverişinden ziyade, sunum yapan yazarlar, şairler ve filozoflar dikkat çekmekteydi. Hicri birinci yüzyılda Mirbed el-Basri pazarı bu rolü üstlenerek, Arap ve Müslüman aydınlara ev sahipliği yaptı. Bu pazarda aydınlar ve alimler arasında, edebi, felsefi ve kelami tartışmalar yapılmaktaydı. Bu platformdan, Ferezdak, Cerir, İbn-i Sirin ve Hasan el-Basri gibi meşhur alim ve şairler geçti. Hasan Basri tüm tehlikelerine rağmen hakikat adına iktidarla çatışma halindeydi. Vali ve yöneticilere gidip hak bildiklerini yüzlerine karşı söylüyordu, bazıları dinliyor bazıları dinlemiyordu ama o iktidara yanaşmaksızın ‘bağımsız bir aydının’ nasıl olması gerektiğine dair bir örneklik teşkil etti. Hasan Basri bir örnek olup aynı ‘bağımsız tarzı’ benimseyen çok sayıda alim ve aydının var olduğunu söyleyebiliriz. Bu pazarlar ya da platformlar iktidarın egemenliğinde değildi. Bir alim, şair ya da düşünür, üniversite olarak tanımlayabileceğimiz bu platformlarda kendi tezini ya da şiirini dillendirir bu şekilde şöhrete kavuşur ya da yergiye muhatap olurdu. Günümüze dönecek olursak, aydınların görüşlerini serbestçe ifade etmesi gelişmiş demokrasilerde pek bir sorun teşkil etmemektedir. 
Demokratik ülkelerde siyasetçi ile aydın arasındaki diyalektik, taraflardan biri için tehdit oluşturmaz ve ‘düşüncenin ifade edilmesi ’genellikle toplumun fikri ve kültürel mirasına ve yürürlükteki medeni kanunlara tabidir. Ancak otoriter rejimlerde ya da ağır işleyen az gelişmiş demokrasilerde aydın ve sanatçıların başı iktidarla belaya girebilir. Bu tür ülkelerdeki iktidarlar, aydın ve sanatçıların ürünlerine, kendi çıkarlarına hizmet ettiği ya da çıkarlarına karşı gelmediği sürece müsamaha gösterir. Bir entelektüel hakikat adına iktidarla çatışırsa, dışlanır, marjinalleştirilir ve siyasi gerekçelerle hapsedilerek susturulabilir.
Aydının kim olduğu ya da kimin aydın olduğu sorusunun tartışmalı olduğuna değinen Revsan şöyle devam etti:
“Genel olarak eğitimli biri ile alim, malumat sahibi ile entelektüel arasında bir ayrım olduğu kabul edilir. Bir entelektüelin gücü, kültürel zenginliğine ve özgün düşünsel üretimine dayanır. İngiliz düşünür Francis Bacon’un ‘entelektüel otorite’ olarak adlandırdığı şeyin temelinde bu vardır. Bu ‘otoritenin unsurları’ ise, bilim insanının deneylerden elde ettikleri sonuçlar ve sanatçının yaratıcı özgün üretiminin yanı sıra iktidara bağımlı olmayan ilkeler çerçevesinde oluşturduğu belirleyici irade ile ayrım yapmaksızın topluma sunduklarıdır.
Entelektüel faaliyetler, düşünür ve sanatçıların kültürel yaratıcılıkları otoriter rejimlerin müdahaleleri ışığında güdükleşir. Otoriter rejimler aydın ve entelektüellere ya baskı yapar ya da maddi çıkarlarını okşayarak onları baştan çıkarmaya çalışır. Her iki yöntemde, yani kısıtlama ve benimseme, kültürel ve entelektüel sığlıkla sonuçlanır. Böylesi bir ortamda verimli sonuçların elde edilebilmesi oldukça zordur. Öte yandan, entelektüel ve kültürel üretim, asgari özgürlüklerin garanti altına alındığı ve hakikat arayışının önemsendiği toplumlarda, gelişmek için uygun bir zemin bulabilir. Eski Fas Dışişleri Bakanı ve düşünür Muhammed bin İsa’dan alıntı yapacağım şöyle yazmıştı:
“Aydın ve siyasetçi birbirini bağımlı olmakla mükellef değildir. Siyasetçinin görevi; ülkedeki mevcut kurumsal kanallar ve mekanizmalar aracılığıyla kamu işlerinin doğru bir şekilde yönetilmesine katkıda bulunmaktır. Aydının rolü ise fikir üretmek, toplumsal gerçekliği yansıtmak ve değerleri sorgulamakla sınırlıdır. Siyasetçinin bu ‘çıkarımlardan ve ürünlerden’ faydalanma sorumluluğu vardır. Yani her birinin rolü, bazen tamamlayıcı iken bazen birbiriyle kesişmektedir. Hem aydın hem de siyasetçi bağımsız olmalıdır, zira amaçlar ve araçlar ikisi için aynı değildir. Burada aydın geçinen soytarıları ya da safsatacı politikacıları kastetmiyoruz.” 
Yine bir alıntıyla devam edeceğim, yazar ve eski Mısır Kültür Bakanı Cabir Asfur şöyle demişti: “Arap dünyasında entelektüel, siyasetçiye tabidir, oysa gelişen bir zihin olarak, geçici çıkarlar veya kısa vadeli kazanımlarla ilgilenmeyen entelektüelin ürünü, siyasi eylem için referans teşkil etmelidir. Bir entelektüel siyasetle iştigal edebilir, ancak siyasi manevralar yerine, kültürel ilkelerine bağlı kalmayı sürdürmelidir”.  
Fark ettiyseniz siyaset ve düşünce adamlığını bir arada yürüten kişilerden örnek verdim. Genelleme yapmanın sakıncalarını bilerek şunu diyebilirim; Bu gibi kişilerin bakış açısının iki yönü vardır; biri görevde iken diğeri ise görevi bıraktıktan sonra şekillenir. Arap ülkelerinde iktidardakilerin, kültür ve düşünceyle sahici bir ilişkiyi nadiren kurduklarına şahit oluyoruz. Genelde siyaset sahnesinde muhalefete düşüldüğünde bu ilişkinin önemi hatırlanır ve toplumda etki bırakan kültürel entelektüel çalışmalar yapılabilir. İstisna olmasalar da Sudan’da Sadık el-Mehdi ve Hasan Turabi’yi örnek olarak gösterebilirim”.
Ürdün’de entelektüellerin rolüne dair de konuşan Prof. Dr. Revsan ayrıca şunları söyledi:
“Ürdün’de aydın ile otorite arasındaki ilişkiyi değerlendirirken kendimizi bir çelişkiler denizinde buluyoruz. Geçmişte Ürdün’de eğitim ve kültürün rolü önemsenmiş olsa da günümüze baktığımızda, bir entelektüelin haiz olması gerektiği ilkelerin neredeyse tamamen ihmal edildiğini görüyoruz. Genelleme yapmak istemeyiz ancak medyada öne çıkan ve iktidar tarafından rağbet gören ‘entelektüellerin’ sadece iktidarın hoşuna giden şeyleri dillendirdiğine şahit oluyoruz. Ürdün’de yazılı olmayan ama herkesin bildiği kurallar vardır; entelektüeller rolleri sınırlandırılmış bir kesimdir. Gerçek entelektüeller siyaset sahnesine aldırış etmeden yalnızlığı göze alarak faaliyetlerini sürdürür ve siyasete bulaşmamaya özen gösterir. Çünkü siyaset belirli kesimlerin tekelindedir ve yönü bellidir. Siyasetin geleceği için belirlenen yol haritası adeta değişmezdir ve entelektüellerin eleştirilerine kapalıdır. Parlamentoya baktığımızda ‘kültürlü kesimin’ yüzde onluk bir dilimi temsil ettiğini görüyoruz. Geri kalanlara gelince, Eddie Cohen'in tanımladığı gibi, Yahudi metinlerinde geçen Juwaim (Ağyar - halk) sınıfındandırlar. Cohen’i beğenin ya da beğenmeyin, İsrailli bu düşünür Ürdünlü entelektüellerin sahip olmadığı ifade özgürlüğüne sahiptir. Siyaset sahnesinde itibar görmeyen bu gerçek entelektüeller, kitaplara gömülüp adeta ömür boyu inzivaya mahkum olmuştur. Arada bir yerel kültürel faaliyetlerde görünürler ancak etkin değildirler.
İkinci kesim aydın ve entelektüellere gelecek olursak, bu kişiler sahip oldukları kültür köşelerini, siyasi sistemin içinde ya da eşiğinde bir mevkie ulaşmak için kullanırlar. Entelektüellik onlar için bir konum elde etme aracı, ailesinin ve kendisinin geçimini sağlayabileceği bir vesiledir. Bu vesile ilkelerini çiğnemesini gerektirse de böyledir. Bu kesimi belki de ‘ulaştırıcı entelektüel ekol’ olarak tanımlayabiliriz.
Üçüncü bir kesim ise, kendilerini entelektüel olarak tanıtan oluşumlardır ancak aralarında entelektüelleri barındırmazlar. Öncüleri okur yazar kesimdir ve her türlü siyasi tartışmanın içinde yer alırlar. Bu kesim aydınsı sınıf, siyasetçilerin dikte ettiği mevkilerini terk etmezler ve entelektüel boşluğu doldurmak adına göz boyarlar. Yeri gelmişken şunu da söylemeliyiz; Arap dünyasında felsefe, siyaset ve düşünceyle ilgili eserler çok az sayıda okunmaktadır. Ürdün’ün durumu ise Arap dünyasına kıyasla daha da perişandır. Mısır, Lübnan, Kuveyt bizden daha iyi durumdadır, hatta savaşın dramını yaşayan Irak ve Yemen dahi bizden bu konularda daha ileridir. Tüm Arap aleminde yılda 50-60 bin civarında eser basılırken bu sayı Japonya’da 80 bin, Britanya’da 150 bin ve İran’da 65 bin civarındadır”.
Kültür ve siyaset arasındaki ilişki hakkında uzun uzadıya konuşabiliriz, bu konuşma bir yönüyle keyif verici iken bir yönüyle hüzünlüdür. Çok uzatmak istemiyorum, bir örnek vererek konuşmamı sonlandıracağım. Cahiliye döneminde ‘Sealik’ yani hırsızlar dahi kültürlü insanlardı. Bir hırsızın sözlerine bakın: 
“Ben büyük bir dalgayım, sert bir kilidim, ben ateşim. Filler konuşsa benimle susmak bilmezler, deniz bıkmaz sözlerimden.  
Dostlarım Basra'nın hasırından, Mısır'ın hardalından, Şam’ın mercimeğinden, Cezirenin çakıllarından, Musul’un buğdayından ve Filistin’in zeytininden çoktur.”
Ebu Said Razi’nin (ö. 1031 m.s) Nesr ed-Durer eserinde alıntıladığı bu hırsızın ifade gücüne dikkat edin. Eskiden hırsızlar kültürlü iken, bugünlerde Arap alemindeki çoğu entelektüel ve sanatçı Makyavelist mukallitler olarak iktidarlara yaltaklanıyor. Sevgili vatanımızda aydınlar nasıl bu hale geldi? Bu soruyu tartışmaya ve varsayılan tüm cevaplara açık bırakıyoruz”.

Aydın taklitçi değil özgün kişidir
Şarku’l Avsat’ın Uluslararası Vasatiyye Forumu’un web sayfasından aktardığı haberine göre Adnan er-Revsan'ın ardından sözü alan Prof. Dr. Musa Berizat sempozyumdaki tebliğinde şu ifadeleri kullandı:  “Bana göre entelektüel, hayata dair özgün bakış açısı olan, toplumunun kültürünü yakından tanıyan ve ülkesinde, dünyada yaşananlara karşı bir duruşu olan kişidir. Kendi kimliğiyle ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla ve geleceğiyle ilgilenir. Kaynağı neresi ya da kim olursa olsun, kendini hakikate kapatmaz. Taklitçi değildir farklı düşüncelere ve kültürlere açıktır. Akıl ve fıtrat yasalarına uymayan yanlış yargılarla uzlaşamaz. Kanaatlerini ifade ederken yaltaklanmaz, adalet, hürriyet, bağımsızlık, insan onuru ve vatan sevgisi meselelerinde pazarlıksızdır” diye konuştu.
Prof. Dr. Musa Berizat daha sonra şunları ifade etti: “Arap dünyasındaki aydınlar da dünyanın geri kalanındaki aydınlar gibi tasnif edilerek farklı sınıflara dahil edilebilir. Genel olarak yargıda bulunacaksak, aydınlarımızın yarısı iktidarın güdümünde iken, diğer yarısının kendi içinde ayrı sınıflar teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Her aydının bağımsız olduğunu iddia edemeyiz, bazılarının ideolojik, kültürel, bölgeci aidiyetleri olduğu aşikardır. Arap aydınlarının, damarlarında Adnan ve Kahtan’ın kanı akmaktadır. Arapların inanç dünyası ve akidesi, Hz. Muhammed’e (sav) indirilen vahiy ile şekillenmiştir. Peygamberimiz daha önce var olmayan sağlamlıkta bir devlet kurmuş ve tüm insanlık için hidayet mesajı sunmuştur. Bir Arap aydın bir yandan Müslüman olarak hem dindaşları hem de tüm Araplarla birleşirken, diğer yandan farklı tabiiyetler geliştirebilir. Arap alemindeki bölünmüşlük bir yanıyla olumlu bir yanıyla olumsuzdur. Küçük çocuklar okula gittiklerinde farklı sistemlerle eğitilmekte ve farklı ülkelerde olmaları hasebiyle, kendi ülkelerinin ve bölgelerinin milliyetçisi olmaktadırlar. Yani Araplık ve Müslümanlık maddi ve manevi güç kaynağı olacağına, siyasallaşarak ayrım ve ötekileştirmeye sebebiyet veren bir sorunsal haline gelmiştir. Süreç içinde maalesef, din politikleştirilmiş, İslamcılık ve Arapçılık karşı karşıya gelmiştir. Bu iki akım, solculuk, liberalizm, sivilleşme ve son olarak ‘İbrahimi Hanif’ anlayışla çatışmaya girmiştir. Bu çatışmaların kültür dünyamız üzerindeki olumsuz yansımaları inkar edilemez.”



Suriyeli Dürzi lider, Suveyda konusunda Kongre üyeleriyle görüşüyor

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Şeyh Leys Vahid el-Belus'un başkanlık ettiği Ricalu’l Kerame (Onurlu Adamlar) Hareketi heyetinden bir tablo aldı. (SANA)
Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Şeyh Leys Vahid el-Belus'un başkanlık ettiği Ricalu’l Kerame (Onurlu Adamlar) Hareketi heyetinden bir tablo aldı. (SANA)
TT

Suriyeli Dürzi lider, Suveyda konusunda Kongre üyeleriyle görüşüyor

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Şeyh Leys Vahid el-Belus'un başkanlık ettiği Ricalu’l Kerame (Onurlu Adamlar) Hareketi heyetinden bir tablo aldı. (SANA)
Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Şeyh Leys Vahid el-Belus'un başkanlık ettiği Ricalu’l Kerame (Onurlu Adamlar) Hareketi heyetinden bir tablo aldı. (SANA)

Suriye'nin güneyindeki Suveyda vilayetinin ruhani liderlerinden biri olan ve Mudafetu’l Kerame olarak bilinen silahlı grupları yöneten Şeyh Leys el-Belus, Dürzi çoğunluğun yaşadığı vilayetteki kanlı olayların nedeninin, bir tarafın mezhebin kararlarını ele geçirip diğerlerini dışlaması olduğunu söyledi. Bu açıklama, yüzlerce kişinin öldüğü kanlı olayların yaşandığı vilayette neler olup bittiğini öğrenmek isteyen ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi ile yapılan görüşmeler sırasında geldi. Görüşmede ayrıca ‘sorumluluğun kimde olduğu’ konusu da ele alındı.

El-Belus, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, görüşmelerin ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi (Komite Başkanı Senatör James Risch'in ofisi ve Komite üyesi Senatör Jeanne Shaheen) ile Zoom uygulaması üzerinden gerçekleştirildiğini ve toplantıyı Dr. Bakr Ghbeis'in yönettiğini belirtti.

Bu ayın başlarında, karşılıklı kaçırma olayları nedeniyle Suveyda'da Dürzi mezhebi mensupları ile yerel Sünni bedevi aşiretleri arasında şiddetli çatışmalar ve kanlı olaylar çıktı. Suriye hükümeti, nüfuzunu yaymak ve çatışmayı sona erdirmek için müdahale etti ve güvenlik güçlerini vilayetin kırsal bölgelerine ve Suveyda şehrine konuşlandırmaya çalıştı. Ancak bu girişim, Dürzi mezhebinin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri ve yerel silahlı gruplar tarafından reddedildi ve iki taraf arasında şiddetli çatışmalar çıktı. İsrail de bu çatışmalara müdahale ederek, Dürzi mezhebini korumak için hareket ettiği iddiasıyla, eyaletteki hükümet güçlerini, Dera'daki birkaç bölgeyi, Genelkurmay Başkanlığı binasını ve Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın çevresini hedef aldı.

ergt
Esed rejiminin güvenlik güçlerinin 2015 yılında Meşayihu'l Kerame lideri Şeyh Vahid el-Belus'u öldürmesinin ardından Mayıs 2020'de Şeyhu’l Kerame Güçleri Hareketi kuruldu.

Dürzi lider, görüşmelerin Suveyda vilayeti hakkında, özellikle insani ve güvenlik durumu ile toplumun farklı kesimleri arasında devam eden çatışmanın etkileri hakkında olduğunu açıkladı. El-Belus, “Konuşmamızda, dökülen kanın her türlüsünün kabul edilemez olduğunu vurguladık. Sivillerin korunması ve kaos ve anarşinin sona erdirilmesi gerektiğini ifade ettik. Suveyda'daki her insanın yaşam ve onur hakkını korumak ve ihlalleri belgelemek için bağımsız bir insan hakları komitesi kurulmasını talep ettik” ifadelerini kullandı.

sfert
2015 yılında suikasta kurban giden Leys el-Belus'un babası Şeyh Vahid el-Belus'un mezarının kutsallığının ihlal edildiğine dair fotoğraflardan biri

El-Belus sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölge halkından, uydurma hikayeler ve kafa karıştırıcı raporlardan uzak, olup bitenlerin gerçeğini doğrudan duymak istediler. Odak noktaları, sorumluluğu kimin üstlendiği, halkın taleplerinin ne olduğu ve insani ve siyasi açıdan istikrarı nasıl destekleyebilecekleri idi. Onlara durumun medyada gösterildiği gibi olmadığını, bir tarafın mezhebin kararlarını ele geçirdiğini ve diğerlerini dışladığını, bunun da kaos ve kan dökülmesine yol açtığını açıkladık ve onlara açıkça şunu söyledik: Biz kimsenin ajanı değiliz, biz onurlu insanlarız ve Suriye'ye duyduğumuz özenle Suveyda'ya da özen gösteriyoruz.”

“Tehditlere rağmen Suveyda'yı terk etmedim”

El-Belus, ‘kritik günlerde Suveyda'yı terk etmediğini ve her zaman doğrudan ya da insanları korumak için sessizce çalışan vatanseverlerle günlük iletişim yoluyla hazır olduğunu’ vurguladı. El-Belus, “Eğer yoktumsa, bunun amacı koordinasyon ve koruma içindi; kaçmak için değil. Birçok kişi benim tutumumu biliyor; onurumdan ödün vermediğimi biliyor” dedi.

Şarku’l Avsat el-Belus'a Suveyda olayları sırasında hayatının tehlikede olup olmadığını ve bu tehlikenin nereden geldiğini sordu. O da şöyle cevap verdi: “Evet, belirli bir anda, bazı nüfuzlu kişilerin çıkarlarının tehdit edildiğini fark etmesiyle açık bir tehdit ortaya çıktı. Çetelerle bağlantılı silahlı gruplardan, bunların kime bağlı olduğunu ve kararlarını nereden aldıklarını bildiğimiz gruplardan doğrudan ve dolaylı tehditler aldım. Evlerimizi soyup yakmışlar, mülklerimize saldırmışlar, şehit babam Şeyh Ebu Fahd Vahid el-Belus'un mezarını tahrip etmişler ve misafirhanesini yakmışlar.”

El-Belus sözlerini şöyle bitirdi: “Ben buradayım. Topraklarımızdan ve onurumuzdan vazgeçmeyeceğiz. Halkımıza acı gerçeği açıklamaya çalışacağız. İnsanlar gerçeği duydu ve kimin fitne çıkarmak istediğini, kimin onlara umut vermek istediğini anladı. Suveyda benim evim. Onu asla terk etmeyeceğim.”

Captagon kalıntıları ve tüccarları

Dr. Ghbeis, X platformundaki hesabı üzerinden, yaptığı görüşmelerle ilgili iki paylaşımında, toplantı sırasında tartışmanın, küçük bir grup tarafından Dürzi mezhebinin savaş ve barış kararının ele geçirilmesi üzerine odaklandığını açıkladı. Dr. Ghbeis, el-Belus'un komiteye, Beşşar Esed'in eski rejiminin birçok subayı ve Captagon tüccarının hükümet güçleriyle savaşan ve ihlallerde bulunan milisler arasında olduğunu açıkladığını belirtti.

sdfrgt
Suveyda'nın bir caddesindeki kontrol noktasında nöbet tutan Dürzi milis, 25 Temmuz (AP)

Hükümet güçleri daha sonra Suveyda kentinden çekildi ve çevredeki şehir, kasaba ve köylerde konuşlandı.

Bu olaylar yüzlerce sivilin, Suriye güvenlik güçlerinin ve yerel Dürzi milislerin ölümüne ve binlerce Sünni Bedevi aşiret mensuplarının Dera'ya tahliye edilmesine neden oldu.

Gruplar arasındaki farklılıklar

Suriye'deki Dürzi Cemaati Meclisi, Dürzi mezhebinin en yüksek dini otoritesidir ve mezhebin üç şeyhini bünyesinde barındırır: Şeyh Yusuf Carbu, Şeyh Hamud el-Hanavi ve Şeyh Hikmet el-Hicri.

Geçtiğimiz 8 Aralık'ta Suriye'de yaşanan değişimden bu yana, üç dini liderin Suriye'nin yeni yetkililerine karşı tutumlarında farklılıklar ortaya çıktı. El-Hicri, hükümetin ordusu ve güvenlik güçlerinin vilayete girmesini reddediyor, hükümeti sert bir şekilde eleştiriyor ve Suveyda'yı korumak gerekçesiyle uluslararası müdahale talep ediyor. Carbu ve el-Hanavi ise hükümetle uzlaşma sağlanması, hükümetle iletişim kanallarının açık tutulması ve devletin Suveyda üzerindeki kontrolünün sağlanması gerektiğini savunuyorlar.

drgt
Kızılay'ın yardım konvoyu Busra eş-Şam üzerinden Suveyda'ya ulaştı. (SANA)

Birçok silahlı grubu Mudafetu’l Kerame adı altında birleştiren el-Belus'un tutumu, Ahrar Cebelu’l Arab grubunun lideri Süleyman Abdulbaki ile Carbu ve el-Hanavi'nin tutumlarıyla örtüşüyor. Leys el-Belus liderliğindeki Mudafetu’l Kerame’ye bağlı gruplar arasında Yahya el-Hıcar liderliğindeki Hareketu Ricalu’l Kerame de bulunuyor. Ancak el-Hıcar'ın Suveyda'daki olaylara ilişkin tutumu el-Belus'un tutumundan farklı ve el-Hicri'nin tutumuna daha yakın.

Buna karşılık, aralarında Livau’l Cebel ve Suveyda Askeri Konseyi’nin de bulunduğu Suveyda'daki diğer yerel gruplar, hükümete muhalif ve el-Hicri'nin tutumuna yakın tutumlar sergiliyor.

Hatırlanacağı üzere, Suveyda'da kanlı olaylar yaşanmadan önce, vilayetteki dini, siyasi ve sosyal otoriteler arasında devlet kurumlarının vilayetteki faaliyetlerine geri dönmesini öngören anlaşmalar birkaç kez imzalanmış, ancak el-Hicri ve bazı yerel gruplar bu anlaşmaları reddetmişti.