Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Ürdün’de, “Arap Aydını ve İktidarla İlişkinin Diyalektiği” başlıklı sempozyum düzenlendi.

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı
TT

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Ürdün’de Arap aydınları ve iktidarlarla ilişkileri masaya yatırıldı

Uluslararası Dengeli Çizgi Forumu (Vasatiyye), Ürdün’ün başkenti Amman’da, Arap Aydını ve İktidarla İlişkinin Diyalektiği: Tarafsızlık mı Bağımlılık mı?” Başlıklı bir sempozyum düzenledi.
Vasatiyye Genel Sekreteri Mervan el-Fauri, moderatörlüğünü yaptığı sempozyumun giriş konuşmasında şunları söyledi:
“Aydınların toplumdaki rolü son derece önemlidir. Bu ayki sempozyum başlığını seçerken bu role odaklanmayı tercih ettik. Aydınlar kamuoyunun görüşlerinin oluşmasında ve bir ulusun istikbalinin şekillenmesinde önemli roller üstlenir. Aynı zamanda toplumun, hayati meselelerle ilgili motivasyonunu güçlendirir ve duyguların diri tutulmasına destek olur. Özetle ifade etmek gerekirse; aydınlar, düşman saldırılarına karşı, bir ulusun şahsiyetinin olumlu bir şekilde fikren şekillenmesine katkıda bulunur. Entelektüeller, kalemleriyle gerçekliği teşhis eder ve bu gerçekliği değiştirmek için çaba gösterir. Aydınlar ve sanatçılar, şiir, öykü, roman ve tiyatro oyunlarıyla toplumun duygularını dile getirir. Aydınların eserleri ebediyen ölümsüz kalır ve nesillerden nesillere aktarılır. Bu sebeple, resmi makamlar tarafından milli aydına gösterilen ilgi ve insan onuruna yakışır geçim kaynaklarının sağlanması, toplumun geleceğine yapılan bir yatırım anlamına gelir. Bu aynı zamanda, ulusal kimliğin, kültürel ve entelektüel mirasın korunması demektir”.
Sempozyumda ayrıca Prof. Dr. Musa Berizat ve Prof. Dr. Adnan er-Revsan birer tebliğ sundu.
Fauri’den sonra söz alan panelist Prof. Dr. Revsan, aydın ve iktidar arasındaki ilişkiye dair tartışmaların kadim zamanlardan beri süregeldiğini hatırlatarak şunları söyledi:
“İslam öncesi cahiliye döneminde ünlü Ukaz pazarı çok önemli bir edebi ve kültürel platformdu. Bu pazarda mal alışverişinden ziyade, sunum yapan yazarlar, şairler ve filozoflar dikkat çekmekteydi. Hicri birinci yüzyılda Mirbed el-Basri pazarı bu rolü üstlenerek, Arap ve Müslüman aydınlara ev sahipliği yaptı. Bu pazarda aydınlar ve alimler arasında, edebi, felsefi ve kelami tartışmalar yapılmaktaydı. Bu platformdan, Ferezdak, Cerir, İbn-i Sirin ve Hasan el-Basri gibi meşhur alim ve şairler geçti. Hasan Basri tüm tehlikelerine rağmen hakikat adına iktidarla çatışma halindeydi. Vali ve yöneticilere gidip hak bildiklerini yüzlerine karşı söylüyordu, bazıları dinliyor bazıları dinlemiyordu ama o iktidara yanaşmaksızın ‘bağımsız bir aydının’ nasıl olması gerektiğine dair bir örneklik teşkil etti. Hasan Basri bir örnek olup aynı ‘bağımsız tarzı’ benimseyen çok sayıda alim ve aydının var olduğunu söyleyebiliriz. Bu pazarlar ya da platformlar iktidarın egemenliğinde değildi. Bir alim, şair ya da düşünür, üniversite olarak tanımlayabileceğimiz bu platformlarda kendi tezini ya da şiirini dillendirir bu şekilde şöhrete kavuşur ya da yergiye muhatap olurdu. Günümüze dönecek olursak, aydınların görüşlerini serbestçe ifade etmesi gelişmiş demokrasilerde pek bir sorun teşkil etmemektedir. 
Demokratik ülkelerde siyasetçi ile aydın arasındaki diyalektik, taraflardan biri için tehdit oluşturmaz ve ‘düşüncenin ifade edilmesi ’genellikle toplumun fikri ve kültürel mirasına ve yürürlükteki medeni kanunlara tabidir. Ancak otoriter rejimlerde ya da ağır işleyen az gelişmiş demokrasilerde aydın ve sanatçıların başı iktidarla belaya girebilir. Bu tür ülkelerdeki iktidarlar, aydın ve sanatçıların ürünlerine, kendi çıkarlarına hizmet ettiği ya da çıkarlarına karşı gelmediği sürece müsamaha gösterir. Bir entelektüel hakikat adına iktidarla çatışırsa, dışlanır, marjinalleştirilir ve siyasi gerekçelerle hapsedilerek susturulabilir.
Aydının kim olduğu ya da kimin aydın olduğu sorusunun tartışmalı olduğuna değinen Revsan şöyle devam etti:
“Genel olarak eğitimli biri ile alim, malumat sahibi ile entelektüel arasında bir ayrım olduğu kabul edilir. Bir entelektüelin gücü, kültürel zenginliğine ve özgün düşünsel üretimine dayanır. İngiliz düşünür Francis Bacon’un ‘entelektüel otorite’ olarak adlandırdığı şeyin temelinde bu vardır. Bu ‘otoritenin unsurları’ ise, bilim insanının deneylerden elde ettikleri sonuçlar ve sanatçının yaratıcı özgün üretiminin yanı sıra iktidara bağımlı olmayan ilkeler çerçevesinde oluşturduğu belirleyici irade ile ayrım yapmaksızın topluma sunduklarıdır.
Entelektüel faaliyetler, düşünür ve sanatçıların kültürel yaratıcılıkları otoriter rejimlerin müdahaleleri ışığında güdükleşir. Otoriter rejimler aydın ve entelektüellere ya baskı yapar ya da maddi çıkarlarını okşayarak onları baştan çıkarmaya çalışır. Her iki yöntemde, yani kısıtlama ve benimseme, kültürel ve entelektüel sığlıkla sonuçlanır. Böylesi bir ortamda verimli sonuçların elde edilebilmesi oldukça zordur. Öte yandan, entelektüel ve kültürel üretim, asgari özgürlüklerin garanti altına alındığı ve hakikat arayışının önemsendiği toplumlarda, gelişmek için uygun bir zemin bulabilir. Eski Fas Dışişleri Bakanı ve düşünür Muhammed bin İsa’dan alıntı yapacağım şöyle yazmıştı:
“Aydın ve siyasetçi birbirini bağımlı olmakla mükellef değildir. Siyasetçinin görevi; ülkedeki mevcut kurumsal kanallar ve mekanizmalar aracılığıyla kamu işlerinin doğru bir şekilde yönetilmesine katkıda bulunmaktır. Aydının rolü ise fikir üretmek, toplumsal gerçekliği yansıtmak ve değerleri sorgulamakla sınırlıdır. Siyasetçinin bu ‘çıkarımlardan ve ürünlerden’ faydalanma sorumluluğu vardır. Yani her birinin rolü, bazen tamamlayıcı iken bazen birbiriyle kesişmektedir. Hem aydın hem de siyasetçi bağımsız olmalıdır, zira amaçlar ve araçlar ikisi için aynı değildir. Burada aydın geçinen soytarıları ya da safsatacı politikacıları kastetmiyoruz.” 
Yine bir alıntıyla devam edeceğim, yazar ve eski Mısır Kültür Bakanı Cabir Asfur şöyle demişti: “Arap dünyasında entelektüel, siyasetçiye tabidir, oysa gelişen bir zihin olarak, geçici çıkarlar veya kısa vadeli kazanımlarla ilgilenmeyen entelektüelin ürünü, siyasi eylem için referans teşkil etmelidir. Bir entelektüel siyasetle iştigal edebilir, ancak siyasi manevralar yerine, kültürel ilkelerine bağlı kalmayı sürdürmelidir”.  
Fark ettiyseniz siyaset ve düşünce adamlığını bir arada yürüten kişilerden örnek verdim. Genelleme yapmanın sakıncalarını bilerek şunu diyebilirim; Bu gibi kişilerin bakış açısının iki yönü vardır; biri görevde iken diğeri ise görevi bıraktıktan sonra şekillenir. Arap ülkelerinde iktidardakilerin, kültür ve düşünceyle sahici bir ilişkiyi nadiren kurduklarına şahit oluyoruz. Genelde siyaset sahnesinde muhalefete düşüldüğünde bu ilişkinin önemi hatırlanır ve toplumda etki bırakan kültürel entelektüel çalışmalar yapılabilir. İstisna olmasalar da Sudan’da Sadık el-Mehdi ve Hasan Turabi’yi örnek olarak gösterebilirim”.
Ürdün’de entelektüellerin rolüne dair de konuşan Prof. Dr. Revsan ayrıca şunları söyledi:
“Ürdün’de aydın ile otorite arasındaki ilişkiyi değerlendirirken kendimizi bir çelişkiler denizinde buluyoruz. Geçmişte Ürdün’de eğitim ve kültürün rolü önemsenmiş olsa da günümüze baktığımızda, bir entelektüelin haiz olması gerektiği ilkelerin neredeyse tamamen ihmal edildiğini görüyoruz. Genelleme yapmak istemeyiz ancak medyada öne çıkan ve iktidar tarafından rağbet gören ‘entelektüellerin’ sadece iktidarın hoşuna giden şeyleri dillendirdiğine şahit oluyoruz. Ürdün’de yazılı olmayan ama herkesin bildiği kurallar vardır; entelektüeller rolleri sınırlandırılmış bir kesimdir. Gerçek entelektüeller siyaset sahnesine aldırış etmeden yalnızlığı göze alarak faaliyetlerini sürdürür ve siyasete bulaşmamaya özen gösterir. Çünkü siyaset belirli kesimlerin tekelindedir ve yönü bellidir. Siyasetin geleceği için belirlenen yol haritası adeta değişmezdir ve entelektüellerin eleştirilerine kapalıdır. Parlamentoya baktığımızda ‘kültürlü kesimin’ yüzde onluk bir dilimi temsil ettiğini görüyoruz. Geri kalanlara gelince, Eddie Cohen'in tanımladığı gibi, Yahudi metinlerinde geçen Juwaim (Ağyar - halk) sınıfındandırlar. Cohen’i beğenin ya da beğenmeyin, İsrailli bu düşünür Ürdünlü entelektüellerin sahip olmadığı ifade özgürlüğüne sahiptir. Siyaset sahnesinde itibar görmeyen bu gerçek entelektüeller, kitaplara gömülüp adeta ömür boyu inzivaya mahkum olmuştur. Arada bir yerel kültürel faaliyetlerde görünürler ancak etkin değildirler.
İkinci kesim aydın ve entelektüellere gelecek olursak, bu kişiler sahip oldukları kültür köşelerini, siyasi sistemin içinde ya da eşiğinde bir mevkie ulaşmak için kullanırlar. Entelektüellik onlar için bir konum elde etme aracı, ailesinin ve kendisinin geçimini sağlayabileceği bir vesiledir. Bu vesile ilkelerini çiğnemesini gerektirse de böyledir. Bu kesimi belki de ‘ulaştırıcı entelektüel ekol’ olarak tanımlayabiliriz.
Üçüncü bir kesim ise, kendilerini entelektüel olarak tanıtan oluşumlardır ancak aralarında entelektüelleri barındırmazlar. Öncüleri okur yazar kesimdir ve her türlü siyasi tartışmanın içinde yer alırlar. Bu kesim aydınsı sınıf, siyasetçilerin dikte ettiği mevkilerini terk etmezler ve entelektüel boşluğu doldurmak adına göz boyarlar. Yeri gelmişken şunu da söylemeliyiz; Arap dünyasında felsefe, siyaset ve düşünceyle ilgili eserler çok az sayıda okunmaktadır. Ürdün’ün durumu ise Arap dünyasına kıyasla daha da perişandır. Mısır, Lübnan, Kuveyt bizden daha iyi durumdadır, hatta savaşın dramını yaşayan Irak ve Yemen dahi bizden bu konularda daha ileridir. Tüm Arap aleminde yılda 50-60 bin civarında eser basılırken bu sayı Japonya’da 80 bin, Britanya’da 150 bin ve İran’da 65 bin civarındadır”.
Kültür ve siyaset arasındaki ilişki hakkında uzun uzadıya konuşabiliriz, bu konuşma bir yönüyle keyif verici iken bir yönüyle hüzünlüdür. Çok uzatmak istemiyorum, bir örnek vererek konuşmamı sonlandıracağım. Cahiliye döneminde ‘Sealik’ yani hırsızlar dahi kültürlü insanlardı. Bir hırsızın sözlerine bakın: 
“Ben büyük bir dalgayım, sert bir kilidim, ben ateşim. Filler konuşsa benimle susmak bilmezler, deniz bıkmaz sözlerimden.  
Dostlarım Basra'nın hasırından, Mısır'ın hardalından, Şam’ın mercimeğinden, Cezirenin çakıllarından, Musul’un buğdayından ve Filistin’in zeytininden çoktur.”
Ebu Said Razi’nin (ö. 1031 m.s) Nesr ed-Durer eserinde alıntıladığı bu hırsızın ifade gücüne dikkat edin. Eskiden hırsızlar kültürlü iken, bugünlerde Arap alemindeki çoğu entelektüel ve sanatçı Makyavelist mukallitler olarak iktidarlara yaltaklanıyor. Sevgili vatanımızda aydınlar nasıl bu hale geldi? Bu soruyu tartışmaya ve varsayılan tüm cevaplara açık bırakıyoruz”.

Aydın taklitçi değil özgün kişidir
Şarku’l Avsat’ın Uluslararası Vasatiyye Forumu’un web sayfasından aktardığı haberine göre Adnan er-Revsan'ın ardından sözü alan Prof. Dr. Musa Berizat sempozyumdaki tebliğinde şu ifadeleri kullandı:  “Bana göre entelektüel, hayata dair özgün bakış açısı olan, toplumunun kültürünü yakından tanıyan ve ülkesinde, dünyada yaşananlara karşı bir duruşu olan kişidir. Kendi kimliğiyle ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla ve geleceğiyle ilgilenir. Kaynağı neresi ya da kim olursa olsun, kendini hakikate kapatmaz. Taklitçi değildir farklı düşüncelere ve kültürlere açıktır. Akıl ve fıtrat yasalarına uymayan yanlış yargılarla uzlaşamaz. Kanaatlerini ifade ederken yaltaklanmaz, adalet, hürriyet, bağımsızlık, insan onuru ve vatan sevgisi meselelerinde pazarlıksızdır” diye konuştu.
Prof. Dr. Musa Berizat daha sonra şunları ifade etti: “Arap dünyasındaki aydınlar da dünyanın geri kalanındaki aydınlar gibi tasnif edilerek farklı sınıflara dahil edilebilir. Genel olarak yargıda bulunacaksak, aydınlarımızın yarısı iktidarın güdümünde iken, diğer yarısının kendi içinde ayrı sınıflar teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Her aydının bağımsız olduğunu iddia edemeyiz, bazılarının ideolojik, kültürel, bölgeci aidiyetleri olduğu aşikardır. Arap aydınlarının, damarlarında Adnan ve Kahtan’ın kanı akmaktadır. Arapların inanç dünyası ve akidesi, Hz. Muhammed’e (sav) indirilen vahiy ile şekillenmiştir. Peygamberimiz daha önce var olmayan sağlamlıkta bir devlet kurmuş ve tüm insanlık için hidayet mesajı sunmuştur. Bir Arap aydın bir yandan Müslüman olarak hem dindaşları hem de tüm Araplarla birleşirken, diğer yandan farklı tabiiyetler geliştirebilir. Arap alemindeki bölünmüşlük bir yanıyla olumlu bir yanıyla olumsuzdur. Küçük çocuklar okula gittiklerinde farklı sistemlerle eğitilmekte ve farklı ülkelerde olmaları hasebiyle, kendi ülkelerinin ve bölgelerinin milliyetçisi olmaktadırlar. Yani Araplık ve Müslümanlık maddi ve manevi güç kaynağı olacağına, siyasallaşarak ayrım ve ötekileştirmeye sebebiyet veren bir sorunsal haline gelmiştir. Süreç içinde maalesef, din politikleştirilmiş, İslamcılık ve Arapçılık karşı karşıya gelmiştir. Bu iki akım, solculuk, liberalizm, sivilleşme ve son olarak ‘İbrahimi Hanif’ anlayışla çatışmaya girmiştir. Bu çatışmaların kültür dünyamız üzerindeki olumsuz yansımaları inkar edilemez.”



Kürt heyeti başkanı Şarku’l Avsat'a konuştu: Şam’daki toplantıda parlamentoya katılım sağlamayı teklif ettik… Ayrıca anayasal bildirgeye yönelik çekincemizi gündeme getirdik

Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
TT

Kürt heyeti başkanı Şarku’l Avsat'a konuştu: Şam’daki toplantıda parlamentoya katılım sağlamayı teklif ettik… Ayrıca anayasal bildirgeye yönelik çekincemizi gündeme getirdik

Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)
Şam’a giden Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetinin baş müzakerecisi Fevze Yusuf (Şarku’l Avsat)

Suriye'nin başkenti Şam'da bu ayın başında uzun zamandır beklenen ve tarihi olarak nitelenen bir toplantı yapıldı. Bu toplantı, Suriye hükümetinden yetkililer ile Fevze Yusuf başkanlığındaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi heyetini bir araya getirdi. Toplantıda, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi arasında, Amerikan himayesinde imzalanan anlaşmanın uygulanması için alt komitelerin oluşturulması ve ihtilaflı meselelerin çözümüne yönelik müzakereler için ortak bir zemin bulunması konuları ele alındı.

Fevze Yusuf Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, görüşmelerin olumlu geçtiğini ve DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK), ABD ve bölgesel güçlerin bilgisi ve desteğiyle yapıldığını belirtti. Ayrıca Kurban Bayramı tatilinden sonra alt komitelerin kurulmasına karar verildiğini ifade etti.

Yusuf, “Her iki taraf arasında, merkezi komite denetiminde tüm alanlarda uzmanlaşmış komitelerin oluşturulması konusunda bir uzlaşı sağlandı. Zira birçok konu ve dosya, her iki tarafın uzmanlarına ihtiyaç duyuyor. Böylece Özerk Yönetim’in Suriye devlet yapılarıyla bütünleştirilmesi için ortak bir vizyona ulaşmak hedefleniyor” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, geçtiğimiz mart ayında Şam’da hükümet ile SDG arasında yapılan anlaşmayı imzalarken (Arşiv – SANA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, geçtiğimiz mart ayında Şam’da hükümet ile SDG arasında yapılan anlaşmayı imzalarken (Arşiv – SANA)

Birleşmeye dair farklı yaklaşımlar

Geçtiğimiz mart ayında Şara ile Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma, kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askerî kurumların yeni devlet yapısına dâhil edilmesini öngörüyor. Bu kurumlar arasında sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da yer alıyor. Anlaşma kapsamında kurulması planlanan komitelerden biri, Özerk Yönetim’deki kurumların ve bu kurumlarda çalışan personelin devletin resmî kurum ve dairelerine nasıl entegre edileceğini ele alacak ‘idari komite’ olacak. Bir diğer komite, öğrencilerin, okulların ve eğitim kurumlarının Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanması ile diplomalarının ve eğitim kademelerinin tanınmasını sağlayacak. Ayrıca güvenlik ve askerî güçlerle ilgili bir komite de oluşturulacak ve bu komite, söz konusu güçlerin Savunma ve İçişleri Bakanlığı yapısına nasıl entegre edileceğini belirleyecek. İhtiyaca göre daha sonra başka komiteler de kurulacak.

Özerk Yönetim bölgeleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan dört vilayete dağılmış durumda: Halep’in doğu kırsalı, Deyrizor’un kuzey ve doğu kırsalı, Rakka şehir merkezi ve Tabka. Bunlara ilave olarak Haseke vilayeti ve Kamışlı şehri. Bu bölgeler, yedi sivil yerel meclis tarafından yönetiliyor.

Suriye hükümetinden resmî bir heyet ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni bir araya getiren tarihi toplantıdan (sosyal medyada paylaşıldı)Suriye hükümetinden resmî bir heyet ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni bir araya getiren tarihi toplantıdan (sosyal medyada paylaşıldı)

Söz konusu kurumların ve çalışanlarının geleceği hakkında konuşan Fevze Yusuf, bu yapıların birleşme süreci boyunca geçiş dönemini yöneteceğini açıkladı. Yusuf, “Anlaşılan o ki, bizim birleşme ve bütünleşme anlayışımız Şam’ın bakış açısından farklılık gösteriyor. Hükümet, birleşme meselesini Özerk Yönetim’in lağvedilmesi ve askerî güçlerinin tasfiyesi olarak anlıyor. Oysa biz, bütünleşmeyi mevcut kurumlarımızın bu aşamayı yönetmeye devam etmesi ve ileride devletin bir parçası hâline gelmesi olarak görüyoruz” şeklinde konuştu.

Yerel yönetimlerin, onları yöneten halkın bir parçası olan kişiler aracılığıyla yürütülen bir yönetişim sistemi olduğunu vurgulayan Yusuf, bu kişilerin bölgenin sorunlarını çok iyi bildiklerini belirtti. Yusuf, “Başka bir ifadeyle, bu yönetimlerin gelişme ve Şam’la anayasal düzenlemelere dayalı olarak koordinasyon kurma hakkını korumak ve varlıklarını hukuken ve meşru biçimde sürdürmelerini teminat altına almak istiyoruz” dedi.

Askerî ve güvenlik güçlerinin, Savunma Bakanlığı bünyesinde tek bir yapı olarak birleştirilmesi, ancak özgünlüklerinin ve coğrafi dağılımlarının korunması hakkında ise Yusuf şu yorumu yaptı: “SDG’yi diğer silahlı gruplarla sayı, nitelik, silah ve savaş tecrübesi bakımından karşılaştırmak mümkün değil. SDG güçleri, ABD öncülüğündeki DMUK güçleri tarafından eğitildi. Bu güçler, geleceğin Suriye ordusunun çekirdeğini oluşturacak. Çünkü bu güçler disiplinli, örgütlü ve yıllar boyunca bölgelerini ve Suriye sınırlarını koruma noktasında yeterliliklerini ispatladılar.”

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini gösteren bir trafik levhası (Şarku’l Avsat)Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bölgelerini gösteren bir trafik levhası (Şarku’l Avsat)

Yusuf, hükümet tarafının anlaşma maddelerini uygulama konusunda ciddiyet gösterdiğini ve askerî seçenekler ile güvenlikçi çözümleri dışladığını belirtti. Her iki taraf da Savunma Bakanlığı’na bağlı güçlerle SDG arasında askerî bir çatışma yaşanmamasının, uzlaşıların ve tüm Suriye topraklarında egemen ve güçlü bir devlet inşasının önünü açacak stratejik bir tercih olduğunu ve bu tercihin korunması gerektiğini vurguladı.

Zaman çizelgesine dair anlaşmazlık noktası

Ancak Şara ile Abdi arasında imzalanan anlaşma, yıl sonuna kadar uygulanması gereken bir takvim öngörüyor. Peki, bu takvim hakkında durum ne? Yusuf, birçok mesele ve dosyanın hâlâ karmaşık olduğunu ve daha fazla zamana ihtiyaç duyulduğunu, örneğin, askerî ve güvenlik güçlerinin nasıl entegre edileceği meselesinin zamana yayıldığını kaydetti. Yusuf'a göre bu güçler, Suriye topraklarının üçte biri büyüklüğündeki bir alana dağılmış durumda. Hapishanelerin boşaltılması ve kampların tasfiye edilmesi meseleleri ise daha da uzun bir zamana ihtiyaç duyuyor.

Şarku'l Avsat'a konuşan Yusuf, Şara ile Abdi’nin anlaşmayı ilan etmesinin ardından Özerk Yönetim’in hükümet heyetiyle ilk toplantısını Haseke’de gerçekleştirdiğini, burada görüş alışverişinde bulunulduğunu aktardı. En acil çözüm gerektiren meselelerden birinin ortaokul ve lise diplomalarına ilişkin bitirme sınavları meselesi olduğunu ve hükümet heyetinin bunu çözmeye istekli olduğunu, ancak bugüne kadar, yani üç ay geçmesine rağmen, sınav sürecinin Özerk Yönetim bölgelerinde nasıl yürütüleceğine dair hiçbir resmî kararın çıkmadığını ve binlerce öğrencinin geleceğinin tehlikede olduğunu söyledi.

Yusuf ayrıca, Özerk Yönetim’in adem-i merkeziyet talebinin ayrılıkçılık ve bölünme anlamına geldiği yönündeki suçlamalara yanıt vererek, ‘Özerk Yönetim’in Şam’da bulunmasının ve Özerk Yönetim heyetinin orada yer almasının, Suriye devletine bağlılığın en büyük kanıtı ve delili olduğunu’ belirtti.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim liderleri, Suriye'nin kuzeyindeki Rakka kentinde yer alan yönetim binası önünde düzenlenen basın açıklaması sırasında (Şarku’l Avsat)Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim liderleri, Suriye'nin kuzeyindeki Rakka kentinde yer alan yönetim binası önünde düzenlenen basın açıklaması sırasında (Şarku’l Avsat)

Yusuf, “Biz Suriye’nin bir parçasıyız ve bu bizim için ilkesel bir duruş. Adem-i merkeziyetçilik birlikle çelişmez. Hepimiz Suriyeliyiz. Ancak her bölgenin kendine has etnik ve dini çeşitliliğe dayalı özellikleri var” dedi. Yusuf, bu farklılıkların göz önünde bulundurulması gerektiğini, birçok gelişmiş ülkede adem-i merkeziyetçi sistemlerin uygulandığını ve bu ülkelerin güçlü devletler olduğunu söyledi. Adem-i merkeziyetçilik kavramının, sanki bölünme ve ayrılık anlamına geliyormuş gibi çarpıtıldığını ifade etti.

Askerî ve idarî dosyaların yanı sıra bu komiteler, ekonomik meseleleri ve petrol ile enerji sahalarının devrini de ele alacak. SDG, ülkenin petrol zenginliğinin yaklaşık yüzde 85’ini, ayrıca doğal gaz sahalarının ve üretiminin yüzde 45’ini kontrol ediyor. Bu sahalar arasında doğu Suriye’de Deyrizor kırsalında yer alan el-Ömer ve et-Tank sahaları da bulunuyor.

Yusuf, hükümet tarafıyla, hazırlanmakta olan Suriye parlamentosunun yapısına katılımları konusunu görüştüklerini açıkladı. Görüşmelerin, Kurban Bayramı tatilinden sonra başlamasının muhtemel olduğunu belirten Yusuf, Özerk Yönetim heyetinin anayasal bildiri konusundaki çekincelerini hükümet tarafına ilettiğini söyledi.

Yusuf, “Adem-i merkeziyetçilik, parlamentoya katılım ve anayasal bildiri meselelerine bazı satırlarda değindik. Ancak bu toplantı türünün ilkiydi. Bu nedenle genel çerçeveyi ele aldık. Bu oturum bir hazırlık niteliğindeydi. Sonraki toplantılarda daha derin tartışmalara gireceğiz” ifadelerini kullandı.

 Özerk Yönetim ve askeri güçlerinin kontrolü altındaki başlıca kentlerden biri olan Kamışlı'nın girişi (Şarku’l Avsat)Özerk Yönetim ve askeri güçlerinin kontrolü altındaki başlıca kentlerden biri olan Kamışlı'nın girişi (Şarku’l Avsat)

Fevze Yusuf, Özerk Yönetim’in, sunulan anayasal bildiri taslağından memnun olmadığını ve bu konuda itirazları olduğunu söyledi. Zira Özerk Yönetim bu bildirinin, merkeziyetçi bir yönetimi dayattığını düşünüyor. Onlara göre anayasa, yetki ve sorumlulukların adil biçimde paylaşılmasını sağlamalı, farklı siyasi görüşlerin özgürce ifade edilmesine izin vermeli, Suriye’deki tüm etnik ve dini toplulukların haklarını tanımalı ve demokratik, adem-i merkeziyetçi bir yönetim sistemini benimsemeli.

Yusuf sözlerini şöyle tamamladı: “Biz diyaloğa hazırız. Hükümet tarafının müzakerelerin yeniden başlatılması için yeni bir tarih belirlemesini ve komitelerin çalışmalara başlamasını bekliyoruz.”