Tahran: Anlaşmaya varılması yaptırımların kaldırılmasına bağlı

Lavrov: Anlaşma sağlanabilmesi için önümüzde uzun bir yol var.

Viyana’daki nükleer müzakereler Coburg Palais Oteli’nde gerçekleştiriliyor.  (Reuters)
Viyana’daki nükleer müzakereler Coburg Palais Oteli’nde gerçekleştiriliyor. (Reuters)
TT

Tahran: Anlaşmaya varılması yaptırımların kaldırılmasına bağlı

Viyana’daki nükleer müzakereler Coburg Palais Oteli’nde gerçekleştiriliyor.  (Reuters)
Viyana’daki nükleer müzakereler Coburg Palais Oteli’nde gerçekleştiriliyor. (Reuters)

Avusturya’nın başkenti Viyana, İran'ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin 8’inci turuna ev sahipliği yapıyor. On günlük bir aranın ardından Coburg Palais Otelde salı günü yeniden başlayan görüşmelerde, uzman heyetler ve ülke temsilcileri ayrı ayrı bir araya geldi. Avrupa Birliği Siyasi Direktörü Enrique Mora, İranlı Başmüzakereci Ali Bakıri ile ikili görüşme gerçekleştirdi. Mora daha sonra Avrupalı temsilcilerin katılımıyla ABD heyeti ile bir toplantı düzenledi. Rusya temsilcisi Büyükelçi Mihail Ulyanov, Başmüzakereci Ali Bakıri ile verimli ve önemli bir görüşme yaptıklarını söyledi  ancak ayrıntı vermedi.
Katılımcı tarafların dışişleri bakanları, müzakerelerin seyrine dair farklı görüşler beyan etti.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, anlaşmaya varılabilmesinin Batı taraflarının yaptırımları kaldırma yönündeki ‘iradesine’ bağlı olduğunu söyledi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırma konusunda henüz kat edilecek uzun bir yol olduğunu belirtti. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise müzakerelerde ‘kritik’ olan son aşamaya girildiğini bildirdi.   
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İngiliz mevkidaşı Liz Truss ile Moskova’daki görüşmesinin ardından düzenlediği ortak basın toplantısında, Rusya ve İngiltere'nin ‘nükleer anlaşmayı canlandırmak için mevcut fırsatları uygulamak için kat edilmesi gereken uzun bir yol’ olduğu hususunda ortak kanaate sahip olduklarını kaydetti.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Kudüs'te yaptığı açıklamada, Viyana müzakerelerinin ‘kritik olan son aşamaya’ girdiğini ve nükleer anlaşmanın canlandırılmasının bölgeyi daha güvenli hale getireceğini belirtti.  
Baerbock, İsrailli mevkidaşı Yair Lapid ile düzenlediği ortak basın toplantısında şunları söyledi:
“İsrail'in çekincelerine rağmen 2015 nükleer anlaşmasının tam ve eksiksiz bir şekilde canlandırılmasının bölgeyi daha güvenli hale getireceğine inanıyorum. Aksi takdirde bu görüşmeleri yapmazdık. Müzakerelerde kritik olan son aşamaya girildi. İran’ın müzakere masasında taviz vermeye hazır olması ve ‘abartılı’ taleplerde bulunmaması gerekir.”  
Yair Lapid ise Alman mevkidaşına, nükleer müzakerelerin seyrine dair İsrail’in tutumunu aktardığını belirttiği açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Nükleer güce sahip bir İran sadece İsrail’i değil, tüm dünyayı tehlikeye atacaktır. İran, Yemen’den Buenos Aries’e kadar terörün kaynağıdır. Muhtemel bir anlaşmada İran’ın bölgesel saldırganlığı da dikkate alınmalıdır.”  

'Batı bir sınavla karşı karşıya’ 
Diğer yandan İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tahran’da yabancı ülkelerin büyükelçileri ve misyon temsilcileriyle bir araya geldiler. Reisi ve Abdullahiyan toplantıda, müzakerelerin Batılı katılımcılarına yönelik mesajlar verdi.  
Cumhurbaşkanı Reisi şu açıklamada bulundu:
“Herkes İran’ın ‘nükleer anlaşmayı’ terk etmediğini ve bütün yükümlülüklerini yerine getirdiğini biliyor. İran’ın mevcut müzakerelere üst düzey donanımlı bir heyetle iştirak etmesi, diplomasiye olan inancımızı ve ciddiyetimizi gösteriyor. Anlaşmadan biz değil, verdikleri sözlere rağmen Amerikalılar çekildi ve Avrupa ülkeleri de bu duruma sessiz kaldı. Avrupa’nın konumu ve imajı, İran hükümetinin ve halkının nezdinde tarihi bir sınavla karşı karşıyadır. Tüm propaganda çabasına rağmen mevcut ABD yönetiminin politikasının, önceki idarenin yaklaşımından şu ana kadar önemli ölçüde farklı olmadığını gördük.”  
Reisi açıklamasının devamında İran’ın nükleer faaliyetlerinin tamamen barışçıl olduğunu vurguladı:
“Atom Enerjisi Ajansı, İran’ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğunu defalarca ikrar etti. Rehber Ali Hamaney’in fetvaları açıktır. Bizim inancımızda ve felsefemizde nükleer silah kullanımı caiz değildir. Hiroşima ve Nagasaki’deki toplu ölümler bu silahların sakıncasını gösteriyor. Askeri planlarımızda ve savunma anlayışımızda bu tür silahların yeri bulunmuyor.”  
Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da ABD ve Batılı tarafların Viyana’daki müzakerelerde büyük bir sınavla karşı karşıya olduğunu belirttiği açıklamasında şunları söyledi:
“Müzakere tarafları, uluslararası topluma gerçekçi bir yaklaşım sergilediklerini göstermeliler. Görüşmelerde anlaşmaya varılabilmesi için yaptırımların kaldırılması ve tüm tarafların anlaşmadaki yükümlülüklerini tam ve eksiksiz olarak yerine getirme iradesi göstermesi gerekiyor.” 
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Japonya Başbakanı Fumio Kişida ile yaptığı telefon görüşmesinde şu ifadeleri kullandı:
“ABD’nin bir önceki yönetimin başarısız yaklaşımını benimsemesi, müzakerelerin kayda değer ölçüde ilerletilmesinin önündeki en büyük engeldir. Nükleer anlaşmadan bağımsız olarak Japonya ile ilişkilerimizi geliştirmeyi önemsiyoruz.”  
İran resmi haber ajansı İRNA’da yayınlanan analizde, nükleer müzakerelerde ‘siyasi karar’ alınması aşamasına gelindiği belirtilerek Batı tarafının ‘suçu İran’a atma’ taktiği uyguladıkları vurgulandı.  
Batılı tarafların anlaşmayı zorunluluk değil de bir lütufmuş gibi değerlendirdiğine dikkat çekilen analizde  şu ifadeler kullanıldı:
“Batılıların kendilerinin haklı olduğuna olan inancı müzakere ortamını zehirliyor. İran heyeti nihai bir anlaşmaya varmak için kararlı ancak batılılar müzakereleri ilerletecek somut adımlar atacak kadar ciddi görünmüyorlar. 2015’teki müzakerelerin aksine, ciddi bir güven eksikliği kendini hissettiriyor. Batılı taraflar müzakerelerin başladığı tarihten itibaren İran’ın taleplerine karşılık vermiş değil. Buna rağmen son günlerde İran’a bir dizi seçenek teklif edildiği yönünde açıklamalar yapıyorlar.”   



Reisi'nin yokluğunun ardından İran

Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
TT

Reisi'nin yokluğunun ardından İran

Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)
Reisi'nin ardından İran, iktidarın muhalefete "Allah ile savaştığı" temelinde bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırmaya yönelecek (AFP)

Velid Fares

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin, Dışişleri Bakanı ile birlikte helikopter kazasında hayatını kaybettiğini duyuran açıklamanın mürekkebi kurumadan, ölümünden kimin sorumlu olduğuna dair anlatılar başladı. Helikopterin zorunlu inişi gerçekten teknik nedenlerden mi kaynaklanıyordu, yoksa birisi motora sabotaj mı yapmıştı?

Haberlerin çoğu, teknik bir arızanın bir felakete dönüşen bu zorunlu inişe yol açtığı sonucuna varıyor. Ancak pek çok soru hâlâ soruluyor ve bunlar arasında şunlar da var; bu helikopter nasıl düştü, Cumhurbaşkanına eşlik eden iki helikopterden ikisi de neden zorunlu iniş alanına bakmadan yolculuklarına devam ettiler? Bazıları, kötü hava koşullarına rağmen kışın bile bu koridorun sürekli uçak ve helikopterler tarafından kullanıldığını söylüyorlar. Dolayısıyla ya bu olay benzersiz ya da olayların seyrini bu yöne iten yıkıcı bir el var.

Nihai raporların sonuçları ne olursa olsun, bu durum, İran rejimi içindeki kanatlar arasındaki güç tartışması çerçevesine giriyor. Bu kanatların ilki ölen Cumhurbaşkanı’nın devlet başkanı konumundayken başını çektiği kanattır. Kaynaklara göre Reisi, başkanlığını yaptığı devlet kurumlarının daha yetkili olması için çalışıyordu. Diğer kanat ise Dini Lider'in kanadı ve yüksek Humeyni otoritesi onun elinde. Yeni cumhurbaşkanlığı seçiminin tarihi yaklaşırken kanatlar arasındaki mücadele yoğunlaşmıştı ve Hamaney'in ölümüyle yerine geçecek yeni ismin bulunması için çalışmalar yapılıyordu. Bilgiler, Humeyni Otoritesinin başındaki ismin, yerine oğlu Mücteba Hamaney'i önerdiğini söylüyor. Ancak diğer kaynaklar, Reisi'nin Veliyyi Fakih’in halefi olmaya hazırlandığını, bunun da iki kanat arasında çatışmaya yol açtığını söylüyorlar.

Anlaşmazlık konularından biri de 2014'ten bu yana Batı'dan, özellikle de ABD'den aktarılan ve on milyarlarca dolar olduğu tahmin edilen paranın kontrolü. Bu büyük meblağlar doğal olarak hükümet, bürokrasi, güvenlik kurumları, bankalar ve sahayı kontrol eden milisler arasında büyük çatışmalara yol açıyor. Cumhurbaşkanlığı ve Genel Rehberlik makamları arasındaki çatışma, bir yandan rejimin gücünü güvence altına alan bu fonlar üzerindeki kontrolün niteliği, diğer yandan da rejimin dört Arap ülkesinde ve Filistin topraklarındaki Humeynici ve müttefik milislerle olan organik bağıyla ilgili derin farklılıkların bir sonucu olabilir.

Peki, Reisi’nin sahneden ayrılmasından sonra şimdi ne olacak?

En yakın ihtimal, kurumlardaki ve devletteki destekçilerinin zayıflatılması ve yerine Rehber’i çevreleyen dar çevrenin parçası olacak, yeni bir cumhurbaşkanının getirilmesidir. Böylece cumhurbaşkanlığı makamı yakın gelecekte Dini Lider’in halefi için hazırlanmış olacak. Bu durumda, İran'daki bu dramatik değişimlerin iç, bölgesel ve uluslararası arenadaki sonuçları nelerdir?

İran içinde, yoğun halk tepkisinden ve Tahran ile diğer şehirlerde gerçekleşen kutlamalardan, Reisi'nin ölümünün, muhalefetin bir bütün olarak rejimin varlığını reddetmesi, bir otorite boşluğu veya en azından otoritenin kanatları arasında bir çekişme olduğu temelinde otoriteye karşı yeniden protesto çağrısı yapması için yeni bir kapı açabilir. Bu elbette rejimi, uluslararası kamuoyunu sahayı kesin olarak kontrol ettiğine ikna etmek için büyük bir baskıda bulunmaya itecektir.

Bölgesel düzeyde bazı hükümetler, Tahran’daki yeni hükümet ve yönetim ile ilişkilere hazırlık olarak Hamaney'in otoritesini yeniden tanıdı. Bunların arasında devletlerin içişlerine karışmama anlaşması imzalayan ülkelerin yanı sıra, durumu izleyen ve yeni rejimin istikrarlı bir yönde gelişimini görene kadar harekete geçmeyecek Arap Körfez ülkeleri de var.

Uluslararası düzeyde, bazı Avrupa hükümetlerinin, İran liderliğine Avrupa, AB ve Tahran arasındaki mevcut anlaşmalara saygı duyulacağı konusunda güvence vermek amacıyla, Dini Lider’e sempatilerini ifade etmekte hızlı davrandıklarını gördük. Bu, İran'da en yüksek ve derin Avrupa çıkarlarına sahip olanlar için normaldir ve şu ana kadar rejimi değiştirmeye çalışan tüm İran muhalefetlerinden daha güçlüdür.

ABD'ye gelince, Dışişleri Bakanlığı, İran hükümetinin koşullarındaki değişikliğe rağmen kendisi ile diplomatik ilişkiler kurmadan, İran yönetimine sakin bir dille başsağlığı diledi. Çünkü yönetim Kongre'de her iki partiden de cumhurbaşkanı kim olursa olsun bu rejimle ilişki kurmak istemeyen bir çoğunluğun bulunduğunu çok iyi biliyor. Başkanlık seçimi kampanyası sırasında muhalefetin yönetime yönelik eleştirilerini yoğunlaştırdığı ve muhalefetin ABD yönetimini, terörist olarak gördüğü bir rejimi tanımaktan sorumlu tuttuğu biliniyor.

Dolayısıyla Biden yönetimi İran rejimini diplomatik olarak tanırken, popülist Cumhuriyetçi tabandan duyduğu korku nedeni ile kendisi ile ilişki kurmama ilkesini sürdürecek. Çünkü Cumhuriyetçiler önemli eyaletlerde çoğunluğu elde etmiş gibi görünüyor, bu da seçim sonuçlarını etkileyebilir.

Bunun gelecekteki en önemli sonuçları ne olacak?

İran rejiminin, önümüzdeki Kasım ayındaki ABD seçimleri öncesi Ortadoğu'da bir tür güç gösterisine hazırlık amacıyla kendi kurumlarını etrafında toplaması, onları koruması ve geliştirmeye çalışması mantıklı. Bu da demek oluyor ki, yaz başından kasım ortasına kadar Biden yönetiminin ya da diğerlerinin seçimler nedeniyle Ortadoğu'daki herhangi büyük hareketlenmeye karşılık veremeyeceği hassas bir dönem yaşanacak. Tahran bunu anladı ve eğer isterse aynı aşamayı bölgedeki bazı hedeflerini hayata geçirmek için de kullanmaya hazırlanıyor.

Reisi'den sonra İran, iktidarın Humeyni’nin deyimi ile "Allah ile savaşan" muhalefete bir darbe indirmesini sağlamak için Humeyni ideolojisini yoğunlaştırma yoluna gidecek. Ancak İsrail-İran çatışması çerçevesindeki yeni durum, bir yanda İsrail ve bölgesel müttefikleri, diğer yanda İran rejimi arasında tansiyonu yükseltmeyi, aynı zamanda rejim içinde yeni halk ayaklanmalarının başlamasını kolaylaştıracak bir iç bölünmenin yaşanmasını ümit eden İran muhalefetinin işine yarayabilir.

Fakat ABD'nin tutumu değişmediği sürece, mevcut aşamada bu rejimi değiştirmek zor olsa da seçim tarihi yaklaştıkça değişim fırsatları doğabilir. Her halükârda, Humeyni rejiminin temel direklerinden biri ve 1980'lerdeki binlerce idamın sorumlusu olan birinin yokluğu, İran'daki kurban aileleri için umut verici bir haber, rejime reform veya değişim yönünde baskı yapmak için motive edici bir faktördür.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.