Fransa’nın Mali’deki askeri varlığının akıbeti ne olacak?

Paris Mali’deki güçlerinin akıbetiyle ilgili hızlı karar almamaya çalışıyor.

Mayıs 2017’de Mali’nin kuzeyinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u taşıyan helikopter (Reuters)
Mayıs 2017’de Mali’nin kuzeyinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u taşıyan helikopter (Reuters)
TT

Fransa’nın Mali’deki askeri varlığının akıbeti ne olacak?

Mayıs 2017’de Mali’nin kuzeyinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u taşıyan helikopter (Reuters)
Mayıs 2017’de Mali’nin kuzeyinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u taşıyan helikopter (Reuters)

Fransa Dışişleri Bakanlığı tarafından geçtiğimiz günlerde yayınlanan açıklamada, Mali makamlarının, Fransa’nın Bamako Büyükelçisi’nin ülkeyi terk etmesi yönündeki kararının “bilgisinin alındığı” ve Büyükelçi’den “derhal Fransa’ya dönmesinin” talep edildiği belirtildi. Bakanlığın bu açıklaması ve Fransa Hükümet Sözcüsü Gabriel Attal’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı kısa açıklama dışarda tutulursa, Fransa’nın üst düzey yetkilileri, Paris ve Bamako arasında gerginliğe sebep olan ve Fransa’nın sadece Mali değil aynı zamanda tüm Sahel ile ilgili planlarını tehdit eden kararla ilgili henüz açıklama yapmamaları dikkat çekti.
Paris, cihatçı ve teröristlerin eline düşmesini engellemek ve rejimini kurtarmak için 2013’te askeri güç gönderdiği eski sömürgesinden, Büyükelçisi’nin kovulmasını beklemiyordu. Paris 2014 yılında bu askeri gücün sayısını 5 bin 300’ün üzerine çıkardı ve askerlerin yarısı Mali topraklarında bulunuyor. Bugün ise kendisini bir ‘açmazın içinde’ buldu; mevcut koşullarda ne kalabiliyor ne de çekilmesi kolay. Bu nedenle bugün kolektif bir karar almak amacıyla zaman kazanmaya ve Avrupa ülkelerinin gönderdiği askerlerden oluşan Takuba Görev Gücü’ndeki ortaklarıyla istişare etmeye çalışıyor. Fransa Hükümet Sözcüsü Gabriel Attal geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada iki noktaya vurgu yaptı: Birincisi “Fransa’nın terörizme karşı verdiği savaşı sadece Mali’de değil tüm Sahel ülkelerinde sürdüreceği” idi. İkinci vurgu ise Paris’in, Mali’deki güçlerinin akıbetine ilişkin karar almada hızlı hareket etmeyeceğiydi. Attal, “Sahadaki mevcudiyetimizle ilgili ne gibi dönüşümlerin olacağını görmek için bugünden itibaren Şubat ayı ortasına kadar ortaklarımızla çalışmayı sürdüreceğiz” dedi.
Birçok anlama gelebilecek bir ifade kullanan Attal, “Çok sayıda gücümüzü kademeli olarak azaltmaya başladık ve birkaç üssü Mali ordusuna teslim ettik” dedi. Fransız kaynaklara göre Paris, Fransız-Avrupa komando birliklerinden oluşan ve sayıları mütevazı bir düzeyde seyreden (binin altında asker) Takuba Görev Gücü’nde yer alan 14 Avrupa ülkesinin yanı sıra Mali’deki askeri takıma sert yaptırımlar uygulayan Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (Ecowas) üyesi ülkelerle istişare etmek istiyor. Fransa Genelkurmay Başkanı Pierre Schill, açıklamasında, “Barkhane birlikleri Mali güçleriyle günlük olarak çalışmaya devam ediyor” dedi. Ağustos 2020’de yönetimi ele geçiren askeri darbecilere geçen yıl darbe yapan askerler şu an ülkeyi yönetiyor. Albay Assimi Goita halihazırda Mali’nin en güçlü adamı olarak biliniyor.
Paris’in Avrupalı ortaklarının desteğini ve dayanışmasını kazanması normaldi. Bu ortakların başında Danimarka geliyor. Bamako, Danimarka’nın Takuba Görev Gücü’ne ilave asker gönderme kararını reddetmesinin ardından Kopenhag askerlerini geri çağırdı. Danimarka’yı, Mali’de bin 300 askeri bulunan Almanya takip ediyor. Bu askerlerden bini Birleşmiş Milletler’e bağlı Minusma misyonu kapsamında görev yaparken, geri kalanlar Mali güçlerini eğiten Avrupa misyonunda yer alıyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Fransa’nın Bamako Büyükelçisi’nin sınır dışı edilmesi kararı “haksız” diye nitelendirildi ve kararın “yolu tıkadığı” belirtildi. Bakanlığın Twitter hesabından paylaşılan açıklamada, “Ortak hedefe ulaşmak yani Mali’deki terörle mücadeleye güvenlik sağlamak için bugün tırmanışa değil diyaloğa ihtiyaç var” ifadeleri kullanıldı. Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht, daha önceki bir açıklamasında, ülkesinin Mali’deki Takuba Görev Gücü kapsamındaki askeri varlığını gözden geçireceğini bildirmişti. Bu karardan önce İsveç bu yılın başında Takuba’daki katılımına son vereceğini ilan etmişti. Lambrecht söz konusu açıklamasından önce ise Almanya’nın güçlerini geri çekmesine ihtimal vermediğini belirtmişti.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Fransa’nın Bamako Büyükelçisi’nin ülkeyi terk etmesinin istenmesinin “gerekçelendirilmesi mümkün olmayan bir şey” diye niteledi ve bu durumun “Mali’nin yalnızlaşmasını derinleştireceğini” kaydetti.
Mali’de iki yıldan kısa bir süre önce askerin yönetime geçmesinden bu yana Fransa ve eski sömürgesi Mali arasındaki ilişkiler gerilmeye devam ediyor. Askeri takımın yönetimde kalabilmesi adına Bamako’nun Rus Wagner grubu milislerinden destek istemesi ve geçiş sürecinin 5 yıl daha uzatılması, Bamako-Paris hattındaki gerginliği daha da artırdı. Nitekim Mali’deki askeri cunta, geçiş dönemine son verme ve bu ay içinde genel seçimleri düzenleme sözü vermişti. Bu gelişmeler üzerine Ecowas, Fransa-ABD-Avrupa cephesini destekleyerek, Mali’ye ambargo sayılabilecek yaptırımlar uyguladı.
Bamako, Fransız makamları Ecowas’ı kendisine karşı düşmanca tedbirler almaya zorlamakla suçluyor. Paris ve Bamako arasındaki sözlü düello, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın Mali’nin yeni yönetimini “gayrı meşru” ilan etmesi ve uygulamalarını “provokatif” olarak nitelemesi iki taraf arasındaki gerilimi artıran faktörlerdi. Bamako’nun ise Mali sokaklarını Fransa’ya karşı örgütlemesinin ardından Avrupa gücünün özel askeri uçuşlarına sınırlandırma getirmesi, Paris ile yapılan savunma anlaşmasının gözden geçirilmesini talep etmesi ve Danimarka’dan takviye askeri gücünü geri çekmesini istemesi krizi daha da derinleştirdi.
Bugün Paris’te şu soru dillendiriliyor: Peki ya sonra? Kalacak mı yoksa çekilecek mi? Bu sorular Fransa’nın cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandığı bugünlerde daha da önem kazanıyor. Şu anda ülkedeki sağ muhalefet Fransa’nın “başarısızlığını” ve Paris’in yediği tokadı dillendirmekten çekinmiyor. Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Christian Cambon, Bamako’nun “kırmızı çizgileri aştığını” ve “hükümetin zor kararlar alması gerektiğini” söyledi. Mevcut durumu “oldukça karmaşık” diye niteleyen Cambon, “Hükümeti çekinmeden bize silah doğrultan bir ülkede (Mali’de) güç konuşlandırmayı korumak zor” dedi. Muhalif sağ kanatta politika yapan Cambon, Dışişleri ve Savunma Bakanlarını, Komisyonun önünde hükümetin planını açıklama çağrısında bulundu. Cambon, Mali’deki durumun daha da kötüleşmesinin “hükümetin menfaatine” olmayacağını belirterek, hükümeti alınacak kararı Parlamento ile istişare etmeye çağırdı.
Her durumda Mali’deki askerlerin “uçuruma sürüklendiklerini” söyleyen Cambon, durumun yuvarlanan bir kar topuna benzemesine karşı uyardı ve ekledi, “Danimarka’nın çekilmesi, Polonya ve Romanya gibi bize yardım etmek isteyen ülkelere kötü bir işaret olacak.” Diğer Fransız yetkililer de mevcut gelişmelerin Sahel bölgesindeki uluslararası gücün akıbetini etkilemesinden endişe ediyorlar. Gözlemciler Fransız güçlerin çekilmesinin “Takuba’nın sonu” olacağını ve Mali’nin bir yanda cihatçılara diğer yanda Wagner paralı askerlerine teslim edilmesi anlamına geleceğini söylüyor.
Bugün Paris’te, Fransız-Avrupa askeri varlığının geleceğine ilişkin “iyi” seçeneklerin bulunmadığına dair bir kanaat hâkim. Birçok çevre “durumun sürdürülemez” olduğu görüşünde. Dolayısıyla Paris’in, Mali’de Barkhane Operasyonu kapsamında görev yapan asker sayısını önemli ölçüde azaltmaya ve alternatif arayışlarına devam edeceği kesin. Paris ve onunla işbirliği yapan başkentlerin ne Sahel bölgesinden ne de bu bölgedeki terör örgütleriyle mücadeleden vazgeçilmesini istedikleri göz önüne alındığında, üzerinde durulan seçeneklerden biri Takuba Görev Gücü, Nijer’e taşınana dek cihatçı örgütlerle mücadelenin Mali üzerinden sürdürülmesidir. Fakat bu, pratik olmaktan ziyade teorik bir seçenek. Çünkü Avrupa’nın askeri gücünün Mali’deki makamların onayı olmadan bu ülkeye girip çıkmaları nasıl mümkün olacak? Geriye bir tek Afrika ve Avrupa’nın uyguladığı sert yaptırımlarla askeri rejimin uzun süre ayakta kalmamasını beklemek kalıyor.



Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

Son zamanlarda Suriye ve İsrail arasındaki barış olasılıkları hakkında çokça konuşuluyor. Bununla birlikte, iki tarafın içerik ve zaman dilimi açısından ne ölçüde ilerleyebileceğine dair beklentiler de çoğaldı. Öyle ki bir İsrailli gazeteci, Şam'ın, Lübnan Trablusu’na karşılık Suriye’nin Golan Tepeleri şeklinde bir takas önerdiğini bile öne sürdü.

Birçok arabulucunun Şam ve Tel Aviv arasında çeşitli başlıklar taşıyan mesajlar taşıdığı tartışmasız. Bunlar arasında Suriye ve İsrail arasında 1974’te varılan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması, milislere ve güvenlik tehditlerine karşı güvenlik bilgileri paylaşımı, Suriye ve Lübnan arasındaki sınırın ve Şeba Çiftlikleri'nin geleceğinin belirlenmesi, Şam'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı sayılabilir.

Her bir madde ne anlama geliyor?

Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması: 1948'deki Nekbe'den sonra Şam ve Tel Aviv arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı ve tampon bölgeler oluşturuldu. Ateşkesin uygulanması şu anda BM güçleri tarafından denetleniyor. 1973’teki savaştan sonra ise dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger arabuluculuk yaptı ve Suriye ile İsrail genelkurmay başkanları tarafından 31 Mayıs 1974'te Cenevre'de imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı sonuçlandırdı. Bu, Golan cephesinin gelecekteki herhangi bir askeri eylemin tarafı olmayacağı anlamına geliyordu; bunun için 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölge ve her iki tarafta 20 kilometre derinliğinde iki askerden arındırılmış bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlem Gücü'nün (UNDOF) bin 250 personeli de her iki tarafın taahhütlere bağlı kalıp kalmadığını, yani anlaşmanın şartlarına göre buraya izin verilmeyen silah ve unsurların konuşlandırılıp konuşlandırılmadığını denetleyecekti.

O dönemde Tel Aviv adına Kissinger, Hafız Esed'i Golan'da “Suriyeli olmayan unsurların, yani Filistinli savaşçıların faaliyetlerinin engellenmesini” taahhüt eden yazılı bir maddeyi anlaşmaya eklemek için ikna etmeye çalıştı. Esed bunu reddetti, ancak Filistinli fraksiyonların bu bölgede herhangi bir faaliyetini yasaklayan gizli bir sözlü anlaşma ile bu maddeyi kabul etti. Bu anlaşma, onlarca yıl boyunca uygulandı ve birçok kişi Golan yakınlarında silahlı eylem düzenlemeye çalıştığı için hapse atıldı.

2011'den sonra UNDOF kuvvetleri geri çekildi ve Suriye'nin güneyindeki Golan Tepeleri yakınlarında Suriyeli muhalif gruplar, İran’a bağlı milisler ve Hizbullah'ın konuşlanmasıyla birlikte silahların yayılmasının doğurduğu bir kaos yaşandı. 2018'de Başkanlar Donald Trump ve Vladimir Putin arabuluculuk yaptılar ve “İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınmasının” gerekliliği konusunda anlaştılar. Gerçekten de Suriye hükümet güçlerinin bölgeye geri dönmesi ve ABD'nin güneydeki silahlı Suriye muhalefetini desteklemekten vazgeçmesi karşılığında, “tüm Suriyeli olmayan unsurların” yani İran’a bağlı milislerin ve ağır silahlarının Golan Tepeleri'nden Suriye topraklarının 85 kilometre derinliğine çekilmesini içeren bir anlaşma imzalandı.

Rejimin 8 Aralık'ta devrilmesiyle birlikte İsrail, Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girdi, Hermon Dağı'ndaki (Şeyh Dağı) bir tepenin kontrolünü ele geçirdi, Şam yolunda çok sayıda bölgeyi işgal etti. Ayrıca Suriye'deki birçok bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenledi ve Suriye'nin stratejik askeri altyapısını yok etti.

İstenen, Suriye'nin Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda el-Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın silahını korumak için öne süreceği gerekçeleri ortadan kaldırmaktır

Şeba Çiftlikleri: İsrail 2000 yılının ortalarında Güney Lübnan'dan çekilmeye karar verdiğinde, Şam'da bir siyasi toplantı düzenlendi ve ardından Hizbullah'ın silahını muhafaza etmesi için bir gerekçe “yaratılmasına” karar verildi. Söz konusu gerekçe Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait ve Hizbullah'ın da “işgal altındaki toprakları kurtarmaya çalışan bir direniş hareketi” olduğuydu.

Bu nedenle şimdi Şam'dan istenen, Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Yani, Suriye hükümeti Beyrut'a iki bölgenin İsrail tarafından işgal edilen Suriye toprakları olduğunu yazılı olarak teyit etmelidir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın gerekçelerini ortadan kaldırmaktır.

Güvenlik bilgilerinin paylaşımı: Suriye sınırlarında milislerin yayılması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılması nedeniyle, terörizm ve kaosla mücadele etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla Suriye ile İsrail'in de dahil olduğu bölgesel bir mekanizmanın kurulması öneriliyor.

İbrahim Anlaşmaları: Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan ilk Trump yönetimi sırasında anlaşmalara katıldılar. ABD Başkanı şu anda Suriye'nin de bu anlaşmalara katılmasını öneriyor. Beyaz Saray bu talebi birden fazla kez duyurdu ve bunu toplu olarak duyurmak için Suriye ve İsrail liderleriyle bir zirve düzenlemeyi de önerdi.

Eğer Tel Aviv ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir

Mümkün olan nedir?

Trump yönetimi ve Batılı ülkeler Suriye hükümetine çok “kredi” verdiklerine inanıyorlar; tanınma, izolasyonunun sona erdirilmesi, yaptırımların kaldırılması ve yardım sağlanması. Bu nedenle İsrail ile ilişkiler kurma ve yeni Ortadoğu’ya yönelik bölgesel vizyonun bir parçası olarak İbrahim Anlaşmalarına katılma yolunda hızla ilerlemesini istiyorlar.

Şam'ın şu anda bu adımı atabileceğini düşünmek bir hatadır. Gerçekten mümkün olan, öncelikle acil ve gerekli adımları atmaktır. Yani Şam ve Tel Aviv'in “saldırmazlık” anlaşmasına varması, bir diğer deyişle Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na olan bağlılıklarını yenilemeleridir. Ama bu fiili olarak İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeden ve 8 Aralık'tan sonra ele geçirdiği alanlardan çekilmesini içeriyor.

UNDOF'un Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasını denetlemesinin, milislerin ve disiplinsiz unsurların varlığını, Tel Aviv'in Suriye'nin güneyinde “7 Ekim senaryosunun tekrarı” olarak adlandırdığı bir hadiseyi önleyecek tüm güvenlik garantilerini sağladığına şüphe yoktur. Zira anlaşma, askeri unsurların ve silahların sayısını, türünü ve menzilini belirlemektedir. Eğer Tel Aviv, ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir. Bu, Kissinger'ın ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını önerdiği ve Esed'in karşılığında Sovyet güçlerinin de konuşlandırılmasını talep ettiği 1974 müzakerelerini hatırlatıyor.

Sınırın kontrol altına alınması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi Suriye’nin çıkarına olduğundan Lübnan ile sınırları belirleme, Şeba Çiftlikleri'nin Suriye'ye ait olduğunu teyit etme gücüne sahiptir. Özellikle Türkiye, Suriye ve komşu ülkeleri (Irak, Ürdün ve Lübnan) kapsayan bir blok kurmayı önerdiğinden, büyük ihtimalle bölgesel bir terörle mücadele mekanizmasına katılmaya da istekli olacaktır.

Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları'na katılması talebi, bu anlaşmayı imzalayan diğer Arap ülkeleriyle arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller

İbrahim Anlaşmaları'na katılma konusuna gelince, bu, Suriye ile bu anlaşmayı imzalayan diğer ülkeler arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller. Suriye'nin egemenliğini ve birliğini yeniden sağlamak, ordusunu kurmak ve yeniden inşa projesini uygulamakla meşgul olduğu doğru, ancak buna İbrahim Anlaşmaları'na katılmakla başlaması, önceliklerinin uygulanmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır. Başka bir deyişle, yeni kurulacak askeri güçlerin birliği için bir meydan okuma oluşturacaktır.

Bu Suriye-İsrail maddelerinin ve bazı tarafların “sıcak barış” çabalarının, İran ve vekillerinin 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşadığı büyük yenilgilerden sonra yeni bir bölgesel düzen arayışıyla bağlantılı olduğuna şüphe yoktur. Ancak, “ihlallerin” kolay görülmesi, İran'a kaos yaratma bahaneleri, Türkiye'ye de Suriye'nin yeni eğilimlerini “frenlemek” için gerekçeler sunacaktır ve bu da “barışı geçici” hale getirecektir. Şam ve Tel Aviv arasındaki müzakere masasının önceliklerini düzenlemek, Suriye'nin bir eksenden diğerine geçişini sağlamlaştırmak için hayati bir gerekliliktir.