Pakistan’da gerçekleşen linç toplumdaki radikalliğin boyutlarını gözler önüne serdi

Pakistan'ın doğusundaki Pencap’ta dine hakaret iddiasıyla öldürülen 41 yaşındaki Muhammed Muştak’ın cenazesine ailesinin yanı sıra emniyet güçleri ve halktan da yoğun katılım vardı. (AP)
Pakistan'ın doğusundaki Pencap’ta dine hakaret iddiasıyla öldürülen 41 yaşındaki Muhammed Muştak’ın cenazesine ailesinin yanı sıra emniyet güçleri ve halktan da yoğun katılım vardı. (AP)
TT

Pakistan’da gerçekleşen linç toplumdaki radikalliğin boyutlarını gözler önüne serdi

Pakistan'ın doğusundaki Pencap’ta dine hakaret iddiasıyla öldürülen 41 yaşındaki Muhammed Muştak’ın cenazesine ailesinin yanı sıra emniyet güçleri ve halktan da yoğun katılım vardı. (AP)
Pakistan'ın doğusundaki Pencap’ta dine hakaret iddiasıyla öldürülen 41 yaşındaki Muhammed Muştak’ın cenazesine ailesinin yanı sıra emniyet güçleri ve halktan da yoğun katılım vardı. (AP)

Pakistan’ın en büyük eyaleti Pencap’ta bir adamın dine hakaret ettiği gerekçesiyle öfkeli kalabalık tarafından linç edilmesi, ülkede radikalliğin önlenemez bir şekilde arttığını gözler önüne serdi.
Akli rahatsızlığı bulunduğu belirtilen Muhammed Muştak adlı vatandaşın bir camide Kur’an-ı Kerim'i tahrif etmekle suçlanması öfkeli kalabalığı harekete geçirdi. Muştak sopalarla darp edilerek öldürüldü. Muhammed Muştak’ın ailesi tarafından olay öncesinde polise verilen bilgide kendisinin günlerdir evde olmadığı bildirilmişti. Pakistan toplumunu dehşete düşüren bu olay, medyada ve siyasi çevrelerde toplumun yönelimine ilişkin sorgulamalar yapılmasına neden oldu.
Bu, Pencap’ta son dört ay içinde dine hakaret iddiasıyla işlenen ikinci cinayet oldu Pencap’taki sanayi şehri Sialkot'taki Sri Lankalı bir fabrika müdürü de aralık ayında öfkeli kabalık tarafından darp edilerek öldürülmüştü. Polis pazar günü Haneval ilçesine bağlı bir kasabada, cinayetin baş failler olduğuna inanılan 21 kişi de dahil olmak üzere 102 şüpheliyi tutukladı. Pencap polisi, kimlik tespitinin kayıtlı görüntüler yardımıyla yapılabildiğini bildirdi.

Tartışmalar arttı
Yaşanan son olayda Muştak Rajput adlı bir adamın Kur’an-ı Kerim'e saygısızlık ettiği iddiasıyla akşam namazı sonrasında toplanan yüzlerce kişi saldırıyı Jungle Dera köyünde gerçekleştirdi. Görgü tanıklarının ifadelerine göre olay yerine gelen polis adamı tutukladı ancak öfkeli kalabalık Rajput’u polisin elinden aldı. Akli dengesizliği bulunan orta yaşlı adam ağaca bağlandı ve taşlanarak öldürüldü.
Olayı şiddetle kınayan Başbakan İmran Han polise söz konusu cinayetlere karışanlara sıfır tolerans gösterilmesi ve en ağır cezanın uygulanması talimatını verdi. Pakistan Başbakanı, Twitter hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Hukuku kendi eli ile uygulamaya çalışanlara sıfır tolerans göstereceğiz. Kalabalık tarafından işlenen yargısız infazlar, katı yasalar ile ele alınacaktır. Pencap polisinden, Mian Channu'daki yargısız infazların failleri ve görevlerini yerine getirmeyen polisler aleyhindeki işlemler hakkında bir rapor istedim.”
İnsan Hakları Komisyonu’nun Pakistan ofisi tarafından yapılan açıklamada, başıboş kalabalığın talihsiz kurbana uyguladığı zulmün küfür iddialarının bir hukuk ve güvenlik meselesi olmaktan çıktığını gösterdiğine değinildi. İlgili yetkililer benzer bir olayı duygu patlaması olarak değerlendirirken hükümetin faillere karşı sıfır tolerans göstereceğini açıklamasının yeterli olmadığını vurgulayan ofis’in açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“Devlet, dini hoşgörüsüzlüğü teşvik etmekten çekinmeyen siyasi ve dini grupların dostluğunu kazanmaya çalışmayı alışkanlık haline getirdi.”
Öfkeli kalabalığın korunmasının endişe ile takip edildiği vurgulanan açıklamada ayrıca hükümetin bağnazlığa direnmediği takdirde bunun bedelini sıradan vatandaşların ödeyeceği uyarısında bulunuldu.



Trump üzerindeki karşıt baskılar

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Trump üzerindeki karşıt baskılar

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Vahid Abdulmecid

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki dış politika yapım süreci, uzun süredir gözlemciler için açık bir kitap gibiydi. Bu politika yapıcıların kabul ettikleri girdileri gözlemlemek ve bunların sonuçlar, yani belirli bir konuda alınan kararlar üzerindeki etkilerini takip etmek kolaydı.

Şimdi ise durum farklı ve bunun nedeni de karar alım sürecinde gücün, eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde Başkan Donald Trump'ın elinde yoğunlaşmış olması. Zira üst düzey ve etkili yetkililerin kendisiyle aynı fikirde olmadığı ve bunun çok sayıda kişinin istifasına veya görevden alınmasına yol açtığı önceki yönetimi (2016-2020) sırasında bile bu kadar yoğun değildi. Mevcut yönetiminde ise durum farklı, çünkü Başkana tam sadakatin, üst düzey yetkililerin seçilmesinde en önemli kriterlerden biri olduğu açıkça görülüyor.

Bu nedenle, şu veya bu konudaki kararlar yönetim içinde sürekli istişarelerle alınmak yerine, genellikle tek başına Trump tarafından alınıyor. Üst düzey yardımcılarının dış politika yapım sürecine katılımı, değerlendirmelerini, görüşlerini ve tavsiyelerini sunmaktan öteye gitmiyor; Trump bunları dinliyor ve ardından tek taraflı olarak karar alıyor. Amerikan ithalatına gümrük vergisi uygulanması veya artırılması kararlarında olduğu gibi, kimi zaman ekibinin üyeleri bile karar açıklanana kadar kendisinden haberdar olmayabiliyorlar.

Bir karar derhal veya hızlı bir şekilde uygulamaya tabi olmadığında, geri çekilebilir veya değiştirilebilir ve bu da bazen Trump'ın çelişkili açıklamalar yapmasına yol açabiliyor. Ancak, İsrail-İran savaşına katılımla ilgili karar alma süreci, diğer çoğu karar alma sürecinden daha zordu çünkü Trump, Amerikan politika yapımını etkileyen en önemli iki tarafın karşıt baskılarına maruz kaldı. Birincisi Netanyahu hükümeti tarafından temsil edilen İsrail, ikincisi ise ana siyasi-popüler tabanını oluşturan MAGA (ABD'yi Yeniden Harika Yap) hareketi içindeki güçlü akımdı. Netanyahu, Trump'ı, savaşı kısaltmanın ve İsrail'in sızamadığı en güçlü Fordow tesisi de dahil olmak üzere İran'ın nükleer kapasitesini yok etmenin yolunun doğrudan ABD müdahalesi olduğuna ikna etmeyi başardı.

Ne var ki, MAGA hareketi içindeki güçlü bir grup, savaşa doğrudan katılıma karşı çıkıyor ve liderleri ve destekçileri, hareketin temel sloganı olan “Önce ABD”ye sıkı sıkıya tutunuyor. ABD'nin, İsrail de dahil olmak üzere başka hiçbir ülke adına savaşa girmemesi gerektiğine inanıyor. ABD'nin girmesinin gerekli olmadığı ve kendisine bir faydası dokunmayacak savaşlara dahil olmaktan kaçınılması çağrısında bulunuyor.

MAGA hareketi içindeki ikinci bir grubun Washington'un savaşa katılımını desteklediği doğru. Fakat bu, Trump için iyi bir haber değil çünkü onu Beyaz Saray'a taşıyan hareketin bölünmesi riskini taşıyor

Bu destekçiler arasında Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Temsilciler Meclisi ve Senato üyeleri, çeşitli sosyal örgütlerin liderleri, gazeteciler, medya çalışanları ve sosyal medya fenomenleri yer alıyor. Savaşa doğrudan müdahil olmaya karşı çıkan bu kesimin başını, Trump'a yakın olan veya yakınlığını sürdüren politikacılar çekiyor. Bunlardan biri de, birinci döneminde stratejik danışmanı olan Steve Bannon. Bannon, Irak deneyiminin tekrarı olarak gördüğü duruma şiddetle karşı çıkıyor ve gereksiz savaşların ABD’yi güçlendirmediğine, aksine zayıflattığına inanıyor. Bu akımın Temsilciler Meclisi'ndeki bazı üyeleri de, Kongre onayı olmadan ABD güçlerinin savaşa müdahil olmasını yasaklayan bir yasa tasarısını desteklemeyi kabul ettiler. Bunlar arasında Temsilciler Meclisi'ndeki MAGA hareketinin lideri Marjorie Greene de bulunuyor. Yasa tasarısının hazırlanmasında Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Thomas Massie ile Demokrat üye Rohit Khanna arasında alışılmadık bir iş birliği yaşandı. MAGA hareketi içinde ikinci bir akımın ise ABD'nin savaşa doğrudan katılımını desteklediği de doğru. Fakat bu, Trump için iyi bir haber değil, çünkü Beyaz Saray'a dönüşünde kilit rol oynayan hareketin bölünmesi riski taşıyor. Dolayısıyla, Trump'ın iki zor seçenek arasında seçim yaparken büyük bir ikilemle karşı karşıya kaldığı anlaşılıyor; savaşa doğrudan müdahale ederek MAGA hareketinin bölünmesi ve tabanının önemli bir bölümünü kaybetme riskini almak ya da İsrail'i desteklemek ve ona yardım etmekle yetinmek, ardından İran'ın nükleer kapasitesinin tamamen yok edilmesi riskini almak.

Bu nedenle, doğrudan çatışmaya karşı çıkanların esasında Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi yeni bir savaşa sürüklenmekten korktuklarına dayanarak, savaşa tam anlamıyla dahil olmadan üç nükleer tesisi yoğun hava saldırılarıyla bombalamaya karar vererek, orta yol seçeneğine başvurdu. Trump, operasyondan kısa bir süre sonra belirttiği gibi, yalnızca üç tesisi bombalamakla yetindiyse, bu, karşıt baskılarla başa çıkmada başarılı olduğu anlamına gelmektedir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.