Hamide Ebu Humeyle
Avrupalılar, geleneksel anlamda savaşın bittiğini ve birçok tarihi savaşı belgeleyen uzun bir sanat eseri listesi üzerinden ekranda dramatik bir çerçeve içinde kullanılan bu görüntülerin takibinin kötü bir hafıza meselesi olarak kalacağını düşündüler. Esas olarak birinci ve ikinci dünya savaşlarına odaklanıldı. Böylece bütün bir nesil, esas olarak görüntü yönetmenleri tarafından yüksek profesyonellik ve dürüstlükle yapılan ‘savaşlara dönüş yok’ mesajı veren çekimlerle birçok duygu ve gözyaşıyla bağlantılı olaylar hakkında fikir sahibi olabildi.
Ancak politikacılar her zaman herkesi şaşırtırlar. Güvenli ve emin bir kıtanın korkunç sahnelerini tekrarlarlar. Fakat bir film şeridinde değil, sonuçları mülteciler, göçe zorlanmış insanlar ve Ukrayna'yı yakan Rus silahlarının ateşinden kaçanlar olan somut bir gerçeklik aracılığıyla...
Sean Penn, savaşın kalbinde
Tüm bunların ortasında, Amerikalı yıldız Sean Penn, üzerinde çalışmakta olduğu yeni belgesel filmi aracılığıyla, bu kez doğrudan ve mekânda çekim yapabilmek için Ukrayna'daki çatışma cephesine gitti.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Sean Penn gerçeğe olabildiğince yaklaşmaya, hayal etmeye gerek duymadan mücadelenin kendisini yaşamaya ve tüm acımasızlığıyla kaydetmeye çalıştı. Savaş bugün psikolojik değil gerçek ekipman ve silahlarla gerçekleşiyor. Bridge of Spies, Thirteen Days, Miracle gibi önemli filmlerde belgelenen Soğuk Savaş gibi kapalı odaların duvarları arasında geçmiyor.
Rus ordusunun Ukrayna topraklarındaki savaşı canlı yayınlanıyor. Yakın gelecekte beklenen filmler daha trajik görünen insan hikayelerini anlatacak. Yeterli zaman ve mekan genişliği söz konusu değil. Çünkü görüntüleri haber ekranlarına aktaran kameraların lensleri tarafından nefes nefese bir takip söz konusu.
Sinematik savaş sahneleri, sosyal medyada var gücüyle yayılıp çok hızlı bir şekilde gerçek görüntüler yükleniyor. Öte yandan dünya sineması ikinci ve üçüncü dünya savaşları hakkında çoğu ödül alan eserler üretmeyi bırakmadı.
Savaş filmleri ödül kazandı
Bunlardan en öne çıkanı yakın dönemde Sam Mendes'in 2019 yılında gösterime giren ‘1917’ filmi olabilir. Olaylar İngiliz askerlerinin neredeyse imkansız görevi etrafında dönmektedir. Bu askerler, ülkelerinin kuzey Fransa'daki güçlerine, şiddetli bir savaş sırasında yakın bir Alman saldırısı konusunda uyarıda bulunmakla görevlendirildiler.
Alışılmadık bir çekim tarzına ve yüksek bir sanatsal seviyeye sahip olan bu film, üç dalda Oscar, yedi dalda BAFTA ve daha birçok ödül kazandı. Film ekibi, Birinci Dünya Savaşı'ndaki gibi zorlu savaşlarla ilgili olsa bile, şiirsel bir sanat eseri yapmak için zamana ve hayal gücüne sahipti.
2019 yılında gösterime giren Taika Waititi'nin yönettiği, Scarlett Johansson imzalı ‘Jojo Rabbit’ filmi de olumlu eleştiriler ve ödüller aldı. Filmin hikayesi, Nazi fikirlerini benimseyen bir çocuk olan Jojo'ya eşlik eden kurgusal ‘Hitler’ etrafında dönüyor. İkinci Dünya Savaşı savaşları sırasında annesinin evde bir Yahudi kızı saklamasına şaşıran Jojo, Hitler'in onu vatansever olmamakla suçladığını hayal ettiğinde kafası karışmış görünür ve masum çocuk düşüncelerini gözden geçirir.
Savaş sayfası kapanalı onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen savaş filmlerinde bile her zaman hayal gücüne yer vardır. Fakat Ukrayna-Rusya davasındaki anlık durum takipleri, tüm hayal ufkunu kapattı.
Asker akrabalarıyla vedalaşan Ukraynalı kadınlar, Steven Spielberg tarafından yönetilen Oscar, Altın Küre ve BAFTA ödüllü ‘Er Ryan'ı Kurtarmak’ (Saving Private Ryan) filmindeki genç James Francis Ryan'ın annesine daha çok benziyor. Filmde Yüzbaşı John H. Miller’e (Tom Hanks) çok önemli bir görev verilir. Söz konusu görev, savaşta üç kardeşini kaybeden annesine geri dönebilmesi için Er Ryan’ı (Matt Damon) kurtarmaktır.
İzleyici, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden önce, kuzey Fransa'da Almanlara karşı yürütülen Normandiya savaşını, kanlı savaşların şiddetinin hakim olduğu kliplerle, duygularla dolu insani bir bakış açısıyla izliyor. Kendilerini zorunlu bir çatışmanın içinde bulan askerlerin fedakarlıkları, hayatta kalma umutları her an tükenirken, sıralarını bekleyerek arkadaşlarının cesetlerinin yanlarına düştüğünü izlemelerine neden olur.
Zor anlar ve insan onuru
Tom Hanks, iki yıl önce ‘Greyhound’ filminde Komutan Ernest Krause rolünü oynamıştı. 1942 yılında U-boat isimli bir denizaltıda konuşlanmış Alman askerlerine karşı Müttefik gemileriyle deniz çatışmalarına girer. Filmin senarist ve yapımcılığını Tom Hanks üstleniyor. Denizaltının hikayesine gelince, 1981'de gösterilen ‘Das Boot - The Boat’ da dahil olmak üzere sinema eserlerinde defalarca sunuldu.
Steven Spielberg, trajedilerin insani yönlerine dikkat çekmeyi tercih ettiğini birçok çalışmasıyla kanıtlamıştır. Başrolünü Liam Neeson'ın oynadığı 1993 yapımı ‘Schindler’s List’ filminde görüldüğü gibi, savaşın çirkin yüzüne rağmen insan onuruna ışık tutmaya çalışır. Alman iş adamı Oskar Schindler’in tüm gücüyle Polonya Yahudilerini Hitler'in baskısından ve işkence kamplarından kurtarmaya çalıştığı filmde, tüm servetini buna adar. Gerçek olaylara dayanan film yedi dalda Oscar ödülü kazandı.
Savaş filmleri, Müttefiklerin Alman ordusundan kaçmak için Fransız kıyılarından 30 bin askerin tahliyesinin öyküsünü anlatan ‘Dunkirk’te diyalogdan çok görüntü ve jestleri ön plana çıkaran Christopher Nolan da dahil olmak üzere dünyanın önde gelen yönetmenlerinin favori türlerinden biridir. Kahramanlar, kendilerini ve arkadaşlarını kurtarmak için defalarca denemeler yaptıktan sonra zor zamanlar geçirirler. Sadece gözleriyle mücadele ederler ve etraflarında ceset birikmesinden dolayı umutsuzluk ruhlarını ele geçirir.
Gerçek şu ki, birinci ve ikinci dünya savaşlarında insanlığın yaşadığı o zor dönemi anlatan, dünyanın dört bir yanında gösterilen filmlerden her birinin farklı bir bakış açısı vardı. Bazıları Müttefik kampına övgüde bulunurken, diğerleri Alman bakış açısını haklı çıkarıyor. Tıpkı ülkelerin haber platformlarının içinde bulundukları her kampı anlatmak için yarıştığı gibi.