Almanya'nın Rusya ile ilişkisi, Batı ile tam uyumunun önünde engel

Almanya'nın Rusya ile ilişkisi, Batı ile tam uyumunun önünde engel
TT

Almanya'nın Rusya ile ilişkisi, Batı ile tam uyumunun önünde engel

Almanya'nın Rusya ile ilişkisi, Batı ile tam uyumunun önünde engel

Almanya'nın başkenti Berlin'de bulunan Sovyet Savaş Anıtı 1945'te Berlin Muharebesi sırasında ölen 80 bin Kızıl Ordu askerini anmak için inşa edildi. Bu anıtın konumu tesadüfi değil. Brandenburg Kapısı Alman birliğinin sembolü haline geldiği gibi, bu anıt da Kızıl Ordu'nun Berlin Savaşı'nda yaptığı fedakarlıkları sembolize ediyor. Berlin Savaşı II. Dünya Savaşı'nın son ve en şiddetli muharebelerindendi.
Bu anıtın olduğu yer, Alman başkentinde halka geçmişlerini hatırlatan tek yer değil. Bir elinde Nazilerden kurtardığı bir Alman kızını, diğer elinde Nazizm'in amblemi olan gamalı haçı ayağı ile ezen 12 metre uzunluğunda bir Sovyet askerinin devasa heykeli de büyük bir öneme sahip.
Bu anıtlar, Alman ve Rus hükümetleri arasındaki resmi anlaşmalarla inşa edildi ve belki de bugünün Berlin ile Moskova arasındaki karmaşık ilişkisini en iyi şekilde özetliyor.
Almanya'nın Rusya ile derin bir tarihi var, ama aynı zamanda korku, tarih ve daha yakın zamanda açgözlülükten doğan karmaşık bir ilişki var. Coğrafi olarak Rusya'ya yakın olan Almanya, aynı anda hem Batı'ya hem de Doğu'ya yakın bir politika izliyordu. Berlin Soğuk Savaş'ın ortasında doğan ve “Ostpolitik” olarak bilinen ve “Doğu Siyaseti” olarak tercüme edilen bir politikayı izliyordu. Bu politika ilk olarak 1969-1974 yılları arasında Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt tarafından uygulandı.
Bu politika, Doğu ve Batı Almanya'da birçok tartışmaya yol açtı, ancak iki taraf arasındaki gerilimi azaltmayı ve doğu Sovyet devletleriyle ilişkileri iyileştirmeyi amaçlıyordu. Alman hükümetleri art arda bu politikayı uygulamaya devam etti. Ancak Berlin Doğu'ya açık kalırken Batı ile ittifakını da unutmadı ve NATO'ya katıldı. ABD'nin askeri üsler almasına ve balistik ve nükleer füzeler yerleştirmesine izin verdi. Bu silahların yayılması bugüne kadar bir "sır" olsa da hiçbir taraf bunu kabul etmese de durum bu.
Muhafazakar Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi'ne mensup eski Şansölye Angela Merkel bile, kişisel geçmişine ve Batı'da doğmasına rağmen Doğu Almanya'da büyümüş olması nedeniyle Ostpolitik'i büyük ölçüde benimsemeye devam etti. Tarih nedeniyle başlayan bu Ostpolitik politikası, tarihin tekrarlanması endişesi nedeniyle devam etti.
Başkentin merkezindeki devasa Sovyet modellerinde, ayırma duvarının kalıntılarında ve günümüzde turistik bir cazibe merkezine dönüşen ünlü "Checkpoint Charlie" gibi geçiş noktalarında da Sovyetlerin izi görülüyor.  Bütün bunlar Almanlara yalnızca Nazilerden kurtuluşlarının Sovyetlerin elinde olduğunu hatırlatmıyor aynı zamanda ülkelerinin yeniden birleşmesinin de onların sayesinde olduğunu, yani onlar sayesinde ve özellikle de son liderleri Mihail Gorbaçov sayesinde olduğunu hatırlatıyor.
Bazı Almanlar Sovyetleri sadece kendilerini özgürleştiren millet değil, tam tersi olarak ülkelerini bölen ve iki ülke arasına bir duvar ören işgalci güçler olarak görüyorlar. Onlara göre Sovyetler, kendilerini boğucu gözetime ve kısıtlayıcı yasalara maruz bıraktı.
Ancak son zamanlarda Almanya ve Rusya arasındaki tarihsel olarak uzun bir süre Berlin'in tamamen Batı'nın yanında yer almasına engel teşkil eden karmaşık bu ilişkiye bir de ekonomik faktörler eklendi. Bu ekonomik faktörler bugün Berlin'in Batı'ya tam olarak katılma ve Rusya'yı Ukrayna'yı işgalinden dolayı cezalandırma konularındaki isteksizliğine katkıda bulunuyor.
Almanya, son yıllarda Çin'den sonra Rusya'nın en büyük ticaret ortağı haline geldi. Almanya’nın enerjisinin yaklaşık üçte biri, bugün Kuzey Akım 1 projesi olarak bilinen Ukrayna'dan geçen bir gaz boru hattı aracılığıyla aldığı Rus gazına dayanıyor. Bu bağımlılık, Merkel'in 2011'deki Fukushima nükleer santral kazası nedeniyle enerji üreten nükleer santrallerin kapatılacağını açıklamasının ardından yakın zamanda arttı. Bu durum Rus gazını doğrudan Rusya'dan Almanya'ya taşıyabilen Kuzey Akım-2 (Nord Stream 2) projesi fikrine yol açtı.
ABD ve Avrupa, Almanya'yı bu projede ilerlememesi konusunda yıllardır uyarmasına ve Rusya'nın Almanya üzerindeki jeopolitik etkisini artırdığı için Washington'ın bu projeye yaptırımlar uygulamasına rağmen Merkel ve Olaf Scholz (Sosyalist) hükümeti projeye tamamen ekonomik olarak bağlı kaldılar. Bu projenin en büyük destekçilerinden biri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e yakın olan ve projenin yönetim kurulunda yer alan eski Almanya Şansölyesi Gerhard Schroeder'di.
Nord Stream 2 yaklaşık 11 milyar avroya mal olmasına rağmen, Schulz hükümeti birkaç gün önce, üzerindeki güvenlik etkileri gözden geçirilinceye kadar en azından geçici olarak projede çalışmayı durdurmaya karar verdi. Bu karar, geç gelmesine rağmen, Alman hükümetinin cesaretini gösterdi. Esas olarak, hükümete dahil olan, diğer portföylerin yanı sıra dış işleri ve ekonomiyi yöneten Yeşiller Partisi bu kararda etkili oldu.
Rusya'nın uluslararası para transferi sistemi SWIFT'ten çıkarılmasına Berlin’in karşı çıkması bir enerji krizi ve Rusya’ya ödeme yapılamaması konusundaki endişesinden kaynaklanmakta.
Alman hükümeti geçmişinde çatışma bölgelerine silah ihraç etmemek gibi benimsediği kırmızı çizgisinden de geri adım attı. Şansölye Olaf Scholz'un hükümeti, Ukrayna'ya Rus ordusunun saldırısına karşı koymasına yardımcı olmak için bin roketatar ve 500 Stinger karadan havaya füzeyi "en kısa sürede" sağlayacağını duyurdu.
Schulz yaptığı açıklamada, "Ukrayna'ya yönelik Rus saldırganlığı bir dönüm noktası teşkil ediyor, savaş sonrası dönemden beri var olan düzeni tehdit ediyor. Bu durumda, Vladimir Putin'in işgalci ordusuna karşı kendini savunmak için Ukrayna'ya elimizden geldiğince yardım etmek bizim görevimizdir" dedi.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.