Putin’in kulağına fısıldayan adam: Aleksandr Dugin

Dugin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Çarlık ve Bolşevizmin yönettiği aykırı bir Rus kimliği arayışındaki Avrasya önerisinin en büyük savunucularından biri.

Aleksandr Dugin. (Reuters)
Aleksandr Dugin. (Reuters)
TT

Putin’in kulağına fısıldayan adam: Aleksandr Dugin

Aleksandr Dugin. (Reuters)
Aleksandr Dugin. (Reuters)

İmil Emin
Avrupalılar, kralın kulağına fısıldayan kişinin kraldan daha tehlikeli olduğunu söyler. Bu söz siyaset dünyası için, özellikle de en ünlü Rus filozofu Alexandr Dugin için geçerli olabilir. Kendisi başlangıçtan Ukrayna’nın işgaline kadar geçen sürede Putin’in zihnini fikir ve vizyonlarla dolduran isim. Mevcut Rusya’yı, geleneksel vizyonu ve muhafazakâr eğilimleri temelinde ülkeyi yönetmeyi başarmış en iyi rejim olarak tanımlıyor.
Dugin, gözlükleri ve kendisini geleneksel Rus Ortodoks papazlarına yakın kılan sakalıyla her ne kadar perde arkasında olsa da kendisini Rusya’yı yöneten ideolojik bir ortak haline getirdi. Fikirleriyle yaklaşık yirmi yıldır Rusya’ya ve dünyaya tepeden bakıyor.

Düşünür, stratejist ve mistik
Kendisi için tek bir tanım bulmak zor. Dugin bir siyasi düşünür, bir stratejist ve bir Slav mistiğidir. Bu yıl 60 yaşına basan Dugin 1962’de, eski Sovyetler Birliği Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Departmanı’nda görevli bir generalin çocuğu olarak doğdu.
Çocukken, Moskova Enstitüsü’nde havacılık okumaya başladı. Daha sonra yolunu değiştirdi. Rus matematikçi Yevgeny Dyakonov’un felsefesini kendi hayatına uygulamak için yolunu değiştirdi ve bu alanda doktora yaptı. Ardından başka bir doktora daha almak için siyaset bilimine yöneldi.
Dugin, Sovyetler Birliği’nin çökmeye başladığı yıllarda totaliterlik ve otoriterlik olarak gördüğü duruma karşı aktif bir isimdi. Daha sonra Yeltsin’in devrilmesine yol açan halk ayaklanmasına katıldı.
Dugin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün sağlam bir analizi yapılmadan es geçilmesine izin vermedi. Nihayetinde ülkesinin başına gelen büyük kaybın, Soğuk Savaş nedeniyle gerçekleşmediği sonucuna vardı. Ona göre bu durum daha ziyade ‘ABD’lilerin ve Avrupalıların aynı derecede başarılı oldukları’ deniz ve Atlantik uygarlığının aksine ‘kara uygarlığı’ nedeniyle gerçekleşmişti.
Nihayetinde Dugin, dizginsiz liberalizme karşı kırgınlığa mümkün olduğunca yakın eleştirel bir bakış  içeren "Batı'dan Kurtuluş / Avrasyacılık / Kara Medeniyetlerine Karşı Denizcilik ve Atlantik Medeniyetleri" başlıklı yeni kitabını dünyaya sundu. 
Dugin’in Rus Ortodoks kökleri açıkça görülüyor ve kitapları ve derinlemesine analizleriyle ondan sapmak veya yörüngesine oturmak için fazla çaba sarf etmiyor. Hatta onu takip edenler bile neredeyse kendisinin  ‘Dünya Şehri’ne karşı (Aziz Augustinus’in tarihi şaheseri ‘Tanrı’nın Şehri’nde kök salmış bir bölüme göre) ‘Tanrı Şehri’nin destekçilerinden biri olduğunu düşünüyor.
Dugin, Putin’in 2000 yılında Kremlin’e dahil olmasıyla Rusya’nın damarlarına yeni bir kan enjekte etti. Zira kendisi, muhalefet saflarından ‘Yeni Rusya’nın savunucuları kampına geçti. Ayrıca Avrasya önerisinin kazanımlarına yönelik sesini yükseltti.

Avrasya fikri ve kazanımları
Kısaca Avrasya, Dugin’in düşüncesinde batıda Atlantik Okyanusu’nun çevresinden Rusya’nın doğusundaki Ural Dağları’na kadar uzanan bir bölge olarak görülüyor. Bu bölge coğrafi olarak beşeri kültürün ve medeniyetin beşiğini temsil ediyor. Dugin, Avrasya bölgesinin insanlık tarihinin ana özünü oluşturan farklı sosyal, manevi ve siyasi biçimleri doğurduğuna inanıyor.
Dugin, siyaset felsefesine yakınlığından çok militarizm ve casusluk dünyasında seyahat eden, istihbaratçı Putin’in baş hocası mıydı? Başka bir ifade ile; Putin’i son yüz yılda alınan tedbirlere aykırı bir Rus kimliği arayışına iten o muydu?
Dugin yaklaşık iki ay önce, Ukrayna ile savaş konusundaki tartışmalar zirve yapmışken, Rus kimliği sorunu hakkında konuştu. İdeolojisi ve tasavvuru ile İmparatorluk Rusya’sından başlayarak, devlet imajını büyük ölçüde değiştirdiğini söylediği Bolşevik Devrimi’ne ve Rusların kendileriyle ve kimlikleriyle mücadelesinde bir dönüm noktası olan 1991 yılına kadar son yüzyılda meydana gelen radikal ve temel değişikliklere işaret etti. Öyle ki bubi tuzağına yakalanmış eski Sovyetler Birliği’ni takip eden yıkım sonrasında Rusya, Batı önermelerinin ve açıklamalarının gerisinde kaldı. Nihayetinde Rusya’nın gemisi, Dugin’in ‘Rus kimliği mirasının sadık koruyucusu olarak gördüğü’ Putin’e ulaştı. Onunla birlikte devlet, muhafazakâr değerlere dayalı iç inançları aracılığıyla dış gücünü geri kazanacaktı.
Dugin, 20’inci yüzyıl atmosferine hakim olan üç ana teoriye (liberal teori, komünist teori ve faşist teori) karşıydı. Kendi ‘Dördüncü Siyaset Teorisi’ vizyonunu sunarken olumsuz muhalefetten memnun değildi. Peki, onun çizgileri Putin’in son yirmi yıldır ilan edilmemiş anayasası mıydı?
Alexander-Dugin-Avrasyacılık AP.jpg
Rus ulusal kimlik ve Avrasya fikri teorisyeni Alexander Dugin (AP)

Arktik Rusya hakkında
Yirmi yıl ve dört başkanlık dönemi boyunca Putin, eğilimlerinin takip çerçevesinde Dugin’in dördüncü siyasi teori vizyonunu benimseyerek Rusya’yı dünya barışının bir temsilcisi olarak gördü. Komünizm, liberalizm ve faşizm dışında yeni bir model sunan vizyon, herkesin birey veya sınıf, herhangi bir ırk veya din için yaşama ve ortaklık hakkı olduğunu belirten bir teoriyi kapsıyor. Ayrıca tiyatroya benzer toplumlarda yaşadığımız ideolojik davranışlardan varlığımızı korumaya çalışan ve etrafımızda gelişen bir teori olarak ön plana çıkıyor.
Dördüncü siyasi teori, Başkan Putin’in 2007’de Münih Konferansı’nda yaptığı konuşmada çok açık şekilde fark ediliyor. Putin konuşmasında tüm insanlar için eşit fırsatlara sahip, daha adil ve eşit bir dünya talep etmişti.
Dugin teorisinde tecrit, dışlama veya emperyal üstünlük olmaksızın ulusların ve halkların kültürlerinin kapsamına giren ortak iyiyi savunuyor.
Dugin’in dördüncü siyasi teorisinin etkisi, Samuel P. Huntington’ın dönüştürülmüş, uydurma bir vizyon sunmaya çalıştığı gibi Putin’in ‘medeniyetlerin diyalogu ve komşuluğu’ olan çok kutuplu dünya taleplerinde de açıkça görülüyor.
Dugin’in felsefesi, kozmik kuşağın her bir unsurunun tüm dünyayı genişleten bir mozaik panelin parçası olduğu anlamına geliyor. Bunun, felsefi coğrafyada yerleşik bir sistemden hareket ederek ve bölgeleri bağımsız olarak değerlendirerek, yaratıcı siyasi ve sosyal değerler temelinde bağımsız ve yapıcı bir şekilde gelişebilmesi mümkün.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Dugin, Rusya’da, özellikle de Batı bağlantılı oligarklar karşısında Putin’in yüksek sesi olarak adeta kurban ediliyor. Bu nedenle Batı eğiliminin, Rus çevrelerinde şu ya da bu şekilde kendisine tapanlar bulduğu konusunda uyarıda bulunuyor. Ayrıca bazı Rus aydınlarını, Rusya’nın kendi yönelimini engelleyen Batılı bir eğilime girmekle suçluyor.
Peki, Dugin’in Suriye’ye müdahalede ve ‘ölümcül el’ gücünde Putin üzerinde herhangi bir etkisi oldu mu?
Kendisi birkaç yıl önce Almanca olarak yayınladığı bir makalede bu durumu uzun uzadıya açıklamıştı. (Dugin, sekiz dili akıcı bir şekilde konuşabiliyor.)
Putin’in zihni Rusya’nın Suriye’ye askeri destek sağlamasını, DEAŞ’ın bir ‘ABD ürünü’ olması nedeniyle Avrasya’nın jeopolitik bir eylemi olduğu kanaatinde. Putin’e göre DEAŞ, Rusya için doğrudan bir tehlikedir ve Rusya, ABD’nin Suriye’de yarattığı ve desteklediği terörizmi kontrol altına almak için aceleci davranmazsa, yakın zamanda DEAŞ’ı kendi sınırlarında, daha sonra da kendi toprakları içinde bulacaktır.
Dugin’in inancı, Suriye’nin devrilmesinin Ortadoğu’da ‘domino teorisi’ olarak adlandırılan ardışık çöküşlere yol açacağı ve dünyada bir kaosun yayılacağı yönündeydi. Bu çerçevede Avrupa’ya yüz binlerce veya milyonlarca mülteci akını olacaktı ve Avrupa, eski Kıta’yı siyasi olarak mültecilerden uzak tutacaktı.
Dugin, Başkan Putin’in dış politikasını haklı çıkarmak için uzun zamandır coğrafyaya meyilli. Ona göre Gürcistan’a karşı savaş, Kırım’ın ilhakı ve Rusya’nın Tartus’ta deniz üssüne sahip olduğu Suriye’deki askerî harekât; diğer tüm hususları aşan jeopolitik gereklilik tarafından belirleniyor. Peki, Dugin, Ukrayna krizi konusunda sessiz mi kalacak?
Son olarak Aleksandr Dugin, üçüncü tarafın etkileriyle alevlenen çatışma hakkındaki vizyonunu ve iki kardeş Doğu Slav halkı arasında ortak bir kökenle bir ritm yakalamaya çalışan görünmez elin eylemlerini kaleme aldı.
Dugin taraflardan birinin, yani Ukrayna’nın Rusya’ya saldırmasını destekleyerek, iki kardeş halkı birbirine düşürmeyi deneyen ve bunu başaran ABD’lileri suçlamıyor. Dugin, Başkan Putin’in ulusal reformları sayesinde tarihini yeniden canlandırmayı düşündüğünü vurguluyor.
Dugin, Ukrayna krizi konusunda tek bir çözüm olduğuna inanıyor: Ukrayna’yı iki parçaya bölmek, Kiev özel bir statüye sahip kalırken, Ukrayna’nın batı sağ yakası ve Novorossiya (Yeni Rusya) olarak her iki bölgenin de egemenliğini tanımak. Peki, bu ileriye dönük bir yorum mu yoksa Putin’in yakında kamuoyuna açıklayacağı kişisel bir ilan mı?
ABD açısından, Dugin, bugün Beyaz Saray’da, özellikle de Trump’ın görevden alınması ve Biden’ın iktidara gelmesinden sonra, neo-muhafazakarlara sempati duyan "küreselleşme ve Atlantikçiliğin aşırılık yanlıları" bir kliğin olduğunu iddia ediyor. Dugin’e göre bunlar ne olursa olsun tek kutuplu dünya düzenini kurtarmanın destekçileri ve 2013- 2014 yıllarında Kiev Meydanı’nda Rusya’ya karşı protestoları kışkırtanlarla aynı kişiler.
Yukarıda bahsedilenler, çağdaş bir Rus filozofun biyografisi ve kariyer buzdağının sadece görünen kısmıdır. Aleksandr Dugin bir keresinde şöyle söylemişti:
“Dünya artık Üçüncü Dünya Savaşı’na her zamankinden daha yakın.”
Peki, Ukrayna krizi Rusya ile Ukrayna arasındaki kalabalıkların çatışmasından, Moskova ile NATO arasındaki karanlıkta bir sürtüşmeye kayarsa, Dugin’in kehaneti gerçekleşir mi?
Cevap henüz meydana gelmeyen olaylarda saklı.
*Aleksandr Dugin'in Türkiye'de yayınlamış kitapları: Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım- Küre.yy./ İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya Kaynak yy./Nursultan Nazarbayev'in Avrasya Misyonu Yeni Avrasya yy./Dördüncü Siyaset Teorisi Kronoloji yy./Dünya Adasında Son Savaş Pınar yy.



Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
TT

Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)

Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) ‘ayrılıkçı’ ve yerinden yönetim yanlısı söylemlerden vazgeçmesini, bünyesindeki ‘terör unsurlarını’ tasfiye etmesini, Suriye ordusuna tam olarak entegre olmasını ve tek bir merkezi otoriteye bağlılık göstermesini talep etti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, SDG’nin ‘terör unsurlarından’ ayrılması gerektiğini belirterek, bununla örgütün ana omurgasını oluşturan ve Ankara tarafından Suriye’de PKK’nın uzantısı olarak görülen YPG’ye işaret etti. Güler, sahadaki paralel güvenlik yapılarının da tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Güler, SDG’nin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta Şam’da imzalanan ve Suriye ordusuna entegrasyonu öngören anlaşmayı, net bir vizyon ve belirlenmiş bir yol haritası çerçevesinde hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.

Entegrasyon yol haritası

Güler, 2025 yılı boyunca yaşanan gelişme ve olayları değerlendirmek amacıyla medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda, ‘tek devlet, tek ordu’ ilkesi çerçevesinde hazırlanan anlaşmanın henüz somut bir gerçekliğe dönüşmediğini ve pratik adımlarla desteklenmediğini söyledi.

 Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, “Entegrasyon süreci, belirsiz ve ucu açık ifadelerle değil, net tarihli, bağlayıcı ve uygulanabilir bir yol haritasıyla yürütülmek zorundadır. Bu bağlamda SDG'nin terör unsurlarından ayrıştırılarak Suriye ordusuna entegrasyonu hayati önem taşıyor” dedi.

Suriye’de yeni bir hükümetin kurulduğunu ve yeni bir cumhurbaşkanının göreve başladığını hatırlatan Güler, “Ülkede düzenin sağlanabilmesi için kendilerine bir miktar zaman tanınmasının gerekli olduğuna inanıyoruz. Suriye Cumhurbaşkanı, ülkesindeki tüm grupları kucaklayacağını açıkladı ve bu taahhüdüne bağlı kaldı, hâlen de bağlı. Suriyeli yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, SDG’nin entegrasyonuna ilişkin tutumlarını görüyor ve anlıyoruz” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)

SDG’nin entegrasyonuna ilişkin ABD’nin tutumu ve bu konuda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı olup olmadığına dair soruya yanıt veren Güler, iki ülke arasındaki temasların sürdüğünü ve ABD’nin yaklaşımında önemli bir değişim yaşandığını söyledi.

Güler, “Amerikalı dostlarımız artık sahadaki gerçeklerin daha fazla farkında. Bu konudaki görüş ayrılıklarımız giderek azalıyor. Ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koyduk, bu konuda geri dönüş yok. SDG mutlaka Suriye ordusuna entegre edilecek” dedi.

SDG’nin de entegrasyondan söz ettiğini belirten Güler, “Ancak onların kastettiği, birlik halinde entegrasyon. Birlik olarak değil, ferdi olarak entegre olmaları lazım. Aksi halde bunun adı entegrasyon olmaz” şeklinde konuştu.

Askeri seçenek

Güler, SDG’nin entegrasyon sürecine uymaması halinde Türkiye’nin tutumuna ilişkin olarak, “Türkiye, tüm olası gelişmelere karşı hazır planlara sahiptir. Ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz ve bugüne kadar yaptıklarımızı yapabilecek güç ve imkâna sahibiz” dedi.

Güler, “Biz 2016'dan itibaren Suriye'deki harekatlarımızı yaparken, ABD de oradaydı, Rusya da oradaydı. Biz yapılması gerekeni hiç kimseye sormadan yaptık ve bitirdik. Önümüzdeki dönemde de ihtiyaç olursa gerekeni kimseye sormadan yaparız” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)

Diğer yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, perşembe günü, Ankara’daki Dışişleri Bakanlığı’nda ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşmeden iki gün sonra, SDG’nin entegrasyon anlaşmasını uygulamamasının ilgili taraflarda sabırsızlığa yol açtığı uyarısında bulundu.

Fidan, “SDG’nin anlaşmaya gecikmeden uyması gerekiyor. Askeri gücün yeniden kullanılmasını desteklemiyoruz; ancak ilgili tarafların sabrı tükenmiş durumda. Şam yönetimi ile SDG arasında entegrasyona ilişkin bir çözümün diyalog yoluyla bulunmasını umuyoruz” dedi.

Milli Savunma Bakanı Güler de Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayarak, “Başından beri tutumumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bundan geri dönüş yok. Suriye’de istikrar ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.

Şam ile iş birliği

Güler, Suriye hükümetiyle yakın temas halinde olduklarını belirterek, uzun yıllar süren sıkıntıların ardından barış içinde yaşama ve yeniden uluslararası topluma entegre olma yolunda önemli mesafe kat eden Şam yönetimiyle güçlü bir koordinasyon ve yapıcı bir iş birliği yürüttüklerini söyledi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, iki ülke arasında geçtiğimiz ağustos ayında imzalanan eğitim ve danışmanlık mutabakat zaptı çerçevesinde, Suriye ordusunun savunma kapasitesinin güçlendirilmesi, kurumsal yapısının geliştirilmesi ve modernize edilmesi ile personel eğitimi başta olmak üzere, özellikle terörle mücadele alanında katkıların sürdürüldüğünü ifade etti.

2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Afrin’i SDG’nin kontrolünden aldığı döneme değinen Güler, bölgede cami, kilise ve okulların ‘terör unsurlarının mevzileri’ haline getirildiğini öne sürerek, operasyonla birlikte Afrin’in terörden arındırıldığını ve tespit edilen tüm tünellerin imha edildiğini söyledi.

Güler sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölgenin en büyük barajı Afrin'in kuzeyinde olmasına rağmen halk susuz bırakılmıştı. Orayı güvenli ve yaşanabilir hale getirdik. Terör örgütünün Rakka ve Deyrizor'daki devam eden tünel kazma faaliyetlerini de yakından takip ediyoruz.”

Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)

TSK’nın bugüne kadar toplam 732 kilometre uzunluğunda tüneli imha ettiğini kaydeden Güler, bunların 302 kilometresinin Tel Rıfat’ta, 430 kilometresinin ise Münbiç’te bulunduğunu ve bu çalışmalar sayesinde söz konusu bölgelerin yeniden yaşanabilir hale geldiğini söyledi.

Öte yandan Güler, İsrail’in ‘yanlış bir güvenlik anlayışına’ dayanan yaklaşımını da eleştirerek, bu tutumun Suriye hükümetine karşı devlet dışı aktörleri kışkırttığını, aşırı güç kullanımına yol açtığını ve zaten kırılgan olan bölgesel dengelere daha fazla zarar verdiğini dile getirdi. Bu durumun istikrarsızlığı derinleştirdiğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu vurguladı.

Güler, İsrail’in güvenlik kaygılarını Suriye’ye saldırarak ve ülkeyi istikrarsızlaştırarak gideremeyeceğini belirterek, bu sorunların ancak yeni Suriye hükümetiyle iyi komşuluk temelinde iş birliği yapılarak ve karşılıklılık ilkesi doğrultusunda ilişkiler kurularak çözülebileceğini ifade etti.


Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
TT

Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor

Michael Harari

Lübnan ve GKRY arasında 26 Kasım'da imzalanan münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması, her iki ülke için de hayati önem taşımasına rağmen, siyasi sahnede büyük ölçüde gözden kaçtı. Bu anlaşmanın önemi, ikili çerçeveyi aşarak, Doğu Akdeniz'de bölgesel iş birliğini güçlendirmek için temel bir sütun oluşturuyor.

İki ülkenin 2007 yılında benzer bir anlaşmaya vardığını, ancak Lübnan meclisinin o zaman bu anlaşmayı onaylamadığını açıklamalıyız. Bugüne kadar mevcut anlaşmanın resmi metni yayınlanmadı ve herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı belirsizliğini koruyor, ancak muhtemelen önemli bir değişiklik olmadı. Şu anda, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın, karmaşık iç siyasi koşullar göz önüne alındığında, anlaşmayı siyasi bir tartışma konusu haline getirmemek için mutlaka meclisin onayına sunmayı düşünmediği görülüyor. Bu yaklaşım yasal ve siyasi soruları gündeme getirebilir, ancak daha önce de belirtildiği gibi, Lübnan'daki ve genel olarak bölgedeki mevcut gelişmeler ışığında, bu sorular anlaşmanın resmi olarak kabul edilmesini engellemeyecektir.

Anlaşmanın başlıca etkileri

Bu anlaşmadan kaynaklanan birkaç önemli noktayı vurgulamakta fayda var. Başlıca noktalar şunlardır:

- Lübnan, münhasır ekonomik bölgesi içindeki enerji potansiyeline yatırım yapma planlarını daha ciddi bir şekilde uygulamaya koyabilecektir. Bu tür bir anlaşma, Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde gaz aramak isteyen uluslararası şirketler için gerekli yasal çerçeveyi ve istikrarı da sunmaktadır.

- Anlaşma, özellikle ada üzerindeki devam eden anlaşmazlıkla ilgili olarak, GKRY’nin siyasi ve bölgesel konumunu güçlendirecektir. Nicosia’nın (Lefkoşa), 2026 yılının ilk yarısında AB dönem başkanlığını kullanarak Lübnan'ın ve genel olarak Doğu Akdeniz'in, Avrupa ile bağlantılı stratejik bir alan olarak çıkarlarını desteklemesi bekleniyor.

Washington'un, Doğu Akdeniz'in enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor

-İki ülke, Yunanistan ve GKRY arasında planlanan ve nispeten ileri aşamalara ulaşan projelere ve GKRY ile İsrail arasında yıllardır öneri ve duyuru aşamasında kalan projelere benzer şekilde, aralarında denizaltı enerji kablosu döşeme projesini inceleme konusunda anlaştı. Bazı ülkelerin birçok açıdan “enerji alanında izole adalar” olması nedeniyle, özellikle enerji sektöründe bağlantı meselesi günümüzde son derece önemli. Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın Rus gazına bağımlılığını azaltma çabalarıyla birlikte, bu artan öneme ışık tutmuştur.

GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)

- Bu anlaşma, Suriye'nin Lübnan ile münhasır ekonomik bölgesini belirlemeye başlamasının önünü açıyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın üzerindeki ağır yükümlülüklere rağmen, rejimini sağlamlaştırmadaki başarısı, ülkenin yeniden inşa çabaları için Suriye sularındaki enerji kaynaklarının hayati önemi göz önüne alındığında, bu yönde ilerlemesini sağlayabilir. Bu bağlamda, Ankara açısından Kıbrıs sorunu ve karmaşık Türk-Yunan ilişkileri üzerindeki doğrudan etkileri göz önüne alındığında, burada Türkiye boyutu çok önemli, hatta belki de belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.

-ABD bu anlaşmayla ilgili müzakerelere doğrudan katılmadı, ancak şüphesiz ki bu durum hem iki ülke hem de genel olarak bölge açısından ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor. Washington'un Doğu Akdeniz'deki enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor.

İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor

-Lübnan-GKRY anlaşması, Lübnan'ın karasularında potansiyel gaz keşiflerine kapı açması nedeniyle Lübnan'ın çıkarlarına çeşitli şekillerde hizmet ediyor. Bu, ülkenin kötü ekonomik durumunu iyileştirmeye ve hatta Lübnan'ın bölgesel entegrasyonunu artırmaya katkıda bulunabilir. Bu bağlamda, Ocak 2019'da kurulan ve Filistin de dahil olmak üzere yedi üyeden oluşan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na Lübnan'ın katılımına yönelik davetin yeniden canlandırılmasının önemi açıkça ortaya çıkıyor. Bu davet, forumun kurulmasının ardından, İsrail ile aynı masada oturmasının zorluğu göz önüne alınarak, Lübnan'a ilk aşamada gözlemci statüsü verilmesi önerisiyle birlikte yapılmıştı. Lübnan o dönemde bu çağrıya yanıt vermemiş olsa da büyük olasılıkla İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki ülkelerle, siyasi diyaloğa giderek daha açık hale geldiği göz önüne alındığında, bu seçenek bugün daha uygulanabilir görünüyor.

-Türkiye, katılmadığı ve çıkarlarının dikkate alınmadığı bu gelişmelerden endişe duyuyor. Ankara, daha önce 2007 yılında Beyrut ve Lefkoşa (Nicosia) arasında imzalanan anlaşmayı kınamıştı ve mevcut anlaşmayla ilgili olarak da aynı tutumunu tekrarlıyor; ancak tepkilerinin siyasi kınamayla sınırlı kalması bekleniyor. Bu arada, Türkiye'nin öncelikli odağı, Şara rejiminin istikrarını pekiştirmeyi ve Şam ile ilişkilerindeki çıkarlarını güvence altına almayı amaçladığı Suriye arenasıdır. Bu bağlamda, büyük olasılıkla Ankara iki ülke arasında bir deniz anlaşması imzalamayı hedefleyen Suriye-Lübnan hamlelerini yakından izlemektedir.

Bu gelişmelerin en yenisi, dün açıklanan ve önümüzdeki 15 yıl boyunca büyük miktarlarda doğalgaz ihracatını öngören İsrail ve Mısır arasındaki doğalgaz anlaşmasının onaylanmasıdır. Bu son derece önemli bir gelişme, zira iki ülke arasındaki ikili ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, bu anlaşma, Mısır'ın kilit rol oynadığı Doğu Akdeniz'in bölgesel yapısının sağlamlaştırılmasına da önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre ancak, İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor. Netanyahu, anlaşmayı onaylamak için Amerikan baskısına boyun eğiyormuş gibi görünmeyi tercih etmiş görünüyor; bu hamlenin temel nedeni ise İsrail iç politikasıyla ilgili çağrışımlardır.

Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli, çünkü bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu

Daha geniş anlamda, Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli. Bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu ve kurulan bölgesel yapı, özellikle son iki yılda, ilgili tarafların karşılaştığı zorluklara ve meydan okumalara rağmen, olağanüstü bir direnç kapasitesi sergiledi. Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte, özellikle Ankara ve Kudüs'ün pozisyonlarına odaklanarak gelişmeleri izlemek zorunlu hale geldi, çünkü Suriye arenası aralarında açık bir rekabet alanına dönüştü. Türkiye, İsrail'in bölgesel hegemonya hırsı olarak tanımladığı adımları endişeyle takip ediyor ve bu nedenle İsrail ve Türkiye'nin bakış açılarının net bir şekilde anlaşılması hayati önem taşıyor. Bu bağlamda, Suriye konusunda devam eden görüşmelere benzer şekilde, doğrudan ve belki de başlangıçta gizli bir Türk-İsrail diyaloğu, karşılıklı anlayışı sağlamak ve yanlış değerlendirmeleri önlemek için gerekli bir adım olabilir.

Total Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyorTotal Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyor

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Doğu Akdeniz, bölgesel gelişmeleri yönlendiren önemli bir ikincil eksen haline gelirken, devam eden çatışmalar yanlış yorumlamalara veya yanlış anlamalara yol açabilir. Bu durum, gelişen bölgesel mimariye tüm aktörleri dahil etmenin yollarını bulmaya odaklanan yaratıcı bölgesel diplomasiye duyulan ihtiyacın altını çiziyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
TT

Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)

Alex Croft 

Ülke medyasına göre Rusya, göreve başlamasının üzerinden sadece iki ay geçen yeni MI6 Başkanı'nın Rus mevkidaşıyla "uzun" bir telefon görüşmesi yaptığını iddia etti.

Rusya Dış İstihbarat Servisi SVR'nin direktörü Sergey Narışkin, Gizli İstihbarat Servisi (Secret Intelligence Service, SIS ya da MI6 olarak biliniyor) başkanlığı görevine ekimde başlayan Blaise Metreweli'yle konuştuğunu söyledi.

Rus haber ajansı TASS'a göre Narışkin, "Yeni atanan MI6 Başkanı [Blaise] Metreweli'yle, birkaç gün önce oldukça uzun bir telefon görüşmesi yaptım" dedi.

Narışkin, Rus istihbarat görevlilerinin Londra'da resmi çalışma yürüttüğünü ve SIS görevlilerinin de Moskova'da aynı şeyi yaptığını ekledi.

Rus siyasetinde çeşitli üst düzey görevlerde bulunan ve 2016'dan beri SVR'yi yöneten Narışkin, yapıldığı iddia edilen görüşmeyle ilgili başka ayrıntı vermedi.

Sky News'a konuşan askeri analist Michael Clarke, Moskova'nın "Washington'da devam eden müzakereler nedeniyle... Britanyalıların bir şekilde kendilerinin ilgisini çekme çabasında olduğunu ima etmeye çalıştığını" söyledi.

Ancak bu görüşme, MI6'in ilk kadın başkanı Metreweli'nin yeni görevinde kamuoyu önünde yaptığı ilk büyük konuşmada, "agresif, yayılmacı ve revizyonist" Rusya'nın artan tehdidine karşı uyarıda bulunmasından sadece birkaç gün sonra geldi.

Metreweli, Birleşik Krallık'ın (BK) "barış ve savaş arasındaki bir alanda" hareket ettiğini ve Ukrayna çatışması sürerken Rusya'nın da kendilerini "gri bölgede test ettiğini" söylemişti.

"Putin hiç şüpheye kapılmasın; desteğimiz sürecek. Ukrayna adına uyguladığımız baskı devam edecek" diye eklemişti.

The Independent cevap hakkı için BK Dışişleri Bakanlığı'yla temasa geçti.

Clarke, bu "çok ama çok hassas bir konu" olduğu için Britanyalıların bu görüşmenin gerçekleştiğini kamuoyu önünde "asla" itiraf etmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Britanyalı liderler... Bunu yaptıklarını asla ama asla açıklamamalı ve Narışkin'in bunu yapması, onun kendi planına sahip olduğunu gösteriyor.

Avrupalı liderler Ukrayna'nın savaş çabalarına sağlanan finansmanın geleceği üzerine Brüksel'de kritik görüşmeler yaparken Narışkin'in yorumları gündeme geldi.

AB liderleri, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına ilişkin bir anlaşmayı onaylayamasa da Ukrayna'nın gelecek iki yıllık finansman ihtiyacının yaklaşık üçte ikisini karşılayacak 90 milyar euroluk bir anlaşmayı kabul etti.

Kredi için gereken para, dondurulmuş Rus varlıklarından fon çekmek yerine Çekya, Macaristan ve Slovakya hariç 27 AB ülkesinden 24'ünün ortak borçlanmasıyla sağlanacak.

Vladimir Putin cuma günü düzenlenen yıl sonu konferansında Avrupa'nın, "soyguncular açısından ciddi sonuçlar doğuracağı için soygunu gerçekleştiremediğini" söyledi.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news