Demokrat kanattan nükleer anlaşmanın canlandırılmasına tepki

Kongre üyeleri, Tahran'ın bölgesel vekillerine mali olarak yatırım yapması konusunda Biden’ı uyardı.

Demokratlar dün İran ile yürütülen nükleer müzakereye ilişkin basın toplantısı düzenledi. (AP)
Demokratlar dün İran ile yürütülen nükleer müzakereye ilişkin basın toplantısı düzenledi. (AP)
TT

Demokrat kanattan nükleer anlaşmanın canlandırılmasına tepki

Demokratlar dün İran ile yürütülen nükleer müzakereye ilişkin basın toplantısı düzenledi. (AP)
Demokratlar dün İran ile yürütülen nükleer müzakereye ilişkin basın toplantısı düzenledi. (AP)

İran’la nükleer anlaşmanın canlandırılmasına ilişkin müzakerelerin Viya’nada başlatılmasının üzerinden bir yıl geçti. ABD Kongresi üyelerinin ABD Başkanı Joe Biden’a ve İran ile imzalanan nükleer anlaşmaya geri dönme çabalarına karşı itirazları artıyor. Bu defa itiraz, Biden’ın Demokrat Parti saflarından geldi. Demokrat Parti tarafından gelen bu tepki, henüz Tahran ile olası herhangi bir anlaşmayı engelleme konusunda fiili bir etki yaratmasa da önemli sembolik anlamlar içeriyor.
Demokratlar bir süredir Biden'ı açıkça eleştirme konusunda ciddi bir çekimserlik gösteriyolardı ancak durum değişmeye başladı. Kongre’den bir grup Demokrat  dün basın toplantısı düzenleyerek 2015 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama'nın yönetimi tarafından Tahran ile imzalanan nükleer anlaşmayı canlandıracak olası herhangi bir anlaşmaya karşı olduklarını açıkça ifade ettiler.
Demokrat Parti’nin 15 üyesinin katıldığı basın toplantısında ‘imzalanması yakın olan nükleer anlaşmaya yönelik artan endişeleri’ paulaşıldı. İran rejimine uygulanan yaptırımların kaldırılmasının ‘Tahran'ın terör faaliyetleri için tahsis edeceği fonların serbest bırakılmasına’ yol açacağı konusunda uyarıda bulunuldu.
Basın toplantısını yöneten Demokrat Kongre üyesi Josh Gottheimer “İran kendisine güvenilmeyeceğini kanıtladı” ifadelerini kullanarak Tahran’ın nükleer programının ve terör faaliyetlerinin ‘sadece Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad'ın bulunduğu bölgeyle sınırlı kalmayıp dünyanın geri kalanını da etkilediğini ve ABD’nin müttefiklerinin yanı sıra tüm bölgeyi tehdit etmeye devam ettiğini’ vurguladı.
Basın toplantısında yer alan Demokrat Kongre üyesi Elaine Luria da bu sözlere destek verdiği açıklamasında “Bir başarısız anlaşmayı daha kaldıramayız” dedi. Luria sözlerini şöyle sürdürdü:
“İran'ın nükleer silah edinmesini tamamen engellemeyen ve Ortadoğu bölgesini ve dünyayı korumayan herhangi bir anlaşmaya şiddetle karşıyım. Biden yönetimi tarafından müzakere edilen başarısız nükleer anlaşmanın tekrarının İran'ı güçlendireceği, İsrail'in güvenliğini tehlikeye atacağı ve küresel güvenliği tehdit etmeye devam edeceğinden derin endişe duyuyorum. Tahran’ın nükleer silah elde etmesine zemin hazırlayacak veya terörist vekillerine yatırım yapmasına olanak sağlayacak herhangi bir anlaşma kabul edilemez.”
Söz konusu basın toplantısı, özellikle çekimser kalan Demokratların saflarında anlaşmaya karşı olan daha fazla sesin, birden fazla etkinlikte nükleer anlaşmaya dönülmesine şiddetle karşı olduklarını beyan eden Cumhuriyetçilerin safına katılmasına zemin hazırlıyor. Cumhuriyetçi Kongre üyeleri dün, anlaşmaya karşı çıkan diğer Demokratlara destek çıkarak Tahran ile herhangi bir anlaşmanın imzalanmasına karşı olduklarını ifade etmek için ayrı bir basın toplantısı düzenlediler.
ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki Cumhuriyetçiler Michael McCaul liderliğinde yaptıkları basın açıklamasında şu ifadeleri kullandılar:
“Biden yönetiminin İran'la zayıf bir nükleer anlaşmaya varmanın ve anlaşmayı oylamak üzere Kongre'ye göndermeyeceği için ABD yasalarını ihlal etmenin eşiğinde olduğu görülüyor.”

Kongre anlaşmayı engelleyebilir mi?
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Kongre kaynaklarına göre bunun cevabı kısaca hayır. Kaynaklara göre Kongre, Obama yönetiminin anlaşmayı onaylamasının ardından, Mayıs 2015’te ‘İran ile İmzalanan Nükleer Anlaşmanın Gözden Geçirilmesi Yasası’nı (INARA)’ kabul etmesine rağmen Biden yönetimi Tahran'la imzalanacak herhangi bir yeni anlaşmanın Kongre'de oylamaya sunulmaması için ilk anlaşmanın devamı gibi görünmesi için oldukça çaba sarfetti.
Kongre 14 Mayıs 2015'te her iki mecliste de ezici bir çoğunluk ile INARA’yı kabul etmişti. Yasa Senato'daki 100 senatörden 98'i ve Temsilciler Meclisi'ndeki 435 üyeden 400'ü tarafından olumlu oy almıştı. Bu yasa, ABD yönetiminin İran ile imzalanacak herhangi bir yeni nükleer anlaşmayı Kongre'de oylamaya sunmasını şart koşuyor. Bu yüzden kaynaklara göre Kongre üyeleri, Biden yönetiminin  anlaşmayı oylamaya sunmamak için bu anlaşmanın yeni olmadığı argümanını kullanmasından endişeliler.
Anlaşmaya karşı olan Kongre üyeleri, uzlaşıyı engellemek için başka bir hamle yapabilir, 2015'te olduğu gibi anlaşmayı veto etmek için bir yasa tasarısı sunabilirler. 2015 yılında Temsilciler Meclisi'nin 269 üyesi, Senato'nun da 56 üyesi anlaşmayı veto etmek yönünde oy kullanmıştı. Ancak anlaşmanın onaylanmasını engellemeyi başaramamışlardı. Zira Senato ve Temsilciler Meclisi'nde vetonun onaylanması için üçte iki çoğunluk oyu gerekiyor. Şu ana kadar kadar, bu yüzdeyi elde edecek kadar anlaşma karşıtı Demokrat çıkmadı. Örneğin Senato'nun bu tür bir anlaşmayı resmi olarak veto etmesi için 60 oya ihtiyacı var. Bu da tüm Cumhuriyetçilerle birlikte 10 Demokratın anlaşmaya karşı oy kullanması gerektiği anlamına geliyor. Mevcut verilere göre bu sayı mevcut değil.
Ancak bu bağlamda Kongre üyelerinin eli kolu bağlı olsa da Cumhuriyetçiler eski Başkan Donald Trump'ın yaptığı gibi bir sonraki Cumhuriyetçi başkanın anlaşmadan çekileceği konusunda uyarıda bulunuyorlar. 200'den fazla Cumhuriyetçi geçen ay Biden'a yazdıkları mektupla "Kongre'nin onayı olmadan Viyana'da imzalanacak herhangi bir anlaşma, 2015 anlaşmasıyla aynı kaderi paylaşacak" mesajını ilettiler.
Cumhuriyetçi Senatör Ted Cruz bir süre önce Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte Biden'in nükleer anlaşmadaki yaklaşımına karşı çıkanların yönetimin planlarını engellemek için ellerindeki tüm araçları kullanacaklarını söylemişti.
Demokratlar, bu tür bir senaryonun tekrar etmesi ve bunun ABD'nin güvenilirliği üzerindeki etkisine ilişkin endişelerini dile getirdiler. Demokrat Ritchie Torres şu açıklamada bulundu:
“Demokrat bir başkanın anlaşmaya geri dönmek için her müzakere masasına oturduğunda yaşayacağımız kısır döngü konusunda endişeliyim. Zamana meydan okuyan bir anlaşma olması lazım.”
Kongre üyeleri, bir sonraki başkanın anlaşmadan vazgeçmesini engellemenin tek yolunun bunu Senato'ya bir ‘anlaşma’ olarak sunup resmi olarak oylama yapmak olduğunu savunuyorlar.



Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
TT

Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)

Tony Bouloss

Bölge için tehlikeli bir şeylerin planlandığı aşikar. Olaylar hızla gelişiyor ve siyasi mesajlar, Lübnanlı yetkililerin boş yere tekrarladığı boş egemenlik sloganlarının arkasına gizlenemeyecek kadar netlik kazanıyor. ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın “Lübnan, Biladuşşam’ın bir parçasıdır” demesi boşuna değil. Bu bir dil sürçmesi değil. Aksine, zayıf ve dağılmış devletlerin kalıntıları üzerinde nüfuz haritalarını yeniden çizen uluslararası ve bölgesel uyarıların açık bir ifadesidir. Buna, “Trablus ve Bekaa'nın Suriye'ye ilhakı” gibi tehlikeli senaryolar veya birbiri ile savaşan dini gruplar ve mini devletler arasında yeniden nüfuz dağıtımını sağlayacak “mezhepsel konfederasyon çözümleri” gibi medyada yer alan şüpheli sızıntılar eşlik ediyor. Tüm bu haberler, Lübnan arenasını kızıştırmak ve Lübnanlıları hiçbir ilişkileri ve çıkarları olmayan bir çatışmaya çekmek için kötü niyetli bir şekilde medyaya ve siyasi alana pompalanıyor.

Hassas nokta mezhepçilik

Bu tür önerilerin propagandasını yapmak ne spontane ne de masum bir şey. Bu, Lübnan ve Suriye arasındaki mezhepsel ve dini gerginlikleri yeniden alevlendirmeyi amaçlayan tehlikeli bir oyunun parçası. İç içe geçmiş bir dini ve ulusal mozaikle birleşen iki ülke, bir kez daha büyük hesaplaşmalar için bir satranç tahtasına dönüşüyor.

Örneğin Suveyda'da, Dürziler ile Suriye makamları arasında sosyal, mezhepsel ve siyasi boyutların iç içe geçtiği kanlı bir çatışma sahnesine tanık oluyoruz. Ancak orada yaşananlar sadece Suriye ile sınırlı değil; her zamanki gibi, yankıları hemen Lübnan'a da ulaştı.

Lübnan'da Sünniler arasında mezhepçi duygular canlandı ve Suriye'de “yeni Sünni rejim” olarak adlandırdıkları oluşumla dayanışmaya yönelik hareketlenmeler arttı. Lübnan sanki kendi başına bir devlet olmaktan çıkıp, askeri ve mezhepsel destek için bir platform haline gelmiş gibi, Suveyda'ya savaşmaya giden Lübnanlılar öldü.

Diğer tarafta, Suriye rejimine karşı Suveyda Dürzilerini desteklemek amacıyla Lübnan'ın çeşitli bölgelerinde Dürzi kitleler harekete geçti. Böylece Lübnan, sanki Lübnanlılar dış çatışmalar için her zaman “yedek mühimmat” olmaya mahkummuş gibi, sınır ötesi mezhepsel bölünmelerin tekrar tekrar yaşandığı bir sahne haline geldi.

Hizbullah sahnesinin tekrarı

Bugün yaşananlar, daha önce Hizbullah'ın aktörü olduğu sahnenin yeni bir versiyonu. Hizbullah, İran örtüsü altında Suriye savaşına askeri müdahalede bulunmaya karar verdiğinde, gerekçe olarak “Şiileri ve türbeleri korumayı” öne sürmüştü. Bu müdahale çok geçmeden Suriye'deki Alevi rejiminin varlığını sürdürmesine yönelik doğrudan bir desteğe dönüşmüştü.

Bugün, aynı denklem farklı biçimlerde tekrarlanıyor:

Sünniler, Suriye'deki “yeni Sünni rejimi” desteklemek için savaşçı gönderiyor.

Dürziler, rejime karşı Suveyda Dürzileri ile dayanışma içinde.

İronik bir şekilde, yalnızca Hristiyanlar farklı bir tutum sergilediler ve tarafsızlık ilkesinin bilincinde olarak Suriye'deki Hristiyanları destekleme yönünde hiçbir adım atmadılar. Zira Lübnanlı Hristiyanlar, Suriyeli Hristiyanları, seçeneklerinin farkında olan ve kendilerine uygun olanı seçebilecek Suriyeliler olarak görüyorlar.

Bu Hristiyan tutumu, yani tarafsız kalmak ve krizleri ithal veya ihraç etmemek, ara sıra kendisine yöneltilen eleştirilere rağmen, bu çıkmazdan çıkmak için gereken modeldir.

Kriz ihraç etmek

Lübnan'ın bugünkü sorunu, yalnızca başkalarının ateşini kendi topraklarına çekmesi değil, aynı zamanda kendisinin de dışarıya kriz ihraç etmesidir. Bazı Lübnanlı liderler, tehlikeli bir bölgesel oyunun piyonları haline geldiler.

Bazıları Velid Canbolat'ın Suriye Dürzi çatışmasına müdahale ederek Şeyh Yahya el-Belus'u desteklediğini, onu Şam'daki yeni hükümet ile yakınlaşmaya teşvik etmeye çalıştığını düşünüyor. Buna karşılık, rejime sadık diğer Dürzi güçler Şeyh Hikmet el-Hicri'yi desteklemek için harekete geçtiler. Bu durum, Suriye'yi doğrudan etkileyen ve Suveyda'da durumun alevlenmesine katkıda bulunan tehlikeli bir Dürzi bölünmesine yol açtı.

Şarku’l Avsat’ın Indpendent Arabia’dan aktardığı analize göre yaşananlar, devletinin zayıflığı ve kurumlarının çöküşü gölgesinde Lübnan'ın bir vekil “destek arenasına” dönüştüğünün açık bir kanıtı. Her Lübnanlı grup, tıpkı Lübnanlı silahlı grupların yıllardır bölgesel çatışmalarda dış güçleri desteklemesi gibi, dışarıdaki kendi grubunu destekliyor.

Lübnan fanatizmin rehinesi

Lübnanlıların bugün sorması gereken soru şudur: Bu politikalar bizi nereye götürüyor?

Dış mesajlar için bir posta kutusu olmak Lübnan'ın çıkarına mı?

Başkaları için savaşmak, mültecilerini kabul etmek ve çatışmalarını finanse etmek mi istiyoruz?

Lübnan'ın yabancı istihbarat çatışmalarının arenası haline gelip parçalanmasına ve toplumun dağılmasına yol açan 1970’ler ve 1980'lerdeki deneyimi tekrarlamamız gerekiyor mu?

Lübnan devletinin rolünü yerine getirmediği açık. Siyasi, diplomatik ve güvenlik sınırlarını her türlü dış projeye açarken, silah ve savaşçı kaçakçılığına, mezhep çatışmalarını 24 saat boyunca körükleyen kışkırtma kampanyalarına göz yuman güçsüz ve kırılgan bir devlet var.

Tarafsızlık seçeneği gerçek çözümdür

Bugün yaşananlar, tarafsız olmamanın doğrudan bir sonucudur. Tarafsızlığı benimsemeyen ülkeler savaş alanlarına dönüşürler. Sloganlar mezhepsel ve bölgesel çatışmaların bahanesi haline geldiğinde, herkes bedelini öder.

Tarafsızlık bir lüks değil, ulusal bir zorunluluktur. Tek başına Lübnan'ın bölgesel bataklığa sürüklenmesini engelleyebilir.

Zira İran, Lübnan'ı kurtarmayacaktır.

Ne Suudi Arabistan ne de Katar, milislerin yönettiği bir ülkeyi yeniden inşa etmeyecektir.

Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa da devlet olmayı reddeden bir devleti desteklemek için acele etmeyecektir.

Yıpranmayı durdurmak ve çöküşü önlemek

Lübnan devleti işleri derhal kontrol altına almazsa, daha fazla parçalanmaya doğru gidiyoruz. Lübnan bugün sadece ekonomik çöküşün eşiğinde değil, aynı zamanda daha tehlikeli bir siyasi ve ahlaki çöküşün de ortasında.

İçerideki partiler ile liderlerin, her birinin kendi mezhebine göre, dışarıda şu veya bu tarafı desteklemek için seferber olması kabul edilemez.

Trablus'un, Bekaa'nın veya Güney'in Suriye, İran veya Körfez ülkeleri için vekil çatışma platformları haline gelmesi kabul edilemez.

Her türlü bölücü projeye karşı savunmasız bir ülke olarak kalmamız kabul edilemez.

Bugün ihtiyaç duyulan şey cesur ve egemen bir karar almaktır. Lübnan'ın bir destek arenası haline gelmesini engelleme kararıdır. Siyasi ve sosyal sınırları kontrol etme kararıdır. Lübnan'ın başkalarının savaşları için bir sahne olması değil, her şeyden önce gelmesi kararıdır.

Aksi takdirde bölünme yoldadır ve belki de bu sefer Lübnan diye bir şey kalmayacaktır.