Cahiliye Arapları gerçekten kızlarını gömdüler mi?

Suudi bir araştırmacı, olguyu ‘tarihi bir yanılsama’ olarak nitelendirip inkâr ederek tartışmalara yol açtı

Araştırmacılar, Cahiliye dönemindeki aile ilişkisi ve babaların kız çocuklarını öldürdüğü gerçeği hakkında tartışmalara yol açtı (Independent Arabia- Alaa Rüstem)
Araştırmacılar, Cahiliye dönemindeki aile ilişkisi ve babaların kız çocuklarını öldürdüğü gerçeği hakkında tartışmalara yol açtı (Independent Arabia- Alaa Rüstem)
TT

Cahiliye Arapları gerçekten kızlarını gömdüler mi?

Araştırmacılar, Cahiliye dönemindeki aile ilişkisi ve babaların kız çocuklarını öldürdüğü gerçeği hakkında tartışmalara yol açtı (Independent Arabia- Alaa Rüstem)
Araştırmacılar, Cahiliye dönemindeki aile ilişkisi ve babaların kız çocuklarını öldürdüğü gerçeği hakkında tartışmalara yol açtı (Independent Arabia- Alaa Rüstem)

Suad el-Ya’la*
Suudi araştırmacılar, İslam'ın ortaya çıkmasından önceki topluma yönelik dini söylemin benimsediği ünlü tarihi hikayelerden birinin güvenilirliğini kırmaya çalıştı. Bu konu kız çocukların diri diri gömülmesiydi.
Suudi Arabistan'ın eğitim müfredatı aracılığıyla kızlara karşı İslam öncesi bebek cinayeti olgusunu incelediği bir dönemde araştırmacılar bunu eleştirdiler.  İslam öncesi topluma yönelik açık bir önyargı ve ikna edici sebepler olmaksızın veya utanç bahanesi altında, ahlaksız suçlar işleyerek onu şeytanlaştırma ve yaftalama girişimi olarak gördüler.
‘Kız çocukların diri diri toprağa gömülmesi’ konusunda bölünen görüşler
Bu konu hakkında görüş beyan edenlerin sonuncusu, Rotana kanalına verdiği röportajla Suudi Akademisyen Merzuk bin Tenbak oldu. Görüşleri, özellikle de kız çocuklarını öldürme konusuyla ilgili olarak birçok araştırmacı ve gözlemcinin öfkesini uyandırdı. Dini, tarihi ve edebi konularla ilgilenen isimlerden, bazıları ihtiyatlı davranan, bazıları bunu kişisel gayret olarak gören, bazıları da onu uzmanlaşmamakla suçlayan yüzlerce muhalif yanıt alındı. Öte yandan bazı araştırmacılar onu desteklerken, diğer kanıtları geçersiz kılan ve Merzuk bin Tenbak'ın söylediklerinin doğruluğunu kanıtlayan görüşler öne sürdüler.
Merzuk İbn Tenbak, Cahiliye döneminde ‘kız çocuklarının’ diri diri toprağa gömülmesi olgusu hakkında şüphe uyandırdı. Al-Resala Vakfı tarafından birkaç yıl önce yayınlanan ‘Gerçek ve Yanılgı Arasında: Kız Çocuklarının Diri Diri Gömülmesi’ kitabında bu konuyu bilimsel olarak tartıştı. Tenbak, kitabında Arap kaynakları ve arşivlerinin, Arapların kızlarını diri diri gömmeleri konusunda söylediklerine yer verdi.

Tarihi yanılgı
Araştırma sırasında yazar, kız bebek cinayetlerinden bahseden hikayelerin çoğunun, duruma ve intihale olabildiğince yakın bir hikâyeye dayandığı sonucuna varır. Yazar, hikayelerin orijinal kaynaklarına döndüğünde daha da şüpheci olduğunu ifade eder.
Merzuk bin Tenbak, kitabı aracılığıyla, Araplar arasında kız bebek öldürme olgusunu haberlerin ve rivayetlerin aktarıldığı şekilde belgelemeye uygun herhangi bir delilin geçerliliğini kanıtlamaya meydan okuyor.
Merzuk İbn Tenbak, Razi'nin ‘Mefatihu'l-Gayb’ adlı eserinde anlattıklarından ulaştıkları da dahil olmak üzere, İslam öncesi dönemde bir erkeğin karısında doğum işaretleri belirdiğinde, saklanıp halktan kaybolduğuna dair birçok kanıt aktarır. Doğacak çocuğun cinsiyetini öğrenene kadar bekler. Doğan çocuk erkek olursa, büyük bir coşkuyla sevinir. Eğer kız olursa da üzülür ve günlerce ortadan kaybolur. Onunla ne yapacağını düşünür.
Merzuk bin Tenbak’a göre pek çok tefsir ‘yetevara’ kelimesini, ortadan kaybolmanın, evden kaçmanın, çocuğun doğumunu ve cinsiyetinin ne olacağını bilene kadar beklemenin bir hikayesi haline getirmiştir. Öte yandan Kur'ân metninin belagatı ise, yüzünü çeviren ve içine kapanan ve insanların meclisinden uzaklaşan öfkeli, kin ve kederli kişinin durumunu tasvir ediyor. ‘Yetevara’ kelimesinin ima edildiği gibi, kaçış anlamında kullanılmadığını öne sürüyor. Bunun, ‘müfessirlerin, ‘yetevera mine’l kavm’ ifadesini, sadece doğrudan anlamıyla algılamaları ve anlamalarından kaynaklandığını belirtiyor.
Yazar, gerçek tefsirin ve ‘veîd’ ifadesinden asıl kast edilenin ‘evlilik dışı doğan gayrimeşru çocuklardan kurtulmak olduğunu’ ve bunun her dönemde yaşanabildiğini ifade ediyor.
Merzuk bin Tenbak, çalışmasında bu konunun ‘tarihsel’ bir yanılsama ve İslam öncesi dönemki bazı raviler tarafından uydurulmuş bir yalandan’ ibaret olduğu sonucuna varıyor. Bunun, hafıza sorunu ve halkın haya gücü aracılığıyla ortaya çıktığını iddia ediyor. Hikayelerin isnad zincirinin İslam döneminde başlayıp yine bu dönemde sona erdiğini ifade eden Suudi Akademisyen, Kur’an-ı Kerim’de geçen ‘mev’ûde’ ifadesinin cinsiyetine bakılmaksızın bir candan bahsettiğini ve veled-i zina olması nedeniyle diri diri gömülerek ondan kurtulduklarına işaret ettiğini ifade ediyor.

Yaygın olmayan bireysel vakalar
Merzuk bin Tenbak’ın gündeme getirdiği konu, Independent Arabia’nın da ulaştığı birçok araştırmacı tarafından verilen tepkileri incelemeyi gerektirdi. Bunlar arasında, Merzuk bin Tenbak’ın söylediklerini destekleyen yazar Muhammed es-Saad da vardı. Saad, “Veîd olgusunun belirli bir çıkış tarihi yok. Bunun net bir nedeni yok. Çoğu durumda, toplumda yaygın bir fenomen değildi. Varsa da açık ve belirli nedenleri olmayan, bireysel ve istisnai durumlardır. İslam öncesi toplumda yaygın bir olgu olsa, bunun ilk sonucu, toplumun demografik yapısında bir bozulmadır. Bu durum, cinsiyet açısından dengesizliklere yol açar. Bu dengesizlikler, evlilik yapacak kadınlar olmadığı için bu dengesizliklerden etkilenen toplumda bir evlilik krizi yaratacaktır. Bu krizi, kadın kaçırma ve kadın ticaretinin yaygınlaşması gibi beraberindeki krizler izleyecektir” değerlendirmesinde bulundu.
Saad, utanç bahanesiyle bebek öldürmenin, geçersiz argümanlar arasında olduğunu ve bunu destekleyecek herhangi bir tarihsel delil bulunmadığını da sözlerine ekledi. Hz. Peygamber'in gönderildiği dönemde ve Kuran'da çocukların öldürülmesini yasaklayan ayetler indirildiğinde, bu ayetlerin toplum tarafından reddedildiğine dair bir delil tespit edilmediğini söyledi. Muhammed es-Saad, “Peygamber döneminde, kadim dinlerine bağlı kalan kabileler arasında bile herhangi bir veîd olayı okumadık. Bu, eğer geniş bir alana yayılmış olsaydı, soyları kesilecekti. Erkek olsun, kadın olsun, sadece birkaç Arap bulabilecektik. Araplar da İslami davetle ayağa kalktıklarında, bu kadar kalabalık değillerdi.

Tamamen ekonomik sebep
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı  habere göre, Saad, genel olarak, çocukların öldürülmesi konusunu ele alan tüm Kur’an ayetlerinin, tamamen ekonomik bir nedene bağlı olarak indirildiğini ifade etti. Bu nedenin, özellikle de kuraklık yıllarında söz konusu olan yoksulluk ve maddi sıkışıklık olduğunu söyledi. Suudi Akademisyen, “Allah Teala bu konuda şöyle buyuruyor: “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz.” (İsra-31) Ayette cinsiyet belirtilmemiştir. Çünkü çocukları öldürme eyleminin temel faktörü cinsiyet değil, ekonomidir. Hem kız hem erkek çocukları bunun kurbanı olabilir. Ne yazık bu suçlar, iş, barınma ve yaşamda ekonomik krizlere neden olan kıtlık veya nüfus patlamalarını önlemek ve çok sayıda insandan kurtulmak için toplu katliamlarla kendini haklı çıkaran kişiler tarafından modern çağda da işlenmeye devam etmektedir.  

Savaşlarda esaret korkusu
Fıkıh Cemiyeti üyesi ve İmam Muhammed bin Suud İslam Üniversitesi'nde Şer’i İlimler Profesörü Suud el-Hannan, konu hakkında “Bazıları kız çocuklarının öldürülmesi konusunu utanç kavramıyla ilişkilendiriyor. Bence bu mantıksız bir sebep. Yeni doğan kız çocuğu, henüz günah işlememiştir. Daimî ve sürekli bir istila zamanında yaşayan eski toplumlarda utancın ne olduğunu bilmemiz için utanç kavramının kendisinin açıklığa kavuşturulması ve detaylandırılması gerekiyor. Bu toplumlardaki utanç, doğal sonucu esaret ve tutsaklık olacak olan işgal, kabileler ve halklar arasındaki savaş ile tamamen ve ayrıntılı olarak bağlantılıdır. İşgal tutsakları, fetih ve tarıma dayalı toplumlarda işgücünü temsil ediyordu. Köle ticareti, modern ekonomi anlayışına göre önemli bir insan gücü veya insan kaynağı oluşturuyordu. Bu nedenle, utancın sosyal temeli, babanın, kızının işgalci bir kabile veya grup tarafından esir alınmasından korkmasında yatmaktadır. Utanç burada, babanın ya da kabilenin üyelerini koruyamaması ile bağlantılıdır” görüşünü dile getirdi.

Asılsız hikâye
Hannan, İslam Halifesi Ömer İbnu’l Hattab hakkında anlatılan el-Faruk’un bir Cahiliye adeti olan kızların diri diri toprağa gömüldüğüne ve İslam öncesi dönemde kızlara karşı bir radikalizm olarak kızını diri diri gömdüğünü, toprağı kazdığı sırada sakalına bulaşan toprağı kızının silip temizlediğini, fakat buna rağmen ona merhamet göstermeyip yine de gömdüğünü anlatan ünlü hikâye, asılsız bir hikayedir. Çünkü Hz. Ömer'in evlendiği ilk kadının Zeyneb bint Ma’zun olduğu bilinmektedir. Hafsa, Abdullah ve Abdurrahman olmak üzere üç çocukları vardı. Hafsa’nın Risalet’ten beş yıl önce dünyaya geldiği biliniyor. Burada ortaya şu soru çıkıyor: Hafsa, Hz. Ömer'in (r.a) en büyük kızı olduğu ve onu öldürmediğine göre, neden ondan daha küçük olan bir kızını diri diri gömsün?

İntikam güdüsü
Öte yandan İslam tarihi araştırmacısı Profesör Muhammed eş-Şeybani, Araplardan kızlarını diri diri toprağa gömen kişinin, Kays bin Asım olduğuna dikkat çekti. Ardında kızları için yetersiz birini bırakmaktan korktuğu için sekiz kızını diri diri gömdüğünü söyledi.
Şeybani, Kays bin Asım et- Temîmî’nin kızlarını öldürme sebebi hakkında şu ifadeleri kullandı: “Numan bin el-Munzir, Beni Temîm'i ordusuyla işgal ederek kadınlarını esir aldı. Bunun üzerine Temîmliler, esirlerini serbest bırakması için Numan’a elçi gönderdiler. Numan, kadın ve kızlardan isteyenlerin kabilelerine dönebilmelerine izin verdi. Babalarını seçenleri babalarına gönderdi. Eşlerini tercih edenleri, eşlerinin yanında bıraktı. Esir kadın ve kızların tümü kabilelerine döndü; sadece Kays bin Asım et-Temimi'nin karısı, sahibini sevdiği için kocasının evine dönmeyerek onun yanında kaldı. Bunun üzerine Kays, bir daha kızı doğduğu takdirde onu öldüreceğine yemin etti.”
Şeybani, “Kays bin Asım yaptıklarını Hz. Peygamber’e anlatmış, o da kendisine öldürdüğü her kızı için bir köle azat etmesini emretmiştir. O zaman “Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman” (Tekvir/8-9) ayetleri nazil oldu” açıklamasında bulundu.

 Cahiliye şiirinin tanıklığı
Şer’i siyaset alanında Uzman ve İslam Hukuku Danışmanı Halid eş-Şaya’, Merzuk bin Tenbak’ın kitabındaki iddialarına şöyle yanıt verdi: “Çok büyük bir hata yaptı. Özellikle de önceki ve çağdaş alimlerin önderlerinin üzerinde anlaşmaya vardıkları bir konuyu çürütme girişiminde bulunarak büyük bir hata yaptı. Merzuk, uzmanlığı bulunmayan bir alana girdi. Edebiyat uzmanları, tarihçiler ve büyük şairlere muhalefet etti.  Şairlerin babası sayılabilecek ünlü Farazdak, beyitinde şöyle yanıt veriyor: “Kızları diri diri gömmeyi yasaklayan bizdendir. Gömülmelerine engel olarak onlara can bağışladı.” dedi.
Şaya’, Kur'an-ı Kerim'in ‘insanlığın şeytan tarafından kadınları öldürme hatasına düşürüldüğünü’ açıklayan ayetlere atıfta bulunarak: Kızların bu şekilde öldürüldüğü konusundaki en açık ayetlerin Tekvir Suresi’ndeki 8. ve 9’uncu ayetler olduğunu söyledi. Veîd ile kast edilenin kız çocuğunun diri diri gömülmesi olduğunu, bu kız çocuklarına mev’ûde adı verildiğini ifade etti. Bu ismin, üzerlerine ölene dek toprak atılması nedeniyle verildiğini belirtti.

İslam bu olguyla mücadele ediyor
Hukuk Araştırmacısı Şeyh Abdullah el-Muhenna, Arap dilinde mev’ûde kelimesinin, çocuğunu hayattayken mezara gömmek anlamına geldiğini söyledi. Kelimenin menşei ağırlık anlamındaki ‘v-e-d’ kökünden türetildiği ya da ‘e-v-d ( أود )’  kökünden geldiği söylenir. Cahiliye döneminde, kız çocuğunun utanç nedenlerinden biri olduğu fikrinden kaynaklanan kız bebek öldürme uygulaması yaygındı. İslam geldiğinde bu fikre karşı savaştı ve bu tür davranışları yasakladı. Bunu da pek çok davranışında yanılgı taşıyan ve haram olan Cahiliye adetlerinden saymıştır. Karşılığında kadınlara anne, eş, kız ve kız kardeş olarak saygı gösterilmesini emretti. Toplumu inşa etme konusunda büyük bir temel olarak gördü ve hatta çocukların yetiştirilmesi ve bakımında görevini ona yükledi.

Üzerinde çalışılması ve içtihad edilmesi gereken bir mesele
Kızların gömülmesi konusunda en önde gelen yorumcular arasında, ‘İbni Tenbak’ın kitabında bahsedilenleri tartışmak üzere bir komiteye başkanlık eden Saad bin Nasır eş-Şetteri de yer alıyor. Şetteri, “Doktor, kız bebek cinayetinin özellikle Araplarla sınırlandırılmasını reddediyor. Dolayısıyla nasslarda yer alanlarla çelişmiyor. Bu doktorun görüşüdür ve biz buna katılmıyoruz. Dolayısıyla heyet, böyle bir görüşte onunla aynı fikirde olmasak bile, bunun doktorun içtihadı olduğu ve davanın içtihada tabi olduğu ve kesin olmadığı sonucuna varmıştır” şeklinde konuştu.
Öte yandan Vaiz Dr. Muhammed en-Nuceymi, “Dr. İbn Tenbak'ın bahsettiği şey, Araplar arasında bebek öldürme meselesini inkâr etmediği için aslında mümkündür. Ama kendi içtihadı olarak belli bir noktayı seçti. Bu konuda onunla tamamen farklı fikirde olsak da bu, üzerinde ihtilaf edilebilecek konulardan biridir. Alimlerimiz konuyu okudular ve yazılanlara katılmadıklarını ifade ettiler. Ancak mesele bir fikir ve içtihat meselesidir” ifadeleri kullandı.



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir