İran, İranlı olmayan halkların lehine bir dönüşe mi tanık oluyor?

Ülkedeki diğer milletler, dini totalitarizme karşı en geniş siyasi, sivil ve bazen askeri mücadeleye girişiyor.

İran rejimi, demografik ağırlıkları, ekonomik ve tarihi rolleri nedeniyle Türklerden ülkedeki diğer milliyetçiliklerden daha fazla korkuyor (Reuters)
İran rejimi, demografik ağırlıkları, ekonomik ve tarihi rolleri nedeniyle Türklerden ülkedeki diğer milliyetçiliklerden daha fazla korkuyor (Reuters)
TT

İran, İranlı olmayan halkların lehine bir dönüşe mi tanık oluyor?

İran rejimi, demografik ağırlıkları, ekonomik ve tarihi rolleri nedeniyle Türklerden ülkedeki diğer milliyetçiliklerden daha fazla korkuyor (Reuters)
İran rejimi, demografik ağırlıkları, ekonomik ve tarihi rolleri nedeniyle Türklerden ülkedeki diğer milliyetçiliklerden daha fazla korkuyor (Reuters)

Yusuf Yasin Azizi
Pers Ulus Devleti, 20. yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda İran’da, korunan krallıklar olarak tanımlanan birkaç krallığın birleşmesinden oluşmuş Kaçar devletinin kalıntıları üzerinde kuruldu. 16. yüzyıldaki Safevi döneminden, Afşar ve Zandi dönemleri ve son olarak Kaçar dönemi boyunca, Mart 1935’te bir kısmı İran olarak adlandırılan bölgede geleneksel (federal) sistem yaygındı. 22 Şubat 1921 darbesinden sonra darbeye katılanlardan biri olarak ve 1925’te kendini şah ilan edip Rıza Şah Pehlevi olarak kalan Rıza Han, ulus devleti ‘tek dil, tek millet ve tek devlet’ olarak tanımladı. Bu durum, İran’da krallıkların ve milliyetlerin çoğulluğunu şart koşan ve ona bir tür özerklik veren Meşrutiyet Devrimi Anayasası’nı (1906-1909) ihlal etti.

Tarihi bir kargaşa
Azerbaycan’da Kürdistan Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve özerk yönetim otoritesine (1945-1946) rağmen İranlı olmayan halklar, 1979 devrimine kadar bir baskı ve zayıflık dönemi yaşadılar. Bu durum, 1980’de İran anayasasına Fars dilinin resmiliği ile ilgili bir maddenin eklenmesine yol açtı. Etnik ve dilsel çeşitliliği ifade eden Meşrutiyet Devrimi Anayasası, yalnızca On İki İmam Şiiliği’nin resmileşmesini sağladı. 1979 Şubat Devrimi, Arabistan, Kürdistan, Azerbaycan ve Türkmen çölünde bu halklar arasındaki gizli ve ezilen gücü yok etti.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte özellikleri her geçen yıl netlik kazanan yeni bir dönem ortaya çıktı. Bu bağımsızlık, Azerbaycan’ın güneyindeki, yani İran Azerbaycan’ındaki Türk halkına bir miktar moral ve özgüven kazandırdı. Bu doz, 2021’de Dağlık Karabağ bölgesini geri alma savaşında Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Ermenistan’a karşı kazandığı zaferin ardından ikiye katlandı.
İran nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan Türkler, Farisilerle ittifaktaki tarihsel rolleri ve İran’da 20. yüzyıldaki iki büyük devrimin (Meşruiyet Devrimi ve Şubat Devrimi) zaferi nedeniyle ülkede gelecekteki herhangi bir değişiklikte önemli bir role sahip. Ancak Farisiler, iki devrimde onları başarısızlığa uğrattıktan sonra Türkler, yavaş yavaş egemen milliyetçilikten uzaklaşmaya başladılar. Bir yanda kendi kendini yöneten bir otoritenin kurulması, diğer yanda Bakü’deki kardeşleri için bağımsız bir devletin ortaya çıkmasıyla temsil edilen emelleri yok oldu. Bu duruma, Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi liderliğindeki Yeşil Devrim’e katılmamayı tercih ettiklerinde de tanık olduk.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, İran rejimi, demografik ağırlıkları, ekonomik ve tarihsel rolleri nedeniyle Türklerden İran’daki diğer milliyetçiliklerden daha fazla korkuyor. Kürtlerin, Beluçların ve Arapların aksine ulusal hakları için savaşan ve İran cezaevlerinde mahsur kalan yüzlerce eylemcisine idam cezası verildiğine şahit olmadık.

Mücadele yolunda
Yeni dönem olarak nitelendirdiğim dönemin özellikleri, Arabistan bölgesinin şehir ve köylerinde gerçekleşen Temmuz 2021 ayaklanması sırasında İran halklarının mücadele tarihinde giderek daha belirgin hale geldi. Çağdaş İran tarihinde tanık olunmayan bir çerçevede Türk eylemciler, polise ve kurşunlarına meydan okudular. Arabistan’da kanları dökülen susuz Ahvazlar ile dayanışma için İran’ın Azerbaycan Eyaleti’nin başkenti Tebriz şehrinde sokaklara döküldüler. Kadın ve erkek tutuklulardan bazıları hala Tebriz cezaevlerinde bulunuyor. Böylece Türkler, Farisilerle olan ittifaklarını Araplar ve diğer ezilen milletlerle ittifaka dönüştürdüler. Böylece çağdaş İran tarihinde bir dönüm noktası için ilk yapı taşını attılar.
İran Türkleri arasındaki ulusal farkındalık, Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyeti’ndeki hemşerilerinden kültürel olarak ayrılmaları nedeniyle gecikmiştir. Öyle ki yazarlarının, düşünürlerinin ve gazetecilerinin çoğu Azeri Türkçesi yerine Farsça yazmaya zorlanmıştır. Bu durum, Mustafa Kemal Atatürk’ü taklit ederek Arap alfabesini Latinceye çevirmeye çalışan Şah Rıza Pehlevi dönemine kadar uzanıyor. Ancak dönemin etkili bir Farisi eliti, İran Türklerinin Türkiye’deki edebiyat ve düşünceden, ayrıca son on yıldır Kiril ve daha sonra Latin alfabesini kullanan Azerbaycan Cumhuriyeti’nde hâkim olan kültürden etkilenmemesi için Şah’ın bunu yapmasını engelledi.
Geçtiğimiz Temmuz ayında Araplarla dayanışma sadece Türklerle sınırlı kalmayıp, Bahtiyariler, Lurlar, Kürtler ve Beluçları da kapsadı. Hükümet istatistiklerine ve diğer uluslararası insan hakları örgütlerine göre, İran’da her yıl hapsedilen ve idam edilen mahkumların en büyük yüzdesi (yaklaşık yüzde 80) İranlı olmayanlara ait. Bu yüzdeyi işçi, kadın ve öğrenci gibi diğer toplumsal gruplarla karşılaştırırsak bu halklar, İran’daki totaliter dini rejime karşı mücadelenin ön saflarında yer alıyor. Bununla birlikte bu halkların mücadelesi, hala ayrı adalar gibi. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Ahvazlara yönelik sempatilerine tanık olmamıza rağmen bu halklar birbirlerine yaklaşmadı. Ama bu durum, yaklaşık 10 yıl önce aralarında var olan tam dağılmaya kıyasla başlı başına bir gelişmeyi yansıtıyor. Ahvazlarla dayanışma, Türk- Azeri siyasi güçlerinin halklarına çağrıları olmasaydı olmazdı, ancak Kürt- İran güçleri tarafından buna tanık olmadık, ya da tanık olunan şey gerekli düzeyde değil. İran’da hiçbir halk ulusal haklarını tek başına elde edemez. İlk olarak her bir halkın ayrı ayrı grupları ve ikinci olarak siyasi partiler ve İranlı olmayan halkların birleşik örgütleri arasında kaçınılmaz bir koordinasyon bulunmuyor. Farklı halklarda oluşan grup ve siyasi partilerin yer aldığı az sayıda örgüt olmasına rağmen bunlar istenilen düzeyde değil, tüm tarafları, grupları ve bağımsız kişilikleri kapsamaz ve dar görüşlülük, uyumsuzluk ve aralarında koordinasyonu engelleyen bir tür felçten mustarip.
İranlı olmayan kitleler ve başta Ahvazlar olmak üzere elitler, sahada en geniş siyasi ve sivil mücadele sürecini ve bazen de askeri mücadeleyi icra etmekte ve bunun sonucunda İran’daki diğer toplumsal grupların ve siyasi örgütlerin mücadelelerinde ön saflarda yer alabilmektedir. Ancak bu durum, İranlı olmayan tüm gruplar veya en azından çoğu birleşirse veya birbirlerine yakınlaşırsa mümkün. Ayrıca henüz bu yakınlaşma, bazı milletler arasındaki coğrafi ve siyasi farklılıklardan kaynaklanan nedenlerden dolayı gerçekleşmedi. Bu gerekli aşamaya ulaşırsak, sol, Halkın Mücahitleri Örgütü, İran milliyetçi partileri ve Rıza Pehlevi liderliğindeki kralcı grup gibi diğer gruplarla rekabet edebilecek en güçlü bloktan bahsedebiliriz.

Dayatılan milliyetçilik
Farisi milliyetçiler, birkaç yüzyıl boyunca yaşamış tarihi İran halkı gibi, tarih dışı ifadeler ortaya koydular. İran’ın farklı halklarını ise tanımadılar. Hatta Pehlevi yönetiminden önce var olan korunmuş krallıklardan ve geleneksel federal sistemden bahsetmeyi bile kasıtlı olarak ihmal ettiler.
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad (2005- 2013) döneminde Eğitim Bakanı Hamid Rıza Hacı Babai, İran nüfusunun yüzde 70’inin iki dilli olduğunu, yani tek dilli İranlıların nüfusun yalnızca yüzde 30’unu oluşturduğunu itiraf etti. Eğer bu yüzde 70’lik kısım kendi aralarında koordine olabilseydi, siyasi sistemin değişmesinde bir gelişmeye, hatta ulus devletin çöküşüne ve onun yerine adem-i merkeziyetçi bir sistemin kurulmasına tanık olurduk. Araplar, Türkler, Kürtler ve Beluçlar gibi şu anda aktif olan halklar arasında birazda olsa koordinasyon olsaydı bile, istenen değişim gerçekleşirdi.
Bu koordinasyona gelince, birkaç düzeyde gerçekleşebilir; Örneğin İranlı olmayan tüm halklardan öğrenciler ve aktivistler bir araya gelmelidir. Bunlar, milyonlarca kişiye ev sahipliği yapan başkent Tahran başta olmak üzere, her ulus için gösteriler veya özel günler de dahil mücadele ve kültür alanlarında birbirleriyle koordineli olmalıdır. Ülke dışında, özgürlük atmosferi nedeniyle koordinasyon, sayısız farklı alanı kapsayabilir.
Sonuç olarak İran’da gerçek bir demokrasinin, ancak İranlı olmayan elitlerin İran rejimine karşı mücadeleye öncülük etmesi veya bu rejimde belirleyici bir role sahip olması durumunda inşa edilebileceği söylenebilir. Nihayetinde mesele, İran’da rejimden başka bir rejime geçmek değil, dil ve milliyetçilik birliğine dayanan ulus devletin yıkılıp uluslar devletine dönüştürülmesidir.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.